8. Bölüm
Sude / DOĞUNUN GÜNEŞİ : SAFİR / 7.BÖLÜM

7.BÖLÜM

Sude
blackmamba

Gecenin karanlığında, Şanlı Konağı’nın etrafında sessiz ama tetikte duran adamlar vardı. Her biri ağır silahlarla donanmış, çift taraflı telsizlerden gelen her fısıltıya karşı kulak kesilmişti. Ardıl, Nare’yi Baver’in elinden kurtardıktan sonra, onu güvenli bir yere getirmeden asla huzur bulamayacağını biliyordu. Bu yüzden konağın etrafına adeta bir kale gibi güvenlik hattı kuruldu. Hiçbir yabancı kuş bile konmazdı artık bu çatının üstüne.

 

Nare, konağın büyük taş avlusuna adım attığında gözleri dolmuştu. On yıl önce terk ettiği bu yer, hâlâ aynıydı. Ama içinde yaşattığı hisler… artık bambaşka.

 

Ardıl, Nare’nin elini tuttu. Parmakları, onun parmaklarının arasına usulca yerleşti. Birbirlerine baktılar, derin ve sessiz. Yılların hasreti, o bakışlarda yankılandı.

 

“Nare,” dedi Ardıl, sesi çatallaşmıştı. “Gözlerimi açtığımda ilk seni sordum. Yalnızca seni… On yıl boyunca karanlıkta sadece seni düşündüm.”

 

Nare’nin dudakları titredi. Gözyaşları sessizce süzüldü yanaklarından. Ardıl’ın avuçlarına kendi ellerini koydu, sonra cebinden bir şey çıkardı. Yıllarca sakladığı, geçmişin hatırası gibi kalbinde taşıdığı o yüzüğü…

 

Safir taşlı, Ardıl’ın ona yıllar önce verdiği yüzük…

 

“Hiç çıkarmadım,” dedi Nare kısık bir sesle. “Ne yaşarsam yaşayayım, kalbimden seni sökemedim. Bu yüzüğü de…”

 

Ardıl, gözlerini kaçırmadı. Elini kaldırdı ve Nare’nin saçlarını usulca kulağının arkasına itti. “Seni kaybettiğim gün, kalbim sustu. Şimdi… yeniden atıyor.”

 

İkisi de suskundu. Ama bedenleri konuşuyordu. Nare’nin gözleri, Ardıl’ın yüzünde gezinirken, onun elmacık kemiklerini, dudak çizgilerini ezbere çizer gibiydi. Ardıl, Nare’yi usulca kendine çekti. Aralarındaki mesafe eridi. Nefesleri birbirine karıştı. Ardıl’ın parmak uçları, Nare’nin omzuna dokunduğunda, Nare ürperdi. Bu bir yakınlaşma değildi sadece… Bu, iki kalbin birbirine tekrar tutunmasıydı.

 

“Artık ayrılık yok,” dedi Ardıl. “Sana dokunamadan geçirdiğim her dakika haramdı bana. Bu sefer, vazgeçmeyeceğim.”

 

Nare’nin elleri Ardıl’ın göğsüne yerleşti. Tüm kalbiyle hissetti onu. “Ben de,” dedi. “Bu sefer, ölüm bile ayıramaz bizi.”

 

O gece, yıldızlar sanki sadece onların üzerine doğmuştu. Konağın taş duvarları arasında yankılanan tek şey, birbirlerine fısıldadıkları sevda cümleleriydi.

 

Ama sabah, gerçeklik geri döndü.

 

Taş duvarlardan oluşan eski bir depo… şimdi Şanlıların en büyük düşmanını diz çöktürdükleri yerdi. Loş bir ampul sarkıyordu tavandan, ışığı titrek bir şekilde yanıyor, odanın içini bulanık sarıya boyuyordu. Zincir sesleri yankılandı odada; Baver ellerinden ve ayaklarından bağlanmıştı. Üstü başı paramparça, yüzü kan içinde. Nefes alışı düzensizdi, burnu kırık, dudağı patlaktı. Ama hâlâ gururundan bir şey kaybetmemişti; gözlerinde kin, dudaklarında alaycı bir sırıtış vardı.

Ardıl’ın sadık adamlarından Cemal karşısındaydı.

 

“Konuşmayacaksan, acının başka dilini kullanırız Baver. Ardıl Ağa sabırlıdır ama biz değiliz.”

 

Baver kanlı dişleriyle sırıttı. “O kadın bana aitti. Siz o aşkı anlayamazsınız.”

 

Tam o sırada zindana Ardıl indi. Üzerinde sade siyah bir gömlek vardı ama bakışları ölüm gibi karaydı. Baver gözlerini kaldırdı, boğuk bir sesle fısıldadı:

 

“Aşk için mi yapıyorsun bunu? Nare… sende bir fazlalık Ardıl. Nare, benim eşyamdı!”

 

Ardıl’ın yüzü gerildi. Halil, içinden “Eyvah…” dedi ama geç kaldı.

 

Ardıl, elindeki deri kemeri Baver’in sırtına geçirdi. Baver inledi, vücudu öne eğildi.

Baver’in sırtı ikinci darbede parçalanmıştı neredeyse. Halil biraz huzursuzlandı, ama ses etmedi. Ardıl, ağır ağır yere eğildi, Baver’in göz hizasına geldi.

 

“Gözlerin hâlâ açık. Demek ki yeterince acı çekmemişsin,” dedi , soğukkanlı bir sesle. Elindeki bıçağı Baver’in yanına bıraktı, ama dokunmadı. Onun gözlerinin içine baktı. “Nare’ye yaptığın her şeyi, satır satır ödeyeceksin.”

“Ben ölmedim, Baver,” dedi kısık sesle. “On yıl sustum, ama artık her kelimem kan olacak.”

 

Halil devreye girdi, bir elinde pense, diğerinde tırnak sökücü…

 

“Ağam, müsaade edersen… ‘dilinin altında ne varmış’ bakalım.”

 

Ardıl, Halil’e hafifçe başıyla işaret etti. “İki parmağını kullan, fazla konuşamasın.”

 

Halil, keyifle işe koyuldu. Baver çığlık atarken, konağın duvarları yankılandı. Halil dişlerinin arasından fısıldadı:

“Şanlılara kim dokunurmuş, bir de pratik gösteriyle anlatalım.”

 

“O dişlerinin her biri, Safir gözlümün bir gözyaşına denk Halil. Ona göre davran.”

 

Halil, çenesini sıktı. Ardıl’dan aldığı bu görevi ‘özenle’ yerine getirecekti. Önce bir tabureye oturdu. Sanki sohbet edecekmiş gibi yaklaştı Baver’e.

 

“Vay vay vay… Şu Allah’ın işine bak,” dedi. “Bir zamanlar kendini dağların lordu sanan Baver Ağa, şimdi çürük bir sandalyeye bağlı.”

 

Baver, kanlı dudaklarını araladı, sesi çatallaştı: “Sen… bir… hiçsin…”

 

Halil eğildi. Nefesini Baver’in kulağına doğru bıraktı. “Hiçler, bazen cehennemin bekçisi olurmuş… Sana göstereyim mi?”

 

Elindeki kerpeteni bir kez tıklattı. Ardından ciddileşti. “Önce yalan dişlerinden başlıyorum… Sonra da sırlarını çekip çıkaracağım.”

 

Baver dişlerini sıkmak isterken Halil hızlı davrandı. Alt çenedeki bir dişi tutup çevirdi. Metalin kemiğe baskısıyla birlikte odada tok bir çatırtı yankılandı. Baver’in boğuk bir çığlığı odanın duvarlarını dövdü.

 

Halil hiç acele etmedi. “İki numara çıktı. Geriye yirmi dokuz kalmış. Dayanırsan Guinness’e yazarım seni.”

 

Üçüncü dişte biraz zorlandı. Kerpeteni bırakıp eldivenlerini çıkardı. Yüzünde bıçak sırtı bir tebessüm belirdi.

 

“O kadar işkence ettin ki Nare yengeme, bu biraz bile değil. Ama ben adaletliyimdir. Çeneni parça pinçik etmeyeceğim. Diş diş alacağım, yavaş yavaş… Tadını çıkara çıkara.”

 

Baver kan tükürdü. “Sen… sadece bir uşaksın… Ardıl’ın köpeğisin!”

 

Halil durdu. Gözleri ciddileşti. “Yanılıyorsun. Ardıl’ın uşakları bile senin ağalığından daha mert.”

 

Bir diş daha çıktı. Bu kez Baver bayılacak gibi oldu ama Halil, yanağını tokatladı. “Yok yok, daha yeni başladık. Uykun gelmesin.”

 

Kapının arkasında Diren ve iki adam daha nöbet tutuyordu. Diren bir an içeri bakmak istedi ama Halil’in sesi dışarı taştı:

 

“İçeri girme Diren Ağam ! Diş hekimiyle baş başa bir seanstayız!”

 

Ardıl, başka bir odada, Nare’nin saçlarına bakarken hafif bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Halil yine kendi tarzıyla intikam alıyordu. Ama bu intikam… temize çekilen bir geçmişti artık.

Nare’yi yavaşça alnından öptü. Ellerini beline doladı. Nare onun göğsüne yaslandı. Kalp atışları bir ritim tuttu. Zaman durmuştu. Dudakları birbirine yaklaşırken, on yıllık hasretin suskunluğu dile gelmeden çözülüyordu.

 

Nare’nin elleri Ardıl’ın yüzüne gitti. Parmaklarıyla iz bırakmış çizgileri yokladı. Gözlerinin kenarındaki acıyı, dudaklarının kenarındaki sertliği… sonra gülümsedi.

“Seninle yeniden başlamak, hiç başlamamış gibi… ama her şeyi bilerek… isterim.”

Ardıl, gözlerinin içine baktı. Parmaklarıyla kadının yanağındaki çizgiyi takip etti. “Artık sana gecikmiş hiçbir kelime kalmasın,” dedi. “Seni seviyorum, Nare. Ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, hangi acı önümüze çıkarsa çıksın… ben seni sevmekten vazgeçmeyeceğim.”

 

Nare, boğazına takılan bir düğümle gülümsedi. “Ben zaten hiç bırakmadım seni…”

 

Ardıl’ın dudakları, Nare’nin alnına, sonra gözlerine, sonra yanaklarına dokundu. Her öpücük bir yıllık özlemdi adeta. Nare’nin elleri, Ardıl’ın sırtında gezindiğinde, tenlerinin arasındaki sınırlar erimeye başladı. Zaman durmuştu.

 

Konağın dışındaki soğuk gecenin içinde, içeride iki kalp birbirine dokunuyordu. Nare, Ardıl’ın gömleğini yavaşça açtı. Onun bedenindeki izlere, yılların bıraktığı yaralara dokundu. Gözleri doldu. “Sana kim ne yaptıysa, izlerini silmek istiyorum.”

 

Ardıl onun saçlarını araladı, kulaklarına fısıldadı:

“Sen bana sadece dokun… tüm geçmiş kendiliğinden susar.”

 

Ardıl’ın elleri, Nare’nin belinden sırtına, oradan kalbinin üstüne gitti. Kalbi öylesine çarpıyordu ki, onun her atışı Ardıl’ın adını söylüyordu sanki. Tenler birleştiğinde, iki yalnızlık birbirini bulmuştu artık.

Gecenin en sessiz anında, perdelerden sızan ay ışığı, Nare’nin yüzüne düşmüştü. Ardıl, onun uyuyuşunu izlerken sanki zaman duruyordu. Parmak uçlarıyla saçlarını okşadı, alnına bir öpücük kondurdu. Gözlerini ayıramıyordu… Sanki bir an bakmazsa, her şeyin bir rüya olduğunu anlayacak ve o yeniden kaybolacaktı.

 

Nare, gözlerini hafifçe araladı. Ardıl’ın gözleriyle karşılaştı. Yüzünde o tanıdık, yıllar öncesinden kalma kırık bir tebessüm vardı.

 

“Uyumadın mı?” diye sordu fısıltıyla.

 

“Senin yanındayken zaman kıymetli,” dedi Ardıl. “Bir saniyesini bile kaçırmak istemem.”

 

Nare, kendini onun göğsüne yasladı. Ardıl’ın kalbinin sesi, huzurla atan bir melodiydi. İçindeki tüm fırtınaları susturuyordu.

 

“Sen yokken,” dedi Nare, “geceler kabustu. Bazen bir ses duyardım, sana benzeyen… ama döndüğümde karanlıktan başka bir şey bulamazdım. O kadar çok kez seni çağırdım ki, artık sesim kendime bile yabancıydı.”

 

Ardıl, gözlerini sıkıca kapattı. “Beni affet… o karanlığın içinde sana dokunamadığım her saniye için, seni koruyamadığım her an için…”

 

Nare parmak ucuyla onun dudaklarına dokundu. “Sus. Suçlu değilsin. Sen yaşıyorsun ya… bu bana yeter. Kalbim seni hiç bırakmadı. Ben seni her gün bekledim.”

 

Ardıl, onu yeniden kollarının arasına aldı. O an ikisi için zaman değil, hissettikleri önemliydi. Yıllar sonra, bedenleri birbirine sarılırken ruhları da yaralarını sarıyordu. Birbirlerinin tenine, nefesine, varlığına tutunarak yeniden doğuyorlardı.

Sabaha kadar bir daha hiç konuşmadılar. Kelimelerin hükmü yoktu artık. Sessizlik, onları saran en güzel dil olmuştu. Sadece nefeslerini, kalp atışlarını ve zamanın ağır ağır onları birbirine mühürleyişini duydular.

Güneş doğarken konağın üzerinde ağır bir sessizlik hakimdi. Ama bu sessizlik, yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisiydi. Ardıl, uykusuz gözlerle bahçeye çıktı. Elinde kahvesi, gözleri sabaha değil geçmişe uyanıyordu. On yıl boyunca zihninin içindeki karanlıkta sadece Nare’yi görmüştü. Şimdi o karanlık aydınlanmıştı ama içinde hâlâ dinmeyen bir öfke vardı.

 

Yavaş adımlarla avlunun köşesindeki bodrum girişine yöneldi. Demir kapının önünde iki silahlı adam bekliyordu. Kapı aralandığında içeri yoğun bir rutubet kokusu yayıldı. Baver, zincirlenmiş elleriyle köşeye kıvrılmıştı. Saçı sakalı birbirine karışmış, gözleri çukurlaşmıştı. Ama o hala alaycı bir gülümsemeyle başını kaldırdı.

 

“Uyandın mı, Şanlı?” dedi sesi kısık ama iğneleyiciydi.

 

Ardıl sessizce yaklaştı, diz çökerek yüzüne baktı.

“Uyandım,” dedi. “Ama senin için kabus yeni başlıyor.”

Halil arkadan içeri uzandı:

 

— Ağam, fazla yaklaşma, pisliğin hâlâ birkaç dişi yerinde…

 

Ardıl bir şey söylemeden Halil’e elini kaldırdı. Halil geri çekildi.

 

Ardıl ağır adımlarla yaklaştı, Baver’in karşısına geçti. On yılın, ihanetin, kayıpların öfkesiyle doluydu. Nefesini tuttu bir an. Sonra bir anda, sessizliği bir tokat sesi böldü.

 

Baver’in başı yana savruldu.

 

Ardıl’ın sesi titremiyordu.

 

— Neyi başardın Baver? Neyi? On yıl boyunca bir kadını zindanda tutup her gün ona cehennemi yaşatmakla ne kazandığını sandın?

 

Baver güçlükle gülümsedi, dudaklarından kan süzüldü.

 

— Onu aldım senden… O yetmez mi?

 

Ardıl’ın gözleri karardı. Yumruğu Baver’in karnına indi. Baver sandalyede iki büklüm oldu. Ardıl eğildi, yüzüne yaklaştı:

 

— Ben onu aldım geri. Ve sen, o aldığını cehenneminle birlikte kaybettin.

 

Yumruklar art arda geldi, her biri yılların suskunluğunun, yitip giden on yılın ağırlığıydı. Ardıl nefes nefese kalana kadar vurdu. Halil sessizce duvara yaslanmıştı, her darbede içinden “ohh!” çekiyor ama ses etmiyordu.

 

Bir süre sonra Ardıl durdu. Ter içinde kalmıştı. Baver’in başı yana düşmüştü. Kan ve ter karışmıştı yüzüne. Ardıl soluyarak bir sandalye çekti ve karşısına oturdu. Ellerini dizlerine bastırdı, gözleri hâlâ yanıyordu.

 

— Neden Nare? Neden o kadar karanlık bir oyunun içine çektin onu? Ha?

 

Baver gözlerini yarı aralayarak baktı, sesi cılızdı:

 

— Çünkü onun acısı, senin kalbini parçalasın istedim. Tıpkı… benimki gibi.

 

O an Ardıl’ın içinde bir şey çatladı. Yumruklarını sıktı ama vurmadı. Gözleri bu kez nefretle değil, geçmişin ağırlığıyla doluydu.

 

— Kalbin yoktu senin… Olsaydı, bir kadına bunu yapmazdın.

 

Sonra eliyle bir işaret verdi. İçeri Halil girdi. Üzerinde kurumuş kan lekeleri olan önlüğüyle, elinde pense vardı.

“Efendim,” dedi, gözlerinde pırıltıyla, “önce üst dişleri mi alalım, altlardan mı başlayalım?”

 

Baver tiksintiyle baktı ama Ardıl’ın bakışlarındaki boşluk onu ürküttü.

“Konuşmadan önce öğrenmen gereken bir dil var: Acı.”

 

Halil öne eğildi, penseyi Baver’in ağzına yaklaştırdı. İlk çıtırtıyla birlikte bağıran Baver’in sesi bodrumu doldurdu. Ardıl sadece izledi.

“Bu sadece ilk ders, Baver,” dedi. “Her çığlığın, Nare’nin çektiği her acıya bir cevaptır.”

 

İki saat boyunca ses çıkmadı. Ardıl, soğuk bir taş gibi izledi. Sonunda Halil yanına geldi, eldivenlerini çıkarıyordu.

“Ağam, adam dişsiz kaldı ama hâlâ bakışları inatçı.”

 

Ardıl gözlerini kıstı.

“Henüz bitmedi.”

Depoda sessizlik çöktü. Sadece Baver’in zayıf inlemeleri duyuluyordu. Ardıl kalktı, Halil’e döndü.

 

— Yarasına pansuman yapın… Ama hiçbir acısını dindirmeyin.

 

Halil sırıtarak yaklaştı:

— Merak etme ağam, öyle bir pansuman yaparız ki… acının kreması olur bu!

 

Ardıl, başını çevirip çıktı. Kapı arkasından kilitlendiğinde, içeride sadece Baver’in çöküşü ve Halil’in alaycı fısıltısı kaldı:

 

— Sıra daha yeni başlıyor, Baver…


 

Konağın arka bahçesinde Nare, çiçeklerin arasında oturmuş, eski bir defteri karıştırıyordu. Ardıl geldiğinde ona gülümsedi.

“Kan kokusu üstünde, Ardıl.”

 

Ardıl yanına oturdu.

“Temizlenir. Ama içimdeki koku… on yılın ihaneti kolay geçmiyor.”

 

Nare elini tuttu.

“İntikamın beni geri getirmedi. Ama senin varlığın, bana yeniden yaşamayı öğretti.”

 

Bir an sessizlik oldu. Ardıl ona döndü.

“Sana dokunamadığım her gece, içimde bir parçam daha öldü. Şimdi yeniden nefes alıyorum. Ama tam değil… bir şey eksik.”

 

“Ne?” diye fısıldadı Nare.

 

“Adalet.”

 

Nare onun gözlerine baktı.

“Adalet, intikamla değil, geçmişin içindeki karanlığı bırakmakla gelir. Ama biliyorum… bunu durduramam. Çünkü senin yolun bu. Ve ben yanında olacağım.”

 

Akşam, Şanlı Konağı’nın avlusu…

Gökyüzü lacivertin en koyusuna bürünmüş, yıldızlar utangaçça parlıyordu. Konağın avlusunda büyük masalar kurulmuş, her şey en ince detayına kadar düşünülmüştü. Gümüş tepsilerde sıralanan meyveler, dumanı tüten tandır ekmekleri ve yöresel yemekler sofrayı adeta bir ziyafete çevirmişti.

 

Ardıl Şanlı, başköşede oturuyordu. Sert çehresi, geçirdiği onca acının izini taşıyordu. Yanında Nare… Sanki her şeyiyle ona yaslanmış gibiydi. Birlikte geçirdikleri son günlerin izleri gözlerinde gizliydi. Ardıl’ın eli, Nare’nin eline dokunmadan duramıyordu; her dokunuşunda sanki yılların hasreti biraz daha siliniyordu.

 

Diyar Şanlı ve Diren, karşılarında oturuyorlardı. Diren’in yanında çocukluk arkadaşı Miran da vardı; sessiz, gözlemci ve dikkatliydi. Halil ise hizmetlilere bağırıp çağırıyor, ne var ne yoksa koordine ediyordu. Herkesin yüzünde hem bir dinginlik hem de yaklaşan bir fırtınanın habercisi olan gerginlik vardı.

 

Tam o sırada konağın büyük kapısı ağır ağır açıldı. İçeriye zarif adımlarla bir adam girdi. Ardıl yerinden hafifçe doğruldu, gözleri adama kilitlendi. Diyar şaşkınlıkla başını çevirdi.

 

Diyar: “Bu… yoksa…”

 

Ardıl (ayağa kalkarak): “Arjin?”

 

Arjin Şanlı, yıllardır yurt dışında olan büyük ağabeyleri, eşi ve iki çocuğuyla birlikte konakta belirmişti. Elinde bavulları yoktu, ama bakışları bir yük taşıyordu. Çocukları utangaç bir şekilde etrafa bakarken, eşi başını eğmiş, yılların araya koyduğu sessizliği koruyordu.

 

Arjin:

“Sürpriz oldu galiba… Ama aile sofraları, insanı nereye savurursa savursun, sonunda dönüp geleceği yerdir.”

 

Nare’nin yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Ardıl ise kardeşine doğru birkaç adım attı. Göz göze geldiler. Kucaklaşmaları an meselesiydi.

 

Ardıl:

“On yıl oldu… Ama seni hala evin direği gibi görmek, iyi geldi.”

 

Arjin (bakışları Nare’ye kayarken):

“Ve sen… Ardıl’a nefes olmuşsun. Hoş geldin kardeşimize.”

 

Nare başını hafifçe eğdi, gözleri dolmuştu.

 

Diyar:

“Ee Halil, sofrayı büyüt de Arjin ağanın dönüşü şanına yakışsın!”

 

Halil koştur koştur sofranın başına geldi, elinde bakır bir sürahiyle.

 

Halil:

“Bu sefer devran döndü beyler! Şanlılar tamamlandıysa, düşmanlar düşünsün!”

 

Kahkahalar yükseldi. Ama herkesin içinde, Baran’dan gelen gizemli notların gölgesi hâlâ tazeydi. Ve bir şeyler, yine de eksikti. Bu gece, Şanlıların bir araya gelişiydi… Ama savaş daha yeni başlıyordu.

Masadan kalkılmış, geniş oturma salonuna geçilmişti. Odanın köşelerinde yanan loş lambalar, taş duvarlarda titrek gölgeler bırakıyor, içeride bir zamanlar eksik olan “aile” duygusunu yavaş yavaş geri getiriyordu. Arjin, eşi,Berfinve çocuklarıyla birlikte sedire oturmuş, Diren’le sohbet ediyordu. Berfin'in gözleri sürekli Nare’ye kayıyor, geçmişte duyduğu hikâyelerdeki kızı karşısında görmek ona tuhaf bir hüzün yüklüyordu.

 

Ardıl ise pencere kenarında durmuş, konağın avlusunu izliyordu. Dışarıda güvenlik çemberi iyice daraltılmış, devriye nöbetleri arttırılmıştı. On yıl komada kaldıktan sonra gözlerini açtığı bu hayatta, hiçbir şeyi riske atmak niyetinde değildi. Hele Nare’yi…

Halil :

“Ağam… Yine geldi. Yine not bırakmışlar.”

 

Ardıl notu aldı. Bu gizemli notlar, her defasında bir bilmece gibiydi. Baran’dan geliyordu. Henüz kim olduğu tam olarak çözülememiş, niyeti tam kestirilememiş o yabancıdan. Notta sadece şu yazıyordu:

 

“Her evin duvarı sıcaktır, ama her sıcaklık masum değildir. Gözünüzü dört açın. Gece olan, gündüze sızar.”

 

Ardıl derin bir nefes aldı. Halil’e döndü:

 

Ardıl:

“Bunu yazan ya içeriden biri… Ya da bizim her adımımızı izleyen bir hayalet.”

 

Halil, her zamanki tavrıyla işi şakaya vurdu:

 

Halil:

“Hayaletse bile yakalarız ağam. Bismillah’la girişiriz. Bacadan girse de çıkarırız.”

 

Arjin, notu duyunca ayağa kalktı. Gözleri ciddileşmişti.

 

Arjin:

“Bu kadar yakın olmasına rağmen kimse bir iz görmüyorsa, içeriden bir sızıntı olabilir. Bu konağın dışında olduğu kadar içinde de gözümüz olacak.”

 

O gece herkes erken dağıldı. Ama Ardıl ve Nare, uzun süre konuşmaya devam ettiler. Her geçen dakika onları biraz daha yaklaştırıyor, geçmişin kanlı hatıralarını konuşarak iyileştiriyorlardı.


DEVAM EDECEK…

 

Bölüm : 04.05.2025 19:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...