
“Herkes toplansın.”
Binbaşı Baturalp’in sesi, sessizliği kesen bir komut gibi yankılandı. Havanın gerginliği, o tek cümlenin içinde bile hissediliyordu. Çadırın içindeki her asker, ne kadar yorgun olursa olsun, o sesle birlikte dimdik oldu.
Harita masanın üzerindeydi. Tozlu lambanın titrek ışığı, kağıt üzerindeki kırmızı işaretleri, dağların ve vadilerin kıvrımlarını daha tehditkâr gösteriyordu.
Baturalp, elindeki kalemiyle noktaları tek tek işaretledi.
“Bakın,” dedi, sesi sakin ama buyurgandı.
“Üç askerimiz ve birkaç sivil, üç gün önce bu bölgede esir alındı. Şimdi yerlerini tespit ettik.”
Gözleri haritanın üzerinden kalktı, bir an timin üzerinde gezindi.
“İçeride bize çalışan sızma elemanlarımız var. Siz vardığınızda onlar sizi karşılayacaklar.
Dikkat edin, tek bir hatanız bile esirlerin ve sizlerin hayatına mal olabilir. Özellikle sen Deva...”
Bakışları bana kilitlendi. O an etraf sessizliğe gömüldü.
“Bu görevin tehlikesini biliyorsun,” dedi ağır ağır. “Teröristlerin başındaki adam... psikopatın teki.
Kadınlara aşırı derecede ilgisi var. Orada silahsız olacaksınız, tamamen savunmasız.
En ufak şüphede tehlikede olacaksınız. Esirleri dikkat çekmeden, sessizce, en güvenli şekilde alacaksınız.”
“Emredersiniz komutanım,” dedim dik bir sesle.
Ama içimdeki fırtınayı o bile bastıramadı.
Baturalp devam etti, sesi biraz daha yumuşamıştı şimdi:
“Deva, bu görev… gerçekten çok tehlikeli .Eğer yakalanırsanız size yetişemeyebiliriz. Emri üst bölgeden aldık, geri adım atamıyoruz.
Ama bilin, çok uzakta olmayacağız. En ufak bir sinyalde oradayız.”
Yutkundum. “Emredersiniz komutanım,”
O an göz göze geldik. Gözlerinde gizli bir endişe vardı. Bana bir komutandan öte, bir insan olarak bakıyordu.
Ama görev, duygulara yer bırakmazdı.
Herşeyi konuşup timden ayrıldık...
İki saat on beş dakika sonra, sessizce ilerliyorduk. Soğuk rüzgar, dağın eteklerinden gelen uğultuyla karışıyor, ayak izlerimiz karanlık toprağın üzerinde sessizce kayboluyordu.
Kaan önümde yürüyordu,sürekli gözleri ile etrafı tariyordu.
“Komutanım,” dedi fısıltıyla, “az kaldı, koordinat burası.”
Daha o cümle biter bitmez, bir ses yankılandı uzaktan.
“Siz kimsiniz lan! Durun orada!”
Kalın, tehditkâr bir sesti bu.
Yavaşça sesin geldiği yöne döndüm. Elinde tüfeği olan iri yapılı, kirli sakallı bir adamdı.
Yanında iki kadın, üç adam daha vardı.
Mert hemen elini kaldırdı, planladığımız şekilde konuşmaya başladı:
“Biz Behram’ı arıyoruz!” dedi kendinden emin bir tonla.
Adam kısık gözlerle baktı. “Behram’ı neden arıyorsun lan?”
“Bizi Azat gönderdi,” diye yanıtladı Mert. “Behram’ın haberi var.”
Adam elindeki silahı boynuna astı, el işareti yaptı.
“Yukarı gelin” dedi. Sesi emir gibiydi.
Kaan kulağıma eğildi. “Komutanım,” dedi fısıltıyla, “bu o... Kutay Yüzbaşı.”
Gözlerimle hafifçe onay verdim. Adımlarımızı dikkatle atarak ilerledik.
Behram dedikleri adam, tam karşımızda belirince anladım. O bakış, o duruş… evet, Kutay Yüzbaşı’ydı.
“Üzerlerini arayın,” dedi yanındaki adamlara.
Ellerini üzerimizde gezdirdiler, sonra “Temiz,” dediler.
“Behram sen misin?”
“Benim,” “Demek gelecek olanlar sizsiniz ”
Kaan, plana uygun şekilde söze girdi:
“Bizi Azat gönderdi, size haber vermiş olmalıydı.”
Behram başını onaylarcasına salladı, sonra etrafına dönüp,
“Hadi, gidiyoruz. Komutan sizi bekliyor,”
Sonra bana dönüp kısık bir sesle fısıldadı:
“Sen benimle gel.”
Herkez ilerledi, ben geride kaldım. Yürürken gözünü bile kırpmadan önüne dönük bir sekilde fısıldadı:
“Ben Yüzbaşı Kutay. Yanımda Teğmen Ateş var. Biz içeri sızdık.
Esirleri aldıktan sonra birlikte çıkacağız. İki gün önce başka bir timden yardım çağrısı geldi, size yardım edeceğiz.
Dikkatli olun. Allah yardımcımız olsun.”
Sadece başımı salladım. O uzaklaşırken içimden bir dua geçirdim:
Allah’ım, bu dağdan kimse eksilmeden dönsün.
Yarım saatlik yürüyüşten sonra mağarayı gördük.
Dağın göğsüne oyulmuş, kocaman bir yara gibiydi. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir kaya yığını gibi görünüyordu ama içerisi tam anlamıyla bir kale gibiydi.
Gözcüler, ellerinde sürekli etrafı kolaçan ediyordu. Neredeyse her on metrede bir nöbetçi vardı. Dikkatle etrafı süzdüm.
Kayalıkların arasında, tüfeğinin namlusu belli belirsiz parlayan iki keskin nişancı… sağ köşede üç silahlı adam… arkamızda sekiz nöbetçi sürekli devriye geziyordu.
Biraz ilerde, en az on kişi olduğunu tahmin ettiğim bir grup eğitim yapıyordu.
Hatta beş kadar kadının da ayrı bir yerde eğitim yaptığını fark ettim.
Mert’le göz göze geldik. Bir bakış, bin kelimeydi.
Her birimiz, çevremizi bir harita gibi ezberliyorduk.
İçeriden bir ses yankılandı. “Gelin!”
Mağaranın içi dışarıdan çok farklıydı.
Dışarısı ayaz gibi kesiyordu ama içerisi sıcak, hatta havasızdı.
Taş duvarlarda ateşlerin dumanı is bırakmış, ağır bir barut ve ter kokusu her yere sinmişti.
Bir odaya götürüldük. Kapısı, kalın bir bez parçasıyla örtülmüştü.
İçeride uzun saçlı, esmer bir adam oturuyordu. Sandalyede dik, soğuk bir şekilde… Ama konuşması, duruşu diğerlerinden farklıydı.
Bize bakarken kaşlarını çattı.
“Demek Behram’ın bahsettiği adamlarsınız.”
Sesi pürüzsüzdü, ama içinde buz gibi bir tehdit vardı.
“Behram sizden çok bahsetti. Güvenilir, dedi.. Burada ihanetin bedeli ölümdür.
Önce güvenimizi kazanacaksınız, sonra aramıza katılırsınız.”
Bir an durdu, sonra eliyle kapıyı gösterdi.
“Behram, bunlara ne yapacaklarını anlat.”
Odayı terk ederken arkamızda kalan o adamın gözleri sırtımda hissediliyordu.
Hava soğuktu ama ter, sırtımdan aşağı süzülüyordu. “Eğitim” dedikleri şey, tam bir gösteriden ibaretti.
Silah tutuşları yanlış, hedefleri darmadağın… İçimden alayla gülümsedim.
Bunlar mı savaşçı olacak? dedim içimden.
“Ben tek başıma bile hepsinin hakkimdan gelirim.”
İki saat böyle geçti. Zaman uzadıkça, içimdeki gerilim yerini bir tür öfkeye bıraktı. Ama görev vardı. Görev varsa, duygular susturulurdu.
Eğitim bittiğinde hepimiz yemek alanına yöneldik. Paslı tabaklarda tatsız yemekler…
Çatal kaşık yok, sadece ekmek ve metal kaplarda haşlanmış bir şeyler.
Sessizlik hakimdi. Kimse birbirine bakmıyor, herkes göz ucuyla tetikteydi.
Yemekten sonra kalacağımız yere geçtik.
Taş duvarların arasında, zemine serilmiş ince battaniyeler… Herkes uyuma numarası yapıyordu, ama ben gerçekten uyuyamazdım.
Bir süre sonra gözlerimi araladım. Kaan’anin kaldığı yere geldim. fısıltıyla birkaç şey söyledim, sonra planladığım gibi dışarı süzüldüm.
Baturalp burada olsaydı, eminim bana bağırırdı hatta bu yaptığım için büyük okkalı bir disiplin suçu bile yerdim ama başka çarem yoktu.
Gece yarısından sonra mağaranın içi zifiri karanlıktı. Elimle duvara yaslanarak ilerledim.
Her köşede nöbetçi vardı. İki adamı sessizce etkisiz hale getirdim, nefeslerini bile duymadım.
Onları sürükleyip gölgelerin arasına gizledim.
Tam o anda, yanımdaki battaniyelerden biri kıpırdadı.
Bir el koluma dokundu.
Yeşil gözlü, uzun saçlı genç bir kadındı. Gözleri kan çanağına dönmüş, sesi neredeyse titriyordu.
“Neden buraya geldiniz?” dedi fısıltıyla. “Neden bu cehenneme kendi isteğinizle geldiniz?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Ben buradan kurtulmak için ölümü bile göze aldım,” dedi.
“Beni kaç kez yakaladılar biliyor musun? Her defasında dövdüler, yakalandim.
O içerideki adam var ya…tam bir psikopat Sevdiğim adamı esir aldılar, beni onun canıyla tehdit ediyorlar.”
Kolunu kaldırdı, gösterdi: morluklar, yara izleri… hepsi taze, hepsi gerçekti.
“Keşke ölsem,” dedi ağlayarak. “Ölsem de nişanlım Atilla yaşasa. Benim bu halimi düşünerek acı çekmesin.”
Bir an tereddüt ettim. Sonra eğilip elini tuttum.
“Sana söz veriyorum,” dedim kısık bir sesle
“Atilla yi kurtaracagim sen onunla evleneceksin. Ve ben, senin nikah şahidin olacağım.
Şimdi gözyaşlarını sil. Sabah olur, belki beklemediğin bir kurtuluş kapısı aralanır.”
Kadın hıçkırıklarını bastırmaya çalışırken, ben ayağa kalktım.
“Tuvalete gidiyorum,” dedim, kısık bir sesle.
Sessizce ilerledim.
Kaan ve Mert’le buluştuğumda üç nöbetçiyi daha bayıltmıştık. Kutay Yüzbaşı karanlıktan çıktı.
“Teğmen Ateş dışarıda,” dedi. “Gözcülük yapıyor. En ufak kıpırtıda bize haber verecek.”
Herkesin yüzünde aynı gergin ifade vardı.
Ben kolumdaki saate baktım: 04.00.
Kalbim bir anlığına sessizliğe büründü.
“Haydi Bismillah,” dedim dişlerimin arasından.
Görev başlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.19k Okunma |
4.21k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |