
İyi okumalar...
Masaya geçtiğimizde çıt çıkmamıştı, kimse bizimle ilgilenmemişti. Masada ki bu koca adamlar bile görmezden gelmişlerdi. Ve bizi derin bir sessizliğin içine itmişti. Kimseyle göz teması kurmadım, kimseyle de konuşma çabası göstermedim. Sessizce oturmak istemiştim. Aslında o kadar gerginlik ardından gelecek olan felaket için ufak bir bekleyişe girmiştim. Lanet olası bir hastalığın beni pençelemesini bekliyordum.
Oldu da.
Derimin altında çok ince bir sızı hissettim. İnceden inceye derimin altında kol gezen bir yılan gibi hissettirmişti, acı bir sarmaşık gibi sızlayarak, yakarak parmak uçlarımdan dirseklerime doğru çıkmaya başladı. İşte bu acıyı hissettiğimde sanki bütün algılarım kapanıyor ve kendi dünyama doğru çekilmeye başlıyordum. Önce bedenim donuyor, yavaşça kulaklarım duyma yetkisini kaybediyor ardındansa en can alıcı noktası yükseliyor ve gözlerim görme yetkisini kaybediyor.
Kendimi zaman kaymasının içinde hissediyorum o an, önem taşıyan hiçbir şey olmuyor çevremde. Kendi benliğimin yavaşça bedenimden kayboluşunu seyrediyormuşum gibi geliyordu. O zaman yapacak hiçbir şey olmuyor elimde, kayboluyorum. Koca bir uzayın içinde savrulurcasına kendimi boşlukta hissediyorum. Düşmüyorum sadece sessiz ve yavaşça süzülüyorum. En korkuncu tam olarak bu çünkü bir çıkışın olmuyor bütün ipleri tenimin altında gezinen acıya bırakıyorum.
Bazen kalbime doğru nüksediyor çok kısa ve sert bir tekleme ardındansa testereyle kesiyormuşçasına bir acı kolluyor etrafını. Kalakalıyorum sesim çıkmıyor, tepki veremiyorum.
Avukatımla ilk tanıştığımda insanın vicdanının yaptığı hatayı kabullenemediğini ve benliğinin dışında olan şeyi yapmaya zorladığımız için hırsını bedenden çıkardığını söylemişti. Ama yanılıyordu benim acım bedenimde değildi sanki, hayır eminim sorun bedenimde değildi fakat acı hep bedenimde kol geziyordu. Yine aynısı olmuştu. Ne kadar sürüyor emin değilim çünkü her zaman tek başıma iken yakalanıyordum bu illete.
Tenimde hissettiğim bir kaç dokunuşla kendime yavaştan gelmeye başladığımı fark ettim. Önce hangi ara etime geçirdiğimi bilmediğim tırnaklarımı ayırdım, ardındansa hep aynı uyum içerisinde verdiğim tepkileri verdim. Önce kulaklarım duymaya başlamış ve gözlerim kırpışarak açılmıştı. Dudaklarım hızla aralanıp içeriye koca bir oksijen çekti içine, o zaman bedenim yavaşça gevşeyerek rahatladı. Yanaklarıma çarpan karamel saçlarımı sol elimle, sağ tarafımda kalan saçımı kavrayarak boynumu açıkta bıraktım. Tenimin üstünde çok ince ve hafif bir rüzgar geçti. Göz kapaklarımı bir kaç kere kıpırdatıp görmeyen gözlerimin açılmalarını sağladım. Açıkta kalan boynuma dolanan rüzgar ufaktan ufağa saçlarımı oynatıyordu.
Kafamı eğdiğimi daha yeni fark etmiştim. Derin bir biçimde yutkunup kafamı kaldırdım. Melisa bir yandan kolumu sarsıyor bir yandan da bana sesleniyordu. Sesi kulaklarıma daha yeni ulaşıyordu halbuki. Yaşadığım durumun verdiği rahatsızlıkla kaşlarımı çatarak Melisaya döndüm ama hâlâ sesi boğuk geliyordu. Şuan karşımda ağızını ve elini kollunu hararetle sallamasından başka bir şeyi göremiyordum. Kahretsin!
Bakışlarımı diğer üyeleri bulduğumda hepsi garip bir biçimde bana bakıyordu. O an lider ile göz göze geldim. Gözleri durumu tespit etmeye çalışırcasına kısılmış ve elini çenesine yaslayarak beni izliyordu. Zaman niye ağır çekimde ilerliyor gibi geliyordu bana. Midemden yukarıya garip bir sıvı yükselecekmiş gibi hissettim. Bu yüzden hızla çenemi sıktım ve gözlerimi yumdum.
"124-" Kesik sesler.
"Beni duyuyor-" Boğuk sesler. Ve daha fazla kendimi sıkamadan dudaklarımın arasından kaçan öksürük ile firar etti. O an bütün her şey normal hâline dönmüştü sesler bir curcuna olup beynimde hızla dönmeye başladı. Genzime oturan öksürükle sıvı yükseliyor ve dudaklarımdan nüksediyordu. Bakışlarım öksürürken yine liderle çakıştı. Ayaklanmış ve kaşları çatılmış şekilde duruyordu. Melisa'nın sarsıntısı ise durmuş konuşması telaşlı bir biçim almıştı. Kafamı ona çevirdim. Ve soluk boruma almak istediğim oksijen bedenime haram kılınmış gibi takılı kaldı. Elim ağızımı kapatmak için yukarı çıktığında parmak uçlarımı sarmalayan kırmızı sıvı ile duraksamıştım. Yine. Zaman gözümde bir hızlanıp yavaşlıyor gibiydi. Odağımı tutamıyordum. Öksürüğüm göğsümü delmek ister gibi artıp duruyordu.
Bir fısıltı duydum, geçmiş kapılarından sızıp gelen. Ama algılayamadan gözlerim geriye doğru kaydı ardından bedenim son enerjiyle dudaklarımdan sızmak için çırpınan kanın gitmesine izin vererek harcadı.
🦉
Gözlerimi açtığımda kendimi bulduğum yer kaldığım koğuş olmuştu. Uyandım ancak yerimden kalkma gereği duymadım daha doğrusu o dermanı kedimde bulamadım.
Bakışlarımı beyaz çatıda gezinirken kapının açıldığını duydum, kısık gözlerimin arasında göz ucuyla o tarafa baktım. Avukatım. Gelmişti.
Üzerine geçirdiği beyaz gömleği terde kalmış gibiydi, kravatı ise boynundan düştü düşecek gibiydi. Tek eline çantasını ve ceketini sıkıştırmış ve telaşlı bir biçimde odama girmişti. Gözleri hızla kısık gözlerimle birleştiğinde ufaktan omuzları rahatlamış biçimde gevşemişti fuarlarına karışmış sakalları ile bir hayli çökmüş gibi geldi gözüme. Gözaltları çökmüş ve on kat daha yaşlanmış gibiydi.
"Kırk yaşına yeni girmiş bir adama göre daha yaşlısın sanki"
Elinde ki çantayı ve ceketi masanın üstüne doğru atarak yavaşça bana doğru döndü kollarını birbirine bağlayarak omuzlarını dikleştirdi. "Bak şimdi daha bir heybetli göründün." diyerek ufak bir şekilde güldüm. Surat ifadesini sabit tutarak beni baştan aşağı süzdü.
"Kilo vermişsin." Gözlerimi onun üstünden çekip kendi bedenime doğru eğdim. Bileklerim öncekine göre daha incelmişti ve ben şuan yatağın içinde kaybolmuş gibiydim. Yeni fark ettiğim serumla bakışlarımı yukarı kaldırdım. Sarı bir sıvı doldurulmuş ve hortumdan yavaşça damıtılıyordu.
"Sanırım öyle oldu."
"Daha iyi misin?" Sadece yorgundum.
"İyi olacağım."
Kollarını birbirinden çözüp ellerini pantolonunun cebine soktu. "İyi olmaya mecbursun, bundan başka bir çaren yok zaten." Koyu siyah gözleri fişek gibi çakıp duruyordu resmen, bakışları derin bir kurnazlığın pençesindeydi.
"Adımlarına dikkat et" diye mırıldanarak ona sırtımı döndüm. O bana bakarken ben daha dudaklarından çıkmadan düşüncelerini duyuyordum sanki. Biraz daha uyusam çok daha iyi olacaktım. Nefesi yavaşladığında bir adım yatağıma doğru yaklaştığını anlamıştım.
"Çık!" Sesimde ki ikazla yerinde duraksayıp sertçe soluğunu verdi. "Sana uygun kıyafetleri göndereceğim. Akşama burada olurlar." Başka bir şey demeden odadan çıktı. Peşi sıra gözlerimin kenarından süzülen gözyaşıyla baş başa kaldım. Kendimi kasırganın içinde sürükleniyor gibi hissediyordum. Bir yere ait olamamak katlanılamayacak bir şeydi. Erken koparılmıştım yuvamdan ve özümden. İnsan katil mi doğar? Yoksa onu bu noktaya getiren diğer insanlar mıdır? Yoksa bunlar sadece bir bahane mi, muhtemelen öyleydi. Şu dört duvar yıllardır içinde sakladıklarıyla birlikte dert olup binmişti omuzlarıma. Sessizliğimle yaşayıp gidiyordum. Bilmiyorum. Belki de çekip gidebilirim de her an. Vakti gelmiştir belki de bir şekilde veya geçip gitmişte olabilir.
Hayır, Adin. Hayır. Bir katil hiçbir zaman cezasız kalmamalı. Daha uzun bir yolun var.
Ait olmayı özlüyorum, çok özledim. Öyle ki kalbime vuran sıcak ateşin başlarda oluşturduğu uyuşukluğu bile hisseder olmuştum. Ellerimi yüzüme getirip akan ıslaklığı tenimin üstünden silip attım. Bu sırada göğsüm aldığı derin solukla birlikte şişmişti, muhtemelen saçlarım darmadağınık bir biçimde dururken yanaklarımın kırmızılığı burnumun ucuna kadar vurmuş ve dudaklarım şişmişti bile. Odanın içinde yankılanan megafon sesiyle hafiften dirseklerimin üstünden doğruldum.
"Adin, merhabalar. Daha iyi olduğunu görüyorum." Ha! Doğru ya müdür hanım.
Gözlerimi yavaştan devirip üstümde bulunan ince pikeyi ayağımla itip yataktan kalktım. Ayriyeten bir elime serum çubuğunu tutup kendime doğru çekmiştim. Serumun içinde ne olduğuna tam emin olamasam da çokta düşünmemeye karar verdim. Vücudum ilaçlara bağışıklık kazanmış durumda olduğu için vücudumda hissettiğim herhangi bir yan etkide gerekeni yapacağımı biliyordum. Küçük megafonun önüne gelip ekrana baktım. Müdür hanım platin sarısı saçlarına siyah büyük bir kurdele takıp tepesinde toplamıştı ve dudağına ilk gördüğümde ki bordo rujunu sürmüştü.
"Merhabalar, daha iyiyim. Ne olduğu hakkında bir bilgilendirme alabilir miyim?" diyerek merakla dikilmeye başladım. Ne olduğunu az buçuk bilmeme rağmen aslında öylesine sorulmuş bir soruydu benim için.
"Gereken testlerini yaptırdık herhangi bir sorun yok. Bu konuda gerekli olan her şeyi zaten avukatınla konuştuğumuza emin olabilirsin."
"Evet, anlıyorum" diyerek başımı ufaktan salladım. Müdür hanım konuşmayı yeterli bulmuş olacak ki iyi dileklerini dileyip megafonu kapatmıştı bile. Bir anda sessizliğe gömülen odayla boş şekilde etrafıma bakındım ardından kalın parmaklıklarla çevrilenmiş camın önüne gelip dışarıyı izledim. Bulutlar grimsi bir biçimde tepemize toplanmıştı hava da uçan nadirde olsa tek tük kuşlar bulunuyordu. Zikzak çiziyor ya da kendi eksenleri etraflarından süzülüp duruyorlardı.
Gözlerim aşağıya ani bir biçimde kayınca gördüğüm görüntüyü şaşırmadan geçememiştim. Benim camım hapishanenin arka bahçesine bakıyordu ve arka bahçenin bu saatlerden kullanıma kapalı olduğuna emindim de. Hangi ara indiğini bile bilmediğim müdür hanım dışarıda karşısında ki üç uzun boylu erkek olduğuna emin olduğum kişilerle konuşuyordu. Hepsi zayıf çelimsiz duruyordu, onları görüntü olarak kurtaracak tek şey ise tamamen uzun boylarıydı öyle ki müdür hanım gördüğüm kadarıyla göğüslerine anca geliyordu. Yükseklikten dolayı suratlarını net göremesem de tanıdık gelen arka simalarını bir türlü çıkartamamıştım.
Arkamda ki kapının açılmasıyla oradan dikkatimi alarak içeri giren kişiye baktım. Kafasını içeri uzatan kıvırcık kafaya kaşlarımı kaldırarak baktım. Burada ne işi olduğunu anlamaya çalışırcasına bakıyordum daha çok. Suratına kondurduğu geçici tebessümle içeri girip yatağımın üzerine kurulmuştu bile. Rahatlığını ölçer gibi iki defa hafiften zıplayarak ellerini arkasına atıp yaslandı. Bu sırada bende üstünkörü bir biçimde onu süzmüştüm. Garip bir değişiklik vardı. Tam olarak dillendiremediğim bir değişiklikti. Üstüne geçirdiği kareli İspanyol paça pantolon ve düz siyah bir tişört giyinmişti. Kıvırcık saçlarına ıslak bir görünüm katılmıştı ve kısa saçları daha da kısalmış gibi gelmişti neredeyse kulak memesinin hizasında bitiyordu.
" Garip görünüyorsun" diyerek elimde ki serumla yatağın bir köşesine kuruldum. Çenesiyle üstümü işaret edip gözlerini kıstı. "Sanırım sende garip görünüyorsun... Bir ölü gibi mesela."
Yastığı dirseğimin altına alıp arkama yaslandım. "Hayrola?" dediğime alınmış gibi yaparak dudağını büzdü ardından pekte duygularını belli etmeyen bir ifadeyle konuşmasına devam etti. Hoş onun çift taraflı karakterine ayak uydurmak benim için sorun olmasa da iletişim kurarken gerçekçi mi yoksa sahte mi olduğunu belli etmeyen ifadelerinden dolayı rahatsızlık veriyordu. Bu kız oynamayı iyi biliyordu ve emin olduğum bir diğer şey ise herkesi kolayca parmağında oynatabileceğiydi. Tam bir laf cambazıydı.
"Yataklık oldun ya bilirsin hastalar ziyaret edilir." Anladığımı belli edercesine kafamı sallayarak mırıldandım.
"Sağ ol."
Aramızda anlık sessizlikle yavaşça yerinden doğrulup bana döndü. "Haberin olsun. Kimse tarafından gruba alınmadın yani tek başınasın." diyerek arkasına dönmeye niyetlense de anında kolundan yakalayıp kendime çevirdim. Ona aşağıdan baktığım için kafamı hafiften yukarı kaldırmıştım bile. "Alınmadın derken?" Takıldığım tek nokta tekil konuşmasıydı yani kendisi bir gruba çoktan dâhil olmuştu bile.
"O delilerin bizi kabul edeceğini düşünmemiz baştan hataydı zaten. Sen orada kan kusarken onlar ayaklanıp gitmişlerdi bile. Grup dediklerinin bu olduğunu düşünmüyorum ben. Üzgünüm ama kurtlarla dolu olan bu yerde pekte kuzuya yaslanacak kadar aptal değilim. Bu yüzden beni kabul eden gruba girdim. Sen kendi grubunu mu kurarsın yoksa birine yalvarır mısın bilemem." Anında kaşlarımı kaldırıp alay edercesine güldüm. Elbette peşimde dolanmasını beklemiyordum ancak bu kadar kolay ortada kalacağımı düşünmediğimde kesindi elbette.
"Peki" diyerek kolunu bıraktım. Birkaç saniye suratıma baksa da görüşürüz diyerek hücreden çıkmıştı bile.
🦉
İki gün köşeme çekilmiş sessizliğime gömülmüştüm. Yemeklerim hücreme servis ediliyordu bu süreçte, bir süredir devamlı aldığım tedavi ve ilaçlar yüzünden bedenim bir hayli yorgun hâle gelmiş durumundaydı. Muhatap olduğum bir kişi bile yoktu müdür dışında. Yatağımın içinde ki cenin pozisyonunu bozup esnedim. Karamel saçlarım ufaktan yağlanmaya başlamıştı bile tenimin koktuğunu hissetmeye başlamıştım. Hâlime suratımı büzüştürüp ayaklandım, ardından avukatımın dün göndermiş olduğu kıyafetlerden iç çamaşır ve üstüme beyaz sweetlerden, altıma da siyah bir tayt çıkarıp yatağımın üstüne attım. Küçük banyoma girip hızlı bir biçimde yıkanıp giyinmiştim bile. Aynadan kendime baktığımda soluk suratım dışında kendimden memnun olmuştum.
Tenim çok fazla hastalıklı gibi görünüyordu. Elimi suratıma atıp sıvazladım böyle görünmeyi sevmezdim önceden. Belki de kendim de giyimimden çok en dikkat ettiğim şey cildimdi. Burada nasıl bir bakım bekleyebilirsin ki Adin? Kafamı geriye atıp derin bir soluk alıp verdim. El yıkama lavabosunun yanına ufak tahtadan yapılmış rafı görünce dizlerimin üstüne çöktüm. Rafta birkaç krem ve saç kremi, tarak vardı. Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırıp indirdim. Başka bir şey dilesem olacakmış. Hızla gözümü yumdum.
Nemlendiricileri elime alıp üstünkörü ne olduklarına baktım. Bunlar benim malzemelerimdi, hayır sadece hep kullandığım markanın ürünleriydi. Muhtemelen avukatımın işiydi, para verince cehennemde bile cenneti yaşatabiliyordun demek. Neyse ki işe yaradı. Güzelce suratıma yedirip saçlarımı aynanın küçük bölmesinde ki tokamla saçlarımı tepemde atkuyruğu biçimde topladım. Çekik gözlerim daha da çekilmişti bu şekilde uzun kirpiklerim kıvrımlı bir şekilde daha da göze çarpıyordu.
Hücreden çıkmayı planlamışken aynı saniye hücre kapısının kapısı açıldı. Anında açılan kapıya çatık kaşlarımla dönüp baktım. Beklenmedik bir misafir odama dalmıştı. Joker.
Elleri cebinde sallanarak hücreme girdiğinde kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırmıştım. Beni baştan aşağı süzdüğünde sağlam halimden memnunmuş gibi başını sallamıştı.
“Demek kendine geldin Harley!” diyerek otuz iki diş sırıttı ardından kapattığı kapıya omuzunu yasladı. Kollarım aşağı düşerken bıkkın bir şekilde ona döndüm.
“Daha ilk günlerden bana olan ilgin gururumu okşadı biliyor musun?” Bildiğini belli edercesine alayla başını salladı.
“Fark edebiliyorum. Eh! Sende ne şanslısın ki karşında ki adam senin memnuniyetinden daha memnun. İstediğin ilgi olsun bolca vereceğim.” diyerek yanıma doğru yanaştı. Yine aynı şeyleri giyinmişti tek fark üstünde ki atletin siyah olmasıydı.
“İyisin?” Bir soru niteliğinde olan sözlerine başımı sallayarak onu onayladım. Ardından onun benim çevremde dolaşmasında ki rahatsızlığımı belli ederek konuştum.
“Böyle hücrelere davetsiz misafir olarak girebiliyor muyuz ya?” dediğimde kaşları olumsuzca yukarı doğru kalktı.
“Cık. Müdür hanım çok kızar, odalarımıza diyeceksin.” diyerek gözlerini oda içerisinde gezdirip kendini yatağın üstüne attı.
“Kimse kimseye saldırmadıkça serbest. Tabii, sen yine de kapını kilitle kötüler ve iyiler yok burada. Kötüler ve daha kötüler var.” O kadar çok müdürün laflarına benzer konuşuyordu ki, nedense müdürle sık sık sohbet ediyorlarmış gibime gelmişti.
“Niye geldin?”
Abartılı bir ifadeyle suratıma baktı ardından alınmış gibi yapar gibi bir ifadeyle konuştu. “Ayıp ediyorsun şuan. Seni merak ettiğimden geldim ne için olacak.” O kadar çok mimikle konuşuyordu ki karşısında kendimi yorulurken buluyordum.
“Çok düşüncelisin.” diye mırıldandım.
“Ee ne yapmayı planlıyorsun? Geldiğinden beri gezemedin yardım lazım mı?” Cazip sorusu beni ikileme düşürürken usulca kafamı iki yana salladım.
“Kendim dolaşırım.”
“Labirent gibidir bu siktiğimin yeri. İnan bir kere yolunu kaybettin mi akşama kadar dolanırsın.” diyerek bakışlarını camımda ki manzara da dolandı.
“Niye senin manzaran daha iyi? Bütün gece ve gündüz sikik nöbetçi askerlerin tacizine uğruyorum.” diyerek ayaklandı ardından parmaklıkların müsaade ettiği kadarıyla dışarı baktı. Dudaklarına kondurduğu sinir bozucu bir ıslıkla uzunca bir konuşmadı.
“Yeter! Çık şuradan.” dedim ama daha lafım bitmeden kapım tekrardan açılmış ve Jokerin gurubundan olduğunu hatırladığım kız odaya daldı ve ellerini beline dayayarak ikimizi baştan aşağı süzdü.
“Hazırım. Gelmiyor musun?” diye konuştu. Joker önce ona ardından bana baktı ve karşıma dikildi. “Gidiyormuşum. Görüşürüz güzelim.” dedi ardından yanağımdan makas alarak kızın peşinden ilerledi.
Gergince derin bir soluk aldım ve odadan çıktım. Boş koridorla karşılaşınca sessizce etrafıma baktım. Uzun beyaz koridorda ne beklediğimi bile bilmeyerek yavaştan yemek katına doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım her an geri dönüp yatağıma girmek istiyordu ancak bugün gecikmiş olan testlerimi yaptırmaya gitmem gerekiyordu. Aksi taktirde müdür bütün ekibi toplayarak odama dalacak gibiydi, her gün anons ettiğinden artık bunu anlamıştım.
Yemek katına geldiğimde çevremle çok muhatap olmayarak sıraya girmiştim. Karşımda ki aşçı gözlerini hadi dercesine belerttiğinde hızlıca gözlerimi yemeklerde gezdirmiştim. Bütün şefler mi aynıydı yoksa bilerek mi benzer kişileri koyuyorlardı. Yine yemediğim yeşil elmadan da alarak masalara geçtiğimde askerlerin yine baskın bakışlarını bütün zerremde hissediyordum.
Arsızlığımı sırtlanarak beni kabul etmeyen gurubun masasına oturdum. Usulca kafamı kaldırdığımda ise hepsinin tip tip suratıma baktıklarını fark ettim. Sadece yemek yiyip kalkacaktım, o yüzden görmezden gelerek yemeğimi yedim. Yemek sonrası o ilk geldiğim gün ki gözlüklü kızı bulmayı planlıyordum bana aradığım bütün cevapları o verecekmiş gibi geliyordu.
Beni oldukça uğraştırsa da uzun uğraşlarımın sonunda bulmuştum. Bahçedeydi arkada yani çiçeklerin hemen yanındaydı yoğun bir ilgiyle bahçeyle ilgileniyordu. Adımlarımı usulca arkasına doğru ilerletmeye başladım. Ondan hiç beklemeyeceğim şekilde ilgiliydi. Önce elinde ki saksıyı kazdığı küçük çukura yerleştirdi ardından mor renklere sahip çiçeği büyük bir dikkatle yerleştirip kenarında ki boşlukları toprakla doldurdu, bunları o kadar büyük bir pratiklikle yapıyordu ki eli oldukça alışkın gibiydi.
“Merhaba.” Sesimle birlikte yerinden sıçrayıp bana döndü, gözlükleri burnunun ucundan kucağına düştüğünde telaşla gözlüklerini burun ucuna taktı.
“Tenhada dolanmayı alışkanlık edinmesen iyi olur.” diyerek ters ters suratıma baktı. Tek kaşımı kaldırırken usulca yanına doğru oturdum, yönüm onun arkasına doğru bakarken o ise hala aynı işiyle uğraşmaya devam ediyordu.
“Sana birkaç soru soracağım.” Duraksadı ardından devam etti.
“Cevaplayacağım her sorunu ilk gün yanıtlamıştım.” Kafamı olumsuz bir şekilde sallarken düşünceli bir şekilde mırıldandım.
“Pek değil.” Derken aslında soracağım soruları düşünüyordum. Şuan tek merak ettiğim şey bir gruba tamamen layık olmamı sağlayacak herhangi bir şeydi.
“Sor.” diyerek bir başka çukur kazmaya başladı, elleri hızlı biçimde hareket ediyordu.
“Kabul edilmemişim her ne kadar bugün masalarına otursam da öyleymiş. Kendimi burada ki insanlara nasıl kabul ettirebilirim?” Beyaz renginde gül aldı dikenleri çıplak ellerini kanatırken duraksama gereği bile duymadan dikmeye devam etti.
“Burada ki insanların asıl sorunu ne biliyor musun?” Sesinde ki düşündürücü ton içimi tuhaf yapmıştı.
“Hepsi karanlık bir yanla besleniyor 124. Şuan sana bu dediklerim belki çok boş gelecektir, senin, benim ve hepimizin içine inceden inceye özenle işlendi bunlar. Şu zamana kadar yaşadıklarının ve yaşayacaklarının hiçbiri boşa değil.”
“Yani?”
“Yani…” diyerek kafasını bana çevirdiğinde önünde ki işi bitirmişti.
“Şuan burada ki herkesin ihtiyacı olduğu bir şey var. Sefalet ve acı. Bunu burada karşılayacak kurban olaraksa seni seçmiş gibiler. Sen grupların zorbalığına uğrarken onlar üç maymunu oynayacaklar, ilk gün kendi grubum gibi veya askerler.” diyerek bahçenin köşesine konumlandırılmış gözcü kulesini işaret etti. Askerlerin ikisi de namluyu bize doğru doğrulmuşlardı.
“Ne yapıyorlar?” diyerek şüpheyle sordum.
“İzliyorlar, hep yaptıkları gibi.” dedi ardından eline aldığı su şişesinin kapağını açarak çiçeklerin dibine doğru dökmeye başladı.
“Burada ki askerler burada ki mahkumlardan daha kötü 124, endişeleneceğin kişiler onlar olsun. Kabul görülmeye gelince grup seni kabul görmedikçe kimse seni sıradan bir mahkum olarak görmeyecekler. Ta ki yeni mahkum gelene kadar ama elbette sen de biliyor olmalısın. Burayı özel yapan şey herkesi almamaları.”
“Tamamen köşeye mi sıkıştım yani?” diyerek umutsuzca mırıldandım.
“Pek sayılmaz.” diyerek gülümsedi, şakıdı hatta.
“Öyle mi?” diye merakla konuştuğumda kirpiklerini yine büyük bir heyecanla kırpıştırdı.
“Koz yaratırsan tuzak kurabilirsin.”
“Ne?”
“Koz yaratırsan… Tuzak kurabilirsin.” diyerek tekrar etti. Gözlerimi devirip yanımda ki otları çekiştirdim.
“Ne saçmalıyorsun? Nerden bulacağım koz falan.” diye söylenmeye başladığımda gözlerim karşımda grubuyla oturan kişilere kaydı. Deliler bir araya oturmuş sessizce duruyorlardı. Onlara deliler diye hitap etmek beni artık baymıştı.
“Tehdit mi edeceğim onları?” diyerek mırıldanırken kafamda ki iç sesim büyük bir heyecanla beni onaylıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |