6. Bölüm
Sude / DOĞUNUN GÜNEŞİ : SAFİR / 5.BÖLÜM

5.BÖLÜM

Sude
blackmamba

Sadece “Abi…” diyebildi Nare.

 

Sesindeki titrek yankı, gecenin sessizliğine gömüldü. Önünde, kanlar içinde yatan Ardıl… Yüzü solgundu, gözleri aralıktı ama hâlâ onu görüyordu. O an zaman durdu sanki. Nefesi daraldı Nare’nin, göğsü sıkıştı. Dizlerinin bağı çözüldü, yığıldı yanına.

 

Arkasında ise Baver’in babası ve abisi, Azad Boran duruyordu. Yüzlerinde yılların intikamı, gözlerinde ise soğuk bir kararlılık vardı.

 

Nare’nin aklı karışmıştı, yüreği parçalanmıştı. Ne bağıracak gücü vardı, ne de kaçacak takati. Ardıl’a doğru bir adım atmak istedi ama Baver’in abisi kolunu yakalayıp sertçe kaldırdı.

 

Küçük bir çocuk gibi savruldu Nare. Direndi ama nafile… Çünkü içindeki tüm güç, o kanlı toprağa akmıştı Ardıl’la birlikte. Sadece gözleriyle vedalaşabildi, sadece bakışlarıyla haykırabildi.

 

Yaşlı gözlerle Ardıl’a son kez bakarken, bedeni ağır ağır çöktü yere. Kalbi çoktan kırılmış, umutları çoktan sönmüştü.

 

O sırada…

Vurulduğunu duyan Diren Şanlı, can havliyle yola çıkmıştı Dağları, yolları ardında bırakıp abisini bulduğunda, Ardıl artık gözlerini kapatmak üzereydi.

 

“Abi!” diye bağırdı Diren, kan içinde yatan ağabeyinin başını dizlerine alırken.

“Konuş abi… Lütfen gözlerini kapatma!”

 

Ardıl, zorlukla açtı gözlerini. Göz bebekleri yavaş yavaş soluyordu. Kanı, Diren’in ellerine bulaşmıştı.

 

“Nare…” dedi sadece. Dudaklarından dökülen son kelime onun adıydı. Ve sonra… sessizlik…

 

 

 

Nare gözlerini açtığında, boğucu bir karanlıkla karşılaştı. Etrafı, tavandan duvarlara kadar uzanan örümcek ağlarıyla kaplıydı. Hava ağırdı, nefes almak zor, umut etmek ise neredeyse imkânsızdı.

 

Ellerinden ve ayaklarından sıkıca bağlanmıştı. Azığı bantlanmıştı, ne yardım çağırabilir ne de acısını haykırabilirdi. Tüm bedeni ağrıyordu, ama en çok canı yanıyordu.

 

Nerede olduğunu bilmiyordu. Zaman kavramı silinmiş, ışıkla bağları kopmuştu. Tek bir düşünce vardı aklında, tek bir isim çınlıyordu ruhunda: Ardıl.

 

“Allah’ım…” diye geçirdi içinden.

“Ne olur… Ne olur onu alma benden. Bir mucize varsa, onu şimdi gönder. Ardıl’a güç ver. Ayağa kalksın. Dönsün… Bana dönsün.”

 

Gözlerinden yaşlar süzüldü. Sessiz, çaresiz, ama derinden gelen bir duala…

Her şeyin sustuğu o odada, sadece kalbinin sesi yankılanıyordu:

“Ardıl, ne olur ölme…”

Narenin zihninde bir kıvılcım çaktı. Gözlerini kapattı… Ve o anı hatırladı:

Berdel görüşmesinde, ilk kez karşılaştıklarında…

Ardıl siyah ceketinin içinden usulca başını kaldırmış, göz göze geldiklerinde zaman durmuştu.

 

Sanki dünya sadece onların etrafında dönmüştü. Nare, yıllarca duyduğu düşmanlık sözlerinin, Ardıl’ın bir bakışıyla anlamını yitirdiğini hissetmişti. Ve o gün, kalbine kazınan o bakış, şimdi içini acıtıyordu.

 

“Bitti mi her şey?” diye düşündü.

“Yoksa bir umut hâlâ var mı?”

 

Kendine gelmek zorundaydı. İçinde kıpırdayan bir güç, ona direnmesi gerektiğini söylüyordu. Ardıl için… Onların yarım kalan hikâyesi için.

 

Ayak bileğini hafifçe döndürdü. Halatlar gevşemese de, çözülmeyecek kadar sıkı da değildi. Belki biraz zaman, biraz sabır…

Aynı saatlerde, Şanlı Aşireti’nin sınırında, Diren Şanlı elleri kan içinde oturuyordu. Abisinin kanı hâlâ ellerindeydi. Ama gözleri kararlıydı.

 

“Nare de yok…” dedi.

“Onu da almışlar. Ama bu kez kimseye acımayacağım.”

Abime bu yaptıklarına susmayacağım.

Diren, Ardıl’ın eşyalarını toparladı. Arabasını hazırladı. Ve gece boyunca sürecek bir yolculuğa çıktı. Onun kalbi bir savaşçı gibi değil, bir kardeş gibi atıyordu artık. Abisinin kanı yerde kalmayacak, Nareyi sağ salim abisinin yanına getirecekti . Ne pahasına olursa olsun.

 

Şanlı Konağı’nın avlusu, kanla karışmış telaşla çalkalanıyordu. Ardıl, kurşun yarasıyla getirildiğinde, içeride bir ölüm sessizliği hakimdi. Doktorlar ve aile fertleri etrafında koşuştururken, herkesin aklında aynı soru yankılanıyordu:

“Ya kurtulamazsa?”

 

O sırada konağın büyük kapısında bir karmaşa oldu. Yorgun, toz toprak içinde biri geliyordu: Halil. Üzerinde ipek işlemeli, bol gelen, yere kadar uzanan bir gelinlik vardı.

 

Görenler şaşkına döndü. Ama Halil’in umurunda değildi. Yüzü solgundu, gözleri kıpkırmızı. Nefes nefese konağın ortasına kadar koştu. Gelinliğin kabarık tarlatanı sendeleyerek yürümesine sebep oluyordu.

 

“Ağam nerede?! Nerede benim Ardıl ağam!”

 

Herkes bir an sustu. Ardıl’ın dayısı mendiliyle gözünü silerken Halil’i görünce neye uğradığını şaşırdı.

 

Halil ortada durdu, saçları terden alnına yapışmıştı.

“Ağam nerde ağam?! Şu koca konağın içinde bana bir cevap veren yok mu!”

 

Koşarak dizlerinin üzerine düştü, eteğin tarlatandan dolayı diz üstüne oturması da zor oldu, neredeyse sırtüstü yuvarlanacaktı.

 

Ellerini açtı göğe:

“Allah’ım! Gönlüm geniş, elbisem dar! Benden al, ağama ver! Bu gelinlik benim değil belki ama niyetim helal!”

“Allah’ım… Ne olur, benden al… Canımı al… Onu bana bağışla. Ağamı alırsan ben neyim? N’olur canımı ver ağama… Onu başımızdan eksik etme!”

 

Etekleri çamura bulanmıştı. Parmaklarıyla toprağı kazıdı.

“İçime zor bela girdi bu lanet elbise… Bu gelinlik, onun sevdiği kadına aitti. Gerekirse onun yerine ben giyerim kefeni… Ama yeter ki Ağam yaşasın!”

Günler mi geçmişti, saatler mi… Nare artık sayamıyordu. Açlık, yorgunluk ve korku arasında gidip gelirken, zihnindeki tek ışık Ardıl’dı.

 

Bağlı olduğu halatları incelerken, her seferinde bileğindeki kesiklere aldırmadan kıpırdandı. Tırnaklarıyla bir çiviyi gevşetmeyi başarmıştı daha önce. Ve bu gece, karanlığın içinde bir umut kadar sessiz ama kararlıydı.

 

Ayağındaki bağı sürükleyerek bir kenardaki paslı demire ulaştı. Her kıvılcım, içindeki cesareti körüklüyordu. Terle karışmış kan, alnından süzülürken, “Bir daha Ardıl’ın yüzünü göremezsem, ölsem de fark etmez.” diye geçirdi içinden.

 

Sonunda sol bileğini serbest bıraktı. Nefesi hızlandı. Ama tam o sırada, demir kapının dışında ayak sesleri duyuldu. Bir görevli nöbet değişimine geliyordu. Nare tekrar yerine yattı, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

“Henüz değil…”

Diğer yanda, Azad Boran ellerini arkasında birleştirmiş, odanın içinde dolaşıyordu.

Yanındaki adama döndü:

“Ardıl ölmedi diyorsun?”

 

“Hayır. Yaşıyor olabilir… Diren Şanlı onu kurtarmış.”

 

Azad’ın gözleri kısıldı. Soğuk bir tebessüm yayıldı yüzüne.

“O hâlde Nare’nin yaşaması da anlamlı. Onları birbirlerine kavuşacak kadar yaşatalım. Ama sevinçlerini göğüslerinde mezara gömelim.”

 

Yüzü öfkeyle gerildi.

“Ardıl yaşasa da, ondan geriye sadece acı kalsın istiyorum.”

 

Diren, geceleri saklanarak dolaşıyor, aşiret içindeki bağlantılarından bilgi toplamaya çalışıyordu. Yalnız değildi ona çocukluk arkadaşlarından biri, Miran, yardım ediyordu.

 

“Azad’ın eski deposunda ışık görmüşler,” dedi Miran.

“Orası yıllardır kapalıydı. Birinin ya da birinin tutsak tutulduğuna eminim.”

 

Diren, abisinin yüzünü düşündü. Sonra Nare’nin hüzünlü bakışlarını.

“Eğer oradaysa… bu gece bitecek bu iş. Ne Abisinin kanı yerde kalacak, ne Nare tek başına kalacak.”

 

Arabaya bindi silahını beline taktı. Gecenin sessizliği, içindeki fırtınayı dindiremezdi artık.

 

Gece yarısıydı. Nare artık bir elini çözmüştü. Ayaklarını gevşetmeye çalışırken dışarıdan bir fısıltı geldi.

Kapının önünde bir gölge belirdi.

Sonra fısıltı netleşti:

“Nare… yenge orada mısın? Benim, Diren.”

 

Nare’nin gözleri büyüdü.

Boğuk bir sesle, “Buradayım,” dedi.

Kapı hızla açıldı. Diren, telefonun ışığıyla nefes nefese içeri girdi.

 

Nare’nin halini görünce gözleri doldu.

“Yetiştim…” dedi, “Seni almadan hiçbir yere gitmem.”Seni abime götüreceğim.

 

Ama o sırada dışarıdan silah sesleri duyuldu. Azad Boran’ın adamları, takipteydi.

 

Diren, Nare’yi sırtladı. Karanlık koridorlardan hızla çıkarlarken, peşlerinde yankılanan ayak sesleri, zamanla yarıştıklarını söylüyordu. Nare, ilk kez bu kadar yakındı kurtuluşa.

 

Ama o an, bir kurşun Diren’in omzunu sıyırdı. Nare çığlık attı.

“Beni bırak!” dedi.

Ama Diren başını iki yana salladı.

“Abim seni bekliyor… Bunu ona borçluyum.”

Babam öldükten sonra abim bana babalık yaptı sen onun emanetisin seni ona götürmem şart yenge.

 

Kanlar içinde, ama kararlılıkla ilerlediler. Ve sonunda sabahın ilk ışıklarıyla dağın eteğine vardıklarında, özgürlük nefesi içlerine doldu.

 

Diren, yaralı hâline rağmen arabaya binmişti. Nare, arka koltukta direnin yanında ise miran vardı Nare bir yandan hâlâ hayatta olup olmadığını bilmediği Ardıl’ın ismini içinden tekrar ediyordu.

 

Güneş, dağların ardından doğarken Şanlı Aşireti’nin toprakları göründü. Kalabalık bir uğultu karşıladı onları. Nare’yi gören Diyar Şanlı gözyaşlarına boğuldu.

Senin yüzünden benim oğlum bu halde senin yüzünde defol evimden.

 

Daye şimdi sırası değil Nare abimin emaneti sırası değil.

 

Diren güçlükle yürüyordu, “Abim nerede?” diye sordu. Herkes susuyordu.

 

İçeri girerken bir hemşire elleriyle ağzını kapatmıştı. Annesi ağlıyordu. Ardıl hâlâ hayattaydı, ama komadaydı.

Ardıl, beyaz çarşafların altında, gözleri kapalı ama bedeni hâlâ savaşıyordu. Kalp monitörü düzenli ama zayıf sinyaller veriyordu.

 

Nare başucuna çöktü. Elini tuttu.

“Ben geldim…” dedi fısıltıyla.

“Söz verdiğim gibi döndüm. Sen de sözünü tut Ardıl. Gözlerini aç, beni bırakma…”

 

Gözyaşları parmaklarına düştü. Ardıl’ın parmakları hafifçe kıpırdadı. Bu, umudun işaretiydi. Küçük ama yeterli.

Azad, haberleri aldığında öfkeyle yumruğunu masaya indirdi.

“Ardıl yaşıyor. Nare kurtuldu. Bu böyle bitmez.”

 

Karanlık bir plan kurdu: Şanlı Aşireti’ne sızacak, içeriden biriyle anlaşarak Nare’yi bir kez daha alacaktı. Ancak bu defa kesinlikle Baverle evlenecek ve baverin karısı olacaktı.

 

Ama hesaba katmadığı bir şey vardı: Bu kez Şanlı Aşireti susmayacaktı.

 

 

Bölüm : 02.05.2025 16:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...