
merhabalar sevgili okurlarım.
Nasılsınız?
Bölüm kısa bir gecikmeyle geldi.
Malum gündemden dolayı çok üzgünüz.
Tüm şehitleşehitlerimizi rahmetle anıyor ailelerine ve tüm sevdiklerine baş sağlığı dileyip sabır diliyorum.🤲
BaŞın sağ olsun Türkiye.
HAZAR VE HAZAL
Şaşkın ve panik kocamla nasıl arabaya bindiğimi bilmiyorum. Neyse ki imdadıma Ayfer anne ve Robar yetişti.
Direksiyona Robar otururken, Ayfer anne yolcu koltuğuna; ben ve Siyam arka koltukta oturduk. Beni yalnız bırakmamak için elimi sıkıca tutuyordu. Ya da ben tırnaklarımı eline geçiriyordum. Sancım arttıkça çığlıklarım artıyor, canım yanıyordu.
Sırtımı Siyam’ın göğsüne yatırdım. Bacaklarımı kapıya doğru uzatmış şekilde yolculuk yapıyorduk.
"Neden bu yol bitmiyor?"
Bağırmamla birlikte Robar, "Az kaldı yenge," diye karşılık verdi.
Elini sıkıca tuttuğum Siyam'a, "Ahhhh… hepsi senin suçun. Ahhhh…?" Elini belime koyup masaj yapmaya başladı. Bir elinde parmaklarım arasında eziliyordu.
"Az kaldı güzelim. Biraz daha dayan," dedi; yumuşak ses tonu beni sakinleştirmek yerine daha çok sinirlendirdi.
"Bu acıyı niye bir ben çekiyorum? Ahhh…" Bacak aramın ıslanması ile suyumun geldiğini anladım.
Başını omzumdan öne doğru eğen Siyam, "Yavrum, iyimisin?"
Hiç iyi değilim ve olmayacaktım.
"Suyum geldi. Ahhhh… hemen hastaneye yetişmem gerek," diye bağırdım.
"Derin derin nefes al-ver güzelim. Çok az kaldı, geldik." Başıma bir öpücük kondurdu.
Çocuklarım dünyaya geliyordu ama ben çok acı çekiyordum. Biliyorum, onları kucağıma aldığım dakika bütün bu acıları unutacağım.
Arabanın motoru durdu.
"Geldik yenge," dedi Robar ve arabadan indi. Siyam'ın olduğu tarafın kapısını açtı, Ayfer anne de inmiş, bizim olduğumuz tarafa gelmişti.
Robar, "Doktor, sedye!" diyen bağırışını duydum. Siyam belimi düzelttip arabadan indi. Kollarını bacaklarıma ve belime dolayıp arabadan çıkardı.
"Az kaldı güzelim." Alnımdan öptü ve benim için getirilen sedyeye yatırdı beni.
"Karım hamile ve suyu geldi," doktora bilgi veren kocam, sıkıca tuttuğu elimi bırakmadan sedyeyle birlikte beni doğumhaneye götürdüler.
"Sen burada bekle, Siyam." İçeri girmesini istemiyordum.
"Tamam canımın içi, sizi burada bekliyorum." Dudağıma bir öpücük bıraktı ve beni doğumhaneye aldılar. Gözlerimde hem hüzün hem mutluluğun gözyaşları vardı.
Doktoruma haber verilmiş ve doğumu yapmak için oda gelmişti. Beril Hanım yerini alıp, ikizleri doğurmam için ıkınmamı söyledi. Bu sözleri defalarca kendi hastalarıma söylemiş tim. Şimdi aynı sözler benim için söyleniyordu.
"Açela, bebeklerin gelmek için çok sabırsız. Ve bana bu konuda yardımcı ol. Derin nefes alıp ıkın; yeteri kadar açılma olmuş," deyip bana direktifler vermeye başladı.
Derin nefes alıp verdim ve gücümün yettiği kadar ıkındım.
"Ahhhhh…" Dudaklarımdan bir çığlık koptu.
"Aferin Açela, hadi güzelim, bir kez daha." Ellerimi tutacağı sardım, bir kez daha güçlü bir şekilde ıkındım ve içimden bir sıcaklık dışarı aktı. Hemen ardından cılız bir ağlama sesi duydum.
Bu ses, şu ana kadar duyduğum en güzel melodiydi. Bebeğimin ilk sesiydi.
"İşte böyle, Açela, ilk oğlun doğdu. Şimdi sıra prenseste." Oğlumun göbek bağını kesip hemşireye verdi. Ve ben yeniden büyük bir acıyla bağırdım.
Kızım da oğlumun ardından, aralarında 55 saniye farkla dünyaya geldi. Onlar doğunca bütün acılarım sanki son buldu ve derin bir nefes alarak hıçkırarak ağlamaya başladım. Hemşire, iki bebeğimi de temizleyip bir örtüyle sarmalayıp, oğlumu sağ tarafıma, kızımı sol tarafımdaki göğsüme koydu.
Göğüs kafesimin üzerinde, dünyanın en güzel ve değerli iki canı vardı. Gözlerini açmış bana bakıyorlardı. Onları kollarımla sarıp öpüp kokladım.
"Hoş geldiniz bebeklerim." Onları bir kez daha öptüm, hemşireler kulağımdan alıp giydirmeye başladılar.
Ben onları izleyerek nasıl güzel bir mucizeye şahit olduğumu anladım. Rabbim bana armağan ettiği bu iki küçük canı her kişiden, her şeyden koruyacağım. Bu annelik duygusu hiçbir şeye benzemiyor; kelimelere dökülecek sözler bile eksik kalıyordu.
"Allah'ım, bana emanet olarak verdiğin bu iki hazine için sonsuz teşekkür ve şükürler olsun." Onları izlerken, minik parmakları, fındık gibi burunlarına bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Minik dudakları ve al al tırnakları vardı. Çocuklarım kiloları iyi olduğu için küveze ihtiyaç duymadılar. Onları alıp dışarı çıkana kadar küçük mucizelerime baktım. Boyları oğlum elli santim, kızım 46 santim; kiloları ise oğlum iki kilo sekizyüz seksen gram, kızım iki kilo yediyüz elli gramdı.
Boyları, kiloları ve sağlıkları çok şükür yerli yerindeydi. Beril Hanım vajinal bölgeye iç ve dış estetik dikişleri atıyordu.
Yorgunluktan bitap düşen bedenim, hasta yatağında uykuya daldı.
---
Doğumhane kapısında ise büyük bir gerilim ve heyecan vardı. Siyam hiçbir yere sığamıyor, bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Korkuyu ve heyecanı aynı anda yaşıyordu.
Açela içeri girmesini istememişti ve oda bu düşüncesine saygı duymuştu; ama içi içini yiyordu. Karısının yanında olmak, ellerini sıkıca tutup destek olmak istiyordu. Karısının attığı her çığlıkta içi gidiyor, canı onunla birlikte yanıyordu.
"Neler oluyor? Neden daha kimse çıkmadı? Karımın canı yanıyor," diye doğumhanenin kapısına yumruklarını geçirdi. Halbuki daha sadece yarım saat olmuştu. Açela'nın içeri girmesi, bu yarım saat bile Siyam için asırlar gibiydi.
"Abi, geç şöyle otur Allah aşkına. Yengem daha yeni girdi; hepsi de sağlıklı bir şekilde çıkacak, Allah'ın izniyle. Biraz sakin ol," diyen abisine destek olan Robar. O da belli etmesede, abisi kadar tedirgin duruyordu.
"İçeri girmeliydim, dinlememeliydim Açela'yı," dedi ve bir kez daha tur atmaya başladı. Ellerini saçlarının arasında gezdirdi, çekiştirdi. Elleri yumruk yapıyor, açıyordu.
Kendini daha fazla tutamadı ve yere çöküp beklemeye başladı. O sırada Açela'nın doğumunu duyan bütün yakınları ve arkadaşları, tatlı heyecanla beklemeye başlamışlardı.
Demir ve Zelal galeri, ilk duyup gelenlerdi. Önce abisine sıkıca sarılıp, ardından annesinin ve Dicle'nin yanına tabureye oturdu. Seyhan ve Duru da gelenler içindeydi. Seyhan Siyam’ın yanına gidip, can dostuna destek olmaya çalışıyordu.
"Vayy be, Siyam Ağa, baba oluyorsun ha?" Omzunu sıkarak, Siyam'ın dudakları istemsizce kıvrıldı. Evet, bugün saatler sonra baba olacaktı. Aylardır bekledikleri bebeklerini kucaklarına alacaklardı, inşallah.
"Çok güzel bir duyguymuş oğlum. Düşünsene, iki minik can ve onların her anına şahit olacağın mucize. Ve evet, ben baba oluyorum; birazdan ikisini de sağlıkla kucağımıza alacağız." Seyhan arkadaşına bakıp içten bir şekilde sarıldı.
"Amin, inşallah kardeşim. Sen çok iyi bir baba, Açela da çok güzel bir anne olacak. Yeğenlerimi dört gözle bekliyorum," dedi Seyhan. Siyam biraz olsun içi rahatlamıştı. Dakikalar, saatleri buldu ve ilk ağlama sesi duyuldu. Çok geçmeden ikinci ses de duyulunca herkes birbirine sarılıp mutluluk gözyaşları döktüler.
Birkaç dakika sonra iki hemşire kucaklarında iki bebekle çıktılar. Siyam birkaç adımda önlerinde durdu. Nefesi de onunla birlikte durmuş olabilirdi.
İki minik yüze bakıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Hemşire ilk kızını kucağına verdi.
"İkizlerinizin durumu iyi; onları kuveze ihtiyaç duymadan odaya alacağız. Anneniz de birazdan odaya alınacak. Hayırlı olsun," deyip geri çekildi.
Kucağında taşıdığı minik bedene dolu gözlerle baktı. Prensesiydi, kızıydı ve minik bedeniyle kucağındaydı. Eğilip dudaklarını minik prensesinin alnına, tüy gibi bir öpücük bıraktı.
"Hoş geldin canımın canı," diye fısıldadı. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Oğlunu da diğer kucağına aldı. İki kolunda da minik mucizeleri vardı. Öpüp kokladı küçük canlarını:
"Benim küçük canımın canları, hoş geldiniz." Hemşire onları alıp son kontrollerini yapmak için götürdü.
Açela, dakikalar sonra odaya alınmış ve uyanmasını bekliyorlardı.
Oda bir hayli kalabalıktı. Hüseyin Ağa, torunları dünyaya geldiği an, onların adına yüzlerce adak arayıp kurban kestirmiş; tüm Mardin’e dağıtmış, tatlılar ve yemekler hazırlanmıştı.
Hüseyin Ağa mutluluk gözyaşı döküyor, torunlarına baktıkça seviniyordu. İlk torunları gözünün nurlarıydı. Siyam’a sıkıca sarılmış, oğlunu tebrik etmişti.
Baba-oğul, yan yana küçük yatakta yatan minik bebeklere bakıyorlardı.
"Baba, bunlar çok küçük," dedi Siyam.
Oğlunun omuzuna sıkan Hüseyin Ağa:
"Büyüyecekler; bakma böyle küçük olduklarına, farkına bile varmadan bir bakmışsın kocaman olmuşlar. Önce ilk seslenecekler, sonra adım atacaklar ve gün gelecek, senin gibi aslan parçası olduklarını göreceksin. Baba olmak kolay değil oğlum. Onlara ilk doğruyu, merhameti, vicdanı öğreteceksin. Düştüklerinde ellerinden tutacak, her zaman varlığını hissettireceksin. Bir kızın en güvenli limanı, ilk babasının kolları ve kanatları altında olmaktır. Erkek evlada ise gücü ve doğruyu gördüğü babası, her daim onu destekleyen bir babasıdır. Bunları unutma evlat; çocuklarından sevgini asla kısıtlama. Sen ve eşinin sevgisiyle büyüyen evlat dimdik olur. Sevgiyi başkasında değil, senden ve ailesinden bulsun," dedi Hüseyin Ağa. Sözleri Siyam gibi odadaki herkesi duygulandırmıştı.
Duyulan hıçkırık sesiyle bakışlar, yatakta uyanmış ve gözleri yaşlarla dolan taze anneye kaydı.
"Açela’m, güzelim," Siyam babasından ayrılıp Açela’nın yanına vardı. Eğilip alnına sıcak dudaklarını bastırdı.
Kokusunu içine çekti; onun nefesiydi, kokusu, şükrü, duasıydı karısı.
"Kurban olduğum," deyip bir kez daha öptü.
"Kızım, geçmiş olsun," Hüseyin Ağa da yanına geldi. Siyam bir tarafında, Hüseyin Ağa diğer baş ucunda yerini aldı.
"Teşekkür ederim baba," dedi Açela, hâlâ ıslak gözlerle. Az önce Siyam’la olan konuşmasını duyduğu için ona minnetle ve hayranlıkla bakıyordu.
Babasını erken kaybetmişti Açela ve evlenene kadar baba şefkati hep eksikti. Bu eksikliği Hüseyin Ağa sonuna kadar doldurmuş, kayın babadan çok bir baba olmuştu ona. Gelini değil, kızı bilmiş, sevmişti Açela’yı. Bu onun için minnetten çok şükürdü.
"Allah bağışlasın kızım; oğlumu baba, beni dede yaptın ya. Önce kurban olduğum, Rabbime şükürler olsun. Seni bize getirip gelin eden kızımız olduğun güne şükürler olsun," eğilip başından öptü.
"Sağ ol baba, iyi ki varsın. Allah seni başımızdan eksik etmesin," dedi Açela ve başını küçük yatakta yatan bebeklerine çevirdi. Onları görünce dudakları kıvrıldı. Odadaki misafirleri tek tek tebrik ettiler.
"Gözünüz aydın, Allah analı-babalı büyütsün," dedi Demir; hemen yanında Zelal vardı.
"Hayırlı olsun yenge ve abi, Allah analı-babalı büyütsün. Ama bunlar çok tatlı," deyip yeğenlerine bakıp gülümsedi.
"Amin, teşekkür ederim. Darısı sizin olsun," dedi Açela, içten bir tebessüm ederek.
"Sağ ol yenge," dedi ve Demir'e yeğenlerini gösterdi.
"Şunlara bak Demir, yerim ben bunları," eğilip iki yeğeninin başından öptü, kokularını derin derin çekti.
"Ne yazık ki erkek babaya çekmiş, prenses annesine çekmiş gibi," Siyam’a laf atmadan edemedi.
"Aslan oğlum, babasına çekmiş, kıskanma Demir," dedi Siyam.
"Ne kıskanacağım, sen tipim değilsin ki kıskanayım," deyip Açela’ya bakıp göz kırptı. Açela ve Zelal onlara bakıp güldüler.
"Biriniz baba oldunuz, biriniz evlendi ama şu kundaktaki çocuklar gibi sidik yarışıyorsunuz," dedi Hüseyin Ağa.
"Damadın başlattı baba," Siyam gözlerini devirerek çocukların yanına gitti.
"Hem hasta ziyareti kısa olur; müsaadenizle varsa sizi dışarı alalım," Demir’le birlikte Seyhan, Duru, Robar, Leyla, Dicle ve Jehat odadan çıkmak durumunda kaldılar.
Bir diğer deminse, onları kibarca kovmuştu. Hüseyin Ağa da odadan çıkınca, geride sadece Siyam ve Ayfer Hanım kaldı. Odanın kapısı yeniden açıldı ve içeri, beyaz önlüğü ile Beril Hanım ve yanında Ayşe hemşire vardı.
"Merhaba, kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Yorgunluk dışında iyiyim," yanıtladım Doktor Beril’e.
"Sizleri dışarı alabilir miyim?" Siyam ve Ayfer Hanım’ı, beni kontrol etmek için dışarı çıkardılar.
Üzerimdeki örtüyü Eda hemşire kaldırdı. Beril Hanım, tampon yapılan bölgeyi kontrol edip yeni bir tampon yerleştirerek geri çekildi ve eldivenlerini çıkardı.
"Dikişlerin iyi görünüyor; çocukları emzirmeye başlayabilirsin. Eda hemşire sana yardım edecek. Doktor olduğun için en az benim kadar bilgili olduğunu biliyorum. Bebekleri yarım saatte bir emzirirken gazlarını çıkarabilirsin. Sütün için iyi ve sağlıklı beslen. Yarın durumuna göre çıkış işlemlerini yaparız. Geçmiş olsun," dedi Beril Hanım.
"Çok teşekkür ederim," deyip hemşirenin yardımıyla ilk kızımı kucağıma aldım ve sol göğsümü dışarı çıkardım. İşaret ve orta parmağımın arasına ucunu alıp, minik kızımın küçük dudaklarına yasladım. O küçük aralıklı dudaklarını anında açıp, güçsüz nefesiyle emmeye başladı.
Göğüs ucumu emen küçük hanım efendi, duygularımı yerle bir etti. Gözlerim dolu doluydu, onu izliyordum. Minik prensesim sütünü içerken aldığı küçük ama güçlü nefesleri ve çıkardığı sesler, ağlamama sebep oldu. Ben anne olmuştum.
Bu duyguyu şimdi daha çok anlıyordum. İnce, narin parmaklarını baş parmağıma doladı ve sıkıca tuttu.
"Aferin, ilk deneyimi ağlattın. Sorunsuz tuttu göğsünü, bu da bizim için iyi bir durum," deyip oğlumu da diğer göğsüme koydum.
Kızımdan daha aç bir şekilde göğsüme yumulup emmeye başlayınca, göğüs ucumda karıncalanma başladı. Tuhaf bir duyguydu ama mutluluk verici ve güzeldi.
Beril Hanım odadan çıkınca, karnını doyuran kızımı Eda hemşire aldı ve göğsüne yatırdı; sırtına minik masajlar yaparak gazını çıkarmasına yardımcı oldu.
Odanın kapısı aralanıp, elinde koca bir kara gül buketi ve tatlı ile gelen kocama tebessümle baktım. Birkaç adımda yanıma vardı. Elindeki çiçekleri vazoyla kenardaki masaya bıraktı. Tatlı paketini de koyup, emzirdiğim oğluma bakarak yüzündeki tebessüm büyüdü.
"Maşallah, aslan parçası, nasıl da güzel emiyor," deyip elini oğlumuzun başına, küçük bir öpücük bıraktı. Geri çekilmeden bakışlarını Eda hemşireye çevirdi. Bize bakmadığını görünce, önce açıkta kalan göğsüme dudaklarını bastırdı. Hemen ardından başını kaldırıp dudaklarıma hızlı ama aklımı alan bir öpücük bıraktı.
"Teşekkür ederim güzelim. Bana hayatım boyunca verdiğin en güzel hediye: ilk aşkın ve şimdi iki çocuğumuz. Yolunuza canım feda, güzelim," dedi dolu gözlerle; o gözlerde hem minnet, hem sevgi, hem de sonsuz aşkı ve tutkuyu görüyordum.
Gazını sesli bir şekilde çıkaran kızımız, esneyip gözlerini yumdu.
"Alabilir miyim?" Siyam, Eda hemşirenin kucağındaki kızımızı kendi kucağına dikkatli bir şekilde aldı. İşaret parmağıyla küçük yanaklarını okşadı.
"Sen nasıl bir mucizesin? Kızım, şimdi sen benim kızımsın ve ben baban olarak seni çok seveceğim ve koruyacağım."
Kucağındaki kızımıza bir şaheser gibi, değerli tek varlığı gibi bakıyor; dokunup incitmekten korkar gibiydi.
Böyle güzel, seven ve düşünceli bir adama sahip olduğum için çok şanslı ve mutluydum. Karnı doyan oğlum ise göğsümü bıraktı. Onu dikkatli bir şekilde omzuma yatırıp sırtını ovalamaya başladım. Birkaç dakika sonra hem ağızdan hem de minik poposundan gazını çıkardı.
Eda hemşire bizi yalnız bırakınca Siyam, kucağındaki kızımızla yatağın kenarına yanımıza oturdu. İkisini yan yana yatırıp başımızı birbirimize yasladık ve yatakta masum bir şekilde yatan iki meleğimize baktık.
"Çok güzel değiller mi Siyam?" dedim.
"Senin kadar eşsiz ve güzeller," dedi; başımı güçlü omzuna yatırdım.
"İyi ki benim kocamsın. İyi ki benim çocuklarımın babasısın, seni çok seviyorum."
Başımdan öptü, kokladı ve:
"Hayatıma renklerinle girdin. Her günüme bir karanlığımı gömüp birer ışık yaktın. Senin varlığın hayatıma sonsuz ışık oldu. İyi ki girdin hayatıma, iyi ki karım oldun ve iyi ki çocuklarımızın annesi oldun. Seni bana veren Rabbime şükürler olsun. Seni, sizi Yaradana kurban olayım. Seni çok seviyorum, sizi canımdan çok seviyorum, canımın canları," diyerek eğilip dudaklarımdan öptü.
Gözümden akan yaşı, yanağıma koyduğu eli ve baş parmağıyla sildi. Dudakları ustaca dudaklarımı öpüp emiyor; onun öpüşünde kayboluyordum. Dilini de işin içine sokarak iç duvarlarıma kadar sızıp tadımı tattı. Tadıma tadı karıştı, ruhum, kalbim, aklım bir onda kayboldu. Bir onunla yolunu buldu.
Kocam, sevdam, sonsuz nefesimdi. Şimdi onun olduğu yere iki küçük kalbi daha sığdırdım. Bir bedende dört ruhtuk. Ben, kocam ve ikizlerim; sonsuz sevgim ve duam.
*****
Gözlerimi zar zor kapattığım iki dakikaya, yine duyduğum seslerle açtım. İkizlerim, hastaneden çıktığımızdan beri bizi hayli yorup zorluyorlardı. Şu bir haftada ruhum, bedenimden çekilmiş gibiydi. Gecem gündüze karışmış bir haldeydi.
Siyam ile sabahlara kadar ayakta durup onlarla ilgileniyorduk. Bulduğumuz birkaç dakika sessizlikte ikimiz de kendimizi uykuya bırakıyorduk. İkizlerin bakımı çok zordu; biri ağlasa sanki diğeri eksik kalmasın diye anında eşlik ediyordu.
Şimdi yine ağlayan seslere yataktan çıkmak zorunda kaldım. Siyam mecburen bugün şirkete gitmek zorunda kalmıştı. Ben de onların karnını doyurup altlarını açmış ve unutmuştum. Ama ne yazık ki bu uykuda çok uzun sürmemişti; uyanmışlardı.
"Ah be kızım, ah be oğlum, bana da yazık değil mi?" diyerek yataktan çıktım. Yatağın kenarına koyduğumuz küçük yataklarında yatıyorlardı.
Yataklarına eğilip önce kızım Hazal’ı aldım kucağıma. Başındaki minik pembe ve beyaz bandanası ve süslü beyaz tulumu ile pamuk şekeri gibi duruyordu. Gözlerini babasından alan kızım, saçlarını ve ten rengini benden almıştı.
Oğlum Hazar ise gözlerini benden, ten ve saç rengini babasından almıştı. Tam bir karma çocuk olmuşlardı. Sütüm çocuklarıma yaramış ve bu bir haftada kendilerini biraz daha toparlamışlardı.
Kucağıma aldığım kızımın başından öptüm.
"Oh, benim mis gibi kokan, cennet kokulu kızım," diyerek gıdısından öpüp boynuna sokuldum. Cennet gibi kokuyordu bebeklerim.
"Anbesinin bir tanesi, cennet kokulum," diyerek sevip yatağıma götürdüm.
Çok şükür, Hazar mışıl mışıl uyuyordu.
"Prensesim, sessiz olalım ki ikizin uyanmasın, olur mu?" diyerek kızımı uyardım.
Yatağa yatırıp minik vücuduna masaj yaparak onu yorup uyutmak niyetindeydim. Birkaç dakika olsada ben de uyumak istiyordum; bedenimin ve ruhumun buna ihtiyacı vardı.
Kızımla oynarken telefonum çaldı. Sessizde olan telefonum sadece titreşimi açıktı. Komodinimdeki telefonumu aldım ve arayan canım kardeşim Göktuğ’du.
Yarın dedem ve nenem geleceklerdi. Göktuğ’un ise diğer hafta gelecekti. Doğum yaptığım bu bir haftada yeğenlerini aramadığı gün yoktu. Tabii bizim pabuç herkes tarafından dama atılmıştı. Gözde olan ikizlerim, bu olanları anlayamayacak kadar küçüktü.
Görüntülü olan aramayı Hazal’a çevirip açtım. Anında yeğenini gören kardeşim:
"Prensesim, dayısının gülü, kurban olsun dayın sana, yerim seni," diyerek sevgisini dile döküyordu.
"Hazal’ım, Hazar nerede?" Sanki cevap verebilecekmiş gibi bir de sormuyormuş gibi sordu.
"Aloo, burada onları doğuran bir ablan var. Ama görüyorum ki hemen yok sayılmışız?" Lafımı sokmaktan çekinmedim.
"Abam, ablanın gülü olur mu öyle şey? Sen başımın tacısın, yeğenlerimin yeri de ayrı," dedi.
"Hadi ordan. Hepiniz beni sormadan, ilk sorduğunuz çocuklarım oluyor."
Karşı taraftan erkeksi bir kahkaha koptu.
"Kurban olurum ablam sana. Sen çocuklarımı kıskandın?" Bir de dalga geçiyordu.
"Kıskandım tabi, konaktakiler, arkadaşlarım, nenem, dedem ve sen… Hepiniz beni unutup çocuklarımı soruyorsunuz," dedim sitem dolu sesimle.
"Ablam, güzel ablam, olur mu öyle şey?"
"Oluyor işte."
"Onu bunu bırak da sana yenge getiriyorum."
"Şaka!"
"Yoo!"
"Hani nerede? Hemen göster baba." Kızım elini ağzına atmış, emmeye çalışıyordu.
"Haftaya onunla geleceğim, yani Eleni ile geleceğim. Bak, o da burada, selam ver Eleni. Bu ablam Açela, bu da Eleni, benim kız arkadaşım." İkimizin birbirimizle tanışmasını sağladı.
Ekranda beliren yüze dikkatlice baktım. Kızım da kendi kendine oynuyordu; göz kapakları kapanmak üzereydi.
Sarı saçları ve yeşil gözleri, buğday renkli teni ve çok güzel bir gülüşü vardı. Bir süre daha birbirimizle konuştuktan sonra telefonu kapattım.
Uykuya dalan kızımın yanına kıvrılarak gözlerimi kapattım. Onun cennet kokusunda uykuya daldım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; önce üzerime bir örtü örtüldüğünü hissettim. Ardından sıcak bir nefes boynumda ve kollarıyla belime sarılan kolların sıcaklığına bıraktım yorgun bedenimi.
Kokusu burnuma doldu. Aldığım ferah ve temiz koku, kızımın kokusuyla bütünleşip ciğerlerimi doldurdu.
Huzur dolu bir uykunun kollarına çekildi bedenim.
"Şükrüm, namazdaki duamsın,"duyduğum son sözler bunlardı.
Evetttt bir bölümün daha sonuna geldik
İkizler doğdu.
Açela ve Siyam çok güzel aile oldular.
İkizler biraz yaramaz oldu şimdiden.
Demir Siyam’a bulaşmadan edemedi.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 47.93k Okunma |
3.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |