35. Bölüm

🩺 ELBRUZ 35. Bölüm 🩺

Neris
blackpearln

35. Bölüm

Karşımdaki adam sırıtmaya başladığında bende nezaketen gülümsedim. Eldivenleri elime geçirdiğimde oturan adama bakmadan elindeki kesikle ilgilenmeye başladım. “Adınız nedir?” Adamın sorusunu cevaplamadan önce dikkatle elindeki kesiği temizlemeye başladım. “Yaka kartımda yazıyor aslında ama.. Defne. Doktor Defne Mutlu ben.”

Adama baktığımda yüzündeki sırıtma hali devam ediyordu ve bu durum biraz rahatsız ediciydi. Dikişe başlamadan önce hemşirenin sağ yanıma getirdiği aletlere dönüp gerekli olanları aldım. “Ben Sky.” Adama bakmadan dikişlerini atmaya başladım. “Yabancı olduğunuz belli olmuyor. Türkçeniz gayet iyi.” Dikişleri bitirirken son dikişi de atıp bandajı yapıştırdım. “Uzun yıllardır Türklerle çalıştım.” Adam bana iyice yaklaşmaya çalıştığında geri çekilip kalktım. Eldivenlerimi çıkarıp çöpe atarken arkamdaki adama bakmadan konuşmaya başladım. “Dikişlerinize su değdirmemeye çalışın, en azından bir iki gün. Geçmiş olsun.”

Odadan çıkacağım sırada arkamdan duyduğum ses ile duraksadım. “Numaranı alabilir miyim Defne hanım?” Derin bir nefes alıp arkamı döndüğümde karşımda dikilen adama bakıp tek kaşımı kaldırdım. “Alamazsınız.” Karşımdaki adam üzerime doğru yürüdüğünde elimi kaldırıp onu durdurdum. “Size iyi günler.” diyerek acilden çıkıp odama doğru ilerledim.

Odama girdiğimde cebimden telefonumu çıkarıp annemlerin attığı mesajları tek tek kontrol ettim. Düğün için alışveriş yapıyorlardı. Annemin attığı ayakkabılara bakıp ikisini seçip annemleri yanıtladım. Alışverişlerle Denef ve Nehir teyzem ilgileniyordu, annemlerle bir grup kurmuşlar ve her alışverişte benim fikirlerimi alıyorlardı. Kahvemden bir yudum alıp mesajları incelemeye devam ettim. Kız isteme için bütün hazırlıkları aslında Elbruz’un ailesi yapıyordu ama bizde evdeki süslerle ilgileniyorduk.

Denef: Renk olarak maviyi düşündük. Böyle pastel mavi ve beyaz olabilir.

Olabilir maviyi severim. Gerçi elbisemin ne renk olacağını bilmiyorum

Denef: Biz konuştuk aslında Elbruz bize kardeşinin numarasını verdi. Biz her şeyi ayarlıyoruz.

Önüme konulan dosyalarla telefonumu kapatıp cebime attım. Gelen dosyaları imzalarken telefonum çaldığında bu sefer kim olduğuna bakmadan yanıtladım. “Alo, Defne nasılsın?” Telefondan gelen annemin sesi beni gülümsetmişti. “İyiyim anne, sen nasılsın?”

“İyiyim. Bir davetimiz var ve sana da davetiye ayarladım.” Kaşlarım çatıldığında elimdeki taburcu dosyasını kontrol etmediğim için kenara ayırdım. Dikkatim hem dosyada hem de telefondaydı. “Ne daveti?”

“Tıp bayramı için bir davet var. İzmir’de, bağışlar falan toplanacak. Belki senin hastanen için de biraz yardım toplarız. Ayrıca baban ve ben katılabiliriz.” Göz devirdim. Böyle partileri sevmiyorum ya illa ki bir yerden davet gelir. “Katılamam büyük ihtimalle. Zaten Trabzon’a gittik geldik derken hastaneyi çok boşladım.” Nazike tekrardan odama geldiğinde hızlıca ayaklanıp “Anne ben kapatıyorum. Hastam var sanırım.” Cevap beklemeden telefonu kapatıp acile indiğimde kadının yanına ilerledim. “Merhaba, geçmiş olsun.” Elindeki yanıkla ilgilenmeye başladım.

İki saat boyunca hastalarla ilgilendim. Odaya girdiğimde sandalyeye oturup, boynumu kütlettim ve rahat bir pozisyon aldım. Telefonum çaldığında önlüğümü cebimden çıkarıp açtım. “Efendim baba.”

“Acil bir durum var. Ne kadar hızlı gelebilirsin.” Oturduğum yerde dikleşip kalktım. “Yaralımız var. Barut timinin yanına götürüleceksin.” Odamdan hızlıca çıkıp hemşireye bir çanta gösterdim. Hemşire beni anında anlayıp her şeyi hazırlamaya başladı. “Yarası nerede?” Babam sıkıntılı gelen sesiyle “Bilmiyoruz.” dedi. Elbruz’a mı bir şey oldu acaba? Hemşireye dönüp “Ne olur olmaz adrenalin iğneleri de koy.” dedim. Hemşire gereken her şeyi hazırladığında hızlıca çantayı alıp kabanımı alıp dışarı çıktım. Alaya geldiğimde helikopter hazır bekliyordu. Babam beni karşıladığında beni birkaç askerin yanına götürdü. “Seni orada karşılayacaklar. Barut karşılayacak.” Onu başımla onaylayıp helikoptere bindim.

 

🩺

 

“Komutanım, Kuzey komutanım sizi ve poyraz timini hemen harekat merkezinde istiyor.” Cemil’i onaylayıp ayaklandım. Hazırlığımı yaptıktan sonra timle harekat merkezinin önünde buluştuk. Hepsi selam verdiğinde sağ elimi kaldırıp rahatlamalarını işaret ettim. Ben içeri girdikten sonra tim de girmişti. Hep beraber selam verdik.

“Oturun.” Hepimiz aynı anda oturduk. “Operasyona çıkıyorsunuz, hazırlanın. Gerard denilen herifin bir başka adresine ulaştık. Öğrendiğimize göre bu adreste uyuşturucu depolanıyor. Bu depoyu patlatmak Gerard kod adlı şahsın örgüte getireceği maddi desteğin önüne geçecek. Barut timi de üç saat önce bir mühimmat deposunu ele geçirmeye gitti. Sizde bu depo görevini başarıyla tamamlayacaksınız.” Önümdeki dosyaya bakmaya tenezzül dahi etmedim. Komutan zaten gerekli bilgiyi bize veriyordu. “Helikopter sizi gideceğiniz bölgenin yakınlarına bırakacak. Allah yardımcınız olsun.”

“Sağ ol!” Hepimiz harekat merkezinden çıkıp hazırlanmaya başladık. Defne’ye ufak bir bilgi mesajı attım. Bu aralar yeni birinin peşindeydik. Helikoptere bindiğimizde başımı geriye yaslayıp etrafa bakmaya başladım. Bu Gerard denilen herif yeni çıkmıştı. Ayak işlerini yaptırdığı elemanları bir bir aldıktan sonra yerlerine yenisini koyana kadar işlerin başına geçmişti. Bir buçuk yıl önce karşıma aldığım küpeli, ardından Miro ve daha niceleri... Bıkmıyorlardı tabii bizde bıkmıyoruz. Önceki beni düşündüğüm zaman kaybedecek bir şeyim yoktu. Ailem hariç ölümünden korktuğum kimsem yoktu. Şimdi ise Defne vardı, imam nikahlı karım... Ailemin aksine bana çok yakındı. Dikkat çekici bir kadındı, üstelik buralarda da nişanlım olarak biliniyordu. Bu ise onun canını daha da tehlikeye atan bir durum. Miro denilen onursuz hayvan bile pişkin pişkin karşıma geçip Defne konusunda beni tebrik etmişti. Defne’yi korumak gün geçtikçe daha da zorlaşıyordu. Neyse ki artık yanımda Kuzey Yarbay vardı.

“Komutanım Trabzon’da neler oldu detay verecek misiniz?” Murat’ın eğlenen sesi Barut’un bir şeyler anlattığını gösteriyordu. Bakışlarımı Murat’lara çevirdiğimde Fatih’in gülmemek için kendini kastığını görmüştüm. “Ne duydunuz?” Benim bunu dememle hepsi birden gülmeye başlamıştı. Gözlerimi sıkıca kapatıp silahımı sıktım. “Tabii ki de her şeyi... Dedikoducu kadınlar gibi oldu bu.” Fatih kahkahaların arasında “Komutanım sizi kovalamışlar tüfekle...” demişti. Taner de komutanı gibi gülmek istese de benden korkuyor olacaktı ki sessiz sessiz gülüyordu. “Bende seni öyle koşturacağım Fatih. Bakalım mermiden hızlı mı koşaysın.” Defne'nin ağzıyla söylediğim cümleye bu sefer bütün tim gülmüştük. Arada bir gülmek iyi geliyordu. Uğur silahını tutarken Fatih'e diktiği bakışlarını bozmadan ufak bir sırıtma eşliğinde “Komutanım bence dönünce bütün tim bi kebapçıya gidelim. Fatih ne zamandır komutanlarına yemek ısmarlamak istiyorum diyordu.” dediğinde Fatih ilk başta ne dediğini tam anlamamış ve Uğur komutanına heyecanla katılmıştı. “Evet komutanım hep beraber kebapçıya gidelim.” Murat’a baktığımda Murat ne demek istediğimi anlamış ve büyük bir zevkle saymaya başlamıştı. “Üç... İki... Bir...”

“Ana lan. Komutanım ben ısmarlayamam.” Fatih’in tuzağa düştüğünü anlaması bizi güldürmüştü. “Laf ağızdan bir kere çıkar aslan. Kebapçıya gitmek istedin, götüreceğiz ama sen yedireceksin. Haksız mıyım tim?” Hepsi aynı anda “Haklısınız komutanım.” dedi.

“İnişe son beş dakika.” Pilotun net sesi bizim sohbetimizi böldüğünde hepimiz son hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Kulaklığımı takıp silahımı kontrol ettim. “Poyraz birden, operatöre. Operatör beni duyuyor musun?” Kulaklığımdan Kuzey komutanın sesini bekledim. “Operatör dinlemede.” Helikopter alçalmaya başladığında bende ilk bilgiyi verdim. “Poyraz sahada.” Kapıyı aralayıp herkesin tek tek atlamasını bekledim, en sona kaldığımda bende indim ve helikopterin tekrar yükselmesini bekledik. En son benim işaretiyle herkes yürümeye başladı. “Süreyya konuma ulaşma süresi tahmini ne kadar?” Hakan anında “Hangi yoldan gittiğimize göre değişir. Bir yol iki saat diğeri üç. İki yolu da tuzaklara ihtimali yüksek ama iki saatlik yolda büyük ihtimalle monikalar duruyordur.” diyerek beni yanıtlamıştı.

İki kayanın arasına geldiğimizde plan yapabilmek için elimi havaya kaldırıp yumruk yaptım. Poyraz anında çevre kontrolü alırken bende düşünmeye başladım. “Ay tahmini kaç monika vardır?” Ayda silahı ile etrafı kontrol ederken telsizine dokunup sorumu yanıtladı. “Büyük ihtimalle monikalar azdır komutanım. Orayı korumak için teröristleri kullanırlar.” Hakan’ın açtığı haritaya bakarken bir yandan da hangi yol bizim için daha güvenli olurdu onu düşünüyordum. Hakan haritanın bana bir bölgeyi gösterdi. “Burası üç saatlik yol üzerinde ama pusu ihtimali yüksek bir bölge. Aşağıdan gidersek bir pusu durumunda direkt ortalarına düşeriz, dağlardan gidersek de yol yarım saat uzar.”

“Bence iki saatlik yolu kullanalım komutanım. Monikaları temizlemek bizi yormaz. Hem belli mi olur öğlen kebabına yetişiriz.” Taner’in bu dediğine gülümsedim. Asla doymuyorlardı. “Yunan hiç merak etme Geveze komutanın seni doyuracak.” Onlar kendi aralarında konuşurken bende kararımı verdim. “Poyraz, uzun yolu kullanıyoruz.” Benim ayaklanmalar hepsi ayarlanmıştır, beraber ilerlemeye başladık. Uzun yola saptığımız anda dağlardaki sessizlikte artmıştı. Yolun yarısını geçtiğimizde pusu ihtimaline karşı tedbirli ilerliyorduk. Dağlarda tuhaf bir sessizlik vardı. Ben durduğumda timde durdu. “Komutanım bence aşağıdan gidebiliriz. Pusu için hazırlanmış bir düzenek göremiyorum.” Taner en önde pusu için kontrol yapıyordu. Biz ise onu korumak adına dağları izliyorduk. En ufak bir yanlışlık birinin hayatına mal olabilirdi ve timdeki her askerin hayatı benim sorumluluğumdadır.

“Yukarıdan ilerlemeliyiz.” Hakan “Komutanım.” diyerek araya girdiğinde ona baktım. O da aşağıdan ilerlemenin bir sorun teşkil etmeyeceğine inanıyordu ama ben öyle düşünmüyordum. Yine de aşağıdan ilerlemeye başladık. Taner geriye doğru geçtiğinde bizde ilerlemeye başladık. Sessizce ve dikkatlice ilerliyorduk. Tek bir keleş sesi yankılandığında hepimiz bir anda eğilip mevzilendik. “Poyraz çıkarma kafayı!” Sikeyim burada böyle pusuya düşmüştük. Silahımı dikkatle iki kayanın arasına yerleştirip nişan aldım ve dikkatlice etrafı kontrol ettim. “Poyraz birden operatöre. Operatör kod kırmızı. Pusuya düşürüldük.”

“Komutanım Taner vuruldu!” Hamza’nın bu tek cümlesi hepimizi tedirgin etmeye yetmişti. Silahımı bırakıp yerimden dikkatle kalktım ve Taner’e doğru ilerlemeye çalıştım. Tekrardan biri silahını ateşlediğinde başımı eğip ilerlemeye başladım. Omzumda hissettiğim acıyla yutkundum, elimi sol omzuma götürdüğümde elime bulaşan kana baktım. “Komutanım ben iyiyim. Olduğunuz yerde kalın.” Taner’e ilerlemeyi bırakmadan devam ettim. Yanına geldiğimde ilk işim Taner’in yarasına bakmak oldu. Göğsündeki yara oldukça ciddiydi, kalbine denk gelen kurşun oldukça kritik bir yerdeydi. Hafifçe onu kendime çekip kurşun sırtından çıkmış mı diye kontrol ettim. “Yardım edecek olan var mı?” Hamza çaresiz bana bakıyordu, aklından geçen her şeyi az çok anlayabiliyordum. Murat hızlıca yanımıza geldiğinde kurşun sesleri yankılanmıştı. Kenara çekilip Murat’a izin verdim. Murat yavaşça Taner’in üniformasını açıp yarasına bakmaya başladı. Durumun ciddiyeti belliydi, gözlerim ona kaydığında başını sağa sola salladı. Haklıydım, Taner’in yaşaması oldukça düşük bir ihtimaldi. Murat’a yaklaşıp “Elinden ne geliyorsa onu yap.” diye fısıldadım.

“Hakan! Alay ile iletişime geç! Acil durum olduğunu söyle!” Tekrardan silahımın olduğu yere ilerleyip başına geçtim. “Komutanım en fazla yarım saat, en fazla yarım saat dayanabilir.” Nişan alıp sıktığım adam yere düşerken ben bir başkasına nişan aldım. Burayı ne kadar hızlı temizlersek Taner’i de o kadar hızlı hastaneye yetiştirebilirdik. “Poyraz! Atış serbest! Taner için temizleyin şurayı!” Poyraz emrimle herkesi tek tek indirmeye başlamıştı.

Uzun süre bu dağlarda sadece silah sesleri hakimdi. Yardıma ihtiyacımız vardı ama yardıma ulaşabilmemiz için buradan çıkmamız gerekiyordu. Murat, Taner’le ilgileniyordu. Taner’in durumu gittikçe kötüleşiyordu. “Komutanım alaydan haber var. En az bir saatlik mesafede bir tim varmış.” Murat’a baktığımda başını sağa sola salladı. Hakan’a dönüp “Hızlı gelmeleri gerekiyor. En azından on beş dakika.” Dikkatimi tekrardan karşımdaki adamlara çevirdim. “Komutanım son şarjör.” Hamza’dan gelen sesin ardından Uğur’dan da aynı ses gelmişti. Kendi şarjörümü kontrol ettiğimde son şarjörü kullandığımı fark ettim.

“Şarjörü biten tabancalarına geçsin. O da biterse yaklaşanı kasaturanızla indirin.” Kafasını çıkaranı son mermiye kadar indirdim. “Sikeyim.” Silahımı bir kenara bırakıp tabancayı çıkardım. Tekrardan nişan alarak hepsini indirmeye başladım.

“Komutanım Taner şoka giriyor.” Başımı arkaya çevirip Taner’le Murat’ın olduğu tarafa baktım. “Taner dayan aslanım!” Uğur son mermisini de kullanırken Taner’e sesleniyordu.

“Sırtını yasladığın askerlerini, arkadaşlarını kaybetmek çok büyük bir yük Kerem.” Kuzey komutanın söylediği bu cümlenin ağırlığını şu an daha iyi anlıyorum. Gözümün önünde bir askerimi kaybediyorum. Taner daha yirmi beşinde bir askerdi. Defne’yle yaşıttı, yaşayacak daha çok zamanı olmalı. “Poyraz timi kanlı bir timdir. Timin komutanlığını yapmak hayatından, timinden çok fazla fedakarlık yapmak demektir. Bu timin ağırlığını almak zordur evlat.” Kuzey komutan son ana kadar beni uyarmıştı. Hayata döndüğünü öğrendiğim andan itibaren konuştuğum tanıdığım adam sonuna kadar haklıydı. Önceki poyraz timinin askerleri, Hasan... Poyraz timi gerçekten de kanlı bir timdi. On askerini önceden ciddi bir patlamada şehit vermişti. Benim komutanı olduğum timde ise Hasan’ı şehit vermiştik. Sıradaki Taner olamaz. “Murat bir şey yap.”

“Komutanım elimden gelen bir şey yok.” Sinirle tabancamı bırakıp Murat’a doğru ilerledim. Yakasına yapıştığım Murat’ı sarsmaya başladım. “Ne demek yok lan?! Ben bir kişiyi daha kaybetmeyeceğim! Anladın mı lan?! Ben bir askerimi daha kaybetmeyeceğim!”

“Komutanım...” Hemen yanımdan gelen kısık sese doğru döndüm. Taner elini bana uzatıyordu. Hızlıca Murat’ı bırakıp Taner’in elini tuttum. “Aslanım dayanmak zorundasın.” Elimi sıktığında bizim silah seslerimiz de kesilmişti. Fatih elindeki el bombasını adamlara doğru fırlattı. Sol bacağımın yanında asılı duran kasaturamı çıkarıp elimde sıkıca tuttum. Sağ elim Taner’in elini tutuyordu. Sona geldik. Burada Taner’i bırakıp gidecek halimiz yoktu. Birden gelen silah sesleri ile başımı kaldırıp kayanın arkasından başımı çıkardım ve baktım. Telsizimden gelen kalın ses tanıdıktı. “On beş dakika demiştiniz değil mi? Kurt öldün mü lan korkudan?” Başımı kayaya yaslayıp güldüm. “O kadar korktum ki Barut. Altıma yaptım inanamazsın.”

“Barut hepiniz Kurt’tan uzak durun. Leş gibi kokmuştur orası.” Sinirlerim iyice bozulmuştu ve gülmeye başladım. Yanımdaki Taner’in elini sıktığımda “Geldiler aslanım. Dayan seni hastaneye yetiştireceğiz.” Taner titriyordu. Parkamı çıkarıp onun üstüne örttüm. Elini tekrar tuttuğumda elinin oldukça soğuk olduğunu görmüştüm. Barut ve timi hızlıca daha yukarıdan teröristlerin tepesine binmişti. “Doktor bizimle. Taner’e bakmak için geldi.” Defne burada mıydı? Başımı kaldırıp dağlarda göz gezdirmeye başladığımda Barut’un gülen sesi telsizden kulağıma geliyordu. “Doktor benimle komutan, sakin ol.”

Teröristler temizlendikten bir süre sonra Barut timi mevzilendiği yerlerden kalkıp bize doğru inmeye başladılar. Defne koşarak indiği gibi etrafta Taner’i aramaya başladı. Hızlıca Taner’i gösterdim. Defne hızlıca Taner’in başına geçip Murat’la beraber ona müdahale etmeye başladı. “Murat neler verdin ilaç olarak?” Onlar müdahaleyle uğraşırken bende arkamı dönüp etrafı koruma altına alan time baktım. Barut benim yanıma geldi “Barut yukarıda mevzilendi. Aşağısı da poyraz timine emanet. Mühimmatları getirdik.” Onu başımla onayladım. Taner’i kurtaralım da başka bir şey istemiyorum. Barut elini omzuma koyup sıvazladı. “İyi olacak. Taner dayanıklı bir askerdir.”

“Elbruz böyle olmaz. Dayanamaz, bir an önce hastaneye gitmeli.” Bakışlarımı Defne’den çekip Barut’a baktım. “Helikopter buraya ne kadar sürede gelir?” Barut etrafa bakıp başını sağa sola salladı. Helikopterin buraya gelmesi oldukça riskli bir konuydu. Defne’ye dönüp helikopterin buraya inemeyeceğini söyleyeceğimde Defne bütün dikkatini Taner’e çevirdi. Kalp masajı yapmaya başladığında Barut’la ben de başına geçmiştik. Hepimizin bütün dikkati Taner’e dönmüştü. Yumruklarımı sıkıp beklemeye başladım. “Hadi Taner, hadi. Murat şuradaki iğnede adrenalin var çabuk yap.” Murat iğneyi yaptığında Defne de kalp masajına devam ediyordu. “Biriniz dakika tutun.” Barut Defne’nin emriyle saatine bakarak süre tutmaya başladı.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama helikopterin geldiği haberi bize ulaşmıştı. “Kaç dakika oldu?” Parmaklarımı dudağıma yaslamış Defne’leri izliyordum. Defne’nin sorusuyla parmaklarımı sakallarıma indirip yanımda duran Barut’a baktım. “On.” On dakikadır Taner’i geri getirmeye çalışıyordu. Murat çaresizce dizlerinin üstüne çöktüğünde gözlerimi kapattım. Defne’nin eli de yavaşlamıştı. Artık daha fazla uğraşamazlardı. Taner’i çoktan kaybetmiştik. Bakışlarım Defne’ye döndüğünde Defne sessizce “Başımız sağ olsun.” demişti. Gözlerimi tekrardan sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım.

“Poyraz timi kanlı bir timdir.” Yumruklarımı sıkmaya başladım. Yüküm yine ağırlaşmıştı. Bir arkadaşımı daha kaybetmiştim. Bir askerim, silah arkadaşım, yoldaşım... Taner daha genç yaşında şehadet şerbetini tatmıştı. “Poyraz! Bayrak getir!” Timim, silah arkadaşlarına veda etmek için mevzilerini bırakıp Taner’in başına gelmişlerdi. Fatih üniformasının cebinden büyük bayrağı çıkarırken Murat ve Hamza Taner’i taşıyabileceğimiz torbayı çıkardılar. Taner’i yavaşça kaldırıp torbanın üstüne aldık. Defne’ye elimi uzatıp kalkmasına yardım ettim. Defne bir adım geriye giderken tim ile Taner’in etrafında yerimizi aldık. Hamza, Murat ben ve Barut bayrağın dört ucunu tutup bir anda açtık. Bayrağı Taner’in üstüne serdiğimizde herkes kendini sıkıyordu. “Poyraz hazır ol!” Hep beraber saygı duruşuna geçtiğimizde arkamda hissettiğim bedene bakıp gülümsedim. Defne’de hazır ol da duruyordu. Benim Defne’m...

Helikoptere kadar güvenlikli bir şekilde ilerledik. Herkes yavaş yavaş yerini alırken Defne’nin köşeye geçmesini bekledim. Bende bindiğimde telsizden “Poyraz birden, operatöre.” Sesim istemsiz donuk çıkıyordu. Öfkemi kontrol altında tutmakta zorlanıyordum. Silahımı sıkı sıkıya tutuyordum. “Operatör dinlemede.”

“Operasyon başarısız. Geri dönüyoruz. Komutanım şehidimiz var.” Defne’nin elini hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Defne ağlıyordu, benim yerime de ağlıyordu. Onun benim yerime ağladığının farkındaydım, şu anda benim ağlayamayacağımın güçlü durmak zorunda olacağımı biliyordu. Gözlerim ister istemez Taner’e kaymıştı. Yüzü ve bedenin yarısı al bayrakla kapatılmış askerime... Daha üç dört saat önce aynı helikopterde kebapçıya gideceğimizi konuşuyorduk. Şu an ise helikopterde cenaze sessizliği vardı. Hepimiz oldukça sessizdik, gözlerimi tek tek timimde gezdirdim. Barut’un timi oldukça sessizdi. Fatih kendini sıkıyordu, gözlerinden çıkan kıvılcımları ben buradan bile hissedebiliyordum. Hamza başını eğmiş duruyordu. Uğur, Taner’in saçlarını okşuyordu. Murat sessizce elindeki kanlara bakıyordu. Hakan, Ayda’yı göğsüne çekmiş ağlamamak için kendini sıkıyordu.

Helikopter indiğinde kapı açıldı. Karşımızda Albay ve Kuzey yarbay vardı, arkalarında ise ambulans vardı. Şehidimizi almak için gelmişlerdi. Murat ve Hamza inip Taner’in naaşını aldılar, onlar ambulansa ilerlediğinde bizde arkasından indik. Defne’nin inmesine de yardımcı oldum. Albaya ve yarbaya başımla selam verdim. Albay hepimize tek tek baktı. Kötü olduğumuzu biliyordu, ikisi de nasıl hissettiğimizi biliyorlardı. “Dağılın dinlenin. Yarın yoğun bir gün olacak.” Tim odaya ilerlediğinde nereye gittiklerini biliyordum. Arkamda elimi tutan Defne’ye döndüm. “Seni evde bekliyorum.” Benim bir şey dememe fırsat vermeden elimi bırakıp alayın çıkışına doğru ilerledi.

İçeri girdiğimde Taner’in odasına ilerledim. Herkes oradaydı, içeri girdim ve yatağın üstünde serili olan al bayrağa baktım. Hepsine tek tek bakıp tekrardan gözümü boş yatağa çevirdim. Kapı çaldığında başımı kapıya çevirip baktım. Üniformasıyla Asteğmen Burak karşımızdaydı. “Komutanım başınız sağ olsun.” Başımla onu onaylarken kısık sesimle sadece “Vatan sağ olsun.” diyebildim. O da yanımıza geçip hazır ol da bekledi. “Poyraz. Size söz veriyorum. Bundan sonra tek bir şehidimiz olmayacak. Olursa da o kişi ancak ben olurum.” Hepsi bu sözlerime itiraz edecek olsalar da elimi kaldırıp onları susturdum. “Toparlandığınızda Taner’i götüremediğimiz o kebapçıya da gideceğiz. Taner için..”

Eve girmeye cesaret bulduğumda saat çoktan ikiye geliyordu. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Postallarımı çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdiğimde ayakkabılıkta bir çift beyaz spor ayakkabı vardı. Defne buradaydı, gitmemişti. Beni yalnız bırakmamıştı. Oturma odasına girdiğimde parkamı çıkarıp koltuğun kenarına bıraktım. Defne koltukta uyuyakalmıştı. Yanına yaklaşıp tam yanında dizlerimin üstüne çöktüm. Saçlarının arasına bir öpücük kondurdum. Sessizce gözlerinin önüne gelen saçlarını geriye çektim. Yere oturup sırtımı koltuğa yasladım. Başımı biraz geriye attığımda omzumda hissettiğim el ile irkildim. Defne’nin saçları yüzüme değdiğinde gülümsedim. “Uyandırdım mı?” Sesim ben konuşurken çatlamıştı. Defne bunu fark etmişti, bunu biliyordum. Kollarını boynuma sardığında başımı onun kolun yasladım. “Tam dalmamıştım.” O kalkıp kucağıma oturduğunda belini sarıp başımı onun boynuna gömdüm. “İçine atma. İçine atma Elbruz benimle konuş. İnsanlar ağlarlar. Zayıf oldukları için değil, uzun süre güçlü kaldıkları için ağlarlar.” Defne’nin kısık sesi saçlarımı okşayan elleri beni sadece ağlamaya itiyordu. Ağlamaya başladığımda Defne hiç düşünmeden beni daha sıkı sarmıştı.

“Geçecek.. Her ne kadar istemesek de geçecek. Taner’in yokluğuna da alışmak zorunda kalacağız.” Defne’nin fısıldaması ister istemez beni sakinleştiriyordu. Defne ruhuma iyi geliyordu. Beline sıkıca sarıldığımda Defne de aynı onu sardığım gibi o da beni sarmıştı.

Orada ne kadar saat durdum, ne kadar saat ağladım bilmiyorum ama Defne bir an bile beni bırakmamıştı. Sıkıca sarmış benimle beraber ağlamıştı. O kucağımdan kalktığında başımı kaldırıp ona baktım. Defne ayaklanmış elini bana uzattı. “Hadi gel odana yatalım.” Onun elini tutup ayaklandım. Beraber odaya ilerlediğimizde benim üstümü değiştirmemi beklemiş ardından da örtüyü kaldırıp yatağın içine girmiş beni de göğsüne çekmişti. Beni göğsüne yasladığında saçlarımda gezinen elleri beni gülümsetti. Sesimi temizleyip “Normalde tam tersini benim yapmam gerekirdi.” dedim. Defne’nin güldüğünü duyduğumda beline sarıldığım ellerimle belini okşamaya başladım.

“Bazen her şey tam tersine dönebilir. Evlilik yoluna girdik artık, evlilik de böyle bir şey değil mi zaten?” Haklıydı. Biz Defne’yle evliydik ve hayatımızı resmi evlilik gerçekleşene kadar da böyleydi. Defne’nin göğsüne yasladığım kulağımda duyduğum şey Defne’nin kalp atışlarıydı. Sessizce bir müddet dinlenirken iç çektim. “Poyraz’a söz verdim.” Uzun süren sessizliği bölen tek şey benim cümlemdi. Defne saçlarımdaki eliyle duruyordu. “Poyraz’a bir daha şehit vermeyeceğimizi söyledim. Tek bir şehit daha kaldıramam Defne.” Defne sessizdi, ne diyeceğini bilemediğinin farkındaydım. “Bu sefer tek bir şehit olabilir o da ben.” Defne’nin irkildiğinin fark etmiştim. Bunu kabul etmeyeceğinin farkındaydım ama bana laf etmiyordu. Birkaç gün sonra ağzıma sıçabilirdi.

 

🩺

 

Alayda etrafa bakarak ilerlemeye başladım. “Cemil, Uğur Teğmen nerede?” Cemil bilmediğini işaret ettiğinde onu bırakıp bahçeye çıktım. Babam odasındaydı, şehidimizin olduğunu biliyordum. Yarın cenaze töreni vardı ve ben Uğur’u görmek için alaya gelmiştim. Her zaman buluştuğumuz sessiz yer aklıma geldiğinde hızlıca oraya ilerlemeye başladım.

Çalılarının arasından gelen ağlama sesinin Uğur’a ait olduğunu biliyordum. İlerleyip çalıların arasından geçtiğimde tahmin ettiğim gibi Uğur karşımdaydı. Başka birinin geldiğini düşüyor olmalıydı ki anında ayağa kalkmıştı. Onu böyle görmek içimi parçalamıştı, dolan gözlerimi umursamadan Uğur’un boynuna atıldım. “Uğur..” Uğur ona sarılmamı bekliyor gibi anında kollarını belime dolamıştı. “Taner... Taner gitti.”

Ona daha sıkı sarıldığımda saçlarını ellerimin arasına alıp sıkıştırdım. “Çok üzgünüm sevgilim.. Keşke daha fazlası elimizden gelseydi.” Uğur ağzını dahi açmıyordu, sadece ağlıyordu. Üzerime örtülen ceketi hissettiğimde başımı kaldırıp ona baktım. Uğur bu haliyle bile beni düşünüp üstüme ceketini örtmüştü. “Üşüdün Nilay.. Böyle durma, ayrıca içeri gir baban seni merak etmiştir.” Ellerimi Uğur’un yanaklarına çıkarıp okşadığımda Uğur yanaklarını ellerime yaslamıştı. Yanağını öpüp, sessizce gülümsedim. “Bugün beni düşünme, bugün sadece sen varsın Uğur. Sen ve acın..”

“Nilay iyi ki yanımdasın. Sen olmasan ben ne yapardım ki? Yalnız, bir başıma..” Beraber ağlıyorduk. Uğur’la tanıştığımız ilk günden beri ailesi hakkında birçok şeyi merak etmiştim ama Uğur ailesi konusunda ketum davranıyordu. Bende onun sınırlarına saygı duymuş, asla onu bu konuda daraltmamıştım. “Hiç yalnız olmadın ki. Geç tanışmış olabiliriz ama bu senin yalnız olduğun anlamına gelmez ki. Biz hiç yalnız değildik ki.” Uğur yanağımdan öptüğünde bende sessizce gülümsedim. Saatlerce orada öylece oturduk. Uğur’un bir an bile olsun yalnız hissetmemesi için uğraştım.

 

🩺

 

Sabah karargahta sessizlik hakimdi. Taner’in annesi gelmişti, Elbruz benim yanımda üniformasıyla dikiliyordu. Birbirimize baktığımızda gözlerimizle anlaşmıştık. Onun donuk bakışları, dolan gözleriyle benim mavilerim buluşmuştu. İkimizde görevlerimizi biliyorduk. O bordo beresini takıp sıraya geçecek, şehidimize saygı duruşunda bekleyecekti. Ben ise Taner’in ailesinin yanına geçecektim. Birbirimizi anladığımıza emindim, o başıyla beni onayladığında bende onu onayladım. O sessizce timinin yanına ilerledi. Onun arkasından bende sessizce Taner’in annesinin yanına geçtim.

Taner’in annesinin yanına geçtiğimde tekerlekli sandalyede oturan annesinin önünde diz çöktüm. Fadime teyze yanağımı okşadığında gülümsedim. Albay’dan gelen “Dikkat!” emriyle herkesten tek bir ses geldi. Ortada Albay ve babam vardı, onlar iki yana açıldıklarında ortada biz kalmıştık. Fadime teyze “Ayağa kaldırın beni..” dediğinde serumun takılı olduğu elini tutup okşadım. “Fadime teyze, kalkabilecek gibi değilsin.” İnatla kalkmaya çalışan Fadime teyzenin koluna girip ona destek olup kaldırdım. Bende beklemeye başlamıştım. Ambulans durduğunda kapısı açılmış askerler hazırda bekliyorlardı. “Şehit al!” Fadime teyzenin bacakları titriyordu, onu daha sıkı tutup ağlamasının dinmesini bekledim. Sol... sol sağ sol...

“Sol! Sol!”

“Baba kayıştıydııım.” Denef’e bakıp tekrardan ben inatla yürümeye devam ettim. “Baba bunu neyede yapıyoyuz?” Defin’in sorusuyla babam gülüp bizimle beraber yürümeye devam etti. “Her yerde Defin’im her yerde. Cenazede bile bunu yapıyoruz.”

“Ben göymek istiyoyum.” Babam Denef’in elini tutuyordu. Defin’in bu dediğiyle babam iç çekmişti. “Umarım bunu bir cenazede görmezsin Defin’im.”

Tabutu taşıyan askerler sessizce yürüyorlardı. “Şehit bırak!” Tabutu indirdiler, önlerinde yürüyen asker Taner’in fotoğrafını tabutun önüne yerleştirdi. Fadime teyze oğlunun tabutunu gördüğü anda feryat figan ağlamaya başlamıştı. O oğlunun tabutuna ilerlemeye başladığında bende onu sıkı sıkı tutarak yanında ilerlemeye başladım. Fadime teyze tabuta yaklaştığı anda kendini tabuta doğru bırakmıştı. Onun ağlamaları benim de ciğerimi yakmaya yetmişti. “Oğlum!” Onu tutmak daha da zorlanmıştı. Bende sessizce akan gözlerimi sildim. “Şehide saygı atışı!” Üç el atış yapılacaktı. Şehide saygı atışı için hazırlığa geçen askerlere bakıp Fadime teyzeyi geriye çekmeye çalıştım. Birinci atış Murat için, ikinci atış Hasan Turna için ve son atış Taner içindi.

Fadime teyzeyi biraz da olsun geriye çektiğimde askerlerin gelebilmesi için bir alan açmaya çalıştım. Tekerlekli sandalyeyi getirmeleri için askerlere işaret ettiğimde bir asker anında sandalyeyi getirmişti. Yavaşça sandalyeye oturttuğum kadını biraz daha geriye çekti. “Şehit al!”

“Almasınlar oğlumu! Almayın!” Kimse Fadime teyzenin feryadını duymuyordu. Duysalar da yapabilecek bir şey yoktu. Taner artık aramızda değildi, aramızda olamazdı. Sessizce tekerlekli sandalyeye tutundum. Hemşirenin getirdiği sakinleştiriciyi elime alsam da Fadime teyzeyi sakinleştirebilir miyim diye düşündüm. Tekrardan önünde diz çöktüğümde sakince konuşmaya başladım. “Teyzem yapma böyle. Biliyorum acın büyük ama kimse oğlunu senden almıyor ki. O hep seninle.. Ayrıca baksana...” Fadime teyzeye arkasındaki askerleri gösterdim. “Hepsi senin evladın. Hepimiz senin evladınız. Biz hiç seni yalnız bırakmayacağız ki.” Fadime teyze benim saçlarımı okşamıştı. İğneyi ceketimin cebine yerleştirdiğimde Fadime teyzeyi sakinleştiri olmadan da sakinleştirebileceğimi fark etmiştim.

Fadime teyzeden çektiğim bakışlarım sırada duran Elbruz’la kesişmişti. O bana dikkatlice bakıyordu. Çelik mavisi gözlerinde tek bir şey vardı, saygı... Elbruz dolu gözleriyle gülümsüyordu. Mimiklerini kontrol edebilirdi ama bakışlarını kontrol edemiyordu. Babam yanımıza geldiğinde yavaşça ayağa kalkıp dizlerimi çırptım. Sessizce geri çekilip babama yer verdim. Babam dizlerinin üstüne çöktü. Fadime teyzeye baktı. “Vatan sağ olsun Fadime hanım.”

“Vatan sağ olsun teyzem..” Babamın ağladığını ilk kez görüyordum. Lisenin üçüncü yılına yeni geçmiştik, Defin ilk kez okul birinci olmuştu. Babam görevdeydi, geldiğinde onu mutlu ederiz diye düşünmüştük oysa.. Şimdi ise alayda bir cenazenin ortasındaydık. Önümüzde dokuz tabut vardı, babam yıkılmıştı. Oraya geldiğimizde poyraz timinin hepsinin hayatını kaybettiğini öğrenmiştik. Anneme baktığımda şaşırmamış olduğunu görmüştüm. Büyük ihtimalle telefonda konuşmuşlardı. Babam mı? Babam hiç iyi değildi. Uykusuz gözleri, soluk yüzü ile babam hiç iyi değildi. Babam biraz daha konuştuktan sonra yanımıza gelmişti. Yanımıza gelirken kollarını hemen açmış bizi kollarının arasına almıştı. Babam üçümüzün saçlarımızdan öpmüştü, annem bize belli etmiyordu ikisi de kötüydü. Babam zaten kötüydü bunu biliyorduk, annem de babama dayanamıyordu.

Aklıma gelen bu anı beni gülümsetti. Babamın ilk cenazesi değildi ama umarım son olurdu. Onunda ne düşündüğünü az çok anlayabiliyordum. Berbat hissediyor olmalıydı. Bunca seneden sonra tekrardan göreve dönmüştü ve ilk karşılaştığı şey yine bir cenazeydi. Belime dokunan el ile irkilip arkamı döndüm ve belime sarılan elin sahibine baktım. “Shh benim.” Elbruz’u gördüğümde gülümseyip başımı onun boynuna gömdüm. Sessiz bir fısıltıyla “İyi misin komutan?” diye sorduğumda Elbruz belimde dinlenen eliyle belimi okşuyordu. “İyiyim Defne’m, olmak zorundayım.”

“Ayda!” Arkamdan gelen sesle hızlıca beraber arkamızı döndük. Hakan kucağında Ayda’yı tutuyordu. Hızlıca Elbruz’un kolları arasından çıkıp Hakan’lara doğru koştum. “Hakan revire!” Ayda’nın yere düşen beresini alıp hızlıca Hakan’ın peşinden revire ilerledim. Hakan revire girdiği gibi kolları arasında sıkıca tuttuğu bedeni sedyeye yatırmıştı. İlk işim hızlıca nabzını ve tansiyonunu kontrol etmek oldu. Hakan geriye çekilmiş endişeyle eşine bakıyordu. “Hakan sakin ol. Büyük ihtimalle yorgunluk ve üzüntüden bayıldı. Kendine geldiğinde hastaneye gidip kan verin yine de kontrol amaçlı.” Hakan beni başıyla onayladığında sakin kalmaya çalışarak Ayda’nın kendisine gelmesini bekliyordu.

 

🩺

 

“Herkes harekât merkezine. Hemen.” Yarbayın emriyle herkes harekat merkezine ilerlerken bende hepsiyle beraber içeri girdim. Yarbay hemen arkasında Asteğmen Burak’la beraber içeri girmişti. Hepimiz zaten ayaktaydık. “Bizden bir kişiyse onlardan on kişi. Her bilgiyi onlardan alacağız. O yüzden Asteğmen Burak’tan aldığımız istihbaratı kullanıyoruz. Kerem, Uğur, Murat hazırlanın. İzmir’e gidiyoruz. Burak sen bizimle gelmeyeceksin. Seni gördüler deşifre olma riskini alamayız.” Yarbaya bakıp “Komutanım tıp bayramı kutlamasına mı katılıyoruz?” diye sordum. Aradığımız adamın orada olma ihtimali vardı ve biz bu şansı elimizden kaçıramazdık.

Yarbay başıyla beni onayladığında Fatih “Komutanım biz niye gelmiyoruz?” diye sormuştu. Kuzey komutanım gülerek ellerini arkasında birleştirip “Biz oraya dikkat çekmemeye gidiyoruz Fatih. İşimiz dikkat çekmek olsa ilk seni alırım yanımıza.” Fatih saçlarını geriye doğru atıp “Sizde haklısınız komutanım. Ben çok dikkat çekerdim orada.”

“Asıl amacınızı unutmayın. Bu sırada sizde burada duracaksınız. Ayda nasıl?” Uğur anında soruya cevap vermek için atıldı. “Revirdeler Hakan Ayda’nın uyanmasını bekliyor. Defne’de yanlarındaydı.” Kuzey komutan odadan çıktığında hepsine tek tek baktım. “Akşam hazırlanın. Taner’in isteğini yerine getireceğiz.”

“Fatih bize yemek ısmarlıyor yani.” Hepimizin içinin buruk olduğunu biliyordum ama bu Taner’in isteğini yerine getirmeyeceğimiz anlamına gelmiyordu. Hepimizin bakışları Fatih’e döndüğünde Fatih’in ‘Komutanım ben ödeyemem.’ demesini bekliyorduk. Fatih’ten beklentimizin tam aksine sessiz bir mırıltı çıkmıştı. “Canınız sağ olsun komutanım..”

Hep beraber sivilleri çekip alayın çıkışına ilerlemeye başladık. “Defne!” Kuzey komutanın yanındaki sevgilim ona seslendiğimi duyar duymaz bana dönmüştü. Yanlarına ilerleyip Kuzey komutanıma selam verdim. “Komutanım eğer izniniz olursa Defne’yi..” Kuzey komutan ben daha sorumu tam sormadan beni başıyla onaylamıştı. Defne’nin elinden tutup timin yanına geçtiğimizde Ayda ve Hakan’da el ele alaydan çıkıyorlardı. “Ayda nasıl oldun?”

“Şükür komutanım. Sanırım yorgunluktan oldu.” Defne elimi sıkıca tutarken bakışlarını Ayda’da dolaştırıyordu. “Yine de bence hastaneye kan verin. Belki demir eksikliğin falan vardır.” Hakan anında Defne’yi desteklemek için konuşmaya başladı. “Komutanım bende dedim bak Defne böyle diyor diye ama katır inadı var.” Gülümsediğimde Defne’nin bakışlarını üzerimde hissettim. Başımı eğip hemen sol kolumda elimi sıkıca tutmuş hatta koluma sarılmış olan sevgilime baktım. Gözlerini benim gözlerime çevirmişti. Numara yapıp yapmadığımı anlamaya çalışıyordu. İyi olduğumu göstermek için sağ elimi cebimden çıkarı onun saçlarının arasına yerleştirdim. Onu kendime çekip saçlarının arasına bir öpücük kondurduğumda heyecanlandığını nefes alışverişinden anladım.

Zaten alayın yakınında olan kebapçıya girdiğimizde iki, üç masayı birleştirip oturduk. Defne hemen yanımda oturuyordu. “Oo hoş geldiniz aslanlar. Size her zamankinden sana güzel kızım?” Defne ona seslenen Hamdi amcaya dönüp “Bende uyayım onlara.” demişti. Hamdi amca timde gezdirdiği gözlerini tekrardan bana çevirdi. “Ee Taner yok mu oğlum?” Hepimiz sessizce birbirimize baktık. Hamdi amcaya bu haberi vermek komutanları olarak bana düşmüştü. “Taner bundan sonra aramızda değil Hamdi amca.” Defne ben bunları söylerken elimi sıkıca tutmuştu. Bana destek olması beni mutlu ediyordu. “Başımız sağ olsun.” Hamdi amcayı başımla onaylarken “Vatan sağ olsun.” demiştim. Başka ne denirdi ki zaten..

 

🩺

 

“Hakan yeter bir sakin iyiyim ben.” Kebapçıdan çıktığımızda midem bulanıyor dedim diye Hakan peşimde dolanmaya başlamıştı. Şimdi ise evimize doğru ilerliyorduk. “Benim ay yüzlüm, midem bulanıyor dedin. Beraber bir hastaneye gitsek olmaz mı?” Başımı kaldırıp derin bir nefes aldım. Olduğum yerde durduğumda Hakan ellerini yüzümden çekmişti. “Tamam özür dilerim. Seni daraltmamalıydım.” O elimi sıkıca tuttuğunda beraber yürümeye devam ettik. İçinin rahat etmediğinin farkındaydım. Onca olaydan sonra vücudumun tepki göstermesi alışık olmadığımız bir şeydi. Olduğum yerde durduğumda Hakan bir iki adım atıp o da durmuştu. Bana dönen yarım bedenine baktığımda “Yarın Defne oradaysa gideriz.” dedim.

Hakan’ın yüzünde beliren gülümseme bana da bulaşmıştı. Onunla beraber bende gülümserken Hakan beni kolunun altına almıştı. Beraber evimize geldiğimizde botlarımı çıkarıp kenara koydum. Ben ceketimi çıkarırken Hakan çoktan ceketimi almak için elini bana doğru uzatıyordu. Ona ceketimi verip çantamı da alarak lavaboya girdim. “Çay koyuyorum güzelim.”

“Olur içeriz.” Kapıyı kapatıp kilitledim. Çantamın içindeki eczane poşetini çıkarıp içindekine baktım.

“Al bunu at çantana.” Defne’nin bana uzattığı eczane poşetine baktım. “Ne bu?” Defne sorumu saçma bulmuş olacaktı ki suratıma ‘ciddi misin sen’ bakışları atıyordu. “Tatlı. Yiyemedin diye paket yaptırdım. Kızım al at şunu çantana beni delirtme.” Daha fazla sorgulamadan çantama atıp beraber lavabodan çıktık. Hakan beni görüp elimi tutmak için elini uzattığında anında onun elini tuttum.

Hamilelik testi.. Eczane poşetinin içinden iki tane hamilelik testi çıkmıştı. Hamile olabilir miydim? Yani ben askerim onca zaman uykusuz gezdiğim oldu. Midem kolay kolay bulanmazdı ama hamile olduğumu da düşünmüyordum. Yine de testleri yapıp beklemeye başladım. Ben beklerken kapı çalmış Hakan içeri girmeye çalışmıştı. “İyiyim Hakan. Geliyorum birazdan.”

“Emin misin?” Gerginliğim had safhadaydı üstüne bir de Hakan devamlı beni sordu mu deliriyorum. Bakışlarımı birkaç saniyeliğine yaslandığım tezgahtaki testlerden çekip kapıya baktım. “Eminim Hakan, geç içeri.” Tekrardan testlere baktığımda ikinci çizgi ikisinde de görünmüyordu. Dedim işte.. Hamile değilim. Testleri alıp çöpe attım ve ellerimi yıkadım. Ben banyodan çıktığıma çöpte belirginleşmeye başlayan ikinci çizgilerden bir haberdim...

 

🩺

 

İzmir.. Gençliğim hayatım ve Deniz. İzmir benim için Deniz demekti. Burada tanışmıştık, burada büyümüştük, burada anne baba olacağımızı öğrenmiştik. Havaalanından bizi alan Deniz’di. Bizden önce arabayla İzmir’e gelmişti. Şimdi ise iki araba buradaki evimize gidiyorduk. Benim arabada Defne ve Kerem vardı, yanımda ise Deniz. Arkadaki arabada ise Uğur ve Murat vardı. Uğur ve Murat o gün hizmet verecek olan elemanların arasına Burak’ın hazırladığı cv’lerle girebilmişlerdi. Kerem ve ben de eşlerimizin kavalyeleri olarak katılacaktık.

Eve geldiğimizde aracı park edip indik. Deniz önden kapıyı açarken onlara bu planı nasıl anlatacağımı düşünmeye başladım. Defne, Murat’la Uğur’un gelmesinden bir şeyler çakmıştı ama Deniz’e üstün körü anlatmam gerekiyordu. Eve girdiğim gibi beni karşılayan ikili koltukla bakıştım. Deniz elimi tuttuğunda ona bakıp elini öptüm. “Ne oldu baba?” Defne’ye bakıp gülümsedim.

“Kaç sene oldu Deniz?” Deniz sorumu anında anlamış ve düşünmeye başlamıştı. Bu evi ikimizde çok sevmezdik en son yaşadıklarımız gelirdi hep gözümüzün önüne. “Yirmi üç sanırım..” Vay be.. Yirmi üç yıldır bizden kimse bu eve adım atmamıştı. En azından kendi çekirdek ailemden kimse bu eve girmemişti. Defne’ye dönüp aklını kurcalayan sorunun cevabını ona verdim. “Yirmi üç senedir bu eve kimse girmedi Defne. Ne ben, ne annen ne de siz. Anılarım gözümün önüne geldi.”

“Ne oldu ki bu evde?” Bakışlarımı Deniz’e çevirdiğimde onun bundan bahsetmek istemediğini anlamıştım. Konuyu geçiştirmek için “Hadi eşyalarınızı bırakın, kahvaltıya gidelim. Murat, Uğur küçük oda sizin. Defne sizde soldaki odaya.” Eski odamızı tabii ki de bize bırakmıştım.

Onlar eşyalarını koyarken bende bizim valizimizi odamıza götürdüm. Arkamdan sarılan kolların sahibini çok iyi biliyordum. Göğsümde birleşen elleri tutup onu kendi önüme çektim. “Özlemiş misin?” Deniz’in bu sorusuna kaşlarımı çatıp biraz geri çekilerek ona baktım. “Seni mi evi mi?” Deniz gülüp başını göğsüme yasladı. Onun saçlarını okşamaya başladığımda “Geçmişimizi, gençliğimizi...” Onun kollarından tutup biraz geri çekildim. Sağ elimle çenesinden kavrayıp kaldırdığımda bende gezinen gözlerine baktım. “Özledim evet ama şu anı tercih ederim. Aldığın yaşların sende kattığı her kırışıklığa aşık oluyorum Deniz.” Gözlerinin içi gülüyordu. Yeşil gözlerinde gördüğüm şeyler minik pırıltılardı. “Bunları Güney’den öğrendin değil mi?” Onun bu sorusuyla kahkaha atmaya başladığımda onu başımla onaylayarak tekrardan göğsüme çektim.

Deniz’le gençliğimizde her zaman geldiğimiz kahvaltı mekanını yeniden bulduğumda arabamı park ettim. Deniz anında bana döndüğünde yüzündeki gülümseme onu mutlu etmeye değerdi. Ben Deniz’le ilgili hiçbir şeyi unutmamıştım. Pek belli etmemiştim belki ama Deniz benim göz bebeğimdi. Deniz beni ben olduğum için sevmişti. “Annemin gözlerinin içi parlıyor baba.”

“Geçmişe gitmiştir de ondan.” Defne’ye aynadan göz kırptım. Arabadan indiğimizde Deniz’in elini tuttum. Şans bizden yanaydı ki devamlı oturduğumuz masamız boştu. Deniz benim yönlendirmemle o masaya geçtiğinde gülümseyip yanına oturdum. Defne ve Kerem karşımıza Uğur ve Murat da karşılıklı yanımıza oturdular.

“Biz sizin klasik serpme kahvaltınızdan alalım. Herkese de çay alalım.” Defne’yi gösterip “Hanımefendiye patates kızartması baharatlı ama.” Ardından da Deniz’i gösterip. “Hanımefendiye de menemen alalım bir porsiyonluk.” Deniz masaya yasladığı dirsekleriyle ellerini ovuşturup “Unutmamışsın.” demişti.

“Bak buranın menemeni harikadır. Nehir pek sevemedi ama ben bayıldım.” Mekana girdikten sonra sol tarafta kalan deniz manzaralı masalardan birine geçmiştik. Deniz ceketini çıkarıp yanındaki sandalyeye koymuştu. Bende ceketimi çıkarıp sandalyeme astım. Bir süre sonra menemen geldiğinde Deniz ekmekten bir parça koparıp bandırmış ve bana uzatmıştı. Ağzıma aldığım ekmeği bir süre çiğnedikten sonra ona gülümsedim. “Harika.”

Aklıma gelen anıyla gülümsedim. “Burası biz gençken kahvaltı yapalım dediğimizde koşarak geldiğimiz bir yerdi. Hatta sizinle de gelmiştik buraya.” Deniz’in Defne’ye burayı anlatmasını izledim. Çok detaya girmeden bilgi verip geçiyordu. Oysa ki biz Deniz’le dile kolay yirmi altı yılı beraber devirmiştik. Tanıştığımızda Deniz annesini yeni kaybetmişti. Benim zaten Güney’den başka bir ailem yoktu. Biz beraber büyümüştük.

