15. Bölüm

14.BÖLÜM

Sude
blackmamba

İçeride hayat, dışarıdaki fırtınadan habersiz, telaşsız akıyordu. Konak halkı, geniş salonda toplanmış, ince belli bardaklarda kahvelerini yudumlarken sohbetin rüzgârı gülüşmelere karışıyordu. Tavandaki kristal avize, gün ışığını kıymetli bir mücevher gibi yansıtıyor; eski, kadife koltukların üstünde bir zaman huzuru dolaşıyordu.

 

Nare, Ardıl’ın yanına sokulmuştu. Parmakları usulca Ardıl’ın koluna dokunuyor, ikisinin arasındaki sessizlik, bin kelimelik bir yakınlık taşıyordu. Baran, köşede Zümrüt’le sessizce bir şeyler konuşuyor, Halil ise gözükmüyordu. Oysa bu sessizlik, asıl fırtınanın ayak sesiydi. Ve Ardıl’ın içindeki huzursuzluk, bir yangının harlanmadan önceki dumanıydı.

 

Tam o an…

 

Kapının yanında beliren silüet, dikkatle etrafı süzdü. Ardıl’ın gözleri o yöne çevrildiğinde, Halil’in duruşundaki olağandışı bir gerginliği hemen fark etti. Halil, kendini belli etmeden, başıyla bir işaret yaptı. Ardıl, Nare’ye belli etmeden ayağa kalktı.

 

— Biraz hava alacağım, dedi kısık sesle. Nare başını salladı, anlamış gibi. Ardıl salondan sessizce çıktı, verandaya açılan ahşap kapıyı iterek dışarıya adım attı.

 

Halil köşedeydi. Omuzları gergin, gözleri tetikteydi.

 

— Ne oldu? diye sordu Ardıl, sesi sert ama kısıktı.

 

Halil, gözlerini kaçırmadan konuştu:

 

— Haşmet… Mardin’e geldi.

 

O cümle bir kurşun gibi saplandı Ardıl’ın yüreğine. Göğsünün ortasında bir sızı, yılların intikamıyla karışmış öfke kabarmaya başladı. Dudakları ince bir çizgiye dönüştü. Gözlerini bir an kapattı, nefesini tuttu. Ardından bakışlarını yere çevirdi. Hızla karar alması gerekiyordu.

 

— Nerede olduğunu biliyor muyuz?

 

— Mezarlığın karşısındaki eski taş konağa geçmiş. Yanında adamları da var. Silahlanmışlar.

 

Ardıl başını yavaşça salladı. Sessizlik… Sanki gökyüzü bile bir an duraksamıştı. Bu, yılların hesaplaşmasının ilk adımıydı.

 

— Arjin’i çağır, dedi Halil’e. Bir de Diren’i. Sessizce hazırlanın, çıkacağız.

 

Halil başını eğerek gözden kayboldu. Ardıl verandadan içeri döndü. Nare’yle göz göze geldiğinde, onun yüreğinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Ama söz etmedi. Gözleriyle “merak etme” dedi. Ardından yukarı kata yöneldi.

 

 

 

Dakikalar sonra, konağın arka avlusunda üç gölge belirdi. Arjin ceketinin yakasını kaldırmış, Diren cebindeki tespihi ağır ağır çeviriyordu. Sessizlikte sadece tespihin taşlarının birbirine çarpan sesi yankılanıyordu.

 

— Beni bu işe karıştırmayacağını söylemiştin, dedi Arjin.

 

Ardıl başını eğdi.

 

— Bu sefer farklı, ağabey. Haşmet’in adım attığı toprak bizim toprağımız artık. O kanın hesabı ya verilir… ya alınır.

 

Tam o sırada, arka kapıdan Baran belirdi. Yüzü kararlıydı. Gözlerinde korkusuz bir istek vardı. Ardıl onu görür görmez, içindeki baba yüreğiyle karışık, ağabey duyarlılığıyla konuştu:

 

— Baran, bu senin gideceğin bir yol değil. Burada kalacaksın.

 

— Neden? Ben de Şanlı’yım! diyerek karşı çıktı Baran. Sesindeki kararlılık, Ardıl’ın yüreğinde yankılandı. Ama gözlerinde bir şey vardı: gençlik, öfke, gözü karalık. Ardıl, ona birkaç adım yaklaştı.

 

— Evet, Şanlı’sın. Ama senin bu dünyaya düşmene sebep olan kan, zaten bu savaşın bedeliydi. Aynı hataya bir daha izin vermem. Seni bu ateşe sürükleyemem, Baran.

 

Baran’ın gözleri doldu. Ama direnmedi. Başını eğdi. Ardıl, elini oğlanın omzuna koydu, sıkıca bastırdı.

 

— Bu sadece bir gitme değil, dedi. Bu bir karar. Bir yolculuk değil, bir hesap. Orada adalet yoksa, ya dönüş olur ya veda.

 

Son bir bakış, sonra sırtlarını dönüp yürüdüler. Ayak sesleri taş zeminde yankılandı. Konaktan çıkarken, Ardıl arkasına baktı. Nare verandadan onları izliyordu. Gözleri doluydu. Ardıl, usulca başını eğdi. “Geri döneceğim,” der gibi…

 

Sonra gözlerini ileri çevirdi.

 

Kalbindeki kor, adımlarını bastığı toprağa işliyordu. Bu yol, geçmişin hayaletiyle yüzyüze gelmenin yoluydu.

 

Haşmet Ağa’nın nefesi Mardin’e düşmüşse, bir tek yol kalmıştı:

 

Yüzleşmek.

Ve gerekirse bedeli kanla ödemek.

Mardin’in taş sokakları, sessizliğe bürünmüştü. Gün batımıyla birlikte gökyüzü, sarıdan kızıla, kızılsa karanlığa doğru süzülüyordu. Üç adam, adımlarını bastıkları her taşta bir geçmiş anı bırakır gibiydi. Arjin önden yürüyordu. Ardıl, ortada, gözleri uzaklara kenetlenmişti. Diren, her zamanki gibi sükûnetin ardına gizlenmiş öfkesini taşıyordu.

 

Mezarlığın karşısındaki o eski taş konak görünmeye başladığında, havada keskin bir gerilim vardı. Sokakta tek bir kuş bile uçmuyor, rüzgâr bile uğramıyordu. Konağın önünde iki siyah araç, başlarında Haşmet’in adamları dikiliyordu. Yüzlerinde tanıdık bir karanlık: korkusuzlukla delilik arasındaki ince çizgi.

 

Ardıl, konaktan önce durdu. Başını kaldırdı. Gözleri taş yapının üst katındaki açık pencereye kaydı. Orada biri duruyordu. Silueti tanımıştı: Haşmet Ağa. Göğsünde taşlaşan bir nefes hissetti.

 

— Gidelim, dedi kararlı bir sesle. Arjin’le göz göze geldiler. Diren tespihini beline soktu. Üçü birlikte yürüdü.

 

Adamlar yana çekildi. Bir tek kelime etmeden, yollarını açtılar. Çünkü gözler bazen silahtan güçlüydü. O bakışta geri dönüş yoktu. O bakış, bir davetin değil, bir vedanın haberini verirdi.

 

Konak ağır bir sessizlikle karışık tütün ve kan kokuyordu. Basamakları çıktılar. Her adımda geçmişin izleri, her taşta bir acı yankılandı.

 

Üst kattaki büyük salona vardıklarında, karşılarında Haşmet Ağa duruyordu. Gözleri çukur gibi, dudakları çatlak. Yaşlanmıştı, ama gururu hâlâ dimdikti. Elinde tespih, arkasında silahlı üç adam.

 

— Şanlı’nın varisleri, dedi boğuk ve tok sesiyle. — Hoş geldiniz.

 

Ardıl bir adım öne çıktı. Yüzünde ne kibir vardı ne korku. Sadece sessiz bir hesaplaşmanın gölgesi.

 

— Bize hoş görmek sana düşmez, Haşmet. Senin bize düşmanlıkla başladığın yerde, biz hoşluk aramayız.

 

Haşmet, gülümsedi. Dişlerinin arasından soğuk bir nefes sızdı.

 

— Oğlumu öldürdünüz.

 

Arjin adım atmak istedi ama Ardıl, elini hafifçe kaldırarak durdurdu. Bu konuşma onun konuşmasıydı. Bu hesap onun elinde kapanacaktı.

 

— Sen oğlunu, bir kadını zorla alıp hapsederek öldürdün. Onun ölüm fermanını, daha Baran doğarken yazdın. Biz sadece onun o zalimlikten kurtuluşunu sağladık.

 

Haşmet’in yüzü kasıldı. Tespih parmaklarının arasında kıvılcım gibi döndü.

 

— Baran… Hazar’ın kanı… Rojda'nın adı… Benim yeğenim! O soyun ocağı benim!

 

Ardıl bir adım daha attı. Artık aralarında sadece birkaç adım kalmıştı.

 

— Baran senin ailenin nefesi değil, senin zulmünün küllerinden doğmuş bir çocuk. Onu değil, o çocuğu kimliğinden soyup kanla şekillendirmek isteyen adamı karşında bulacaksın: beni.

 

Haşmet bir an sustu. Oda ağırlaştı. Sanki duvarlar bile konuşmaya hazırlanıyordu. Sonra Haşmet başını yana eğdi.

 

— Ne istiyorsun, Ardıl?

 

— Savaş çıkmasın. Kan dursun. Bizim davamız sizin gibi ihtiyarların kanla var olmaya çalışan hırslarına karşı. Baran’ı unut. Geçmişi göm. Eğer gömemem diyorsan… gel. Ama bil: bu yolun sonu ya toprak, ya hiçlik.

 

Haşmet Ağa, ilk kez gözlerini kaçırdı. Elindeki tespih yere düştü. Tane sesi taşa çarpıp dağıldı.

 

— Bu toprakta bir bedel ödenmeden barış olmaz, dedi.

 

Ardıl bir adım daha atıp onun tam karşısına geldi. Gözlerini doğrudan gözlerinin içine dikti.

 

— Biz o bedeli ödedik, Haşmet. Ablamızı gömdük, abimizi kaybettik, Baran’ın çocukluğunu ellerimizde yaktık. Daha ne istiyorsun?

 

Sessizlik. Sadece sessizlik. Sonra Haşmet başını eğdi. Dizleri hafifçe titredi. Ardıl dönüp Arjin’e ve Diren’e baktı.

 

— Hadi gidelim, dedi.

 

Üçü birlikte döndü. Adımları şimdi daha ağırdı ama kalpleri daha net. Bu, zafer değildi. Ama bir duruştu. Bir savaş başlamamışsa, bazen en büyük galibiyet, onu başlamadan susturabilmekti.

 

Konağın kapısı ardlarından kapanırken Ardıl, bir an başını gökyüzüne kaldırdı.

 

Kendi kendine fısıldadı:

 

— Baran için… Nare için… Geçmişin kanını, geleceğin toprağına bulaştırmayacağım.

Gece Mardin’in üstüne ağır bir örtü gibi çökmüştü. Şanlı konağı, sessizdi; sadece rüzgâr, taş duvarlara hafifçe çarpıyor, içerideki huzursuzluğu daha da belirgin kılıyordu. Ardıl, Diren ve Arjin yorgun argın dönmüş, herkes kendi köşesine çekilmişti. Fırtınanın öncesindeki sessizlikti bu.

 

Fakat saat henüz gece yarısını vurmadan, ufukta bir gölge kımıldadı. Konağın etrafında sessizce yerleşmiş adamlardı bunlar; Haşmet’in geceyi kana bulamaya ant içmiş çocukları. Sinsice kapıları sardılar, duvar diplerine dizildiler, sessizliği ölüm sessizliğine çevirdiler.

 

Ve sonra… bir kurşun sesi geceyi deldi. Ardından ardı arkası kesilmeyen silah sesleri…

 

Konağın içi cehenneme döndü.

 

Ardıl, sesleri duyduğu anda yerinden fırladı. Odanın kapısını açar açmaz duvara çarpan kurşun alnının birkaç santim yanından geçti. Ardıl yere atladı, silahını çekti. Aşağıdan Diren’in sesi geliyordu:

 

— ARDIL! KONAĞA GİRMİŞLER!

 

Ardıl, merdivenlerden kayarak indi. Salonun ortasında Diren, göğsünden akan kana rağmen hâlâ ayakta kalmaya çalışıyordu. Eliyle Ardıl’a işaret etti.

 

— Onlar… Haşmet… seni almaya geldiler… dedi kısık bir sesle.

 

Bir kurşun daha… Diren’in dizlerinin bağı çözüldü, yere düştü.

 

— DİREN!!!

 

Ardıl diz çöküp kardeşini kucakladı. O an zaman durdu. Gözleri, kanla bulanmış kardeşinin nefes alışverişine kenetlendi. Ağzı köpüklüydü. Göğsü zar zor inip kalkıyordu.

 

— Sakın ha, sakın lan! Dayan… seni bana bırakmadılar, Diren… Daha konuşacaktık biz! Daha biz…

 

Ambulans sesleri uzaktan çığlık gibi yükselirken, Ardıl, kardeşinin başını göğsüne bastırdı. O an içindeki tüm yas, öfke ve suçluluk birbirine karıştı.

 

 

 

Sabah. Hastane.

 

Yoğun bakım kapısının önünde Ardıl’ın elleri kana bulanmıştı hâlâ. Yıkamamıştı. Diren’in kanıydı; silinmeyecek bir yemin gibiydi.

 

— Durumu kritik… iç kanama var… dediler doktorlar.

— Dualar edin… dediler.

 

Ama Ardıl’ın artık dua edecek hâli kalmamıştı. O sadece ayağa kalktı. Sessizce, ama yüzünde fırtınayla yürüdü. Çıkış kapısında Arjin onu durdurmak istedi.

 

— Ardıl… ne yapacaksın?

 

— Ne yapılması gerekiyorsa.

 

— Bu yolun dönüşü yok, kardeşim. Haşmet’e gidersen, kendinden geriye hiçbir şey kalmaz!

 

— Zaten kalmadı, Arjin! Nare’nin hayatını kararttı, Baran’ı çaldı, şimdi de Diren… Bu böyle olmayacak! Onu toprağa gömmeden bu topraklara huzur gelmeyecek!

 

Ve gitti.

 

 

 

Nare – Aynı saatlerde, Şanlı Konağı’nda

 

Nare, geceden beri kusuyordu. Başı dönüyor, gözlerinin önü kararıyordu. Başta stresi sandı ama sonra bir şey farklıydı. Aynanın karşısına geçtiğinde gözlerinin altındaki morluklar, karnındaki hassasiyet ve içini saran o tarifsiz his… derin bir bilinç kıpırtısı gibiydi.

 

Konağın hekimi çağrıldı. Basit bir test… birkaç dakika sessizlik… ve sonra:

 

— Hamilesiniz, hanımım. Tebrik ederim.

 

Nare’nin yüzü dondu. Boğazına kadar bir şey oturdu. Dudaklarından sadece bir fısıltı döküldü:

 

— Ardıl…

 

 

 

Uçurum kenarı – Aynı anlarda

 

Ardıl, arabasını eski bir dağ yolunun sonuna, uçurum kenarına çekmişti. Altında, karanlığın içinde gözükmeyen derinlik, zihnindeki boşluğun ta kendisiydi. Elinde silahı vardı. Göğsü inip kalkıyor, nefesi düzensizleşiyordu. Gözlerinden yaşlar değil, öfke akıyordu.

 

Telefon çaldı.

 

“Safir Gözlüm arıyor” yazıyordu ekranda. Açtı.

Nare’nin sesi titrekti.

 

— Ardıl… gitme… ne olur gitme…

— Nare, şimdi zamanı değil. Diren…

— Dinle beni! Ben… ben hamileyim.

— …

 

Ardıl dondu. Elindeki silah yere düştü. Uçurumun kenarında dizlerinin bağı çözüldü. Gözleri karardı. Başını geriye atıp göğe doğru bir çığlık kopardı.

 

— NEDEN!!! NEDEN HEP BENİM SEVDİKLERİM CEZALANIYOR!!!

 

Ellerini başına götürdü. Bir çocuğun sessizliği kadar çaresizdi sesi artık. Nare’nin sesi hâlâ telefondan geliyordu.

 

— Lütfen dön… bu savaşta biz biteceğiz. Ama içimde senin canından bir parça var. Bu yolun sonunda sadece ölüm var, Ardıl. Biz hayatta kalmalıyız…

 

Ardıl’ın gözyaşları sessizce süzüldü. Arabayı çalıştırdı. Yavaşça geri manevra yaptı, uçurumdan uzaklaştı. O intikamdan vazgeçmişti, ama kin, artık onunla yaşayacaktı.

 

 

 

Sahne sonu:

 

Ardıl, konağın avlusuna döndüğünde, Nare gözyaşları içinde onu karşıladı. Karnına dokundu, gözlerinin içine baktı.

 

— Bizim bir umudumuz var şimdi… Ölümden doğan bir hayat.

 

Ardıl gözlerini kapadı. Nefes aldı.

 

— Bu hayat… seni korumak için her şeyi yapacağım, Nare. Ama eğer Diren ölürse… beni kimse tutamaz.

 

Ve içten içe biliyordu; savaş bitmemişti. Sadece ertelenmişti.

“Bir can giderken, bir başka can tutulur hayata…”

 

Hastane – Yoğun Bakım Önü / Gece 03:47

 

Zamanın akmadığı yerlerdeydi Ardıl. Işıklı tabelaların altında, kahverengi bankta oturuyordu. Diren içeride, makinelerin soğuk seslerine emanet; o dışarıda, içinin yankısına hapsolmuştu.

 

Yanında Arjin vardı ama hiçbir şey söylemiyordu. Sadece kardeşinin titreyen ellerini fark etmişti. Ardıl’ın parmakları hâlâ kanlıydı, gözleri kızarmış, sesi çıkmıyordu.

 

— İç kanaması durdurulmuş, ama… hâlâ hayati riski var, dedi doktor.

— Dualarınızı eksik etmeyin.

 

O an Ardıl ayağa kalktı. Ellerini başına götürdü. Kardeşini bu hâle getiren adam hâlâ nefes alıyordu. Bu, ona göre, bütün dengeleri bozuyordu.

 

— Arjin… Baran’ı, Nare’yi, kim varsa… korumaya devam et. Ben dönene kadar.

 

— Ardıl… Yapma. O yola gidersen bir daha dönemeyeceksin.

 

Ardıl’ın sesi buz gibiydi:

 

— Zaten dönecek bir yolum kalmadı.

 

Ve gitti.

 

 

 

Mardin / Şanlı Konağı

 

Nare’nin elinde hâlâ test sonucu vardı. “Pozitif.” Kalbi öyle kuvvetli atıyordu ki karnındaki sessizlikte bile yankısını duyuyordu. Bir can vardı artık içinde. Ardıl’dan bir parça. Belki de bu toprakların lanetini kıracak olan…

 

Ama ya Ardıl dönmezse?

 

Ya o, gözü öfkeyle kör olmuş bir adam gibi Haşmet’i öldürmeye gider ve aynı toprak, bu kez onu yutarsa?

 

Mutfak masasından doğrulurken karnında ince bir sancı hissetti. Elleri refleksle karnına gitti. Kusmak istiyor gibiydi, bir an ayağı kaydı, Halil hızla onu tuttu.

 

— Kızım, yüzün bembeyaz olmuş. Ne oldu yine?

 

Nare kısık sesle fısıldadı:

 

— Hamileyim, Halil abi…

— Ne diyorsun sen?

 

Halil’in gözleri doldu. Ardıl’dan sonra ilk defa bir şeyin içine “umut” düştüğünü hissetti.

 

Ama gözleri hemen kapıya döndü.

 

— Ardıl’a bu hâliyle bir şey olursa… hem Diren, hem bu bebek… bu ev mezara döner, kızım. Bu yangını durdurmamız lazım.

 

 

 

Yolda – Haşmet’in Çiftliğine Doğru

 

Ardıl direksiyona kitlenmiş gözlerle bakıyordu. Arabanın içinde karanlık ve soğuk bir hava vardı. Göğsünde bir şey yanıyordu ama bu öfke değildi artık. Bu, kaybın insanın içini lime lime ettiği, tarifsiz bir kederdi. Kardeşini o hâlde görmek… Nare’yi geride bırakmak… Ve şimdi onun hamile olduğunu bilmek…

 

Yolun sonuna geldiğinde bir şey oldu. Direksiyonun altına gözyaşı damladı. Kendine lanet etti. Çünkü içinde bir yerde, Nare’nin sözleri yankılanıyordu:

 

“Bu savaşta biz biteceğiz. Ama içimde senin canından bir parça var…”

 

Elini direksiyondan çekti. Aracı yol kenarına sürdü. Farları kapadı. Ve…

 

Bağırdı.

 

Öyle bir bağırıştı ki dağ yankılandı. İçindeki bütün kırıklar tek bir çığlığa dönüştü:

 

— BU TOPRAKLAR NE ZAMAN DOYACAK, HA?!

— NE ZAMAN BIRAKACAK SEVDİKLERİMİ ALMAYI?!

— YETER!!!

 

Ellerini direksiyona vurdu. Yumrukladı. Kanattı. Sonra başını arabanın camına yasladı. Gözyaşları aktı. Sadece gözünden değil… ruhundan süzülüyordu sanki.

 

Bir adamın öfkeden vazgeçmesi kolay değildi. Hele ki kardeşi yoğun bakımdayken… Ama artık başka bir hayat taşıyordu sorumluluğunda. İçinde atan küçük kalp, onun son şansıydı.

 

Susturamadığı tek ses, Nare’nin sesi oldu:

 

“Lütfen dön…”

 

 

 

Mardin / Şanlı Konağı – Aynı gece

 

Nare pencerede bekliyordu. Gökyüzü yıldızsızdı. Gözyaşları kurumuştu ama yüreği kuruyamamıştı. Kapı açıldı.

 

Ayakkabıların sesi… Ardıl.

 

Göz göze geldiler.

 

Ardıl başını eğdi. Gözlerinde ilk kez kırılmış bir adamın ifadesi vardı. Ellerini karnına uzattı. Titreyerek sordu:

 

— Gerçek mi?

 

Nare başını eğdi.

 

— Gerçek…

— İçimde senden bir can var. O can, seni geri getirdi.

 

Ardıl diz çöktü. Başını Nare’nin karnına dayadı. Sessizce ağladı. Sadece bir çocuğa değil, kardeşine, ailesine, geleceğe ağladı.

 

— Oğlum olacaksa… o da bu kavgayla büyümeyecek, dedi.

 

Nare saçlarını okşadı.

 

— Oğlun olacaksa… sen hayatta kalmalısın, Ardıl.

 

Ve o gece, Şanlı konağında bir yemin daha edildi. Ölüm geri çekildi, ama gölgesi hâlâ kapıdaydı.

 

Bölüm : 21.06.2025 19:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...