
“Bir yanımız hâlâ yara, bir yanımız artık umut…”
Hastane – Yoğun Bakım Önü / Sabah 06:15
Yoğun bakımın ışıkları hâlâ soluk. Saatler geçiyor ama içeriden tek bir haber yok. Halil, bankta ellerini ovuştururken Arjin pencereye yaslanmış, dışarıdaki gri gökyüzüne bakıyordu.
Baran, köşede sessizdi. Gözleri kıpkırmızı. Ardıl’ın gitmesini sindiremese de, onun neden gittiğini çok iyi biliyordu.
— Diren… bir kere daha tutun hayatın ucundan, dedi içinden.
Arjin, aniden yerinden kalktı. Doktoru görmüştü. Hep birlikte koşarcasına ilerlediler.
— Durumu sabitlendi. Hayati riski atlattı ama birkaç gün daha yoğun bakımda kalacak.
Bir anlık sessizlik oldu. Ardından Halil’in gözünden yaş süzüldü.
— Allah’ım sana şükür.
Baran, derin bir nefes aldı. Ardıl’a hemen mesaj attı:
“Diren yaşıyor. Yoğun bakımda ama iyi olacak.”
Şanlı Konağı – Mutfak / Sabah 07:30
Ardıl, sabaha kadar uyumamıştı. Nare onun için çay demlemişti. Gözleri hâlâ uykusuz ama bakışlarında kararlılık vardı. Elini Nare’nin karnına koyduğunda, ilk kez koruma içgüdüsü, içindeki intikamdan daha güçlüydü.
— Ben yaşamak istiyorum, Nare. Ama sadece seninle. Baran’la. Bu çocukla.
— Ya Haşmet?
— Haşmet bu işin sonu. O hâlâ savaşmak istiyor. Ama ben artık hayatta kalmak istiyorum. Öylece değil… gerçekten yaşamak istiyorum.
O sırada kapı çaldı. Halil girdi. Gözleri dolu doluydu.
— Diren yaşıyor, kardeşim. Çocuk tuttu ipi, bırakmadı.
Ardıl gözlerini kapattı. Omuzlarından yükler çözüldü.
— Kardeşim yaşıyorsa… ben bir gün daha savaşmadan yaşarım.
Aynı Sabah – Haşmet Ağa’nın Çiftliği
Haşmet’in odasında sert bir sessizlik vardı. Saldırı başarısız olmuş, Diren hâlâ yaşıyordu. Bu durum, onun için utançtı. Çiftliğe gelen birkaç adam çekinerek konuştu:
— Ağa, bu iş düşündüğümüz gibi olmadı. Şanlılar birlik oldu.
Haşmet başını kaldırdı. Gözleri kısıktı.
— Diren ölmeli. Onlar bir kişiyi kaybetmeden vazgeçmez.
— Ama ağa… konağın etrafı artık koruma dolu. Herkesi uyandırdık.
Haşmet hırladı:
— O çocuklar, bu toprakları unuttular. Aşka, barışa, hayata meylettiler. Ben onlara mezarları hatırlatacağım.
Ve yeni bir plan için emir verdi.
Şanlı Konağı – Nare’nin Odası / Akşamüstü 17:40
Nare, aynada kendine bakıyordu. Henüz karnı fark edilir düzeyde değildi ama elleri sürekli oraya gidiyordu. İçinde bir hayat büyüyordu, ama dışarıda hâlâ ölüm kol geziyordu.
Ardıl içeri girdi. Yavaşça arkasından yaklaştı. Ellerini onun ellerine koydu, birlikte karnına dokundular.
— Adını düşündün mü?
Nare hafifçe gülümsedi.
— Kız olursa “Rojin”, oğlan olursa…
— Rêzan, dedi Ardıl. “Yol gibi, iz gibi…”
Bir an sustular. Ardıl’ın yüzünde yıllardır görülmeyen bir sakinlik vardı.
— Seni böyle görmek istiyorum hep, dedi Nare. Öfkeden uzak, hayata yakın.
— Ben de öyleyim artık, Nare. Söz veriyorum sana. Bu çocuk için… senin için… her şeyi bırakabilirim.
Ama dışarıdaki tehlike hâlâ soluyordu. Haşmet’in gölgesi, Şanlıların kapısına daha büyük bir karanlıkla yaklaşıyordu.
Ve içerde bir bebek, hayatın ilk kıpırtılarını usulca gönderiyordu.
“Bir can gitti sanılırken, bir can daha gelir… Bir kalp durmak üzereyken, bir başka kalp atmaya başlar…”
Akşamüstü / Haşmet Ağa’nın Çiftliği – Avlu
Gökyüzü kızıla çalarken Haşmet Ağa, ağır adımlarla avlunun ortasında yürüyordu. Gözleri uzaktaki dağlara saplanmıştı. Adamları etrafında toplanmış, onun sessizliğinden doğacak cümleleri bekliyordu.
— Diren ölmedi, dedi nihayet. Sesi buz gibi serin, kar gibi keskindi.
— Şanlı konağı hâlâ nefes alıyor. Biz sustukça onlar büyüyecek.
Bir adam öne çıktı.
— Ne emredersin ağa?
Haşmet eğildi, toprağı avuçladı.
— Bu toprak… birilerinin kanıyla yıkanacak. Ama şimdi değil. Bekleyeceğiz. Onlar en savunmasız anlarındayken… tek bir hamlede bitireceğiz.
O sırada uzaktan kuşlar uçtu, gökte garip bir sessizlik çöktü. Sanki tabiat bile bu savaşın fısıltısına kulak kesilmişti.
Ertesi Gün – Hastane / Kadın Doğum Servisi – 09:00
Nare’nin parmakları Ardıl’ın elini sımsıkı tutuyordu. Genç kadın, başını hafifçe yana eğdi:
— Kalbim yerinden çıkacak gibi. Ya bir şey varsa?
— İçimizde bir mucize büyüyor, Nare. Ne olursa olsun, birlikte göğüsleyeceğiz.
Ultrason cihazının soğuk jeli karnına sürülürken Nare gözlerini kapattı. Ardıl nefesini tuttu. Ve sonra o ses…
“Güm… güm… güm…”
Bir kalbin atış sesi. Küçük ama kararlı. Hayata tutunmuş, bu dünyaya gelmek isteyen bir can.
Doktor gülümsedi.
— Bebek gayet sağlıklı. 9 haftalık. Kalp atışları çok güçlü.
Nare’nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Ardıl alnını onun alnına yasladı.
— Duydun mu? Bizim çocuğumuz… kalbimiz dışarda atıyor artık.
Aynı Gün – Yoğun Bakım Servisi – 10:30
Koridorda sessizlik hakimdi. Ardıl ve Nare yavaş adımlarla Diren’in yattığı odaya yürüdüler. Camın arkasında Diyar Ana vardı. Başörtüsü omzuna düşmüş, dizlerinin üstüne çökmüştü. Elleri duaya kalkmıştı.
— Ya Rab… Oğlumun ömründen kes, torunuma ver. Biri yatsın, biri kalksın ama beni evlatsız, torunsuz bırakma.
Ardıl, annesinin bu hali karşısında yutkundu. Gözleri doldu.
Diyar Ana, camdan Diren’e bakarken devam etti:
— Diren’im… gözümün nuru… Daha çocuklarının adını bile koyamadın. Daha senin ninnilerin söylenmedi. Uyan oğlum… Uyan da Nare ablan sana bir haber getirmiş!
Nare, gözyaşlarıyla gülümsedi. Annesine yaklaştı.
— Ana… ben… hamileyim.
Diyar Ana bir an susakaldı. Sonra titrek elleriyle Nare’nin yüzünü tuttu.
— Gerçek mi? Vallahi mi kızım?
— Evet ana… 9 haftalık. Yaşıyor. Atıyor kalbi… senin torunun.
Kadıncağız bir anda çığlık attı. Sevincinden ağlamaya başladı.
— Allah’ım sana şükürler olsun! Bu konağın üstüne güneş doğdu!
Hastane koridorunda yankılanan sevinç, içten ve yakıcıydı. Bir annenin iki ucu arasındaki çığlıktı: Bir evladın kıyısında, bir torunun kalbinde.
Aynı Gün – Mardin / Berzan Ağa’nın Evi – 15:00
Berzan Ağa oturma odasında eski bir kitabı karıştırıyordu. O sırada eşi içeri girdi. Gözlerinde hem şaşkınlık hem sevinç vardı.
— Berzan… bizim kız… Nare… hamileymiş.
Adam bir an başını kaldırıp bakamadı bile. Elindeki kitap dizine düştü. Sadece derin bir nefes alabildi.
— Gerçek mi?
— Evet. Ardıl’la… ilk çocuklarıymış.
Berzan Ağa bir duvar saatine baktı. İçindeki zaman durmuş gibiydi. Sonra gözlerini kapayıp yavaşça mırıldandı:
— Allah’ım… şu dağılmış dünyanın üstüne bir sofra daha kuruyorsun…
Ablaları, kardeşleri bir bir duydular. Her biri bir köşede gözyaşı döktü. Bunca kederin ortasında gelen bir bebek, yeniden umut demekti.
Savaşlar susar mıydı bilinmezdi, ama bir çocuğun gelişiyle kalpler bir anlığına barışırdı.
“Bazı geceler vardır; bir konağı susturur, bir anayı dua ettirir, bir adamı silah kuşandırır.”
Günler Sonra – Şanlı Konağı / Sabahın İlk Işıkları
Ardıl o sabah güne daha ağır, daha sessiz uyandı. Pencereden baktığında doğan güneşin rengi bile eskisi gibi değildi. Gökyüzü griye çalan bir öfke gibi asılıydı ovanın üzerinde.
Pencereyi açtı, gözlerini karşıdaki dağlara dikti. Eli, iç cebine gizlediği küçük not defterine gitti. Sayfaları çevirdi, her biri bir güvenlik önlemiyle doluydu. Son sayfaya büyük harflerle şunu yazmıştı:
“Diren yaşasın diye… bu konak bir kale olacak.”
“Halil!” diye seslendi aşağıya.
Az sonra Halil, gömleğini yarım düğmelemiş hâlde telaşla yukarı çıktı.
— Buyur başkan?
— Tüm kamera sistemlerini yenile. Güvenli giriş hattı değişecek. Arka bahçedeki duvar yükseltilecek.
— Tüfeklerin bakımı yapıldı mı?
— Hepsi hazır. Ama biz ne yapıyoruz? Savaş mı geliyor?
Ardıl gözlerini kaçırmadan:
— Savaş çoktan başladı Halil. Biz hâlâ ilk kurşunları sayıyoruz.
Aynı Anda – Haşmet Ağa’nın Çiftliği
Haşmet Ağa sedire yayılmış, elindeki tesbihi ağır ağır çekiyordu. Önünde duran genç adam başını eğmişti.
— İsim neydi?
— Mazlum. Mardin’de taksi şoförüyüm. Şanlı konağının mutfak işlerine bir haftalık girişim var. İçeriye adam sokacak fırsat bulabilirim.
Haşmet gözlerini kısıp sordu:
— Oraya adımını attığında gözün ne görecek?
— Kapıdaki koruma sayısı, kamera yerleri, mutfak girişleri, uşak odası… hepsini ezberleyip rapor edeceğim.
Haşmet başıyla onayladı. Gülümsemesi şeytanın elinden çıkmış bir dua gibiydi.
— İhanet her zaman içeriden başlar Mazlum. Şimdi git ve sessizce yerini al.
Öğle Vakti – Baran’ın Odası / Şanlı Konağı
Baran pencere kenarında, defterine karalamalar yapıyordu. Cümleler, delik deşik bir kalbin yankısı gibiydi:
“Ben Şanlıyım. Ama Şanlılık nedir bilmem. Babam kimdi? Kim kardeşim, kim düşmanım? Şimdi bir çocuk geliyor dünyaya. Ben hâlâ çocukluğumun mezarında oturuyorum.”
Arjin içeri girdiğinde defteri hızla kapattı.
— Baban gibi davranma Baran. İçine atma her şeyi.
— İçim değil Arjin abi, içimdekiler beni kemiriyor.
— Biz buradayız. Bu sefer yalnız kalmayacaksın.
Ama Baran’ın gözlerindeki karanlık, kelimelerden büyüktü. O içten içe Haşmet’i kendi elleriyle öldürme hayali kuruyordu.
Ve kimse bilmiyordu: Baran geceleri silah eğitimi alıyordu. Halil’in haberi olmadan, Arjin’in gölgesinde.
Akşamüstü – Şanlı Konağı / Mutfak Bahçesi
Diyar Ana kucağında bir yastık, bahçedeki hurma ağacının altına oturmuştu. Önünde küçük bir masa, üzerinde iki tas su, bir demet adaçayı, üç kâse toprak vardı.
— Bu kırk gün torunuma… diye mırıldandı.
— Bu kırk gün gözümden yaş, gönlümden dua eksik olmayacak.
Bir elinde tespih, bir elinde Nare’nin doğumda giymesi için hazırladığı eski bir yazma.
— Bu konağa ağlayan çocuk sesi gelsin. Bu konak bir daha kan görmesin. Diren kalksın. Torunum sağ doğsun. Ne olur Allah’ım… beni bir kere daha anneanne eyle.
Halil, sessizce yanaştı.
— Ana ne yapıyorsun burada?
— Yazmayı torunuma yıkıyorum Halil… Toprak duası okuyorum. Bu evin üstündeki kara tozu silmeye çalışıyorum.
Halil gözlerini kaçırdı. Sadece tek bir cümle kurabildi:
— Sen dua et ana… Biz silahı temiz tutarız.
Gece – Ardıl ve Nare’nin Odası
Nare yatağın kenarına oturmuş, karnına dokunuyordu. Ardıl içeriden çıktı, saçları ıslak, yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı.
— Uyudun sandım.
— Yok. Bu gece… içimde bir kıpırtı hissettim sanki. Minicik bir dokunuş gibi.
Ardıl yaklaştı, elini karnına koydu. Gözleri doldu.
— Bu dünya ne kadar karanlık olursa olsun… seninle doğan her şey aydınlık.
— Bize umut gerek Nare. O da senin içinde büyüyor.
Nare başını Ardıl’ın omzuna yasladı. Sessizlik, artık korkunun değil; bekleyişin, sabrın ve inancın sessizliğiydi.
“İhanet içeriden yürür, sadakat içi kanar.”
Gece Yarısı – Şanlı Konağı / Mutfak Arka Girişi
Mazlum, mutfağın arka kapısından içeri süzüldü. Elinde sabah alınmış domates kasası, sırtında bir aşçı önlüğü. Kafasını eğerek selam verdi uşaklara, göz ucuyla güvenlik kameralarının yerini belledi. Giriş çıkış saatlerini notladı.
İç cebinden çıkardığı küçük not defterine çabucak karaladı:
“Mutfak arkası kamerasız. Bahçe kapısı saat 22.00’de kilitleniyor. Koruma devriyesi 45 dakikada bir.”
Sonra gözleri bir şeyle çarpıştı: Baran.
Baran elindeki çayı bırakmış, gözünü Mazlum’a dikmişti.
— Sen yeni misin? Daha önce seni görmedim.
Mazlum hafifçe eğildi:
— Evet beyim, bir haftalık iş aldım. Aşçı yardımcısıyım.
Baran, birkaç saniye sustu. Sonra içinden bir şüphe doldu. Gözlerini ayırmadan sordu:
— Hangi köydensin?
Mazlum’un bir anlık duraksaması her şeyi belli etti. Baran, sessizce uzaklaştı. Ama zihni artık kıpır kıpırdı. O gece sabaha kadar uyumadı. Ertesi sabah Halil’i buldu.
— O yeni gelen adam. Mazlum. Onu araştırmamız gerek Halil abi.
Halil kaşlarını çattı:
— Neyinden şüphelendin?
— Gözlerinden. Ve tereddüt ettiği bir “nerelisin” sorusundan.
Halil gözlerini kısıp başını salladı:
— Tamam. Bu gece adamı gölge gibi izleyeceğiz. Eğer içine doğduysa… bir bildiğin vardır.
“Gözler açıldığında ya umut başlar… ya intikam.”
Gece Yarısı / Şanlı Konağı – Ahır Arkası
Halil karanlıkta sigarasını söndürdü. Baran’la beraber Mazlum’un mutfak çıkışına yöneldi. Ellerinde küçük telsizler. Gecenin sessizliğinde yalnızca uzaklardan köpek havlamaları duyuluyordu.
Mazlum elinde bir çuval, arka duvardaki küçük boşluktan dışarı çıkarken bir anda bir el ense köküne yapıştı.
— Fazla konuştun yılan…
Halil, adamı sertçe yere yatırırken Baran, cebinden çıkan notları kaptı. Gözleri hızla satırları taradı.
— “Konağın zayıf noktası: batı duvarı. Diyar Ana’nın odası gece yalnız. Diren’in odası korumasız. Bebek haberi kesinleşti.”
Baran’ın gözleri büyüdü. — Bebekten de haberi var!
Mazlum kıvranmaya başladı. Halil bir yumruk daha indirdi:
— Senin ciğerini çekerim! Haşmet’e ne zaman saldırı emri verdiniz?
Mazlum kan tükürdü ama konuşmadı.
Halil dizini adamın göğsüne bastırarak:
— Konuşmazsan, sabah seni Haşmet’ten önce mezara gömeriz.
Mazlum titreyerek:
— Yarın gece… Diren’i almak için geliyorlar… ama esas plan… esas plan…
Baran eğildi:
— Ne? Ne esas plan?
Mazlum gözlerini kapadı:
— Bebek doğmadan Nare’yi kaçıracaklar.
Ertesi Sabah / Mardin Devlet Hastanesi – Yoğun Bakım
Diyar Ana sabaha kadar başucunda beklemişti. Gözleri çökük, dudakları kupkuruydu. Diren’in eline kendi ellerini sarmıştı. Ardıl ve Nare içeri girdiklerinde oda derin bir sabırla susuyordu.
Nare Diyar Ana’nın yanına çöktü.
— Ana… torunun için geldik yine. Bugün de kalp atışlarını duyduk. Yaşıyor… çok güçlü…
Diyar Ana gözleriyle Ardıl’a baktı:
— O çocuk bu toprağa sevdayla gelecek Ardıl. Ama Diren kalkmadan o sevda tam olmaz.
Sonra yavaşça oğlunun eline dokundu, ağlamakla dua etmek arasında sıkışmış bir fısıltıyla:
— Oğul… kalk artık… bak bir evlat geliyor. Amca olmadan nasıl karşılayacak o bebek bu dünyayı?
Birden…
Diren’in parmakları kımıldadı.
Diyar Ana dondu. Ardıl nefesini tuttu.
Nare fısıldadı:
— Ardıl… eli kıpırdadı…
Ardıl hızla hemşire düğmesine bastı. İçeri doktorlar doluştu. O an sanki zaman durdu.
Diren gözlerini araladı. Hafifçe nefes aldı.
— A…na…
Diyar Ana’nın dizleri çöktü. Elleri göğe kalktı:
— Ya Allah! Diren’im geri döndü! Duydunuz mu? Geri döndü oğlum!
Ardıl boğazını tutuyordu. Nefesi kesilmişti. Gözleri dolmuş, kardeşinin sesini duyunca içerideki tüm savaşları unuturcasına ağlıyordu.
Diren’in gözleri açık, elini zorlukla oynatabiliyor ama konuşamıyordu henüz. Diyar Ana hâlâ başucunda.
Baran içeri girerken, Nare gözyaşlarını siliyordu. Ardıl yavaşça kardeşinin yanına eğildi:
— Seni aldılar elimizden. Ama şimdi geri verdiler. Bak, seni bekleyen bir yeğenin geliyor. Yaşamak zorundasın.
Diren göz kırptı. Ardıl elini tuttu. Bu kez güçlüydü, kararlıydı. Bir şeyler değişiyordu.
16
“Bir çocuğun kalp atışı, bin kinli yüreği susturabilir.”
Şanlı Konağı – Ardıl’ın Odası / Geceyarısı
Kapı hafifçe aralandı. Halil içeri sızarken Baran perde kenarında sigarasını yarıya kadar içmiş, gözlerini dışarıdaki ay ışığına dikmişti. Ardıl önündeki haritayı açmış, kalemle bir yerleri işaretliyordu.
— Ne düşündüğünü biliyorum, dedi Halil, sesini bastırarak.
— Ama bu defa hesap başka olacak, Halil, dedi Ardıl kararlılıkla. Haşmet’in bu konağa bir daha dokunamayacağı şekilde bitecek bu iş.
Ardıl, haritada Midyat’ın çevresine çizdiği daireleri gösterdi.
— Üç adamı daha var. İki tanesi bu köylerde gizleniyor. Biri Haşmet’in sağ kolu: Celal. Diğeri, bomba işlerinden anlayan Hasan diye biri. Mazlum’un notlarında geçiyor.
Baran eğildi:
— Ne yapacağız? Vurup çıkmak mı?
— Hayır, dedi Ardıl soğuk bir sesle.
— Bu defa biz konağı basmayacağız… Biz onları içeri alacağız.
Halil başını kaldırdı:
— İçeri?
— Haşmet’i bu konağa bir daha geldiğine pişman edeceğim. Ama bunu elimde silahla değil, aklım ve sabrımla yapacağım. Çünkü bu kez sadece Diren yok. Bu kez, Nare’nin içinde büyüyen bir can var.
Baran bir an sustu. Ardıl’ın gözlerine baktı:
— Beni neden hâlâ bu planlara tam sokmuyorsun?
— Çünkü… senin kalbin hâlâ iki ateş arasında. Bunu sadece düşmanlıkla değil, özlemlerle de yanıyor.
Baran bakışlarını kaçırdı. Haklıydı.
Sabah / Şanlı Konağı Bahçesi
Nare, sabah serinliğinde yürüyordu. Ayakları biraz şişmişti. Midesindeki bulantı sabahları daha fazlaydı. Ellerini karnına götürdü. Bir gülümseme yayıldı yüzüne. Gözleri hafifçe doldu.
Diyar Ana yanına geldi.
— Bulantıların var mı hâlâ?
— Var ana… sabahları biraz daha çok… başım da dönüyor bazen.
Diyar Ana elini kızın ensesine koydu, şefkatle.
— Senin annen bile bu kadar ağlamamıştı seni taşırken. Ama sen… gülerek taşıyorsun bu acıyı.
— Çünkü ben yalnız değilim artık, ana… bu çocuk… içimdeki en büyük cesaret oldu.
—
O Sırada – Konağın Ahır Arkası / Baran ve Halil
Halil elinde telsizlerle ilgileniyordu. Baran hâlâ düşünceliydi.
— Bazen düşünüyorum Halil…
— Neyi?
— Ben Ardıl’ın kardeşi değilim. Ama kardeşten öte koydu beni göğsüne…
— Sen o kanı taşımasan da o yüreği taşıyorsun Baran… Kan bazen bağ yapmaz… yürek yapar.
Baran başını eğdi.
— Bu çocuk doğarsa… ne olacağım ben? Dayı mı? Amca mı?
Halil kahkaha attı:
— En büyük koruyucusu olacaksın sen. Ardıl bunu çoktan seçti.
Hastane – Diren’in Odası
Ardıl ve Nare yeniden hastaneye gittiklerinde Diren’in durumu daha iyiydi. Oksijen maskesi çıkarılmış, gözleri daha bilinçli bakıyordu.
Nare ona yaklaşırken gözleri doldu:
— Bugün doktor dedi ki… bebek gayet iyi. Kalp atışları düzenli. Şimdi sen de yaşarsan, bu çocuk daha güçlü doğacak.
Diren yutkundu. Ardıl elini tuttu.
— Kardeşim… sen daha yaşayacaksın. Hem dayı olacaksın… hem de bu kan davasının durduğu günü göreceksin.
Diren fısıldadı:
— O gün… çok uzak mı?
Ardıl gözlerini kıstı.
— Eğer plan tuttuğunda biz hâlâ yaşıyorsak… çok yakın olacak.
Kapıdan Diyar Ana girerken, ellerinde küçük beyaz bir örtü getirdi. Dantel işlemişti.
— Bu… doğacak torunuma ilk battaniye. Anası ağlarken büyümesin. Siz de intikamla yanmayın artık.
Gece – Şanlı Konağı / Ardıl’ın Odası
Ardıl uyuyamıyordu. Elinde çocuk battaniyesi, gözleri cama sabitlenmişti. Dışarıda yağmur başlamıştı.
O an Nare kapıyı araladı, sessizce içeri girdi. Elinde iki bardak ıhlamur.
— Uyumadın mı?
— Uyuyamam. İçimde savaş var Nare. Diren yatıyor hâlâ. Baran’ın gözleri hâlâ hesap soruyor. Ve sen… sen her gün büyüyen bir can taşıyorsun benden.
Nare yanına oturdu.
— Biliyorum. Ama bu çocuk sadece senden değil. Bu çocuk… barışın evladı olacak.
Ardıl gözlerini Nare’nin karnına koydu. Bir an elini uzattı, avucunu koydu.
— O bizim en temiz yanımız Nare.
— Ve en korumasız…
— Bu yüzden… Haşmet’i yakacağım. Ama bu defa sadece kurşunla değil. Onun en güvendiği adamları tek tek benimle olacak. Ardından…
— Ardıl?
— Ardından artık hiçbir bebek gözyaşıyla doğmayacak bu toprakta.
“Planların soğuk zekası, yüreğin sıcak umuduyla buluştu.”
Şanlı Konağı – Ardıl’ın Odası / Sabahın İlk Işıkları
Ardıl masasına eğilmişti. Önünde dağıtılmış haritalar, notlar ve eski telefon kayıtları vardı. Halil, Baran ve Nare sessizce bekliyorlardı. Herkesin yüzünde aynı kararlılık vardı; ama hepsinin içinde bir de kaygı saklıydı.
— İlk işimiz, dedi Ardıl, Haşmet’in adamlarının güvenlik zaaflarını bulmak. Celal, Hasan ve Mazlum’un izini sürmek…
— Kiminle başlamalıyız? Baran sordu.
— Celal, dedi Ardıl. En çok korunanı o. Ama daha az akıllı.
Halil başını salladı:
— Onu çekersek, diğerleri de korkar.
Nare gözlerini Ardıl’a dikti.
— Peki ya sen?
Ardıl hafifçe gülümsedi:
— Ben… Haşmet’e doğrudan değil, yavaş yavaş yaklaşacağım. Şanlı Konağı’na tekrar saldırmayacaklar, bu kesin. Çünkü biliyorlar benim sabrımı.
Baran sordu:
— Sabır mı? O sabır, seni yemekten koruyacak mı?
Ardıl gözlerini Baran’a çevirdi.
— Bu sabır, bizi ayakta tutacak.
Hastane – Diren’in Odası
Diren, yavaş yavaş bilincini daha sağlam hissetmeye başlamıştı. Nare ve Ardıl kapı eşiğinde beklerken, Diyar Ana odanın içinde huzurla dolaşıyordu.
— Diren, dedi Nare, gözleri dolu.
— Duyan her an ben de duyuyorum, Arjin ve Berzan Ağa’ya haber verdim. Hepimiz seninle birlikteyiz.
Diren zayıf bir tebessümle başını salladı.
— Sağlığım daha iyiye gidiyor. Sadece güçsüzüm… ama yaşayacağım.
Ardıl yanına yaklaştı ve elini tuttu.
— İyi olacaksın kardeşim. Bu evde kimse kaybolmaz.
Diyar Ana, bebeğin geleceği için dua ederken, içi umutla doluydu.
— Torunum, dedi, sen de yaşa… yaşa ki bu kan davası sona ersin.
Şanlı Konağı – Gece
Ardıl gece yarısı konağın terasında tek başına duruyordu. Rüzgâr saçlarını savuruyordu. Gözleri, yıldızlarla dolu karanlığa bakıyordu. İçinde hem öfke, hem umut vardı.
Nare sessizce yanına geldi. Elini Ardıl’ın eline koydu.
— Biliyorum, dedi, intikamın ne kadar yakıcı olduğunu. Ama unutma… bu bebekle birlikte artık yeni bir yol var.
Ardıl başını çevirip Nare’ye baktı.
— Yeni bir yol… doğru. Ama bu yolda düşmanlarımızı unutmayacağım.
Nare gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.
— O yol, seni delilikten koruyacak.
Ardıl bir an sonra gülümsedi, o gülümseme nadiren görülen bir umut ışığıydı.
Plan Başlıyor
Günler geçtikçe Ardıl, Halil, Baran ve Nare sessiz sedasız iz sürmeye başladı. Haşmet’in adamlarından birinin zayıf anını yakaladılar. Ardıl yavaş yavaş, stratejik olarak Haşmet’in güvenliğini sarıyordu.
Bir yandan da hastanede Diren iyileşmeye devam ediyordu; her adımda Ardıl’ın yüreğine bir umut düşüyordu.
Ve Nare’nin karnındaki bebek, sessiz ama güçlü bir ritimle atıyordu; bu kalp atışı, Ardıl’ın hem en büyük korkusu hem de en büyük gücü olmuştu.
18
“Sessiz savaş, yeni umutlar ve kırılgan hayatlar.”
Şanlı Konağı – Akşamüstü
Ardıl, Halil ve Baran, Haşmet’in adamlarını takip etmek için gizlice hazırlık yapıyorlardı. Her hareket hesaplı, her adım sessizdi. Ardıl’ın gözlerinde kararlılık vardı, ama bu kararlılığın içinde beliren endişeyi kimse fark etmiyordu.
— Baran, dedi Ardıl, sessizce, seni yanımıza almak istiyorum ama bu iş senin için fazla tehlikeli. Burada bekle, hazır ol.
Baran biraz öfkelenmişti:
— Ben de varım, abi. Korkmuyorum.
Ardıl hafifçe başını salladı:
— Korkmak erdemdir. Ama zamanı gelince yanında olacaksın.
Nare odanın kapısında belirdi, yüzü biraz solgundu, elleri hafifçe titriyordu. Ardıl hemen fark etti.
— Nare, dedi, ne oldu?
Nare derin bir nefes aldı:
— Sabah biraz başım döndü, mide bulantısı başladı. Sanırım… o dedi, kelimesini yutamadı.
Ardıl gözlerini kocaman açtı. Nare’nin yüzündeki ifadede hem korku hem umut vardı.
— Bebeğimiz… doğru mu? dedi.
Nare başını yavaşça salladı.
Ardıl gözlerine inanamıyordu. O an, içinde şiddetle patlamak isteyen intikam ateşi ile yeni başlayan bir hayatın kırılganlığı çarpışıyordu.
Hastane – Ertesi Gün
Nare ve Ardıl, bebeğin durumunu öğrenmek için hastanedeydiler. Ultrasonun soğuk yüzeyine yansıyan minik kalp atışları, Ardıl’ın içinde çelik gibi sertleşmiş duvarları yavaş yavaş eritiyordu.
Doktor:
— Her şey yolunda, dedi. Bebeğiniz sağlıklı. Ama Nare’nin dinlenmesi çok önemli.
Ardıl Nare’nin elini sımsıkı tuttu:
— Seninle ve bebeğimizle her şeyi yaparım.
Nare gözleri dolu dolu:
— Bu bebeğin… bizi birleştireceğini biliyorum.
Şanlı Konağı – Diren’in Odası
Diren, ağır yaralıydı. Yoğun bakımda yatıyor, nefes almak için çaba harcıyordu. Diyar Ana odanın köşesinde dua ederken, Nare yanına sessizce yaklaştı.
Diyar Ana’nın sesi titriyordu:
— Diren için dua et, kızım. O bizim ışığımız. Bu evin neşesi. Ona ve toruna ihtiyacımız var.
Diren, Nare’ye bakmaya çalıştı, zayıf ama anlam dolu bir bakışla.
Nare gözyaşlarını tutamadı, Diyar Ana da omzuna hafifçe dokundu.
Berzan Ağa’nın Konağı
Berzan Ağa, Nare’nin hamilelik haberini öğrendiğinde, gözlerindeki sertlik yerini büyük bir mutluluğa bırakmıştı. Ailesinin diğer fertleriyle birlikte konağın salonunda toplanmıştı.
Berzan Ağa:
— Bu çocuk bizim umut ışığımız olacak, dedi.
— Ailemizi ve köyümüzü korumak için.
Nare’nin annesi gözyaşlarını silerken, kız kardeşleri sevinçle etrafına sarıldı.
Şanlı Konağı – Gece Yarısı
Ardıl, geceyi dışarıda geçirdi. Gökyüzüne bakarken, içindeki öfkeyi, umudu, korkuyu bir arada hissediyordu. O an Nare’nin sözü yankılandı:
“Bu yol, seni delilikten koruyacak.”
Ardıl bir kez daha düşündü:
İntikam ateşiyle yanmak mı? Yoksa bu yeni hayata tutunmak mı?
Sonra arabasına bindi. Motor çalıştı, ama Ardıl arabayı köyün en uçurumlu yerine çekti. Motor sesi yavaşça kesildi. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapadı ve boğazından gelen kısık bir çığlık attı.
Karanlık geceye yayılan o haykırış, Ardıl’ın tüm acısını, öfkesini ve çaresizliğini yansıtıyordu.
Nare, o an uzaktan onu izliyordu. İçinde hem korku hem de sevgi vardı. Bebeğin varlığı Ardıl’ı değiştirmişti. Artık ona engel olacak tek şey o küçücük kalpti.
Malabadi’de Kan, Aşk ve Feda”
Gece – Şanlı Konağı
Ay gökyüzünde yaralı bir bıçak gibi duruyordu. Şanlı Konağı’nda herkes huzursuzdu. Ardıl, Haşmet’le Malabadi Köprüsü’nde buluşmak için yola çıkmıştı. Elinde silah, aklında plan vardı. Haşmet’i orada tuzağa düşürecekti. Barışı değil, hesabı konuşmaya gidiyordu.
Ama o sırada Halil’in telefonu çaldı. Tanıdığı bir adamdan gelen gizli bir numara. Adamın sesi titriyordu:
— Haşmet, Ardıl’a tuzak kurdu. Köprüde değil barış, pusu var Halil Ağa. Ardıl tek başına!
Halil bir an dondu. Sonra çığlıkla bağırarak Arjin’e koştu:
— Arjin! Tuzağa düşmüş! Ardıl Malabadi’de pusuya yakalanmış!
Bu sözler Diyar Ana’nın kulağına gittiği anda kadın dizlerinin üstüne çöktü. Eliyle göğsünü tuttu, nefesi kesildi. Ağlayarak yere yığıldı:
— Oğluma bir şey olursa, bu yürek taş olur taş! Ardıl’ım… oğlum…!
Nare, gözleri kocaman açılmış, nefesi hızlanmıştı. Karnına dokundu. İçinde bir sancı kıpırdadı, sanki içindeki o minik can da korkmuştu. İçindeki cana sarıldı, dışındaki canın gittiği savaşın ucunda olduğunu bilerek.
Baran bir an bile düşünmeden ayağa fırladı. Diren de ardından. Arjin silahını aldı. Zümrüt, Baran’ın önüne geçip yalvardı:
— Ne olur gitme Baran… Sen de vurulursan, ben ne yaparım? Gitme…
Ama Baran gözlerinin içine bakarak fısıldadı:
— Eğer gidersem, belki öleceğim. Ama gitmezsem, ben zaten yokum…
Zümrüt gözyaşlarıyla Baran’ın boynuna sarıldı ama durduramadı. Arjin, Diren, Baran… hepsi silahlarını kuşanıp yola koyulurken; Nare bir karar verdi.
— Ben de geliyorum. Ardıl’ı orada tek başına bırakmam.
Diren başta karşı çıktı. Ama Nare’nin bakışları keskin ve acılıydı. Diyar Ana da güçlükle ayağa kalktı, Nare’nin elini tuttu:
— Bu yol kan kokar. Ama senin içinde hem onun canı, hem bir bebek var. Gidersen, ya iki canla dönersin ya da üç mezarla…
Nare gözyaşları içinde başını salladı:
— O benim ömrüm… Yaşayacaksa yanında, ölecekse de kollarımda.
Malabadi Köprüsü – Saat 02:47
Dicle sessizdi. Köprünün taşları soğuk. Gökyüzü, kara bir yorgan gibi yere sarkmıştı.
Ardıl dizlerinin üstündeydi. Yüzü kana bulanmış. Dört bir yanı Haşmet’in adamlarıyla çevriliydi. Silahı çoktan elinden alınmış, başına doğrultulmuştu.
Haşmet adım adım yaklaştı. Ayak sesleri taşlara çarpa çarpa ilerledi.
— Sanmışsın ki beni kandırırsın Ardıl… Bu dağlar, bu köprüler, bu topraklar benim! Sen daha doğmadan ben bu topraklara kan akıttım!
Ardıl kan tükürdü, sonra doğruldu:
— Senin saltanatın bugün burada bitecek. Çünkü ben kan dökmeye değil, kan durdurmaya geldim… Ama sen hâlâ cehennemi çağırıyorsun.
Haşmet, gülerek başını çevirdi. O an silah sesleri köprünün öteki ucundan duyuldu.
Baran, Arjin, Diren, Halil ve Nare silahlarıyla saldırıya geçmişti.
Çatışma başladı.
Barutun keskin kokusu havayı kesti. Kurşunlar gökyüzüne izler çizerken, bağırışlar birbirine karıştı. Dicle yankılanan çığlıklarla irkildi.
Baran, köprünün taş kemerinden savrulurken bir kurşun omzuna saplandı. Yere yığıldı ama silahı bırakmadı.
Arjin, Diren’i korumak için önüne geçti. Karın boşluğuna bir kurşun yedi. Dişlerini sıktı, ama düşmedi. Diren, onu tutmaya çalıştı ama yetişemedi.
Halil, son kurşununu ateşlediği sırada göğsüne bir mermi saplandı. Kalbine çok yakındı. Silahı elinden düştü. Gözleri son bir kez gökyüzüne çevrildi.
O an…
Nare yere eğildi. Halil’in düşürdüğü silahı aldı. Yavaş adımlarla, gözyaşları içinde Haşmet’e yürüdü.
Haşmet tam silahını kaldırırken…
— Bu, Ardıl’ın… bu Halil’in… bu Baran’ın… bu bebeğimin kanı için!
Üç kurşun… İlki alnına, ikincisi kalbine, üçüncüsü geçmişine…
Haşmet yere yığıldı.
Son Anlar – Ardıl’ın Yanında
Nare koşarak Ardıl’ın yanına gitti. Başını dizlerine aldı. Kanlar içindeydi. Gözleri pusluydu.
— Lütfen gitme… bak, içinde senden bir can var… senin gibi gözleri olacak, senin gibi inatçı olacak… ama sen yoksan, o nasıl gülecek Ardıl?
Tam o anda Nare’nin gözleri karardı. Altında sıcak bir sıvı hissetti. Ellerine baktı. Kırmızı…
— Hayır… Allah’ım hayır… bebeğim… şimdi değil…
Yıkıldı. Yerde kanın içinde diz çöktü. Ardıl’ın başı dizlerinde. Kanama artıyor. Nefesi kesiliyor.
Baran, Diren, Arjin başlarına toplandı. Hepsi kan içinde. Hepsi yıkılmış.
Köprüde ölü sessizliği.
Haşmet ve adamları yere serilmiş. Çoğu ölmüş, kalanlar kaçmış.
Ama…
Ardıl nefes almıyor.
Halil’in nabzı çok zayıf.
Baran omzunu tutmuş, kanı durdurmaya çalışıyor. Diren Arjin’i tutuyor, bağırarak yardım istiyor. Nare, kanlar içinde bayılmış.
Dicle’nin kenarında, o köprünün ortasında; bir aşk, bir aile, bir nesil ölümle yaşam arasında incecik bir çizgide asılı kalmış…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |