

Avlunun köşesinde, gün batımının kızıllığıyla yıkanan taşların arasında Azad duruyordu. Gözleri nemli, elleri titriyordu. Nare’nin konağın kapısından çıkmasını beklerken kalbi bin parça olmuştu. O an geldiğinde, adeta zaman durdu. Nare, ağır adımlarla adım attı, gözlerinde hırçın ve kırgın bir bakış vardı.
Azad derin bir nefes aldı, sesini titretmeden, ama yumuşakça konuşmaya başladı:
— Nare… Lütfen bir dakika dur. Biliyorum, sana yaşattıklarım affedilir değil. Beni anlaman bile zor. Ama… Sana yalvarıyorum, beni dinle.
Nare’nin gözleri kısıldı, öfke ve kırgınlık arasındaki çizgide durdu:
— Dinlemek mi? Beni Ardıl’la gördüğünü babama ispiyonladın, evlenmek zorunda kaldım Baver’le, hepsi senin yüzünden oldu!
Azad gözlerini yere indirdi, acıyla başını salladı:
— Evet, yaptım. Ama bilmiyordum nasıl çıkacağımı o karanlıktan. Babamın ve herkesin baskısı altında kaldım, çaresizdim. Senin iyiliğin için, korumak için… Ama yıkıcı oldum, seni yıktım.
Nare, dudaklarını ısırarak geri çekildi, sesi kırıldı:
— Koruma değil bu, ihanettir, kardeşini satmaktır.
Azad diz çökerek yere indi, ellerini dua eder gibi açtı:
— Nare, lütfen beni affet. Sana yaklaştım, seni görmek istedim, ama korktum. Her şeyimi kaybettim sensiz. Kardeşin olarak değil, bir insan olarak yanına geliyorum şimdi. Bana bir şans ver. Senin acını dindirmek için elimden geleni yapacağım.
Nare’nin gözleri doldu, yüreği çatladı ama sesini sert tuttu:
— Bu şansı hak etmedin, Azad. Bana attığın her darbe kalbimde derin yara bıraktı. Kardeşlik dediğin buysa, ben onu terk ettim çoktan.
Azad omuzlarını çöktürerek fısıldadı:
— Belki haklısın… Ama ben değişmek istiyorum. Yanındayım. Bunu kanıtlamak için her şeyi yapacağım.
Nare birkaç saniye sustu. Sonra derin bir nefes aldı ve gözlerine yansıyan kırılganlığı saklamaya çalıştı:
— Zamanla göreceğiz, Azad. Şimdilik uzak dur benden.
Azad başını eğdi, gözlerinde umut ve pişmanlığın kırılgan bir ışığı kaldı.
Nare, Şahin Ağa Konağı’nın salonunda kardeşleri Şiyar ve Şilan’ın arasında oturuyordu. Odayı hafif bir heyecan ve umut sarmıştı. Yeni açtığı kutudan Ardıl’ın gönderdiği gelinlik dikkatle çıkarılıyordu.
Kumaş, ipek gibi yumuşak, beyaz ve zarifti; üzerindeki dantel işlemeleri ve ince nakışlar Ardıl’ın ona olan düşünceli ve ince ruhunu yansıtıyordu. Nare, elleri hafif titreyerek gelinliği tuttu, gözleri doldu.
Şiyar, hafif tebessümle:
— Bu sadece bir giysi değil abla içinde Ardıl’ın sevgisi ve güveni var. Bu gelinlikle hayatına yeni bir başlangıç yapacaksın.
Şilan ise duygulu bir sesle:
— Hayatın zor geçti ama bu gelinlik sana cesaret verecek. Biz hep yanındayız, unutma.
Nare, derin bir nefes alarak:
— Bu gelinlik bana sadece bir düğün günü hediyesi değil. İçinde sizin, Ardıl’ın sevgisi ve umudu var.
Şiyar omzuna dokundu:
— Sen güçlü bir kadınsın, bu gelinlikle birlikte hayatına sevgiyle, gururla yürüyeceksin.
Şilan gülümseyerek:
— Yeni bir sayfa açıyorsun abla biz de her zaman seninle beraberiz.
Nare, gelinliği hafifçe katlayıp kalbine bastırdı. O an, evdeki herkesin yüreğinde sevgi ve umut çiçek açmıştı. Ardıl’ın bu hediyesi, Nare’nin içinde yeni bir güç ve kararlılık uyandırmıştı.
Nare, odasında yalnızdı. Ardıl’ın gönderdiği gelinlik hâlâ koltuğun üzerinde seriliydi. Dantel işlemeleri loş ışıkta parlıyordu. Şilan odadan çıkalı saatler olmuştu, ama gelinliği her gördüğünde kalbi hızlanıyordu. Elini telefonuna uzattı, Ardıl’ın adını arama kaydından seçti. Birkaç saniye sonra tanıdığı o sıcak ses karşıdan geldi.
Ardıl (derinden gelen sesiyle):
— Narem…
Nare (gözleri dolu, ama gülümseyerek):
— Gelinlik… çok güzeldi, Ardıl. Ellerini hissettim her bir dikişinde.
Ardıl:
— Yeni hayatımızın ilk sayfası.
Nare (dudaklarını ısırarak, sesi titrek):
— Babam onay verdi, biliyorsun. Şilan, Şiyar… herkesin gözünün içine baka baka ‘evet’ dedim onlara. Ama bir ‘evet’ daha vardı. Kalbimdeki…
Ardıl (nefesi kesilir gibi):
— Nare… Söyleme, sadece… hissettirmeye devam et.
Nare (fısıltıya yakın, ama kararlı):
— Gönlümle de kabul ettim seni Ardıl. Sadece ailemin değil, yüreğimin de iznini aldın artık.
Ardıl (sesi kısılı, duygulu):
— Senin “evet”in, bana bu dünyadaki her şeyden daha kutsal. Şahin Ağa’nın elini öptüm, onurla. Ama asıl senin gönlünü kazandım ya… artık dünya sırtıma yıkılsa bile gülerim.
Sessizlik çöktü. Ama o sessizlik, iki kalbin arasındaki bağı haykırıyordu.
Nare (kısık sesle):
— Ardıl… Beni bekletme. Sözlerini bir ömre yaz artık.
Ardıl:
— Geliyorum safir gözlüm . Sana değil, bize geliyorum bu defa.
MESAJ
Ardıl:
“O ‘evet’ var ya… kulağımla değil, kalbimle duydum. Hâlâ çarpıyor içimde.”
Nare:
“Ben bu gece ilk kez korkmadan baktım geleceğe. Çünkü sen varsın içinde.”
Ardıl:
“Gelinliğin içindeki kadın, hayalimdeki yuvanın temelidir. Ben artık bir değil, biz olmak istiyorum.”
Nare:
“O zaman gel… evimize giden ilk adımı atmaya.”
Mardin
Konağın taş avlusunda ay ışığı bıçak gibi yere vuruyordu. Sessizlik ağırdı. Baran yavaş adımlarla ilerledi, yumrukları sıkılıydı. Nefesi boğazında düğüm, gözleri alev gibiydi. Kafes dövüşünde aldığı darbelerden alnında kurumuş bir kan izi, sol kaşının kenarında açılmış bir yara hâlâ sızlıyordu.
Haşmet Ağa odada yalnızdı. Kürsüsünde oturuyor, elindeki tespihi bir ölüm fermanı gibi çeviriyordu. Baran kapıyı araladığında yaşlı adam başını kaldırmadı.
Baran (sert ve net):
— Ben geldim.
Haşmet Ağa (başını kaldırır, bakışı acımasız):
— Gördüm. Kimi özlemişsin? Mezardaki ananı mı, geçmişini mi?
Baran:
— Geçmişimi geri almayacağım. Ama hesap almaya geldim.
Haşmet Ağa’nın gözlerinde kımıldayan bir kıvılcım oldu. Ama kibir, yine dilinden önce davranmıştı.
Haşmet Ağa:
— Hesap mı? Sen daha soyunu bilmezken ben bu dağlara hükmediyordum.
Baran (bir adım ileri atar):
— O soyla beni yok ettin sen. Annemi sen öldürdün, çocukluğumu sen gömdün!
(boğazı düğümlenir, yumruğu titrer)
— Beni konağın duvarlarının ardında büyüttün ama öksüz bıraktın! Adımı çaldın, geçmişimi çaldın, hayatımı çaldın!
Haşmet Ağa (ayağa kalkar, bastonuna yaslanır):
— Bilmediğin çok şey var.
Baran:
— Bildiğim tek şey var: Ben Rojda’nın oğluyum. Ve sen onun ölümünde susan herkessin!
Göz göze geldiklerinde zaman bir anlığına durdu. Baran’ın gözleri yaşla parlıyordu ama korku yoktu. Öfke, hakikat, esir almıştı bakışlarını..
SABAH – ŞANLI KONAĞI
Halil aceleyle konağın salonuna daldığında Ardıl cam kenarında Nare’nin mesajına cevap yazıyordu.
Halil (soluksuz):
— AĞAM! Baran gitmiş… Haşmet Ağa’nın konağına!
Ardıl (yerinden fırlar):
— Ne?!
Halil:
— Dün gece kafes dövüşüne çıkmış. Yüzü gözü paramparça. Sonra da tek başına Haşmet’in kapısını çalmış.
Ardıl (elleri titrer, sesi kısık):
— Siz… nasıl bırakırsınız? Diren,Arjin? Neredeydi onlar?
Halil (ellerini kaldırır, delirmiş gibi):
— Baran kendi başına yola çıkmış. İçini bilemedik ki!
Ardıl (dişlerini sıkar, gömleğinin düğmelerini çözer):
— O çocuk benim yeğenim ablamın emaneti …! Kan davasının ortasına, elinde bir öfkeyle gitti.
(boğazı düğümlenir)
— Eğer başına bir şey gelirse…
Halil (başını sallar):
— Gelmeyecek. Çünkü onun içinde senin cesaretin var.
Ardıl (gözleri kıpkırmızı):
— O çocuk yalnız bırakılmamalıydı. Bunun hesabını soracağım. Diren’e de Arjine de!
Halil (kendi usulüyle omzuna dokunur):
— Ama önce gidip Baranı alalım ağam.Onun gözleri hâlâ karanlıkta…
Ardıl arabanın direksiyonunu kemiklerine kadar sıkıyordu. Gözlerinde öyle bir öfke vardı ki, karanlığı yaracak gibi bakıyordu önüne. Halil ise sessizliğini bozmadan ona bakıyor, yer yer direksiyonun plastik aksamı çatırtılar çıkarınca gözlerini kaçırıyordu.
Halil:
— Ağam… bak, şimdi söylemesem çatlarım. Bize de yazık değil mi lan?
Ardıl (sertçe):
— Ne diyorsun Halil?
Halil (ellerini iki yana açar):
— Her kavganın ortasında biz varız. Bizim yüzümüzü kimse hatırlamaz ama sopayı da, kurşunu da biz yeriz!
Ardıl:
— Lafı dolandırma Halil.
Halil (sırıtır):
— Dolandırmayacağım… Ama bir gün mezar taşımda “Her şeyi Ardıl ağası için yaptı” yazacak biliyorum.
Ardıl (gözleri hâlâ yolda, dudaklarını sıkar):
— Mezartaşını ben yazacağım zaten, merak etme. Şimdi git, Baran’ı kurtaralım da sonra senin destanını da yazarız.
Halil (gülerek arkasına yaslanır):
— Hayır,ağam ben seni arkamdan ağlayarak göreyim yeter…
Nare avluda kahvaltı sofrasının başında oturuyordu. Şilan çayı tazelerken Şiyar kahvaltıyı daha da şenlendirmek için kahvaltıya simit getirmişti. Herkesin neşesi yüzeysel bir huzura sarılıyordu ki, Nare’nin telefonu titredi.
Ekranda Ardıl’ın mesajı:
“Baran, Haşmet’in konağına gitmiş. Şimdi yoldayız, ben onu almaya gidiyorum. Sana haber vermek istedim. Endişelenme. — Ardıl”
Narenin eli titredi.
Baran konağın bahçesinde yalnız başına oturuyordu. Yumrukları kan içindeydi. O sırada ağır bir motor sesi geldi. Ardıl arabadan fırladı. Baran başını kaldırıp ona baktı. O gözlerde öfke yoktu. Yalnızca yorgunluk ve “beni neden yalnız bıraktınız?” sorusu vardı.
Ardıl (yanına gelir):
— Baran…
Baran başını eğdi. Ses etmedi.
Ardıl (elleriyle yüzünü kavrar):
— Delirdin mi sen? Tek başına buraya gelinir mi? Haşmet seni öldürseydi?
Baran (gözleri dolu):
— Ölmek umurumda değildi. Bilmek istedim… Neden bu kadar kolay terk edildim? Neden benden annemi aldılar?
Ardıl (gözleri yaşlı):
— Sen terk edilmedin. Geç kaldık belki ama buradayız. Ben buradayım.
Halil (arka plandan):
— Vay be… Yine bana ağlamak kaldı. Bu çocuk da dramla yoğrulmuş helva gibi…
Baran gülmeye çalıştı, gözyaşıyla karışık bir tebessümle Ardıl’a sarıldı. O anda bir dayı yeğen bağı yeniden kuruldu.
Nare, konağın terasında ayakta bekliyordu. Sabah güneşi avlunun taşlarını ısıtmış, kuşlar cıvıldarken o, yüreğinde başka bir fırtına taşıyordu. Telefonu çaldı. Ekranda “Ardıl” yazıyordu. Derin bir nefes aldı, cevapladı.
Nare (fısıltıyla):
— Alo…
Ardıl (arabanın motor sesi fonunda):
— Sesini duymak iyi geldi. Baran iyi. Gözümün önünde. Sana getireceğim onu.
Nare (gözleri dolarak):
— Ne yaşadı orada? Haşmet’le yüzleşti mi?
Ardıl:
— Evet. Çocuk yüreğiyle bir dağa çarptı. Ama yıkılmadı. Haşmet’in gözüne baktı, annesinin adını ağzına aldı, “ben senin nefretini değil, annemin suskunluğunu miras aldım” dedi.
Nare:
— O artık sadece geçmişi değil, geleceği de sorguluyor…
Ardıl:
— O artık senin ailenden. Bizim ailemizden. Ve ben… Ben geldiğimde artık seni istemeye geleceğim, Nare.
Nare (gözyaşlarını tutamayarak):
— Seni bekliyorum Ardıl. Evim gibi.
AYNI GÜN AKŞAM – ŞANLI KONAĞI
Baran konağın geniş avlusunda sessizce yürüyordu. Yumruklarındaki sargı hâlâ duruyordu. Bahçenin köşesinde genç bir kız bir elma ağacının altında kitap okuyordu. Zümrüt’tü. Baran onu ilk kez bu kadar net görüyordu. Duru, sade ve bir o kadar vakur…
Zümrüt (gülümseyerek):
— Elmalar dökülmeden önce yakaladın burayı.
Baran bir an afalladı. Gözlerini kaçırmadan:
Baran:
— Sessiz olduğu için geldim. Ama senin sesin… rahatsız etmedi.
Zümrüt (kitabını kapatarak):
— Güzel bir cümle. Sakinlik içinde yankılanan bir ses gibiyim yani?
Baran:
— Galiba evet… Ben uzun zamandır hiçbir sese alışamadım. Ama sen… başka.
Zümrüt (gözlerini kaçırmadan):
— Seninle kimse konuşmuyor diye duydum.
Baran:
— İnsanlar korkar, çünkü bildikleri az, duydukları çok.
Zümrüt:
— Ben seni sadece görmekle yetinmem. Anlamak isterim.
Baran yutkundu. İçinde ilk kez kımıldayan bir his vardı. Merak mıydı? Güven mi? Yoksa Zümrüt’ün gözlerinde yansıyan huzura duyulan açlık mı?
Baran:
— Belki bir gün… anlatırım. Ama şimdi değil.
Zümrüt:
— O günü beklerim. Sessizliğini bile dinlerim.
GECE – HAŞMET AĞA’NIN ODASI / PLAN MASASI
Haşmet Ağa, odasındaki büyük masaya ellerini dayamış, önündeki eski bir harita gibi kıvrılmış kâğıtlara bakıyordu. Baran’ın sözleri hâlâ kulaklarındaydı. “Ben annemin suskunluğunu miras aldım…”
O sırada içeri Mahmut girdi. Gözleri tedirgindi.
Mahmut:
— Ağam… ne yapacağız şimdi?
Haşmet Ağa (dişlerini sıkar):
— O çocuğun gözlerinde ateş vardı. Tıpkı Hazar’ın gençliği gibi. Kılıç dönmüş kabzasına. Beni gömmeye gelmişti.
Mahmut:
— Emrin ne olur?
Haşmet Ağa:
— Emir mi? Bu savaşta emir yok, oyun var. Önce Ardıl’ın çevresine sızacağız. En zayıf halkasını bulacağız.
Baran, Ardıl’dan habersiz gizlice hareket etmiş, Haşmet’e gidip hesap sormuştu. Bu cesur ama tehlikeli adımın haberini alan Ardıl, büyük bir öfke ve kaygıyla içe kapanmıştı. O gece konağın odasında, Ardıl Diren ve Arjin’i yanına çağırdı.
ŞANLI KONAĞI – ARDIL’IN ODASI
Ardıl, yüzünde sert bir ifade, gözleri ateş saçıyordu. Diren ve Arjin kapıda bekliyordu; ikisi de Ardıl’ın sinirli halini hissedebiliyordu.
Ardıl (sert ve kararlı):
— Baran’ın ne yaptığını biliyorum. Haşmet’in karşısına tek başına çıkmış. Siz, bunu engelleyecek yerde nasıl izin verdiniz?
Diren, çaresizce ellerini ovuşturdu.
Diren:
— Ağabey, Baran kendi yolunda yürüyor. Biz engel olmaya çalıştık ama o kararlıydı.
Arjin ise başını öne eğdi, suçluluk hissiyle konuştu.
Arjin:
— Haklısın Ardıl. Bu işi kontrol edemedik. Ama artık onun güvenliği için ne gerekiyorsa yapmalıyız.
Ardıl derin bir nefes aldı, sakinleşmeye çalıştı.
Ardıl:
— Bundan sonra her adımı birlikte atacağız. Baran’ın canını tehlikeye atacak hiçbir şeyi izin vermeyeceğim. Siz de bundan sorumlusunuz.
Diren ve Arjin birbirlerine baktı, Ardıl’ın kararlılığından etkilenmişlerdi.
İSTEME SABAHI
Diyar Hanım’ın geniş bahçesinde sabahın ilk ışıklarıyla birlikte telaş başlamıştı. Bugün, oğulları Ardıl’ın, Nare’yi istemeye gideceği gündü. Diyar Hanım, omuzlarındaki annelik sorumluluğuyla koşturmaya başlamış, hazırlıkları titizlikle denetliyordu. Yanında abisi Arjin, kardeşi Diren, yengesi ve yeğenleri Baran vardı. Baran’ın yanındaki genç kız ise Arjin’in kızı, yani Baran’ın kuzeni Zümrüt’tü. İkisi arasında derin, ama saklanmaya çalışılan bir bağ vardı. Zümrüt, Baran’a sık sık gizlice bakıyor, Baran da gözlerini ondan alamıyordu. Aralarındaki aşk, henüz kimseye açıklanmamıştı; ama sessizce, yüreklerinde büyüyordu.
Halil ise Ardıl’ın en sadık adamı olarak yanlarındaydı. Yalnızca güvenlikten sorumlu değil, aynı zamanda ailenin neşesi, ara sıra yaptığı esprilerle ortamı yumuşatıyordu.
Diyar Hanım bir an durup derin nefes aldı, sonra oğluna baktı:
“Ardıl, bugün çok önemli bir gün. Kızımız Nare’ye talip olacaksın. Babası ve ailesiyle görüşeceksin. Her şey gönlünce olsun.”
Ardıl gözlerini annesine dikti, kararlılıkla:
“Anne, ben hazırım. Her şeyi en doğru şekilde yapacağım.”
Öte yanda Şahin Ağa’nın konağında Nare, ailesiyle birlikteydi. Babası Şahin Ağa, sert mizaçlı ama kızına karşı yumuşak kalpli bir adamdı. Annesi Şahin Ağa, Nare’nin elini tutarak destek veriyordu. Kardeşileri Şiyar ve Şilan, aralarındaydı. Herkesin yüzünde hem endişe hem umut vardı.
Nare gözlerini yere indirip sessizce düşündü. Kardeşi Şilan hafifçe gülümseyerek:
“Abla, bugün senin için yeni bir kapı açılıyor. Güçlü ol, biz her zaman senin yanındayız.”
Şiyar ise esprili bir tavırla:
“Düşünüyorum da, artık gelinlik provası zamanı geldi. Belki bir gün bizim de düğünümüz olur, kim bilir?”
Nare hafifçe gülümsedi ama içindeki kararlılık dışa vuruyordu:
“Evet, hazır olmak zorundayım.”
DEVAM EDECEK…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |