11. Bölüm
Sude / DOĞUNUN GÜNEŞİ : SAFİR / 10.BÖLÜM

10.BÖLÜM

Sude
blackmamba

Ertesi Sabah

Ertesi sabahın serinliği, konağın taş duvarlarına usulca sinmişti. Geceden kalma rüzgâr, avlunun içinden nazlı nazlı geçerken nar ağacının yapraklarını hışırdatıyor, havaya taze toprak ve sabah çiği kokusu karışıyordu. Güneş, dağın ardından yavaşça yükseliyor, altın sarısı ışıklarıyla konağın taşlarını ısıtmaya başlıyordu.

 

Nare, sabah kahvesini küçük bir tepsiye koymuş, avlunun köşesindeki eski sedire oturmuştu. Omzuna ince bir şal almış, sessizliğe yaslanmıştı. Bir yandan nar ağacının gölgesi yüzüne vuruyor, bir yandan dalıp gitmiş gözlerle önüne bakıyordu. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir hüzün vardı ama gözlerinde derin bir dinginlik… Belki de ilk kez, kalbinin üstünden bir yük kalkmış gibiydi.

 

Ardıl, sessizce arkasından yaklaştı. Onun orada olduğunu fark etmemişti Nare; düşüncelerine gömülmüştü. Ardıl, bir an durdu, sessizliğin içine onu izleyerek daldı. Sonra usulca eğilip başına bir öpücük kondurdu. Dudakları, Nare’nin saçlarının arasına gömülürken içinden derin bir nefes verdi. Sanki o anda hayatın tüm kırıklıkları, o kadının başında birleşiyor, onunla onarılıyordu.

 

Nare hafifçe irkildi ama dönüp bakmadı. Gülümsedi yalnızca, gözleri buğulu bir sabah gibi…

 

Ardıl, onun yanına oturdu. Bir süre hiçbir şey demeden sadece onunla birlikte sessizliği dinlediler. Kuşların ötüşü, rüzgârın dalları okşayışı, uzaktan gelen koyun sesleri… Hepsi o anın şahidiydi.

Sonra Ardıl, gözlerini onun yüzünde gezdirerek hafif bir gülümsemeyle konuştu:

“Ben artık… düşünüyorum da Narem,” dedi, sesi hem yumuşak hem kararlıydı. “Düğünümüzü yapsak mı diyorum? Böyle yarım yarım değil… Herkesin önünde, hakkıyla… Hem kendimize hem geçmişimize bir söz versek…”

 

Nare başını çevirip ona baktı. Gözlerinde şaşkınlıkla birlikte titreyen bir sevinç vardı. Dudakları aralandı ama hemen bir şey diyemedi. Çünkü kalbi, onun bu kadar yalın ve içten söyleyişine tutulmuştu. Düğün kelimesi, Nare’nin içinde yıllardır yas tutan kadını yerinden kaldırmış, yeniden umutla yürütmüştü.

 

“Gerçekten mi diyorsun?” diye fısıldadı. Sesinde hem hayal kırıklığına alışmış bir temkin, hem de çok derinden gelen bir neşe vardı.

 

Ardıl başını salladı. “Ben artık beklemek istemiyorum. Her sabah seni yanımda uyandırmak, her akşam aynı sofrada oturmak istiyorum. Geçmişin hayaletleriyle değil, seninle yaşamak istiyorum. Düğünümüz olsun Nare. Şanlı konağına gökkuşağı girsin, bu taş duvarlar bizim neşemizi taşısın. Bu avlu, senin kahkahanla dolsun…”

Nare’nin gözleri doldu. Bu kadar güzel söylenmiş cümleleri kalbi ilk kez böyle sindirebildi. Eğilip Ardıl’ın elini tuttu. Elleri titriyordu, ama bu sefer korkudan değil; mutluluktan.

“Ben de istiyorum Ardıl,” dedi fısıltıyla. “Yarım kalmasın artık hiçbir şey… Ne seninle kurduğumuz hayaller, ne de kalbimizde bekleyen çocukluk.”

O an, avlunun ortasında iki yaralı kalp, ilk kez tamamıyla birbirine dokundu. Ardıl, Nare’nin elini avuçlarının arasına alıp gözlerinin içine baktı.

“O zaman hazırla gelinliğini safir gözlüm,” dedi göz kırparak.

 

O anda araya bir ses girdi. Halil’in tok ama neşeli sesi taş kemerlerin yankısıyla geldi:

“Evlenin evlenin, bari ben de şu konağın üst katında rahat rahat otururum. İkiniz bir olunca kimse ses çıkarmaz bana.”

 

Ardıl gözlerini devirip Halil’e baktı. “Senin dert ettiğin şey bu mu Halil?”

 

Halil sırıttı. “Benim derdim rahatlık. Sabah kahvaltıya iniyorum, biri ağlıyor, biri bağırıyor, biri silah temizliyor. Evlilik lazım bu konağa. Hem kadın eli girer, belki mutfaktan artık ekmek çıkar.”

Nare gülmemek için dudağını ısırdı. Ardıl ise tespihi cebine koyduktan sonra usulca Nare’nin elini tuttu.

 

“Yarın Diyarbakır’a gideceğiz. Babanla konuşmak istiyorum.”

Nare’nin gözleri bir an büyüdü. “Babam kolay adam değildir…”

Ardıl gülümsedi. “Ben de Şanlı soyundan geliyorum.”

 

Halil yana sokulup kıkırdadı: “Ben de halaya geleceğim. Diyarbakır’da kebap yemeden dönmem. Hem belki Şahin Boran bana da kız verir?”

Nare bu kez dayanamayıp kahkahayı patlattı. “Senin gibi birine kız veren aile, ya çok zengindir ya da çok çaresizdir.”

 

Halil göğsünü kabarttı. “Ben çaresizlikten doğmuşum zaten!”

 

Diyarbakır

 

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yola çıktılar. Nare, Ardıl ve Halil’in bindiği siyah cip, Diyarbakır’ın taş döşeli sokaklarına girdiğinde hava ağır, gökyüzü kurşuni griydi. Konağın sokağına yaklaştıklarında dört silahlı adam yolun ortasında dikilmiş, arabaya elleri silahlarında bekliyordu.

 

Halil, dikiz aynasından baktı, gözlüklerini takıp başını iki yana salladı.

“Geldik Holywood setine… şu karşımızdakiler ya mafya ya da Şahin Boran’ın özel timi.”

 

Ardıl kaşlarını çattı. “İnin arabadan. Yan yana yürüyelim. Nare’yle birlikte.”

Kapılar açıldı. Halil elini kaldırıp sanki barış teklif eder gibi başını eğdi adamlara.

 

“Selamünaleyküm gençler. Biz buraya kavga etmeye değil, damat olmaya geldik. Gerekirse düğünde halay da çekerim!”

 

Adamlar kıpırdamadı. Ama Ardıl, Nare’nin elini tuttu. Göz göze geldiler ve tek kelime etmeden yürümeye başladılar. Her adım, taşların üstüne bırakılan bir meydan okumaydı.

Konak kapısına vardıklarında Nare’nin babası, Şahin Boran, merdivenlerin başında onları bekliyordu. Yüzü sertti, gözleri ise puslu bir sabır taşı gibi.

 

“Buralar boş laflarla geçilmez Ardıl Şanlı,” dedi. “Gönül yetmez, söz lazım.”

 

Halil yavaşça yana sokuldu, sesini kısarak Ardıl’a fısıldadı:

“Şu an tam da dizilerdeki kötü kayınpeder sahnesindeyiz. Dikkat et, terlik fırlatabilir.”

 

Nare babasına bir adım yaklaştı. Ardıl ise elini bırakmadı.

“Baba… biz evlenmek istiyoruz.”

 

Şahin Boran’ın yüzü titredi. Ardıl bir adım öne çıktı, durdu.

 

“Ben Nare’yi seviyorum. Onu gözümde büyütmeden, kalbimde küçültmeden taşıyacağım.”

Şahin Boran cevap vermedi. Sadece arkasını dönüp konak kapısını açtı. “Gir içeri. Bakalım bu söz, ne kadar yürekli.”

 

Halil derin bir nefes aldı.

“Ben de geleyim mi? Yoksa kapının önünde nöbet mi tutayım?”

 

Taşlık avludan içeri adım attıklarında sessizlik kulaklarda uğuldayan bir uğultuya dönüştü. Konağın taş duvarları sanki yılların ağırlığını haykırıyor, geçmişle bugünü aynı anda taşıyordu. Ardıl’ın elinde tuttuğu Nare’nin avuç içi terlemişti ama sıkmaktan vazgeçmedi. Göz göze geldiklerinde, ikisinin de bakışlarında aynı sözsüz yemin vardı: “Geri adım yok.”

 

Şahin Boran onları sofaya aldı. Ardıl’ın karşısındaki koltuğa oturduğunda bastonunu yanına koydu, dizlerini eliyle sıvazladı. Yüzü sertti, bakışları eski bir dağ gibi sabitti. Halil köşedeki sedire ilişti, gözlerini kaçırmadan ikisini izliyordu ama arada da içinden “Bismillah” deyip dualar mırıldanıyordu.

 

Şahin konuştu.

 

“Bu kız benim kanımdan. Namusum, soyum. Seninle aynı toprağın çocuğu olman bir şey değiştirmez Ardıl. Kanla düşman olduğum bir ailenin oğlusun sen.”

Ardıl gözünü kaçırmadı. “Benim ailemle olan hesabını bana değil, babama soracaktın. Ben Nare’yle geçmiş için değil, gelecek için buradayım.”

 

Şahin başını iki yana salladı. “Gelecek mi? Bizim gibi adamların geleceği yoktur oğlum. Ya toprağın altında olursun ya düşmanın nişangâhında. Kızıma bunları mı layık görüyorsun?”

Nare araya girdi. Sesi titrek ama kararlıydı. “Ben Ardıl’ı seviyorum. Bu sevgide hesap yok, kan davası yok. Sadece kalp var.”

 

Şahin bir anda bastonuyla yere vurdu. “Aşk mı? Sizin aşkınız toprağa kan akıtır! Haşmet’in oğlu kapısında ölü bulundu. Herkes bilir bunu Ardıl yaptı. Sen şimdi kalkıp düşmanın kapısına kızımı gelin mi diyeceksin?”

Ardıl’ın boğazı kurudu. Halil başını öne eğdi. Kısa bir sessizlik oldu. Ardıl sonra yavaşça eğildi, bastonun yanına çömeldi, başını kaldırıp Şahin Boran’ın gözlerinin içine baktı.

“Ben Baver’i öldürdüm, evet. Ama bunu size zarar vermek için değil, Nare’yi o canavarın elinden kurtarmak için yaptım. Siz o herifi damadınız sayıyordunuz, ama ben Nare’nin gözyaşlarını gördüm. Her gece sessizce ağlayışını. Ben o kadının yanında oldum. Onu ezenden hesap sormak da boynumun borcuydu.”

Şahin Boran derin bir nefes aldı. Elini bastonun üstüne koydu. Halil usulca yerinden kalktı, ileri adım atarak araya girdi.

“Şahin Ağa… bakın, biz sizden izinsiz gelmedik. Ardıl sizin kızınıza göz dikmedi, gönül verdi. Bu çocuk yıllarca gözümün önünde öldü, dirildi. Sizin kızınız da aynı şeyi yaşadı. Şimdi bu ikisi bir araya gelince belki köyde iki hanedan barışır.”

Şahin’in gözleri Halil’e döndü. “Sen kimsin?”

Halil gülümsedi. “Ben Allah’ın garip kulu Halil’im. Ama Ardıl Ağamın hem silah arkadaşıyım hem kardeşi. Biz bu yola çıkarken ölümünü de sevdasını da beraber taşıdık. Şimdi sizden düşmanlık değil, izzet istiyoruz.”

Şahin iç çekti. Ellerini dizlerine koyup kalktı. “Benim kızım gururludur. Bu konağın eşiğini aşıyorsa başı dik olacak. Eğer onu yarı yolda bırakırsan, o zaman ne Şanlı soyun kalır ne de adın. Anladın mı beni Ardıl?”

Ardıl ayağa kalktı. “Anladım. Onun başını eğmemek için ne gerekiyorsa yaparım.”

Şahin döndü, Nare’ye baktı. Gözlerinin kenarında biriken yaşları hemen bastırdı. “Benim kalbim artık eski değil, kızım. Seni bir kez kaybettim, ikinciye gücüm yetmez.”

Nare babasına sarıldığında Şahin’in omuzları titredi. Ardıl başını eğdi, saygıyla. Halil arka planda gözyaşlarını siler gibi yaptı ama mendil yerine tişörtünün ucunu kullandığı için Nare ona kahkahayla güldü. Ortama birden hafiflik yayıldı.

 

Halil sırıttı. “Ben o zaman Diyarbakır’a yerleşiyorum. Belki bu konağın aşçısıyla bir şeyler olur?”

Şahin bir kaşını kaldırdı. “Bizim aşçı yetmiş yaşında kadın, Halil.”

Halil göz kırptı. “Ben olgun severim.”

 

Dışarıda rüzgâr, taş duvarlara usulca çarpıyor; odanın içini huzurlu bir sessizlik sarıyordu. Nare pencerenin kenarındaki divanda oturuyordu, omuzlarına gece mavisi bir şal almıştı. Saçları gevşekçe dağılmış, yüzüne huzurlu bir yorgunluk oturmuştu. Ardıl odaya girdiğinde gözleri hemen ona döndü; içinde o tanıdık, incinmiş ama güven dolu bakışlar vardı.

Nareye doğru yaklaştı .

Odanın loş ışığı, Ardıl ile Nare’nin teninde hafif gölgeler yaratıyordu. Ardıl, Nare’nin boynunu hafifçe öpüp dudaklarına doğru ilerlerken, elleri nazikçe ama kararlı bir şekilde Nare’nin belini kavradı. Nare’nin nefesi kesildi, kalbi göğsünde güçlü bir ritim tutturdu. Ardıl’ın parmakları, Nare’nin gömleğinin düğmelerine dokunmak için uzandı; yavaşça, adeta zamanın durduğunu hissettirircesine tek tek çözüldü düğmeler.

Nare’nin teni Ardıl’ın ellerinin dokunuşuyla ısındı, içini titretirken o anın büyüsüne kapıldı. Ardıl, dudaklarını boynunda gezdirirken, Nare’nin omzundan aşağı doğru inen küçük titremeler Ardıl’ın tutkusu için bir davetti. İki beden birbirine daha sıkı sarıldı; nefesleri hızlandı, odadaki hava adeta elektrik yüklüydü.

Ardıl’ın elleri Nare’nin sırtında dolaşırken, Nare de yavaşça Ardıl’ın gömleğinin içine ellerini soktu; cildine dokunmanın verdiği heyecanla hafifçe ürperdi. Ardıl, dudaklarını Nare’nin kulak memesine yaklaştırıp fısıldadı: “Sadece senin için buradayım, Nare…”

Nare’nin gözleri Ardıl’ın gözlerine kilitlendi, içinde hem güven hem arzu vardı. Ardıl’ın elleri şimdi yavaşça Nare’nin göğsüne doğru kayarken, Nare gözlerini kapadı ve kendini Ardıl’ın kollarına bıraktı. İki bedenin arasındaki mesafe tamamen yok olmuştu; sadece dokunuşlar ve fısıltılar vardı.

Ardıl, Nare’nin teninde izler bırakmaya devam etti; hafifçe nefes aldı, dudaklarını tenine bastırdı ve her öpücüğünde Nare’nin bedeninde yankılanan bir kıvılcım hissetti. Nare’nin elleri Ardıl’ın boynuna dolandı, onları daha da yakınlaştırdı; tutkuları yavaş yavaş alevlendi.

O an, zaman durdu. Ardıl ve Nare, birbirlerinin cildinde ve ruhunda yolculuğa çıktılar; yılların hasreti, acısı, sevginin ve arzusun ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Sessizlikte fısıldanan kelimeler ve hissedilen her dokunuş, onları yeniden var eden bir büyü gibiydi.

Ardıl, Nare’yi nazikçe yatağa doğru yönlendirdi. O an, ne zaman vardı ne de dış dünya. Sadece birbirlerine ait oldukları bir boşlukta, tenin tenle konuştuğu, ruhların çıplaklaştığı bir yerdeydiler. Nare’nin parmak uçları, Ardıl’ın sırtında gezinirken, her dokunuşunda biriktirdiği sevgiyi aktarır gibiydi. Tüm utancı, tüm korkuları Ardıl’ın gözlerinde eriyor, kadim bir güven duygusu iliklerine işliyordu.

 

Ardıl, yavaşça eğilip Nare’nin göğsüne bir öpücük kondurdu. Dudaklarının sıcaklığı tenine işledikçe, Nare’nin içinden geçen dalgalar, usul usul yükselen bir fırtınaya dönüşüyordu. Ardıl, Nare’nin vücudunu bir sır gibi, bir dua gibi özenle keşfetti. Ellerini her kıvrımında dikkatle dolaştırıyor, öpüşleriyle her nefesinde ona “buradayım” diyordu.

Nare’nin ince bir iç çekişi duyulduğunda, Ardıl onun kulağına eğilip fısıldadı:

“Titremenin sebebi bensem… seni korkutmuyorsam… bırak kendini bana, Nare.”

 

Nare yanıt vermedi. Gözlerini kapattı, başını geriye bıraktı, Ardıl’ın dudaklarının izini sürdüğü her noktada kalbini bırakarak. Ardıl, vücudunun her milimini tutkuyla ama sabırla dolaşırken, tenleri birbirine karıştı; sınırlar eridi, zamanın bile ayıramayacağı bir bütünlükle sarıldılar.

 

Gecenin koyuluğu, odanın duvarlarında yankılanan o fısıltıları sakladı. Nefesler hızlandı, ten terle karıştı, eller daha derinlerde gezinmeye başladı. Nare, Ardıl’ın kalbine başını yasladığında, sadece bedeninin değil, ruhunun da açıldığını fark etti. O ânın içinde sadece kadın ve erkek değildiler. Onlar geçmişin yükünü taşımış iki yaralı yürek, şefkatle iyileşiyordu.

Ardıl, Nare’ye bakarken bir eliyle yanağını okşadı, diğeriyle belini kendine doğru çekti. Dudakları tekrar birleştiğinde, öpüş artık sabırla örülmüş bir sabah duası değil, ihtirasla yükselen bir arzunun yakarışıydı. Nare’nin teni, Ardıl’ın dudaklarına yanıt veriyordu; iç çekişleri, derinleşen soluklarıyla büyüyen bu yangını ateşliyordu.

Yatakta birbirine sarılmış halde, bir an bile uzaklaşmadan, birbirlerinin gözlerinden ruhlarına bakarak devam ettiler gecenin koynunda. Ardıl, Nare’nin boynuna gömülüp onun kokusunu içine çekerken, Nare parmaklarını Ardıl’ın saçlarında dolaştırdı. Her şey, dokunuşların sessizliğinde, kalplerin çırılçıplak yakınlaştığı o büyülü yerde yankılandı.

Ve sonunda, gecenin karanlığı onları örterken, sadece bedenleri değil, kaderleri de bir kez daha birbirine karıştı.

Gecenin karanlığı yavaşça yerini günün ilk ışıklarına bırakırken, Şanlı Konağı’nın taş duvarları arasında yankılanan sessizlik yerini kuş cıvıltılarına bırakıyordu. Odanın içi hâlâ geceye dair bir mahremiyetle doluydu. Perdelerin arasından sızan loş bir aydınlık, yatağın üstüne ince bir huzme gibi düşüyor, zaman sanki sadece onlar için ağırdan alıyordu.

Nare gözlerini açtığında, başı hâlâ Ardıl’ın göğsüne yaslıydı. Kalbinin ritmi, gece boyunca duyduğu tek sesti; şimdi ise o ritim, yeni bir hayata atılan ilk adımın yankısıydı. Parmaklarını Ardıl’ın göğsünde gezdirdi yavaşça, dokunduğu her yerde bir iz, bir söz bırakır gibiydi. Ardıl gözlerini açtığında, Nare’nin gözlerinde hem gecenin yankısını hem de geleceğin utangaç bir umudunu gördü.

“Sakın… bu geceyi unutma,” dedi Nare fısıltıyla. “Çünkü ben ilk defa kendimi sevildiğimi hissederek uyandım.”

Ardıl başını yana çevirip alnını onun saçlarına yasladı. “Ben seninle her şeyi unuttum, Nare. Her savaşı, her kanı, her karanlığı… Sadece sen varsın artık.”

Bir süre birbirlerine sarılı halde kaldılar. Ardıl’ın parmakları Nare’nin omuzlarında gezinirken, dudaklarından dökülen kelimeler bir ömürlük bir söz gibiydi: “Benimle evlen… ama bu sefer sadece bir nikâh değil… Tüm hayatınla, tüm kalbinle benimle ol.”

Nare’nin gözlerinden süzülen yaşlar Ardıl’ın parmaklarına aktı. “Evet…” dedi titreyen bir sesle. “Zaten çoktan oldum.”

 

Sabah Diyarbakır’ın taş sokaklarına günün ilk ışıkları vururken, Şahin Boran Konağı da yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Eski taş duvarlar, güneşin dokunuşuyla ısınırken, konağın geniş avlusunda hafif bir rüzgâr dolaşıyordu. Ardıl, erkenden uyanmış, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamış halde, konağın geniş sofasında Şahin Ağa’yı bekliyordu. Kalbinde hem bir evladın ailesinden onay alma telaşı hem de sevdiği kadının geleceğini kurma kararlılığı vardı.

Şahin Ağa nihayet ağır adımlarla yanına geldiğinde, Ardıl saygıyla ayağa kalktı. Şahin Ağa, gözlerini Ardıl’ın yüzüne dikti. Yüzünde hem yılların yorgunluğu hem de bir babanın endişeli gururu vardı.

Kızının gözlerinden yıllarca sakladığı hakikatin yükü, omuzlarına çökmüştü. Karşısındaki delikanlı ise hem vakur, hem de kırılmıştı. Ama yüreğinde Nare’ye duyduğu sevdanın ateşi, her bakışında apaçık yanıyordu.

Şahin Ağa, uzun bir suskunluğun ardından başını kaldırdı.

“Bana Nare’yi anlat Ardıl,” dedi. “Gözümden sakındığım kızı niye sana vereyim?”

Ardıl duraksamadı, gözleri kararlı ve içtendi. “Ben Nare’ye göz değil, ömür veririm. Onun yarası benim yaram, onun geleceği benim yolum olur. Sadece sevmekle kalmadım, ona bir ömürlük yoldaş olmayı kabul ettim.”

Şahin Ağa, Ardıl’ın gözlerinde gördüğü dürüstlükle derin bir nefes aldı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra başını yavaşça salladı. “Sen delikanlısın Ardıl. Ama bu topraklar ne kalple, ne aşkla yetinir. Ailenin ağırlığını, kan davalarının yükünü biliyor musun?”

Ardıl, ayağa kalktı. Gözleri doğrudan Şahin Ağa’nın gözlerine kenetlendi. “Biliyorum Ağa. Bu yola çıkarken ardıma bakmadım. Sadece Nare’ye değil, bu soyadın onuruna da sahip çıkacağım.”

Şahin Ağa gözlerini kısıp Ardıl’a uzun uzun baktı. Ardıl’ın kelimeleri basit ama doluydu; yüreğindeki samimiyet, her hecede kendini belli ediyordu.

“Senin gözlerine bakınca, yıllar önce Hazar’ın Rojda’ya baktığı gibi bakıyorsun kızıma,” dedi. “Ben o bakışı unutmam Ardıl. O bakışta yalan olmaz.”

 

Sonra eliyle bastonunu yana koydu, yavaşça ayağa kalktı.

“Nare benim en kıymetlimdir. Onu kırarsan… kırılırsın. Ama bilirim ki kırmazsın. Bu gönül düğünü olacaksa, ben bu düğüne onay veririm.

Ardıl ayağa fırladı, gözleri parladı.

“Söz veriyorum Ağa. Gölgesine bile kıyamam onun.”

 

O sırada konağın taş merdivenlerinden Nare indi. Saçları örülü, üstünde koyu mavi bir sabahlık vardı. Babasının bakışlarıyla karşılaşınca yutkundu, ardından Ardıl’a kaydı bakışları. Şahin Ağa ona dönüp gülümsedi.

“Kızım, Ardıl’la evlenmen için bir engel yok artık. Hazırlığa başlayın. Bu düğün hem gönle, hem soyumuza yaraşır olacak.”

Düğünü bu konağın avlusunda yapacağız. Nare bu topraklarda doğdu, burada gelin olacak.”

 

Bu sözle birlikte konaktaki hava bir anda değişti. Hizmetkârlar telaşa kapıldı, avluya rengârenk kilimler serildi, kadınlar elbirliğiyle hazırlıklara koyuldu. Nare, annesinin eski sandığından çıkardığı işlemeli bir mendili avcunun içinde sımsıkı tutuyordu. Gözlerinde hem mutluluk hem de geçmişin gölgeleri vardı. Ardıl, göz göze geldiği an onun elini tuttu, “Artık sadece geçmiş değil, geleceğiz,” dedi usulca.

 

Düğün hazırlıkları hızla sürerken, Şahin Ağa konağın duvarlarına asılacak beyaz bayrakları gösterdi. “Kan davası var,” dedi. “Ama bugün değil. Bugün barışın, birliğin günü.”

 

Ve o sabah, Diyarbakır’ın taş sokaklarında bir aşkın, bir direnişin, bir sözün temeli atıldı. Nare ve Ardıl artık sadece bir çift değil, bir destanın iki ucu oldular.

DEVAM EDECEK…

Bölüm : 20.05.2025 17:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...