Bütün gün çocukları biraz biraz dolaştırdıktan sonra gece yarısı eve dönmüştük. Hepsi yorgun olduklarını söyleyip odalarına çekildiğinde bende üstümü değiştirip mutfağa geçtim. Deniz o ikili koltukta oturuyordu. Kızlarımı öğrendiğim o ikili koltukta.. Bardağımı boş verip içeriye Deniz’in yanına geçtim.

Eve geldiğimde postallarımı çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdim. Bugün ilk görev yerim belli olmuştu ve eve gelene kadar bunu Deniz’e nasıl diyeceğimi düşünmüştüm. Direkt söylemekten başka çarem yoktu. “Ben geldim.” Deniz’den ses soluk yoktu. Başımı içeriye uzattığımda Deniz’i televizyonun karşısındaki ikili koltukta otururken bulmuştum. Durgun gibiydi, dizlerini kendine doğru çekmiş oturuyordu. Bakışları sehpadaydı.

Yanına ilerleyip kendimi koltuğa attığımda Deniz bakışlarını bana çevirmemişti. “Güzelim iyi misin?” Deniz bakışlarını bana çevirdiğinde söyleyeceği bir şeylerin olduğunu anlamıştım. O da benim gözlerimin içine bakıyordu. Yutkundu kendini konuşmaya hazırlıyordu. “Önce sen söyle.” Tabii ki de anlamıştı. Deniz’den bir şeyi saklamak oldukça zordu. Bende bakışlarımı ondan çekmedim. “Aynı anda.” Deniz beni başıyla onaylamıştı.

“Görev yazım çıktı.”

“Ben hamileyim.” Deniz’in cümlesiyle kaşlarım çatıldı. Doğru mu duydum ben? Deniz bana ben hamileyim mi dedi? Doğru anladığımdan emin değildim. “Baba mı oluyorum ben?” Benim yüzüme yerleşen mutluluğun aksine Deniz’in yüzünde hüzün vardı. Acaba bebeği istemiyor muydu? Deniz’e doğru eğildiğimde "Kuzey benim modumu düşüren evlenmeden hamile kalmam değil. Ben sana hamileyim diyecekken sen bana göreve gideceğim diyorsun."

"Mecbur olduğumu biliyorsun."

"Ben nasıl yapacağım? Gerginim, korkuyorum." Deniz’in korkusunu gayet iyi anlayabiliyordum. İkimizde de ilk defa yaşanan bu duygu korkuydu. “Ben daha okuyorum. Okulu dondurmam gerekecek. Sen daha yeni göreve başlıyorsun. Ne zaman gideceğin ne zaman döneceğin belli değil. Ben ne yapacağım tek başıma çocukla?” Deniz stresliydi. Onun açısından baktığımda çok haklıydı. Yine de şu anda gerilmesini istemiyordum aksine gülsün istiyordum.

"Tamam bu çok normal. Şimdi bu kötü düşünceleri kenara bırak ve olaya odaklan. Anne oluyorsun." Deniz buruk bir gülümsemeyle bana baktığında onu tutup göğsüme çektim.

Bakışlarımı yanımda oturan Deniz’e çevirdim. Ne düşündüğünü biliyordum. “Burada biz yaşadık Kuzey. Üçüzlerimiz bu eve geldiler. Şimdi burada bu halde olmak tuhaf geliyor.” Onu onayladım. Bu eve bir daha geleceğimizi biliyorduk ama buraya damadımızı getireceğimizi hiç düşünmemiştik. Deniz göğsüme sokulduğunda onu sarıp başından öptüm. “Sanki Denef şurada elindeki kitabı okumaya çalışıyor.” Gülümsedim. Deniz haklıydı. Denef köşedeki pufta oturuyordu. “Defin’le Defne de yerde emeklemeye çalışıyorlar gibi değil mi?” Deniz beni gülerek onaylamıştı. O başını geriye atıp gülerken ben onun gülüşünü izliyordum. Yıllardır aşık olduğum kadını izlemenin verdiği keyif hiç değişmemişti. Bunu bugün bir kere daha anladım.

 

🩺

 

“Hadi Deniz!” Kuzey komutan tekrardan içeri seslenmişti. Giydiğim siyah takımın önünü açtım. Davete gidecektik ve yaklaşık beş dakikadır Defne’leri bekliyorduk. “Ömrü hayatın eşini beklemekle geçecek.” Güldüm. Sessizce kapıya tekrar odaklandığımda Kuzey komutana kulaklığı uzattım. “Murat ve Uğur yerlerini aldılar komutanım, davetteler.” Kuzey komutan beni onaylarken gelen topuklu sesleriyle evin çıkışına döndüm.

Önden Deniz teyze giydiği siyah elbisesiyle geliyordu. Arkada Defne’yi gördüğümde soluğum kesilmişti. Giydiği derin yırtmaçlı haki askılı uzun elbisesi onun üzerinde harika duruyordu. Derin bir nefes alıp onun elinden tuttum. “Nasıl olmuşum?” Defne’nin sorusunun karşısında ne cevap vereceğimi bilememiştim. Kusursuz görünüyordu. “Kusursuzsun Defne...” Arkamdan gelen gülme sesleriyle silkelenerek kendime geldim. Kuzey komutan ve Deniz teyze bana gülüyordu. “Kendine geldiysen yüzbaşı hadi binin.” Başımı eğip Kuzey komutandan utancımı gizlemeye çalıştım.

Sessizce arabada hepimiz yerimizi aldığımızda bu sefer direksiyonda ben, yanımda ise Defne vardı. Altımızda davete uygun olacak bir araba vardı. Davetin olduğu mekana geldiğimizde kapının önünde durup araçtan inip arka kapıyı açtım. Kuzey komutan açılan kapıdan indiği gibi ceketinin önünü kapatıp eşine kolunu uzatmıştı. Bende kolumu Defne’ye uzattığımda Defne gülümseyip koluma girmişti. Beraber içeri girdiğimizde Deniz teyze tanıdığı herkesle selamlaşmaya başlamıştı. “Kızım Defne ve müstakbel eşi Kerem.” Defne çantasını diğer eline alıp karşısındaki kadınla selamlaştı. Bende başımla selam verdiğimde bir yandan da gözlerimle etrafı incelemeye başladım. Asıl amacımızı asla unutmamalıydım.

“Defne hanım.” Defne arkasından ona seslenen kişiye doğru döndüğünde kolumdan çıkmıştı. Bende arkamı dönüp Defne’ye seslenen adama baktım. Karşımdaki esmer adam Defne’nin elini sıkmak yerine eşimin gözlerinin içine bakarak tuttuğu elini dudaklarına götürdü. “Sky bey, sizin burada olacağınızı bilmiyordum. Şaşırdım doğrusu..” Defne elini nazikçe geri çekerek tekrardan koluma girdi.

Kulağımdaki kulaklıktan duyduğum ses Uğur’a aitti. “Avcı Gerard kod adlı adamın burada olduğu doğrulandı. Kimlik tespiti için kablosuzdan haber bekliyoruz.” Burak’tan bir haber beklediklerini anlamıştım. Bu sırada elini uzatan karşımdaki adama bende elimi uzatıp sıktım. “Elbruz Kerem Kurt.” Karşımdaki adamın kaşları kalkmıştı. Onun bu hareketi beni şüphelendirmişti. Tekrardan kulaklığımdan duyduğum ses bu sefer Kuzey komutana aitti. Birkaç saat önce verdiği yeni kod adımla bana sesleniyordu.

“Beyaz Kurt, karşındaki adam Gerard kod adlı kişi. Tekrar ediyorum beyaz kurt Gerard kod adlı kişi karşında.” Kulaklığımdan gelen sesle kaşlarımı çatıp karşımdaki adama baktım. Defne bu adamı nereden tanıyordu?

Bölüm sonu

Bugünlük bu kadar millet hepinize iyi okumalar. Gerard'a hoş geldin diyelim o zaman. Yorum, oy ve her çeşit desteğinizi bekliyorum. Umarım sizde beklentilerimi karşılarsınız.

Tiktok: elbruz.blackpearln

İnstagram hesabımız; elbruz_blackpearln

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 18.04.2025 15:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...