
merhabalar sevgili okurlarım. Size yeni bölümle geldim.
Okuyup yorumlarda buluşalım.
Oy atmayı unutmayın.
hatalarım var ise affola.
keyifli okumalar ❤️🥰
Şarkı/ Resul Dindar En sonumsun
TOPUĞUNDAN VURURUM
Bir öne bir arkaya sallanıyordu genç kadın. Aylar önce kaybettiği bebeğinin ölümünü kabullenemeyen kadın, aklını yitirmişti. Ailesi bu haline perişan oluyordu.
Bebeğini kaybetmesi ona çok büyük bir darbe olmuştu. Büyük bir boşluğa düşmüş ve aklını yitirmişti. Bugün Bozdağ ailesinin verdikleri mevlütte onu getirmişlerdi. Biraz olsun kendine gelsin, insan içine çıksın istiyorlardı.
Geldiği konakta bir boşluk yaratarak, yanında oturan kaynanasından uzaklaşıp merdivenlerden yukarı çıktı. “Bebeğim, oğlum, kokun var burada.” Kendi kendine konuşarak burnuna gelen bebek kokusunu takip etti.
Üç çocuğunu kaybetmişti Asuman. İlk gebeliği sekizinci ayında, karnında kalbi durmuştu bebeğinin. İkinci gebeliği ise doğum sırasında solunum yetmezliği nedeniyle ölü doğmuştu. Son gebeliği ise sorunsuz olmuş ama ne yazık ki oğlunun kokusuna doyamadan, iki aylıkken geçirdiği kalp yetmezliğinden vefat etmişti.
Üç ölüm… Üç evlat kaybetmişti. İçini kör gibi yakan acı, aklını kaybetmesine neden olmuştu. Eli göğsünde, sanki kucağında bebek taşıyormuş gibi sıkıca kendi bedenine dolamıştı kollarını. Ağır ağır adımlarla yürüdü burnuna dolan bebek kokusuna doğru.
Yanından geçen insanlar onu fark bile etmeden yürüyordu. Hayalet misali görünüyordu bedeni. Odanın kapısına gelince ağır şekilde açtı kapıyı ve bebek kokusu olan odaya adımını attı. İçeride kimse yoktu ve iki beşikte melek gibi uyuyan iki bebeğe doğru ilerledi.
Bebeklerin bakıcısı lavaboya diye çıkmış ama odayı bir süre boş, çocukları da yalnız bırakmıştı. Asuman beyaz beşiklere yaklaştı, uyuyan çocuklara baktı. Gözleri Hazal’ı es geçip Hazar’ın üzerinde durdu. Küçük adama giydirilen papyonlu lastikli siyah pantolonla çok güzel duruyordu.
“Oğlum Aras’ım.” Diye eğilip beşikte uyuyan Hazar’ı kucağına aldı. Göğsüne yatırıp kokusunu içine içine çekti. “Ahh, cennet kokulu oğlum.” Başına küçük öpücükler bıraktı. “Annen burada, beni bırakmadın.” Kucağında Hazar ile odadan çıktı. “Seni saklamalıyım, yine benden almasınlar.” Hazar’ın şalıyla saklayıp hızlı adımlarla kimseye görünmeden dışarı doğru ilerledi.
Konağın avlusu dolu ve herkes masalarda kendi aralarında koyu sohbete dalmış, kahkahalar ile konuşan, kimisi bağırarak sohbet eden insanlarla doluydu.
Bir grup genç kendi aralarında bir köşede halay çekiyordu. Konağın kapısına gelene kadar biri onu görüp bebeğini kollarından alacak diye tedirgin ve korku doluydu bakışları, adımları. Kapıdan kalabalık bir aile içeri girince o da aralarından hızlıca geçip çıktı konaktan.
Konaktan çıkınca sokakta ardına bakmadan edemedi. Korkuyordu, bebeği sandığı çocuğun da ellerinden kayıp gitmesinden ödü kopuyordu.
Bir süre dar sokaklarda kucağında Hazar’la yürüdü. Eve gidemezdi; kocası alırdı evladını. Ölü bebeğini zorla kollarından koparıp almıştı kocası ve o günden sonra kocasının korkusu dolmuştu yüreğine. Kocası isteyerek almamıştı ama ölü bir bebeği de kucağında bırakmazdı. Karısının o haline içi parçalanıyordu. Göz yaşına kıyamayan Berdan, karısının çığlıklarına kulaklarını ve gözyaşlarına göz yumup kapatmıştı.
Ölen çocuklar onun da bir parçasıydı. Ama aklını yitiren Asuman, kocasını kötü bellemiş, evladını alan kişi olarak görmüştü.
Babasından kalma yıkık dökük köy evine geldi. Babası, anası yoktu ki; çocukları da onu bırakıp gitmişti, öksüz tek kalmıştı bu dünyada.
Evin içine girdi, Hazar’ın yüzünü açıp o masum meleğe baktı. “Bebeğim benim… Seni benden ayıramayacaklar, vermem bu defa seni kimselere.” Deyip sıkıca sarıldı.
---
Odaya girerken vücudumu bir ürperti geçti. Canım kardeşim Göktuğ gelmişti, yarım saat çocukları odalarında bırakmıştım. Odaya hep birlikte girince dikkatimi ilk çeken, yardımcımız çocukların bakıcısı Fatma’nın yokluğuydu.
Belki birkaç dakika lavaboya çıkmıştır diye kendime söylendim. İlk çocukların beşiğine adımladım; kızımın beşiği doluydu. Minik bedeni uykunun en güzel demindeydi. Başımı diğer beşiğe çevirince boş yatak ile karşılaştım. O an nefesim kesildi sandım. Kalbim korkudan yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.
“Oğlum…” dedim kısık bir sesle ama oğlum yoktu beşiğinde.
İçinde sadece minik eldiveni vardı ama oğlum Hazar’ım yoktu. Benimle birlikte Göktuğ ve Siyam da donmuş kalmıştı. Ne olduğunu çözmeye çalışıyorlardı.
“Hazar, oğlum!”
Siyam’a döndüm. “Siyam, oğlumuz nerede?” Sesim titriyor, göğüs kafesim sıkışıyordu. Gözlerimden korkunun emareleri aktı.
“Hazar’ım, oğlum nerede!” Bu kez daha güçlü bir bağırma, bir çığlık koptu boğazımdan. Bağırışımla odayı değil, konağı değil, tüm Mardin’i inletecek bir ağıt, bir haykırış çıkmıştı ciğerimden.
Ellerim beşikteki eldivene gitti. Parmaklarım korkudan o kadar titriyordu ki tutamayacağımı düşündüm. Titreyen parmaklarım eldiveni sardı.
“Oğlum…” dedim fısıltıyla. Başımı Siyam’a çevirdim; olduğu yerde donmuş, bakışları boş beşiğe sabitlenmişti. Benim gibi korku tüm bedenini sarmıştı.
“Hazar…” dedi. Benim gibi titreyen bir fısıltı çıktı dudaklarından.
Bacaklarım beni ayakta tutamadı ve dizlerimin üzerine düştüm. Ciğerlerim yerinden sökülüyormuş gibiydi. Canım yanıyordu; oğlum yoktu. Öyle bir kendimi kaybettim ki, oğlumu aramaya çıkacak gücü bulamadım kendimde. Birkaç kez denedim ama elim bile kalkmadı; sanki ruhum bedenimden sökülmüştü.
Gözyaşlarıma hıçkırıklarım eklenince Göktuğ dizlerinin üzerine çöküp beni kolları arasına aldı. Siyam’ın ne yaptığını göremedim ama duyduğum adım ve patırtı sesleriyle, benim yapamadığımı onun yaptığını anladım.
Odayı, banyoyu, bizim odayı aradığına emindim.
Göktuğ, ablasının yanına dizlerinin üzerine çökmüş, korkuyla bana bakıyordu.
Beni kucaklayıp yatağa yatırdı. Vücudumdaki tüm hareket sistemi yok olmuş gibiydi; ruhsuz bir bedene dönüşmüştüm.
“Abla, kurban olayım kendine gel, korkutuyorsun beni.” Sesini duyuyordum ama ne aklım ne ruhum buradaydı. Oğlum… Oğlum yoktu.
Yüzüme dokunan parmakları hissettim ama tepki vermedim.
Sonra bir ses daha duydum. Umutla bakışlarım Siyam’a döndü.
“Açela…” dedi fısıltı gibi.
“Oğlum… oğlumuz yok. Hazar’ım… Hazar’ımı bul bana.” dedim ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Göktuğ kalktı, onun yerine yanıma oturdu.
Odamızın kapısı aralanıp içeri giren kişilerle doldu. Siyam elimi sıkıca tutup bir yemin eder gibi gözlerimin içine bakarak söz verdi.
“Bulacağım oğlumuzu. Sana yemin ederim bulup getireceğim. Ve bunu her kim yaptıysa, yaşatmayacağım. Emelleri olacağım.” deyip alnımdan öpüp odadaki kalabalığı yararak çıktı.
Arkasından bakmak istemedim. “Onunla birlikte oğlumuzu aramaya gitmeliyim.” dedim içimden ve doğrulmaya çalıştım. Yardımıma ilk koşan Göktuğ ve Ayfer Anne oldu.
“Dikkatli ol kızım.” dedi Ayfer Anne, gözlerinde yaşlarla bana yardımcı oldu.
“Anne… oğlum.” İlk kez ona Ayfer Anne değil de sadece “Anne” dedim. Beni anında susturdu; bir anne şefkatiyle sarılıp saçlarımı okşadı.
“Şşşşt… bulacağız torunumu. Oğlunu sağ salim getirecekler baban ve kocan.” dedi, saçlarımdan öptü.
“Kendini üzme diyemem ama diğer bebeğini unutma, sütün kesilmesin.” dedi. Gözyaşlarım durmaksızın onun omzuna aktı.
Dışarıdan duyduğum sesle Ayfer Anne’den ayrılıp köşede duran Zelal’e baktım.
“Zelal, burada Hazal’ın yanında durur musun? Kimseye güvenemem artık.” dedim. Başını sallayıp Hazal’ın yanına geldi.
“Tamam yenge, aklın burada kalmasın. Gözüm gibi bakarım yeğenime.” dedi. O kızımın yanına giderken, ben bağıran kocamın yanına doğru koşan adımlarla ilerledim.
Avlunun ortasında genç bir adam ve yanında orta yaşlarında bir kadın vardı. Silahını o adama doğrultmuş olan kocam:
“Söyle! Karın nerede? Oğlumu nereye götürdü?” dediğinde gözlerim açıldı; kalbim atışlarım hızlandı, ayaklarım beni hızlı adımlarla onların yanına götürdü.
Merdivenlerden inerken bir an başım döndü, düşecek gibi oldum. Koluma yapışan Göktuğ,
"Allah aşkına dikkatli ol abla. Sana bir şey olacak diye aklım çıkıyor." dedi ve belimden tutarak aşağı inmeme yardımcı oldu.
Hiç beklemeden adamın karşısına geçip yakasını tuttum.
"Sen kimsin? Oğlum nerede? Ne yaptınız oğluma?" diye bağırdım.
Karşımdaki adam mahcup bakışlarla bana baktı.
"Karım… karım aklını kaybetti. Kaybettiğimiz çocuklarımızdan sonra kendini toparlayamadı." dedi. Sesi sonlara doğru kısıldı.
Yakasını tutan parmaklarım gevşedi. Kahverengi gözleri benim yaşlı gözlerime bakarken doldu.
Arkamdan belime dolanan kolla geri çekilip adamdan uzaklaştırdı beni Siyam.
"Sakin ol." diye kulağıma fısıldadı.
Adam bize bakıp konuşmaya devam etti. Siyam da silahını indirmişti ama yine tetikte bekliyordu.
"Karım beş yıl içinde üç evladımızı toprağa gömdü. İlk çocuğumuz sekiz aylıkken karnında öldü. O zaman çok üzüldük ama yapacak bir şey yoktu; Allah’ın takdiri o yöndeydi.
İkinci çocuğumuz ise doğum sırasında oksijen yetersizliğinden öldü."
Acı çeker bir sesi vardı ve anlattığı her şey daha çok ağlamama neden oluyordu.
Ben de bir bebeğimi kaybettim hem de varlığını öğrenmeden… O acının canı nasıl yaktığını biliyordum.
Karısı ve onun için üzgündüm ama oğlumu geri istiyordum.
"Karım bu acılarla çok uğraştı, yıprandı ve psikolojik olarak çöktü. Aradan iki yıl geçti, biraz olsun toparlandı ve yeniden hamile olduğunu öğrendik. Bu ona umut oldu ama ben yine bir şey olur korkusuyla karımın üzerine titriyordum.
Ve korktuğum başıma geldi… Bir oğlumuz oldu ama iki aylıkken küçük kalbi bu hayata tutunamadı. Sorunlu bir kalple doğmuştu ve iki ay içinde kalp yetmezliğinden onu da kaybettik. O günden beri karım eski hâline dönemedi.
Son günlerde iyice aklını yitirmeye başladı. Buraya biraz olsun kendini iyi hissetsin diye getirmiştim. Bilemedim… Gözümün önünden ayırmamalıydım. Böyle bir şey yapacağını hiç tahmin etmedim.
Karım kötü biri değil; bebeğe asla zarar vermez ama aklı yerinde değil." dedi ve son sözlerinde gözlerinden yaş aktı. Omuzları çöktü.
Bir şey diyemedim. Sadece,
"Oğlum ve eşin nerede?" diye sordum.
"Babasının eski harabe evine gitmiştir. Ne zaman bir şey olsa oraya saklanır. Yine oraya gitmiştir. Sizi götürürüm." dedi.
Göğüs kafesim biraz olsun ferahladı.
Gerisi çok hızlı oldu. Siyam, ben ve Robar aynı arabada; adı Berdan olan adam ise annesiyle birlikte önde bize yolu gösteriyordu.
Kadının aklı yerinde olmadığı için oğlumu kolay kolay vermeyeceğini söylemişti. Benim doktor olduğumu öğrenince, eşine sakinleştirici bir iğne almamı rica etmişti.
Elimde ilk yardım çantasıyla oğluma kavuşacağım anı beklerken sinir ve stresten ayaklarım titriyordu.
Oğlum çok ağlamış mıdır?
Öndeki araba harabe bir evin önünde durdu. Eski kerpiçten yapılma, camları kırık, kapısı düşmek üzere olan bir ev…
Önce adam ve annesi, arkasından ben, Siyam ve Robar girdik. Diğerleri dışarıda kalmak zorunda kaldı; zira ev çok küçüktü.
İçeri girince kadını ve kucağında sıkıca sardığı oğlumu gördüm. Kadının yüzü yorgun, göz altları mor, teni soluktu. O kadar zayıftı ki elbisesinin içinde kayboluyordu.
Bakışları bize kayınca,
"Oğlumu vermem! O benim oğlum!" dedi. Gözleri bizden çok boşluğa bakıyor gibiydi.
"Asuman, güzelim, o bizim oğlumuz değil. Bak… annesi geldi. Üzmeyelim annesini, ha güzelim?"
Berdan yumuşacık bir sesle konuştu, içimi parçaladı.
"Hayır! O benim oğlum! Onu benden yine almana izin vermeyeceğim!" diyerek kocasını itti.
Diğer koluyla kucağındaki ağlayan oğlumu tutuyordu. Kendini duvar dibine sindirmişti.
"Asuman, yapma kurban olduğum… Bak, bebek korktu; ağlıyor."
Berdan yeniden yaklaşınca kadın bu kez öfkeyle haykırdı:
"Hayır! Defol git! Sen benden çocuğumu ayırmak istiyorsun! Sen ne biçim babasın?!"
Kadın öyle bir acıyla kıvranıyordu ki gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Sinir krizi geçiriyordu.
Birkaç adım atıp dikkatini çektim. Karşısında dizlerimin üzerine çöküp konuştum:
"Merhaba. Benim adım Açela."
Bana baktı, gözlerini kıstı.
"Seni tanımıyorum. Ne istiyorsun benden?"
"Senin acını anlıyorum. Gerçekten çok üzgünüm. Ama bak… kucağındaki bebek benim oğlum ve çok ağlıyor.
O ağladıkça içim gidiyor, canım yanıyor. Hem sen de annesin… Bir bebeğin ağlamasına dayanamazsın."
Gözlerinde kısa bir yumuşama oldu. Oğluma baktı.
"Canı yanmasın… Ağlamasın… Onlar çok masum… Melek onlar."
Eğilip oğlumun başından öptü.
Hazar, kadının acısını hissetmiş gibi sakinleşti.
"Biliyor musun," dedi. "Benim üç çocuğum oldu. Üçüne de doyamadan melek oldular. Allah benden çok sevmiş ki yanına aldı. Ama ciğerimi yakıp geçti… İsyan etmiyorum."
Aklı sanki bir an yerine gelmiş gibiydi.
"Ben de ilk çocuğumu kaybettim." dedim. "Belki seninki kadar hissedemedim ama evlat evlattır. Aynı acıdır. Rabbim bir bildiği vardır dedim, sustum. Sonra… beklemediğim anda bana iki mucize verdi.
Ne olursun… beni onlardan ayırma."
İkimiz de ağlıyorduk.
Elimdeki şırıngayı tuttum. Berdan'a bakarak işaret ettim. O, karısını sıkıca tuttu.
Siyam zorlukla oğlumu kadının kollarından aldı.
Kadın çığlık attı, feryat etti. Sakinleştirici iğneyi yaptığımda yavaşça duruldu.
"Oğlum… Canımı çok yaktın… Giderken beni de alsaydın yanına…"
Bunlar son sözleriydi. Kendini bıraktı.
"Çok üzgünüm." dedim. "Bu acının tarifi yok… Ama eşinizi bir hastaneye yatırmalısınız. Böyle devam ederse hem kendine hem size zarar verir."
Berdan karısını kucağına alıp dışarı çıktı.
Ben ise Siyam’a döndüm. Oğlumu kucağıma aldım.
"Oğlum… Çok korktum. Kurban olurum sana…" dedim gözyaşları içinde.
Siyam da gelip sarıldı. Önce beni, sonra oğlumuzun başını öptü.
"Çok şükür iyisiniz. Bir daha dizimin dibinden ayırmayacağım sizi." dedi.
Evladımızı kaybetme korkusu hepimizi çok kötü etkilemişti. Bu olay bize ders olmuştu:
Çocuklarımızı bir an bile gözümüzün önünden ayırmayacaktık.
*****
İki hafta sonra
O olaydan sonra iki hafta geçmişti. Şimdi ise canım arkadaşımın istemesi için Rize’ye, büyük bir konvoyla gidiyorduk. Seyhan tüm aşireti peşimize takmış, uçakla değil arabayla gitmemize neden olmuştu. İkizlerimiz arkadaki çocuk koltuklarında duruyorlardı. İki aylık olmuşlardı ve yavaşça ses çıkarmaya başlamışlardı. Başımı arkaya çevirdim; iki mucizem de uslu uslu uyuyordu.
"Ya şunlara bak, oyy kurban olsun annen size! Nasıl da güzel güzel uyuyorlar, yerim sizi." Dedim. Kocam olacak adam da,
"Sen biraz daha böyle cilveli cilveli seversen çocukları kenara durdurur, ben sever yerim seni." Dedi. Ona dönüp baktım.
Ona uzanıp dudaklarından öptüm, sonra geri çekildim. Sonuçta araba kullanıyordu. Kırmızı ışıkta durması işime yaramıştı.
"Seni de severiz koca adam." Dedim gülerek, göz kırptım. Derin bir iç çekti.
"Ölürüm kadın sevişine. Sen böyle seviyorsun ya… O an dünyam duruyor, bir senin etrafında dönüyor." Dedi ve ışık yeşile dönünce arabayı tekrar sürdü.
"Ölürsem gözlerimi sana versinler, çünkü bu gözler sevilmeyi bir sana bakarak bildi. Ben de kendi gör." Dedim. Dikiz aynasından bana bir bakışı vardı ki… ciğerimi söktü.
"Ölümden bahsetme. Senin görmediğin bir dünyayı ben niye göreyim? Yaşamadığın bir dünyayı ben niye yaşayayım? Ölümüm de yaşamım da sensin. Bir sende varım." Deyince başımı yan yatırıp o güzel çehresine baktım.
“Ayrılıuk ateşinde
Yakma bi’ daha, yakma
Yüreğum ellerunde
Sakın daha bırakma
Umudumsun, yolumsun
Kanadumsun, kolumsun
Sevdan huzurdur bana
Sen benum en sonumsun…”
Diyerek ona bakıp mırıldandım. Sesim belki onunki kadar güzel değildi ama Karadeniz şarkılarını iyi söylerdim.
Arabayı Duru’gilin kapısında durdurdu.
Biz otele değil, Duru’nun yanında kalacaktık. Kız tarafı bendim, Siyam ise erkek tarafı.
İnmeden önce bana içi gider gibi baktı. Ben de ona bakarak şarkıyı mırıldanmaya devam ettim:
“Ben sensuz edemedum
Uzağa gidemedum
Kendumden vazgeçtum da
Senden vazgeçemedum
Umudumsun, yolumsun
Kanadumsun, kolumsun
Sevdan huzurdur bana
Sen benum en sonumsun…”
Dediğim anda dudaklarıma yapıştı.
Aklımı başımdan alan öpücüğün ardından geri çekildi.
"Sonumsun kadın, sonum. Her zerrene, her hücrene aşığım. Sevdalıyım sana, efulim." Deyip bir kez daha öptü.
Herkes arabalardan inmişti ama biz hâlâ birbirimize aşkımızı haykırıyorduk.
"Sevdam, ömrümsün. Seni bana yâr eden Allah’ıma şükürler olsun." Dedim.
Tam o anda duyduğumuz silah sesiyle korkuyla bir çığlık attım. Benim gibi çocuklar da ağlamaya başladı.
Birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından etrafa bakındık. Sonra duyduğumuz sesle kendimizi arabadan attık.
"Yandım anam!" Diye bağıran Seyhan’dı.
Topuğundan vurulmuştu.
"Baabaaa, ne yaptun sen!" Diye babasına bağırdı. Gözlerim verandada elinde tüfeğiyle duran Ramazan amcaya kaydı. Yüzünde yarım bir ifade, bir kaşı yukarı kalkmış, sarı gür bıyıkları titreyerek Seyhan’a bakıyordu.
"Ben saa ne dedum?"
Bakışları, bahçe dışına doğru giden ayağıyla ilgilenen kızındaydı.
"Ciddi ciddi vuracağunu bilmeyirudum!" Diye bağırdı Duru.
"Saa dedum, kapuma göruci diye geturduğun adamun topuğuna sıkarum. Madem geturdun, cesaret ettun… görelim elin oğlunu ne kadar seveyru seni." Deyince herkes kahkaha attı. Siyam’la Adar bile gülmekten kırılıyordu.
Şaka gibiydi ama yıllar önce verdiği sözü tutmuştu.
Duru’ya o kadar düşkündü ki, daha çocukken “Bak bağa, olur da bir gün bu kapuya bir koçari getirursan bil ki topuğundan vururum.” Demişti. Duru bunu bize defalarca anlatmıştı.
Şimdi ise gerçekten damadı topuğundan vurmuştu.
"Bu yaptığını unutmayacağım baba!" Dedi Duru ve Seyhan’a döndü.
"Çok şükür sıyırmış, hastahaneye gidelim."
"Bunu bana daha önce neden demedin? Siktin belamı!" Son kelimesini yarım yuttu Seyhan.
"Bir kurşunla pes mi ettin Mardinli?" Diye sordu Duru.
"Kim, ben mi vazgeçtim?"
Seyhan verandada duran müstakbel kayınbabasına bakıp konuşmaya başladı:
"Ramazan amca, bütün bedenime kurşun dizsen yine de bu kızından vazgeçmem. Sonum ölüm olsa yine onunla olurum. Kızını vermeye hazır ol, çünkü onu almadan gitmeyeceğim. Vazgeçmeyeceğim."
"Eyyyvallah!" Dedim alkış tutarak. "Eniştem çok cool hareket, adamın dibisin!"
Belime dolanan kollara yaslandım. Gözlerim arabada sessiz duran ikizlere gitti. İyi uyuyorlardı.
"Eyvallah." Dedi Seyhan ve ona aşkla bakan Duru ile birlikte arabaya binip hastanenin yolunu tuttular.
Akşam da yaralı ayağıyla istemeye katılacaktı.
Bakalım bizi nasıl bir isteme bekliyordu…
Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
Hazar’ımızı bulduk ama ardında büyük bir acıyı okuyarak.
Açelam çok üzüldü.
Ve o meşhur Rize ve kız isteme bölümünün başlangıcını okuduk.
Topugumuza kurşun da yedik iyimi?
Kıçımıza da yiyebilirdik 😅😅😅
Son 4 bölüm.
Finale az kaldı içim buruk ve hüzün doluyum.
Yeni bölümde buluşmak dileğiyle kalın sağlıcakla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 47.93k Okunma |
3.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |