
Merhabalar size yeni bölümle geldim.
Okuyup yorumlarda buluşalım.
Oy atmayı unutmayın canlar.
Hatalarım var ise affola.
keyifli okumalar.
BAŞA BELA
Düğünde, arkadaşlarıyla bir köşede oturan Seyhan, gözlerini bir an olsun karşı masada oturan; sarışın, çimen yeşili gözleriyle bir mücevher gibi parlayan Duru’dan ayırmadan bakıyordu.
Onun gibi birçok erkeğin de göz hapsinde olduğunu bildiği için oturduğu yerde kuduruyordu. Elini tutup “O benim.” diyememek, öfkesine öfke katıyordu.
Masada Adar, Robar, Siyam ona eşlik ediyordu.
“Oturduğun yerde kuduracağına git, tut elinden, ‘Bu benim kadınım!’ de.” Kolunu omzuna atan Adar, bakışlarıyla Duru’yu gösterdi.
“Sanki ben istemiyorum ama yok… Karadeniz’in bütün inatçı ve asi geni onun kanında akıyor. Bir gün iyiyse, diğer gün fırtına gibi esip gürlüyor.” diye Duru’ya bakıp bir iç çekti.
“Nasıl da güzel olmuş; bir mücevher gibi, göz kamaştırıcı, büyüleyici.”
Siyam ve Adar göz devirip başını sallayınca, Robar gülerek,
“Seyhan abi, geçmiş olsun. Seni de böyle gördüm ya, gam yemem artık.” dedi.
Seyhan ona ters bir bakış attı.
“Ne var lan hâlimde? Sık sık konuşma.”
Bu hâli Siyam ve Adar’ı da güldürmüştü.
“Mecnun hâlinden bahsediyor kardeşim.” dedi Siyam.
Adar’ın kolunu omzundan itekledi.
“Size de beni eğlendirene aşk olsun.”
Arkadaşlarının kıkırtıları iyice sinirini bozdu.
“Olan olmuş kardeşim.” dedi Siyam.
Arkadaşlarının, hele de Seyhan’ın böyle sürünüşünü gördüğünde keyfine diyecek yoktu.
Siyam ayağa kalktı.
“Bana müsaade; olan var, olmayan var, kıskanırlar.”
Gider ayak Seyhan’a bakarak şerefsizce gülümsedi, ardından karısının yanına gitti.
“Şerefsiz.”
Sinirle yerinden kalkan Seyhan, adımları Duru’ya gitmek isterken kendini dışarı zor attı. Boynundaki kravatı sert bir şekilde gevşetti. Başını gökyüzüne kaldırıp yüzüne doğru süzülen kar tanelerine baktı. Gözlerini yumdu, derin nefesler alıp verdi.
Bu iş böyle olmayacaktı. Daha fazla nazını, inatçılığını çekemeyeceğini biliyordu. Onu deli gibi severken elini tutmak, “Ben buradayım.” demek istiyordu. Cebinden sigara paketini çıkarıp bir dal aldı ve dudaklarına götürdü. Çakmağıyla yaktığı sigaradan büyük bir nefes çekip ciğerlerine dolan zehirli dumanı ardına geri verdi. Duman, kar tanelerinin arasında süzüldü.
Gecenin geç saatine kadar bir paketi bitirmişti. Düğün bitmiş, herkes evine dağılmıştı. Kapıda sadece çıkacak birini beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra, üzerinde siyah kabanı ile Duru çıktı.
Kapının köşesinde bekleyen Seyhan’ı görünce dudakları kıvrıldı. Minik adımlarla Seyhan’ın yanına vardı.
“Neredeydin?”
Seyhan gözlerini kısarak sadece Duru’nun gözlerinin içine baktı.
“Buradayım.”
Söylediği tek kelimeyle Duru kaşlarını çattı.
“Evet, buradasın. Neyin var senin?”
Anlamıyordu bu tavrını. Ve ne olduğunu anlamadan her şey saniyeler içinde oldu.
Seyhan, konuşmaya tenezzül etmeden eğilip bir kolunu Duru’nun dizlerinin arkasından tuttuğu gibi baş aşağı omzuna attı.
Duru’nun dudaklarından, bu beklemediği hareketle bir çığlık koptu. Yüzü Seyhan’ın sırtıyla buluşunca,
“Ne yapıyorsun, gerizekâlı?!”
Ellerini yumruk yaparak sırtına vurmaya başladı.
O yumruklardan hiç etkilenmeyen Seyhan, hızlı adımlarla jipine doğru ilerliyordu.
“Delirttin beni! En sonunda bunu bana yaptırdın!” diyen adama bakabilseydi şaşkın gözlerini gösterebilirdi.
“Ha fuşki yiyenun uşağı, bırak beni!” diye bir kez daha sırtına yumruklarını geçirdi.
Arabanın önüne gelip onun için kapısını açan adamına baş selamı verip Duru’yu yolcu koltuğuna oturttu, kemerini bağladı.
“Debelenip durma, Duru.”
Hiçbir şey olmamış gibi eğilip yanağından öpücük almayı da unutmadı.
Onu öpen, zorla arabasına koyan adama donmuş şekilde bakıyordu. Bütün vücudu etkileşim ve hareket kabiliyetini kaybetmiş gibiydi.
Seyhan kapısını kapattı ve şoför koltuğuna geçti. Kemerini taktığı gibi arabayı çalıştırıp hızlı bir şekilde ana yola çıktı.
Şaşkınlığını geride bırakan Duru kendine gelmiş gibi Seyhan’a döndü.
“Aptal herif, beni nereye götürüyorsun?!” diye bağırdı. Saçı başı dağılmış hâlde idi.
“Baktım böyle olmayacak, seni kaçırmaya karar verdim.”
Kendinden emin duruşuyla Duru’ya göz kırptı.
“Beni hemen eve bırak Seyhan, yoksa kötü olacak.”
Seyhan arabayı bağ evine doğru sürdü. Kar da durmadan yağıyordu.
Bir saat önce kahyayı arayıp şömineyi yakmasını, eve yiyecek bir şeyler bırakmasını istemişti. Duru’yu evliliğe ikna etmeden o bağ evinden gitmeye niyeti yoktu. Bu da ne kadar kalacağını bilmediğinden…
Yolun sonunda ya Duru’nun elinden vurulacak ya da evlenecekti. Zaten kalbinden vurmamış mıydı? Kalbinin baş köşesinde yerini almamış mıydı?
“Evi unut, güzelim. Artık bana bir cevap vermeden seni hiçbir yere bırakmıyorum. Şimdi sessiz ol; gittiğimiz yerde ister bağır çağır, ister öp, okşa… Orası sana kalmış. Tabi bana soracak olursan tercihim öpüp okşaman.”
Dudaklarını kıvırıp Duru’ya göz ucuyla baktı.
Arabayı dikkatli bir şekilde sürmeye devam etti.
“Baa bak, senu habu arabana gömerum, üstünde yakarum! Görürsün öpüp okşamayı!”
Yanındaki adamı tanıyamıyordu. Adamın içine bir şey kaçmış gibiydi.
“Lan delirttin beni! Aylardır peşindeyim, şu yüzüğü taktırmadım parmağına! Sen beni seviyorsun, ben seni seviyorum, bu nazın ne be gülüm?! Kavuşmak varken sen niye bu zulmü çektiriyorsun?” dedi.
“Doğru olan bu mu sence Seyhan?”
“Doğrunun ne olduğunu unutturdun bana! Ne doğru, ne yanlış bilecek durumda mıyım?” diye çıkıştı dişlerinin arasından.
Araba, bağ evinin bahçesine girip kapının önünde durdu.
“Bana beni unutturdun.” deyip kemerini açıp aşağı indi. Soğuk hava yüzüne çarpınca iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti. Sevmiyordu soğuğu; o sıcak havaların adamıydı.
Yerleri kar bembeyaz bir örtüye boyamıştı. Karı eze eze Duru’nun olduğu tarafa geçti ve kapısını açtı. Soğuk hava Duru’nun yüzüne çarpınca ürperdi.
“İn hadi Duru, evde konuşalım.” Sesi yumuşak çıktı.
“Gelmiyorum! İnmiyorum! Eve götür beni.” dedi ters bir sesle.
Bir “Off…” çekti Seyhan ve Duru’nun kemerini açtı.
Elini dizlerinin altından geçirip çıkardı arabadan.
Duru debelenmeye başladı.
“Bırak beni, dağ ayısı!”
Seyhan onu duymuyormuş gibi yine omzuna attı.
“Uslu dur, hırçın fırtınam.”
Deliliği tutmuştu bir kere, bu işi çözmeden durmayacaktı.
“Pis maganda, bırak diyorum!”
“Ben de bırakmıyorum diyorum!”
“Hayvan!”
“Hayır, âşık!”
“Aptal!”
“Körkütük âşık!”
“Geberteceğim seni!”
“Ölümüm elinden olsun be güzelim.”
“Çıldıracağım!”
Kapıdan içeri girdiler. Evin sıcak havası anında ikisini de etkisi altına almıştı.
Koridordan geçip şöminenin önünde duran sedire yavaş bir şekilde bıraktı Duru’yu. Geri çekilip doğruldu. Duru yüzüne gelen saçları geriye itti. Bakışlarını ayakta duran ve yüzüne bakan adama dikti.
Hiç beklemeden, ayağındaki topuklu ayakkabının topuğuyla Seyhan’ın ayağına gömdü.
“Ahhh!” deyip bacağını tutarak birkaç adım geri çekildi.
“Ne yapıyorsun kızım, bacağımı deldin!” dedi.
Bacağındaki pantolonu sıyırdı.
Topuk gerçekten ayağını delmişti. İnce bir kan aşağı doğru sızıyordu.
“Az bile yaptım.”
Üzerindeki kabanı çıkarıp kenara koydu. İçerisi sıcacıktı.
“Vicdansız kadın.” dedi Seyhan, ayağını bastırarak banyoya doğru ilerledi.
Banyonun kapısını açıp dolaptan ilk yardım çantasını aldı ve odaya döndü.
Duru, oturduğu yerden evi inceliyordu. Evin içi onların Rize’deki yayla evlerine benziyordu.
Ahşap tavanda asılı loş ışıklı tarihi bir avize vardı. Odanın üç köşesi doğu tarzı bir şark köşesi gibiydi. Etnik desenli yüzeyleri odaya hoş bir hava katmıştı. Duvarlar ahşaptan, zemin açık ahşap desenindeydi. Ortada bir yer masası vardı; üzerinde bakır bir sürahi ve bardaklar düzenlenmişti.
Seyhan, elinde ilk yardım çantasıyla Duru’nun yanına oturdu.
“Madem yarayı sen açtın, tedavisini de sen yap doktor hanım.” diyerek ilk yardım çantasını Duru’nun kucağına bıraktı.
Ayağındaki ayakkabısını çıkarıp yüzsüzce ayağını Duru’nun dizlerinin üzerine yerleştirdi.
“Ha, ben niye yapıyorum? Al, kendin yap.” diyerek bacağını itti.
Seyhan bir kez daha bacağını dizlerine koydu.
“Hiç kusura bakma doktor hanım, bu dağ başında kan kaybından ölme niyetinde değilim. Hele de yanı başımda afet-i devran gibi bir doktor hanım varken…”
Gözlerini deviren Duru,
“Merak etme, hiçbir şey olmaz sana. Ayı gibi adamsın.” dedi.
Yardım çantasını açıp içinden pamuk ve batikon çıkardı.
Pamuğa batikon sürüp kanayan yaraya bastırdı.
Biraz sert bastırdığının farkında değildi ta ki Seyhan’ın inilti sesi duyulana kadar.
“Acıttım mı?” diye sordu.
“Azıcık acımış olabilir… Ama burası kadar değil be Duru.”
Eliyle göğsünü göstererek gözlerinin içine baktı.
“Aylardır elinde sürünüyor bu bedbaht yüreğim. Nereye gitsem senin yüzün var, nereye baksam senin gözlerin var. Nerede nefes alsam senin kokun var be güzelim. Bugün o düğünde elini tutmamak, ‘Bu kadın benim sevdiğim!’ diyememek nasıl koydu. Elin adamları benim yanımda sana yürümelerini işitti lan bu kulaklar. Neyi bekliyoruz bilmiyorum, ama yeter artık!”
Son cümlesinde sesi biraz yüksek çıkmıştı; bağırmış da olabilirdi.
Duru elinde batikonlu pamukla kala kaldı. Seyhan elini, o narin ince parmaklarını tutup avucuna yerleştirdi.
“Bak, ben duygularımdan eminim; hem de tüm benliğimle seni sevdiğime. De etme da bu kadar inat. Biliyorum, sen de beni seviyorsun. Sevmesen sana hediye ettiğim kolyeyi bugün takıp gelmezdin. Gel, etme, eyleme, ayrı koyma şu yüreğimizi.” dedi, yumuşak, duygu dolu sesiyle döktü yüreğindekileri.
“Seyhan…” diye fısıldadı Duru.
Elinde pamuk, dizlerinde Seyhan’ın bacağı; boşta olan eli Seyhan’ın avucundaydı. Bakışları ise birbirinin yüreğini tüm çıplaklığıyla görüyordu.
Bir elini Duru’nun yüzüne koyup yavaşça okşadı başparmağıyla.
“Bak, ben aşk meşk adamı değildim. Bunu etrafımdaki herkes bilirdi. Ta ki kalbim seni görene kadar. Bir sende böyle çarptı, bir sende mideme kramplar girdi, bir sende kokunda nefes almayı bildim. Şimdi karşında aklını, kalbini, tüm benliğini senle bozmuş bir Seyhan var.” dedi ve derin bir nefes aldı.
Aşk adamı değildi; gezip tozmayı, hayatı yaşamayı seven bir adamdı. Hele evlilik… Annesi konuyu açsa, koşar adımlarla uzaklaşırdı. Ama karşısındaki yeşil çimen gözlere, sarı saçlara körkütük âşık olan bir Seyhan hâline bürünmüştü.
Kendisi bile bu hâline çoğu zaman şaşırırdı.
Bu gece her türlü takmayı düşündüğü yüzüğü, ceketinin iç cebinden çıkardı. Kadife kutuyu kendiyle Duru’nun arasına, bacağının üzerine koydu. Yavaşça açtı. İçinde kocaman tektaşı olan yüzük göz kırpıyordu.
“Seyhan, bu…”
Devamını getiremedi. Bakışları bir yüzüğe, bir Seyhan’ın kahve gözlerine gidip geldi. En son Seyhan’ın anlam yüklü bakışlarında durdu.
“Duru, bak ben sana dört dörtlük bir hayat bahşedemem, yalanım yok. Kimi zaman kavga ederiz, kimi zaman anlaşamayız; ama ne olursa olsun seni sevip sayacağım. Sana sonsuz aşkımı, sevgimi vereceğim. Seni mutlu etmek için elimden gelenin fazlasını yapacağım. Yeter ki sen yanımda ol. Elimi tut, kalbini kalbime mühürle. Çünkü ben öyle yaptım. Kalbim senin adınla, sevginle mühürlendi. Evlen benimle. Evlenelim; hayat arkadaşım, sırdaşım, canımın diğer yarısı, evimin sultanı, kalbimin baş tacı ol. Çocuklarımızın annesi ol.” dedi ve derin bir soluk çekti yüreğine.
Duru, duyduğu her söze kalbini, yüreğini ve gözyaşını bıraktı.
“Ağzın çok güzel laf yapıyor. Bu sözlerden, cümlelerden sonra ‘hayır’ demek mümkün mü?”
Hem ağlıyor, hem gülüyordu.
Oturdukları durum, hâl içinde büyük bir tezatlık barındırıyordu:
Elinde batikon pamuğu, dizinde Seyhan’ın dizine kadar sıyırdığı yaralı bacağı ve ortada duran göz kamaştırıcı bir yüzük…
Duru başını sallayarak,
“Evet, deli adam. Asla böyle hayal etmemiştim evlilik teklifini ama ne sürpriz yaparsan yap, bunun kadar anlamlı olacağını düşünmüyorum. Seni karşıma çıkaran Allah’ıma şükürler olsun.”
deyip batikonlu eliyle boynuna sarıldı.
Anında karşılık verip belinden tuttu ve kucağına çekti Duru’yu. İkisinin arasında sıkışan tektaşı unuttular.
“Kurban olurum sana, çimen gözlüm.” dedi Seyhan, geri çekilip Duru’nun yüzünü avuçlarının arasına aldı.
Önce alnına, sonra burnuna ve en son bal dudaklarına tutkulu bir öpücük bıraktı.
Çok geçmeden karşılığını veren Duru ile masum öpücük tutkuya bulanıp ikisini yakacak bir ateşe dönüştü.
****
2 Ay Sonra
Aylar su gibi geçti diyemem; çok meşakkatli geçtiğini söyleyebilirim. Son bir aydır yatağa bağlı hale gelmiştim. Dokuzuncu ayıma girmiştim.
Karnım o kadar büyümüştü ki hareket edemez hale gelmiştim. Vücudum ödem toplayıp beni iyice şişirmişti.
İkizler ise hiç durmadan hareket ediyorlar ve bazen canımı yakıyorlardı.
Elimi kocaman karnıma koyup kasılmalarımı hafifletsin diye masaj yapıyordum. Duş almam gerekiyordu ama bunu bile tek başıma yapamayacak durumdaydım. Kocamın gelmesini bekliyor, odamda oturuyordum.
Bugün acil imzalaması gereken dosyalar olduğu için kısa bir süreliğine şirkete gitmesi gerekmişti. Giderken de kaç kez tembih etmeden gitmedi:
“Bensiz kalkma. Canın bir şey isterse beni ara. Şansın olursa bir saniye bile geçirmeden bana haber ver. Bensiz duş alma.”
Bunun gibi daha niceleri... Çok pimpirikli bir kocam olmuştu; bunu da aklıma not etmiştim.
Kapı aralanıp, üzerinde siyah fit bir takımla yakışıklı kocam içeri girdi. Elinde hiç eksik etmediği siyah bir demet gül vardı.
“Güzelim, nasılsın?” diye sordu. Yanıma gelip çiçekleri bana uzattı. Elinden aldığım buketi burnuma götürürken Siyam da eğilip başıma ve alnıma bir öpücük kondurdu.
“Çok güzel kokuyor.” dedim.
“Ben mi?” diye sordu kocam.
“Sen ve çiçekler.”
“Hımm… Kendi kokusunun farkında olmayan karım.”
“Hii! Ne yani, kokuyor muyum?”
“O ne alaka kızım?”
“Kokuyorsun dedin. Hem ‘kızım’ deme bana, kızın karnımda!” dedim ters bir sesle.
Doğum yaklaştıkça stres oluyordum ve etrafımdaki herkesin en ufak bir kelimesine alınmaya başlamıştım. Bundan en çok nasibini alan da tabii ki kocam oluyordu.
Bir kere bu halime “of” demedi. Alınganlık yapıp küsmedi, hep alttan aldı ve daha çok sevip sarmaladı. İşte böyle bir kocam vardı.
Kalçasını yatağın kenarına koyup hemen yanımda oturdu. Çiçekleri elimden alıp komodinin üzerine koydu. Ardından bana döndü, kalbimi yeniden fetheden bakışlarını maviliklerime dikti. Elime uzandı; iki elimi avuçlarının arasına aldı ve avuç içlerime birer öpücük bıraktı.
“Sen benim gül kokulu sevgilim, biricik karımsın. Karım, sevgilim, arkadaşım, kızım, bebeğim, hayatım, aşkım... Bütün anlamlı kelimelerimin tek sahibisin.”
İşte bu kadardı; yelkenlerimi hemen indirdim. Böyle güzel seven adama nasıl kıyabilirdim ki?
“Siyammm.” dedim cilveli bir şekilde.
“Söyle, Siyam’ın can suyu.” dedi ve yüzünü yaklaştırıp dudaklarımdan küçük ama etkili bir öpücük aldı.
Kollarımı boynuna doladım hiç bir şekilde eğilemediğim için iki elini yatağa bastırıp kendini bana daha çok yakınlaştırdı. Geri çekilmesine izin vermeden "canım şuan feci derece seni çekti ve beni doyurmana ihtiyacım var." Dedim nefes nefese kalmış bir uzun cümleydi.
Dudakları kıvrıldı ve gözleri haylaz bir hal aldı. "Hay hay büyük bir zevkle. Kalk bakalım banyoya hem doyurup hem temizleyelim seni." Hevesle başımı salladım.
Ne yazık ki son aya girdiğimiz için cinsel ilişki yasağımız vardı. Ama canım onu çekince bu hormonlara engel olamayıp beni elleri veya dudaklarıyla tatmin edip rahatlatıyordu.
Kollarımı boynundan çektim. Siyam yerinden kalktı önce üzerinden ki takımın ceketini çıkardı. Ardından gömleğinin her birini açarken gözlerimin içine bakarak beni baştan çıkarıp onun vücudunun her bir detayını incelememe sebep oldu.
Ona bakarken bacak aramdaki sizi kendini anında belli etti. O her düğmeyi bir ağır yavaş hareketle açınca ıslanmam hızla artıyordu. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ezer cezesine dişlerimi geçirdim.
Gömleğinin son düğmesini de açtı. Ve o kaslı omuzlarından indirdi. Onuda ceketinin yanına bıraktı. Elini önce kemerin tokasına attı ve bu kez hızlıca açıp pantolonun düğmesini ve fermuarını açtı. Kumaş pantolonu bacaklarından süzülüp ayak diplerinde son buldu. Karşımda sadece baksırı ile duran kaslı vücuduyla tutku dolu bir görsel sundu.
Bakışlarım yüzünden boynundaki damarlı ve o çıkıntılı kısımda gezdi. Ardında kaslı göğsünde her bir detayını yavaş yavaş suzmemi bekledi. Karnındaki o dört baklavanın üzerine baklava koyup yeme fantezisi yarattı. Ağzımın suyu aktı. Adinos kaslarına inen bakışlarım baksırının altındaki şişkinlikte gözlerim durdu.
Kuruyan ağzımı oraya bakarak dilimi çıkarıp dudaklarımı yaladım. "Yeterince süzüp yediysen, üzerimde kaç çeşit fantazi denediysen banyoya gidebilirmiyim?" Diye sordu şerefsiz kocam. Bakışlarım hala o şişkinlikteydi cevap niyetine sadece başımı aşağı yukarı salladım.
Bu halime kahkaha atarak sırtını döndü. "Ölürüm kızım sana ateşli bu hallerine." Diyerek banyoya yürüdü. Benimse Bakışlarım sert kalçasında ve sırt kaslarındaydı. Gözden kaybolana kadar onu süzmeye devam ettim.
Suyun sesini duyunca bir kaç dakika sonra banyodan çıktı ve yanıma geldi. "Gel bakalım güzelim." Bacaklarımdan tutup yataktan sarkmasını sağladı.
Ardından bir elini belimi sarfiyatı ve birini de koluma koydu kalkmama böylelikle yardım etti. Ayaklarım yere basıp doğruldum. Bir elimle karnımı bir elimle Siyam'ın kolunu tutum ve onunla birlikte banyoya yürüdüm.
Banyoya girince beni jakuzinin yanına getirdi. Elimi ve belimi bıraktı üzerimdeki geceliği tek hamlede üzerimden çıkardı. Akşam kendi giydirmiş bu aralar giyinme ve çıkarma kısmı ona kalmıştı bu halinden gayet memnundu şerefsiz kocam.
Sütyeni göğüslerim ağrıdığı için giymeyi tercih etmiyordum. Altımda sadece siyah dantel iç çamaşırım kaldı. Bir dizinin üzerine çöktü. Ellerini önce kocaman şiş karnıma koydu eğilip dudaklarını bastırdı iliklerime kadar ürpermeme neden olan bir öpücük tü.Geri çekilip karnıma baktı ve konuşmaya başladı.
"Prensesim ve minik aslanım kısa bir süreliğine gözünüzü kapatın birazcık annenle yaramazlık yapacağız." Deyince kıkırdadım. Benim kocam böyle bir adamdı ve ben bu adamı çok seviyorum.
"Gülme karım çocukları uyandıracaksın." Diyede uyardı. "Sen ne biçim bir adamsın?" Dedim alttan bana bakarak "aşık olduğun, sevdiğin adamım." Hende çok sevdiğim.
Elimi yüzüne koydum "aşığım sana be adam her zerremle." Eğilip karnıma üst üste iki öpücük kondurdu. "Kurban olsun Siyam size." Elini iç çamaşırıma attım ağır hareketle indirdi. Kasiklarima ve iç bacaklarıma da birer öpücük bıraktı doğrulup karşımda durdu.
"Dikkatli ol. Önce sol bacağını koy, ardından sağ bacağını koy." Diyerek beni jakuzinin içine koyup oturmama yardımcı oldu. Ben oturup sıcak suyun tenime değmesini sağladığımda Siyam iç çamaşırını çıkarıp arkamda oturdu ve sırtımı göğsüne yasladı. Ellerine duş jeli döktü ve omuzlarıma sıcak elleriyle masaj yaparak gezdirmeye başladı.
"İyimi böyle?"Diye sordu.
"Hıhı." Diyebildim.
Elleri omuzlarımdan belime,sırtıma, karnıma yol aldı. Başımı geriye atıp omuzlarına yasladım. Başıma ve şah damarıma öpücük ler bıraktı.
Özel sahneyi watpad ve Dream de devam edecek.
İkimizde hem rahatlamış hem yorulmuştuk. Uzanıp dudaklarıma tutkulu bir öpücük bıraktı. "Hadi yıkanalım." Deyip gerisi çok hızlı ilerledi. Banyonun yapıp odaya geçmiştik. Üzerime kalın rahat bir eşofman takımı giydirip yatağa sırtımı verdim. Elinde tarak ve kurutma makinesiyle Siyam geldi.
Kururmayı ve tarağı yatağın kenarına bırakıp "yardım edeyim kay şöyle güzelim. Saçını kurutalım, hasta olma bebeğim." Hafif kalçamı kaydırıp ona sırtımı döndüm. Başımdaki havluyu aldı ve omuzlarıma yerleştirdi. Önce taradı sonra her teline dikkat ederek kuruttu. Başıma öpücük bıraktıktan sonra makineyi ve tarağı kenara bıraktı.
"Öreyim mi? Saçların çok uzamış." Dedi.
"Olur açık saç hararat yapıyor. Doğumdan sonra kesmeyi düşünüyorum." Dedim saçlarımı parmakları arasına alıp üçe böldü. "Kesme saçlarını ipek gibi yumuşak ve güzeller." Böldüğü saçlarımı yavaş yavaş örmeye başladı.
"Ama çok uzunlar taramakta zorlanıyorum ve kırılıyorlar."Dedim kalçama kadar uzamış tı saçlarım. Ve bunu banyo yaparken çok zorlandığımı fark ettim. Uçları hep kırılmıştı.
"Ben tararım saçlarını. O zaman sadece ucunu aldır." Deyip eğilip yanağımdan öptü.
"Saçının her teline kurban olurum." Ördüğü saçımı öptü ve ucuna lastik tokayı bağladı.
Miniklerim sanki babalarının banyodaki sözlerini dinlemiş gibi sessizlerdi; ta ki şimdiye kadar. Hareketleri birden artınca sağ tarafıma sertçe bir tekme yedim. Elimi karnıma koyup hafif öne eğildim.
“Ahhh!” diye inledim.
“İyi misin Açela? Ne oldu?” diyerek arkamdan çekilip yatağın diğer tarafına geçti. O yatağa çıktığı anda kasıklarıma büyük bir sancı girdi.
“Siyam…” diye inledim. Vajinal doğum olmayacaktı normalde. Doğum için haftaya anlaşmıştık doktorumla ama kasıklarıma vuran sancılarla doğuma yaklaştığımı anladım.
“Açela, güzelim, ne oluyor?” dedi telaşla.
“Elinin körü oluyor, doğuruyorum be adam!” diye bağırdım. Ve bir kasılmayla birlikte dudaklarımdan bir çığlık daha koptu.
“Ne? Ne doğurması?” diye o da bana bağırdı.
“Gerizekâlı, ne bağırıyorsun?” dedim, hem sancı çekiyor hem bağırıyordum.
“Ne bileyim niye bağırıyorum? Hem sen sezaryen doğurmayacak mıydın?” diye sormaz mı bir de? Deli edecekti bu adam beni!
“Al şuradan doğum çantasını ve beni hastaneye yetiştir be adam!” diye bağırdım.
Gerisi çok hızlı ilerledi.
Ve bugün, çocuklarımızı Allah’ın izniyle kucağımıza alacaktık.
Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
Final bölümüne adım adım ilerliyoruz.
Seyhan ve Duru'yuda kavuşturduk.
Sonunda doğuma gidiyoruz. İkizleri yeni bölümde okuyacağız.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 47.93k Okunma |
3.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |