

🔥
BORANLARIN KONAĞI ATEŞLER İÇİNDEYDİ
Gökyüzü, yükselen dumanla kararmıştı.
Gecenin sessizliğini, alevlerin çığlığı delip geçmişti.
Ama Ardıl Şanlı çoktan yola çıkmıştı.
Konağı terk etmeden önce, adamlarına sert ve kararlı bir sesle şunu söylemişti:
“Diyarbakır’ın her taşını, her toprağını arayacaksınız!
Nare’yi bulmadan dönmek yok!
Ne pahasına olursa olsun!”
Adamlar, sokak sokak, cadde cadde aradı.
Her kapı çalındı, her gölgeye bakıldı.
Ama Nare yoktu.
Ne gökyüzünde ne yeryüzünde…
Ardıl’ın öfkesi taşmıştı.
Öyle büyümüştü ki, gözleri artık hiçbir şeyi görmüyordu.
“Ne demek bulamadınız lan?!
On iki saat oldu!
Neyinize güvenip bu yolun adamı oldunuz ha?!
Ya Nare’yi bulursunuz, ya da ben hepinizin nefesini keserim! Duydunuz mu?!”
Saatler geçtikçe umut azaldı.
Ardıl yalnızdı, umutsuzdu.
Nare’ye ulaşamamak, onun için her saniye bir ölüm gibiydi.
Kalbindeki yangın, Boranların konağındaki alevlerden daha büyüktü.
—
O sırada…
Baver, Nare’yi dağın ardındaki ıssız bir evde saklıyordu.
Nare direnmişti.
Onun gözlerinde korku değil, yalnızca nefret vardı.
Ama Baver zalimdi.
Direnişe tahammülsüzdü.
Nare’yi bayıltmıştı.
Aklındaki tek şey:
Nare’yi kendi karanlığına hapsetmekti.
Gelinliği sıyırırken gözlerindeki kirli bakışlar niyetini açık ediyordu.
Kurt gibi dolanıyor, nefesi bile havayı zehirliyordu.
📞 O AN TELEFON ÇALDI.
Ardıl’ın gözleri karardı.
Telsizden Halil’in sesi yankılandı:
“Ağam! Nare yengenin izini bulduk!”
Ardıl cevap vermedi.
Ayağa fırladığı gibi yola çıktı.
Kalbinde tek bir düşünce vardı:
Nare’yi o canavarın elinden almak.
Ve ona öyle bir ceza vermek ki…
Ölümü dileyecek ama bulamayacaktı.
⚔️
Kapı kırıldı.
Ardıl, yıldırım gibi içeri daldı.
Karanlık odada, Nare’nin üzerine eğilmiş Baver’le göz göze geldi.
Hiç durmadı.
Ensesinden yakaladığı gibi onu kendine çevirdi.
İlk yumruk suratına çarptığında, Baver’in dişleri duvara saçıldı.
Bir diz darbesiyle başı geriye savruldu.
Yere düşen Baver kıvranırken Ardıl adamlarına döndü:
“Alın bunu! Ama ölmeyecek… Henüz değil!”
Sonra odaya döndü…
Ve gözleri Nare’yi buldu.
Üzerinde yalnızca iç çamaşırları vardı.
Ardıl’ın boğazına bir yumru oturdu.
Gözleri doldu.
İçinden bir ses, “Şimdi öldür onu!” diye haykırıyordu.
Ama hayır…
Kolay ölmeyi hak etmiyordu.
Acı çekmeden, asla!
“Soyun Halil!”
“Anlamadım ağam?”
“Soyun diyorum! Hemen!”
“Ama ağam—”
“Sen soyun, yoksa ben seni soyacağım!”
Halil, sustu.
Sessizce üzerini çıkardı.
Ardıl, Halil’in gömleğini alıp Nare’yi yavaşça giydirdi.
Sonra kucağına aldı, odadan çıktı.
Merdivenleri inerken adamlarına döndü:
“Baver’i Mardin’deki depolardan birine götürün.
Kimseye görünmeyecek!”
“Ağam, bir şey soracağım…”
“Ne var Halil?”
“Ben böyle donla mı gezeceğim?”
“Kes sesini Halil!”
“Ama ağam—”
“Ya sen kesersin ya ben keserim!”
Halil sustu.
🚗
YOLDA…
Ardıl, Nare’yi arabanın arka koltuğuna yatırdı.
Teypte Ahmet Kaya çalıyordu:
“Şiire Gazele…”
Ardıl, sesiyle şarkıya eşlik ediyordu.
Nare, o tanıdık sesle gözlerini araladı.
“Ardıl… yüreğimdeki ateşim…”
Ardıl arabayı kenara çekti. Yanına geçti.
Nare nefes almak istedi.
Birlikte dışarı çıktılar.
Ve şarkı başa sardı…
“Gelmişsin, bulmuşsun, gelmişsin Ardıl…”
Ardıl, Nare’nin yüzünü elleriyle sardı:
“Geldim Safir gözlüm… geldim Narem…
Nerede olursan ol, seni bulurum.
Ne olursa olsun, seni korurum.
Senin bir tel saçına, gözünden düşecek tek damlaya…
Dünyayı yakarım ben.”
Nare’nin gözleri doldu:
“Çok korktum Ardılım…
Benden vazgeçersin diye…
Nefret edersin diye çok korktum…”
“Vazgeçmem Narem…
Sen benim kıyametin ortasında âşık olduğumsun.
İlk aşkımsın.
Tek sevdam…
Ben Doğuysam, sen güneşsin.
Ben Fıratsam, sen Dicle’sin.
Sen yoksan ben yokum…
Varlığımın anlamı sensin.”
“Seni çok seviyorum…
Varlığın bana en büyük şükür sebebi…
Bitti mi Ardılım? Kavuştuk mu?
Mutlu olacak mıyız?”
“Olacağız, Safir gözlüm…
Bak yanımdasın, kollarımdasın.
Seni kimse benden alamaz artık…”
O an, Ahmet Kaya’nın sesi yükseldi:
“Bunu da bilmerem…
Sensiz men gülmerem…
Könlümü veremem…
Hiçkese men könlümü veremem…”
—
🔫
VE…
Üç el silah sesi yankılandı.
Diyarbakır’ın taşlı sokaklarında bir anlık sessizlik oldu.
Ardıl, Nare’nin gözlerine son kez baktı…
Sonra yavaşça yere yığıldı.
Nare, dizlerinin üzerine çöktü.
Gözlerinden yaş değil…
Bir ömrün çığlığı aktı.
“ARDIIIIIIIIIIIL!”
Çığlığı, Diyarbakır’ın taş sokaklarında yankılandı.
Her taş, her duvar, her yürek titredi.
O ses, bir kadının canının koparılışıydı.
Gözlerini kaldırdığında, karanlıktan üç adam çıkıyordu.
Takım elbiseli, gözleri simsiyah…
En öndekinin gözlerine baktığında içi yandı.
Ve bir kez daha…
“ARDIIIIIIIL!” diye haykırdı.
Bu kez, bir ömrü değil…
Bir şehri yıktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |