32. Bölüm

🩺32. Bölüm🩺

İnci
blackpearln

32. Bölüm

“Baba..?” Defne’nin şaşkın, durgun sesini duyduğumuzda bundan sonraki hayatımızda bir daha asla kullanmayacağımız yegane tek kelimeydi baba. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde onun da ayağa kalktığını fark etmiştim. Kapıya ilerleyip Defne’nin yanına gittiğimde Denef’te peşimden gelmişti. Defne’nin arkasından kapıyı tutup daha da araladım.

Babam karşımızdaydı. Denef şaşkınlıkla elini ağzına kapatmıştı. Babam ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiğinde bizi tutmaya çalıştı. “Anlatacağım kızlar.. Ne olur sakin olun.” İçeri geçmemiz için bizi yönlendirdi. Gözlerim dolmuştu. Denef kâküllerini gözünün önünden iterken babamın yardımıyla içeri girmiştik. Annemde ayağa kalkmış gerginlikle babama ve bize bakıyordu. “Kızlar... Sırf sizi koruyabilmek için bunu yapmak zorunda kaldım. Eğer yapmasaydım öğrendikleri tek aile parçam olan Defne’yle seni öldüreceklerdi. Kimse Definleri bilmiyordu belki ama Defne...” Babam sakince gözlerini bende ve Denef’te gezdirmişti. Sonra Defne’ye çevirdiği bakışları... Gözleri dolmuştu. Babamın gözleri dolmuştu. “Sırf sizi korumak için tek başıma göreve çıktım. Öldüm sandılar, dururlar sandım, yine durmadılar. Öldüğüm halde Defne’ye zarar verdiler. Sizi korumayı başardım ama onu koruyamadım. Defne’yi kaçırdılar, vurdular. Özür dilerim bilsem bunu asla yapmazdım. Sizi bırakmak çok zordu.” Haklıydı. Defne özellikle Hakkari’ye taşındıktan sonra başına gelmeyen kalmamıştı. Görmediği işkence kalmamıştı. Vücudunda amcamın sayesinde izler kalmamıştı ama o izler Defne’nin ruhunda en derinlerde bir yerlerdeydi.

Defne anın şokunu atlatabilen ilk kişiydi. Hızlıca babama yaklaştığında annem kalkıp Defne’yle babamın arasına girmeye çalıştı. Defne annemin araya girmesine izin vermeden babamı göğsünden itmeye başladı. “Dileme! Özür falan dileme! Benim kucağımda öldün sen! Benim kucağımda vurdular seni! Bana bunu yapamazdın! Benim babam bana bunu yapmaz!” Annem tekrardan Defne’yi tutmaya çalıştığında Defne annemi yeniden itmişti. “Bırak! Bırak beni! Dokunma bana! Ben her gün öldüm ya! Beni öldürdün sen! Seni oraya götürdüm diye suçladım ben kendimi! Her gün ağladım ben! Niye oraya götürdüm diye kendimi suçladım!” Gözlerimi kapattım. Defne bu isyanında haklıydı, babam öldüğünde annem hastalanmıştı ama Defne mahvolmuştu. İlaçlar ile bir süre yaşamıştı. Kabuslar görmüş, günlerce uykusuz kalmıştı. Şimdi ise karşımızdaki adam Defne’nin uykusuz geçen günlerinin hesabını vermek zorundaydı. Babam kollarını sıkıca Defne’ye sardığında Defne ağlayarak yere doğru çöktü. Babam ise onunla beraber yere çökmüş sıkıca sarmıştı. “Ben kaç ay uyuyamadım ya! Kaç ay uyumadım! Her seferinde çığlık atarak uyandım sen yoktun! Senden nefret ediyorum!” Babam bağıra bağıra ağlayan Defne’yi göğsüne bastırdığında başını ise ters tarafa çevirmiş gözlerini sıkıca kapatmıştı. Defne’nin haklı olduğunu biliyordu. Hepimiz biliyorduk, Defne’nin haklı olduğunu biliyorduk.

Denef çoktan ağlamaya başlamıştı. Bakışlarım yanımızdaki anneme kaydığında “Sen bunu ne zamandır biliyorsun?” Denef bu sorumla anneme bakmıştı. Annem ise bu sorumla yutkunmuş, bize bakıyordu. Gözlerini silip “Defne Çanakkale’den gideceğinde öğrendim.” Histerik bir gülüş sunduğumda annem gözlerimin içine bakıyordu. Anneme sırtımı dönerek elimle yüzümü kapattım. “İki üç ay oluyor yani. Mükemmel.” Annem sesimdeki kestirip atma tınısını anlamış olacaktı ki bana yaklaşıp beni sardı. Babam sesini toparlayabildiği kadarıyla toparlayıp bizimle konuşmaya çalıştı. “Özür dilerim devlet meselesiydi. Son zamanlarda devlet meselesi olmaktan çıkmıştı. Bu son zamanlarda artık devlet değil ailem zarar görmeye başlamıştı. Sizi korumak zorundaydım bebeğim.”

Aklımı kurcalayan diğer bir soru da Kerem’in babamın yaşayıp yaşamadığını bilip bilmediğiydi. Tabii ki bu soruyu Defne bu haldeyken sormayacaktım. Annem aklımı kurcalayan başka bir soru olduğunun farkındaydı. Annem Defne’nin sakinleştiğini fark ettiğinde babama işaret edip onu yatak odasına götürmesini ima etmişti. Babam gözlerini kırparak onaylayıp Defne’yi kucağına almıştı. “Odası nerede?” Babamın sorusuna karşılık göz devirerek koridora çıktım. Koridorun sonundaki sol küçük holün bağlı olduğu odayı gösterdim. Babam odaya götürdüğünde ben duvara yaslanıp geri dönmesini bekledim. Babam bir süre sonra tekrardan salona döndüğünde bakışları önce kardeşimle anneme dönmüş ardından da duvara yaslı kollarımı göğsümde kavuşturmuş bana dönmüştü. Sessizce gözlerimi babamın üstüne diktiğimde “Kerem biliyordu. Biliyordu, değil mi?” diye sordum. Denef’in şaşkın bakışları babamlara döndüğünde bu soru onun aklına gelmemişti belli ki. Babamın sessizliği benim sorumu onaylamıştı. Başımla kendi sorumu onaylayıp “Tabii ki biliyordu. Devlet meselesi ilk ağırlığı onu vurdu, değil mi? İlk o öğrendi. Defne’ye söyleyemezdi çünkü devlet ona söz verdirtti.” Babamdan aldığım cevap derin bir sessizlikti. Bu sessizlik oldukça normaldi. Ne diyeceğini bilemiyordu. Anneme baktığımda annem de hiç bir şey diyememişti. Ne diyebilirlerdi ki Defne bok gibi hissediyordu. Bizde hissediyorduk belki ama babamın ölümünün ardından mahvolan Defne’ydi.

Cenazeden bir hafta sonra daha yeni yeni toparlanıyorduk. Annemin başında Güney amcam vardı, babam öldüğünden beri annemin kalbine ağrı giriyordu. Annemin iyi olduğunu duyma beklentisiyle amcama baktığımda amcam başıyla onaylamıştı. O da acı çekiyordu ama bizim acımıza o kadar odaklanmıştı ki kendi acısını tam anlamıyla yaşayamamıştı. Bir haftadır Denef de helak olmuştu, bir tek ben ayakta durabilirdim. O yüzden ağlayamam, o yüzden kardeşlerim ve annemle ilgilenmem gerekiyordu. Normalde olsa Defne’yle bende birbirimize destek olur, Denef’i biz korurduk. Şimdi ise tek başıma kalmıştım.

Amcam sessizce odadan çıktı, annemin rahatça uyuyabilmesi için kapıyı ardından kapatmıştı. “İlaçlarını içtiği için durumu iyi, ilaç verdim güzelce uyuyacaktır. Sende geç biraz dinlen Defin. Kaç gündür doğru düzgün uyumuyorsun.” Amcamı başımla onayladığımda Murat, sağ kolunu belime sarmış bana destek oluyordu. Odamıza çıkarken başımı Murat’ı çevirdim. “Önce Defne’yi kontrol edelim. Denef uyuyor mu?” Murat beni onaylayıp sorumu yanıtladı. “Ali onun yanında. Hadi biraz dinlenmen gerekiyor.” Defne’nin odasına girdiğimizde onun yatakta uyurken sayıkladığını fark etmiştim. Murat’la beraber Defne’nin yanına oturduk. Ben kardeşimi uyandırmaya çalışırken Murat yanımda bekliyordu.

“Baba!” Hemen uyandırdığım kardeşimi sıkıca sarıp ağlamasını sakinleştirmeye çalıştım. “Benim yüzümden... Defin ben engel olamadım. Yapamadım... Oraya gitmeyecektik.” Defne’yi sakinleştirmeye çalışıyordum. Orada ne kadar öyle durduğumuzu bilmiyordum. Tek bildiğim kardeşimin içli içli ağlayışı duyuluyordu odada. Bütün bir haftadır olduğu gibi yine bakışları donuklaşmıştı. İlaç içmekten bir hale gelmiş bünyesi artık ilaçları kaldıramıyordu. Bu olaydan sonra ciddi bir süre tedavi görmesi bile gerekebilirdi ama onun yerinde ben olsaydım bende böyle olurdum sanırım..

Salondaki uzun süren sessizliği Denef bozmuştu. “Defne yıkılacak..” Bu doğruydu. Defne bir kez daha yıkılacaktı.

 

🩺

 

Odamda cenin pozisyonunda yattığım yatağımdan kalkıp babamlarla konuşmak için odadan çıktım. Sessizce içeriye adımlarken Defin’in sesini duymamla sağ elimi duvara yaslayıp dinledim. “Tabii ki biliyordu. Devlet meselesi ilk onu vurdu, değil mi? İlk o öğrendi. Defne’ye söyleyemezdi çünkü devlet ona söz verdirtti.” Yutkundum. Kim biliyordu? Annem biliyordu belli ki ama Defin annemden bahsetmiyordu. Devlet ona söz verdirtmezdi. Babam haklıysa annem zaten bizi korumak için ağzını açmazdı. O zaman Defin kimden bahsediyordu? “Defne yıkılacak..” Sessizliği bozan Denef’in sesi birinin benden bir şey sakladığını anlamama yetmişti. Hem de öyle biriydi ki beni yıkacak kadar..

Sol elim boynuma gittiğinde boynumdaki kolyeyi bilinçsizce elime almıştım. Stetoskop ve silah... Silah? Kerem... Kerem olamazdı değil mi? O bana yalan söylemezdi. Benden böyle bir şeyi saklamazdı.. Saklamazdı, değil mi? Kolyemi bırakıp derin bir nefes alıp hızlıca koridorun sonundaki askılıktan kabanımı aldım. Kapıyı açıp spor ayakkabılarımı giydiğimde arkamdan annemlerin bana seslendiğini duyuyordum. Onları umursamadan asansörü çağırdım. İnatla gelmeyen asansörü daha fazla beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Merdivenlerden hızlıca inmeye başladığımda arkamdan gelen sesleri umursamıyordum. “Defne dur!” Defin’in seslenmelerini dinlemedim bile. Karşı binaya geçtiğimde asansöre binip onun dairesinin bulunduğu katın düğmesine basmıştım. Sinirden ellerim titriyordu. Bana bunu yapmış olamazdı. Yapmazdı ki... Kerem benden bir şey saklamazdı. O beni babamla vurmazdı. Babam belki saklamıştı ama Kerem yapmazdı... Ellerimi saçlarıma geçirip geriye doğru ittim. Asansör durduğunda inip onun kapısını çalmaya başladım. Kapı açıldığında beni gördüğüne sevinecekti. Ben ona soracaktım o da tabii ki bilmiyordum doktor saçmalama diyecekti. Diyecekti değil mi?

“Defne?” Kerem’i gördüğüm gibi onu göğsünden tutup ittim. “Biliyordun!” Onun şaşkın bakışları üzerimde gezinirken onun üstüne yürümeye başladım. “Neyi biliyordum?” Arkamdan gelen asansör sesi peşimden gelen ailemin sesi kulaklarıma dolmuştu. “Defne sakin ol!”

“Defne annem sakin!” Kerem’in bakışları arkama döndüğü anda neyi kast ettiğimi anlamıştı. “Defne...” Bana dokunmaya çalıştığında ona izin vermeyip geri çekildim.” Dokunma bana! Sen biliyordun! Babamın yaşadığını biliyordun!” Kerem’in gözleri dolmuştu. Bana yaklaşmaya çalışıyordu. Ben ise göğsünden onu itiyordum. “Defne ağlama yalvarırım...” Kerem’in çaresiz çıkan sesini umursamadan üstüne yürümeye devam ettim. “Sen yaptın! Bana yalan söyledin! Beni kandırdın! Bunu bana nasıl yaptın sen?! Ben senin kollarında ağlarken güldün mü? İyi eğlendin mi komutan?!” Kerem beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir yandan açıklaması olduğunu söyleyip dururken bir yandan da beni tutmaya çalışıyordu. Elime geçirdiğim yastığı ona fırlattım. Elime geçirdiğim bardağı hiç düşünmeden fırlattığımda Kerem yana kaçmış, duvara çarpıp darmadağın olan bardaktan hasar almamıştı. “Sen bana balon aldın! Sen bana gökyüzü sundun! Sen beni kandırdın! Babamın yaşadığını söylemedin bana! Beni en çok sen öldürdün!”

“Defne açıklamama izin ver sevgilim gerçekten açıklayabilirim.” Ellerim titriyordu nasıl hissettiğimi bilmiyordum. Kandırılmış... Buldum bok gibi hissediyorum. “Dokunma bana! Sen beni kandırdın! Ya ben sana babam için ağladım ya! Kaç kere ağladım, babamı özlediğimi söyledim. Sen ne yaptın?” Kerem beni tutmaya çalışıyordu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerinden birer damla yaş düşmüştü. Nefes alış verişimi kontrol edemiyordum bunun gayet farkındaydım ama kontrol altına almak gibi bir amacım da yoktu. Tek istediğim ortalığı daha fazla kırıp dökmekti. “Sen. Beni kandırdın.” Onun dokunmasına izin vermeden geri çekilip dengemi sağlamaya çalıştım. Birinin beni tutmaya çalıştığını hissetsem de onu da elimle itmiştim. Bakışlarım sağ elimdeki yüzüğüme kaydığında sol elimle yüzüğümü oynamaya başladım. Kerem’in bakışları benim gibi yüzüğümü bulduğunda tereddüdümü anlamış başını sağa sola sallamaya başlamıştı. “Defne yapma güzelim. Mecburdum güzelim, devlete sözüm vardı mecbur kaldım. Sana söylemeyi çok istedim...” Diğer dediklerini duyamamıştım. Gözlerimi sıkıca kapatıp yüzüğümü çıkarıp ona baktığımda onun bakışlarında mahcubiyet vardı. Pişmanlık değil ama mahcubiyet vardı. Sesinde çaresizlik vardı sadece iki kelime çıkıyordu dudaklarından “Yapma Defne..”

Yaklaşıp severek taktığım yüzüğümü onun avcunun içine bıraktım. Ardımda onu bıraktıktan sonra evden ayrıldım. Ben evden çıktığımda Definler şaşkın bakışlarla bana ve Kerem’e bakıyordu. Apartmandan dışarı çıktığımda merdivenlerden inerken Kerem’in peşimden geldiğini bana seslenmesiyle anlamıştım. “Defne!” Durup onun suratını görmek istemiyorum. Hızlı hızlı inerken bileğimin dönmesiyle üstüne düştüm. Acıyla çığlık attığımda Kerem beni hızlıca tutmaya çalıştı. Ben ise onun elini ittim. “Dur bileğini daha fazla acıtacaksın!” Bileğim acısa da onun elini ittim. “Dokunma bana! İstemiyorum ne seni nede senin yardımını! Yalancı!” Her ne kadar onun yardımını istemesem de ayağa kalkma çabam bileğim yüzünden yarıda kalmıştı. Kerem onca lafımı dinlemeyip kollarını dizlerimin altından geçirip sırtıma doladı ve beni kucağına almıştı. Bende kollarımı onun boynuna doladığımda ağlamaya devam ettim. Bileğimin acısından ağlamıyordum. Ben Kerem’in benden bir şey gizlemiş olmasının acısını yaşıyordum. “Nefret ediyorum senden...”

Sessizce beni onaylayıp ailemle beraber hastaneye gitmiştik. Hastanede verilen ağrı kesici ve sakinleştiriciyle derin bir uykuya daldım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ama uyandığımda tepemde konuşanlara odaklanmaya çalıştım. “Özür dilerim evlat. Aranızı açtım.” Babamı dinlerken gözlerimin önündeki saçlarım geriye çekilmişti. Bunu yapanın daha yarım saat önce yüzüğünü çıkarıp bana dokunma diyerek bağırdığım Kerem olduğunu biliyordum. Kokusunu alıyor, kalp atışlarını hissediyordum. Her ne kadar onun dokunmasını istemediğimi söylesem de Kerem’in dokunuşları beni huzurlu kılıyordu. Kerem’in minik gülümsemesini duyduğumda bende gülümsemek istemiştim. “Defne’nin öfkesinin yıkıcı olduğunu biliyordum. Ayrıca şimdi olması daha iyi oldu. Ben Defne’yi bırakmayacağım, onu geri kazanmak için ne gerekiyorsa yaparım. Daha bugün kendisine demiştim şimdi size diyorum. Öl desin ölürüm. Eğer evlenmiş olsaydık ve Defne karşıma çıkıp boşanma dilekçesini tuttursaydı daha çok yıkılırdım.” Parmaklarını yüzümde hissetmek beni mutlu ediyordu. Parmaklarının ucuyla dokunuyor yüzüme.

Denef “Defne şimdi ilaçlarla sakinleşti ama uyandığında yüzüne bakmayacaktır. Hepimizi zor bir süreç bile bekliyor olabilir.” Dediğinde Kerem anında “Nasıl zor?” diye sormuştu. Tabii o bilmiyordu, kaç ay sakinleştiriciler ve uyku ilaçlarıyla geçirdiğimi... “Defne babamın sözde ölümünde en çok yarayı alanlardan biriydi.” Defin anlatırken özellikle sözde kelimesini vurgulamıştı. Onun bu net tavrı annemden geliyordu. Annem de söyleyeceklerini net söylemeyi severdi. “Kabuslar gördü. Kaç gece onun başında birimiz annemin başında birimiz durduk hatırlamıyorum bile. Babam onda öyle büyük bir tramvaydı ki Defne doktor olmasına rağmen aylarca elleri titremiş, kan görmeye tahammülü olmamıştı. En ufak bir streste midesi bulanıyordu değil mi Denef?” Denef onu sadece ufak tefek mırıldanmalarla onaylamıştı.

“Komutanım rızanızı istiyorum. Hiç böyle istemeyi düşünmemiştim ama kızınızı çok seviyorum. Ben Defne’siz yapamam. Ayrıca ona kendimi affettireceğim, komutanım...” Babam sessiz kalmıştı. Hissediyorum babam gülümsüyordu, babam çoktan Kerem’i sevmişti bunu hissetmemek imkansızdı. Ki kolay kolay birini sevmezdi, bizi hiç karargahına sokmamıştı. Hep kıskanırdı, eğer Kerem’i sevmemiş olsaydı çoktan kıyameti koparırdı yada yaşadığını ilk ona söylemezdi. Ona güvenmişti belli ki. Ucunda beni kaybedeceğini bilse de bu önemli bilgiyi benden saklamıştı. Önce Kerem’in eli çekildi yüzümden ardından da odadaki sessizlik bir süre sonra kapının kapanmasıyla son bulduğunda onun odadan çıktığını düşünmüştüm. “Uyan uyumadığını biliyrız.” Defin’in sesiyle ilk başta bozmamayı düşünsem de saçma olacağını düşünüp gözlerimi araladım. Tabii ki de biliyorlardı. Onlardan başka kimse beni bu kadar iyi tanıyamazdı. “Kerem de uyumadığını biliy.” Duraksadım. Tamam lafımı geri alıyorum. Defin aklımdan geçenleri okuyabiliyormuş gibi güldüğünde ters bakışlarımı ona çevirmekten çekinmedim. “Salak, seni bu kadar seven adam uyurken nefesini sayıyordur. Hem sen nasıl bu kadar kötü rol yapar oldun?” Defin’e cevap vermemeyi tercih ettiğimde Denef karşımda oturduğu koltuktan bana bakarak “Aşık çünkü. Acemiliğinin sebebi de o. Kerem’in tek bir dokunuşuyla kalbi hızlanıyor.”

“Beni gömmeniz bitti mi?” İkisine de bıkkın bakışlar atarken Defin bana bakıyordu. “Komutanı bırakmayacaksın değil mi?” Denef araya girip kahküllerini düzeltti. “Bırakamaz, gözlerinin içi gülüyor onun adı geçince.” Sessizce yattığım yerde dikleşip örtüyü düzeltip saçlarımı geriye atarken “Kimse vazgeçilmez değil.” dedim. Defin benim bu tavrımı alaya alır gibi gülerken Denef bana meydan okurcasına geriye yaslanıp ellerini bacak bacak üstüne attığı sağ bacağının üstüne sabitledi. “Senden bahsediyorsak, vazgeçilmezdir. Hatırlatırım sırf bana olan inadından tıp fakültesi kazandın sen.” Bakışlarımı Denef’te tutarken bende “Sırf inadımdan tıp fakültesi kazanan ben, sırf inadımdan onu da bırakabilirim.” dedim. O kahlüllerini düzeltirken “Bu inat değil. Bu aşk ve sen gerçekten sevdiğin birine kıyamazsın. Haksız mıyım Defin?”

Bakışlarımız Defin’e döndüğünde Defin bana imalı imalı sırıyordu. “Tamam yeter bu kadar ben uyuyacağım.” Tekrardan yattığımda Defin karşımda “Yav he he, sen bu düşüncelerle nah uyursun.” Her ne kadar haklı da olsa göz devirip gözlerimi kapattım. “Defne.” Defin’in muzur sesini duyduğumda gözlerimi tekrar araladım. İşaret parmağını burnunun ucunda sürttürmeye başladığında bir şey yumurtlayacaktı ama nasıl yapacağını bilmiyor gibiydi. “Sen ha burda uyur numarası ederken oldi ya sessizluk.” Başımla onu onayladım. “O sırada babam senu gösterub ha bu uyumayi dedu. Kerem babamı gafasıylan onayladu. Sonra onlar çıkarken babam bize galmamızı işaret ettu.” Hainler. Denef de karşıdan gülmeye başladığında ikisine de kaşlarımı çattım. “Hah yine ettu o sıfadu. Sıfaduna tükürduğum.”

“Defun yeter da! Rahat bırak beni.” Defin benim ona kızmamı umursamadan gülmeye devam ederken ben de gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Sessizce yutkunduğumda zihnimde canlanan anılarla geçmişe hiç istemediğim bir yolculuk yapmaya başlamıştım bile...

“Defne hadi lütfen konuş artık bizimle.. Lütfen...” Denef karşımda oturuyordu. Sessizce donuk bakışlarımla ona baktım. “Pekala bu böyle olmayacak.” Bulut’un üstüme gelip zorla ağzımı açtırdığında ağzıma sokmuş yutturmuştu. Kusma isteği tekrardan baş gösterdiğinde nefes alış verişimde hızlanmıştı. Hızlıca oturduğum koltuktan kalkıp lavaboya koştum ve ağzıma ne geliyorsa çıkarmaya başladım. Günden güne güç kaybettiğimi hissediyordum aslında ama içimden bir şey yapmak gelmiyordu. Yüzümü yıkadığımda arkamda gördüğüm amcam beni sıkıca tutmuş yatağıma ilerlememi sağlamıştı. Kardeşlerim büyük ihtimalle ben yine rahatsızlandım diye korkup amcamı çağırmıştı ama ben iyiyim. Kimseyi ikna edemiyorum belki ama iyiyim.

İyiyim değil mi baba? Başımı çevirdiğim köşede bana gülümseyen babam ile bende gülümsemiştim. Belki kimse görmemişti ama ben gülümsemiştim. Amcamın sesini duyduğumda ister istemez onu dinledim. “İlaçları kestiğimizi söylemiştim. Kesin kararla kesiyoruz. Defne artık kendi kendine toparlanmalı.” Onlara bakmadan önce başımı babama çevirdim. Baba bak duydun mu? İlaçlar bitti.

Başımı sağa sola sallayıp o andan kurtulmaya çalıştığımda gözümün önünden kaybolan anılar nefesimi kesmişti. Bir ara ciddi manada delirdiğimi düşünüyordu herkes. Psikoloğa bile gitmek zorunda kalmıştım. Hastanede göreve dönme konusunda ciddi sorunlar yaşamıştım. Elimi biri sıkıca tuttuğunda gözlerimi açıp tutan kişiye baktım. “Örtüyü sıkıyordun.” Defin’e gülümseyip dolan gözlerimi sildim. Defin aklıma gelen şeyler olduğunu anlamıştı. Bakışlarımı beyaz tavana çevirdiğimde derin bir nefes alıp korka korka gözlerimi kapattım.

Kan her yeri sarmıştı. "Doktor burası çok soğuk." Ölüm üşümesi gelmiş olmalıydı. Gözlerimin önüne gelen babam ile gözlerim dolmaya başlamıştı. Sesimin titremesine engel olmaya çalışarak askerle konuşmaya çalıştım. Onu uyanık tutmak biraz zor olacaktı ama benim pes etmeye niyetim yoktu. "Dışardayız asker. Soğuk olması doğal. Seni kabinde ısıtacağız söz veriyorum. Kan grubun ne?" Asker derin nefes almak ister gibi ağzını aralamıştı. Bir yandan da kan grubunu söylemeye çalışıyordu. Asker ona yardım etmeye çalışan elimi sıkıca tuttuğunda ona baktım. Yüzü kapkara olmuştu. Göğsündeki yara kalbe yakındı ve çoktan ölüm üşümesi gelmişti. Boşa çabaladığımın farkındaydım ama benim görevim bu.

Biz doktorlar öleceğini bile bile bir hastayı kurtarmak için çabalardık. Hayat gayemiz buydu. Yıllarca çalışıp tıp fakültesini bitirmek ardından uzmanlık sınavımızı çalışıp vermek ve istediğimiz uzmanlığı almak. En sonunda ise ölümü kabullenmeye başlamak.

"Babamı görüyorum doktor. Bana elini uzatıyor." Tek bir cümle yetmişti kontrolümü kaybetmeme. Ağlamaya başladığımda aylar önce gerçekleşen olay yine oluyordu. Bir vatan evladı, bir ana kuzusu daha kucağımda şehit oluyordu. "Hayır! Sakın! Sakın asker olmaz." Elimi çekip müdahale etmeye devam ettim. Asker son nefesini kollarımda verirken ben çoktan ağlamaya başlamıştım. Gözlerimin önüne gelen babamın bedeniyle ağlamam iyice şiddetlenmişti. Daha ne olduğunu anlayamadan dolu gözlerimle babamın yanındaki alış veriş poşetlerine baktım. “Baba! Hayır... Hayır!”

“Hayır!” Gözlerimi etrafta dolaştırdığımda bu sefer gördüğüm üç farklı yüzdü. Annem, babam ve Denef... Annem hızlıca yanıma geldiğinde etrafa baktım ve hastanede olduğumuza emin oldum. Serum takılı olmayan elimi alnıma götürüp ovuşturduğumda etrafımda ne olup ne bittiğini idrak edememiştim. “Defne’m, tamam geçti güzelim.” Annem babamın bana uzattığı suyu içmem için dudaklarıma yasladığında bir iki yudum almıştım. Terlediğimi hissedebiliyordum. Serumun takılı olduğu sağ elimin örtüyü sımsıkı tuttuğunu fark etmem ile örtüyü avcumdan kurtarıp kırış kırış olan kısımlarını umursamadım. Kerem’i sormak istiyordum ama sormayı kendime yediremiyordum da Denef bana doğru yaklaşıp kulağıma “Defin’le beraber, konuşuyorlar.” Diye mırıldanmıştı. Açıkçası yanımda olmasını isterdim. Hayır dengesiz değilim.

Bir saat sonra hastaneden çıkmış ve evlerimize gelmiştik. Arabadan ineceğimde Kerem bana elini uzatmıştı. Ben o eli tutmayı reddedip babamın boynuna kollarımı doladım. Kerem onun elini tutmamama sadece gülümsemişti. Babam beni kucağında eve çıkarırken benimle konuşmaya çalışmış ama ben ona da tepkili olduğumu affetmediğimi göstermiştim. Tabii ki de konuşmayarak. Odama uzandığımda Kerem babamdan konuşmak için izin istemiş, babamda o izni vermişti. Ben ayağımı uzatırken ağrısından bu gece uyuyamayacağımı anlamıştım. Kerem ayağımı uzatmama yardım etmiş ve üstümü örtmüştü. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Kerem konuşmaya başlamıştı. “Defne gerçekten söylemek isterdim ama yapamazdım. Vatan görevi, senin can sağlığın hepsi birbirine bağlıydı ne yapsaydım?” Göz ucuyla ona baktığımda avcundaki yüzüğümü görmüştüm. Kerem yüzüğümü benim görmem için avcunda tutuyordu. “Şimdi bu yüzüğü takmak istemiyorsun anlıyorum ama beni bırakamazsın. Sen yeniden takmayı isteyene kadar bu yüzük benimle her yere gelecek.” Boynundaki asker künyesini çıkardığında yüzüğümü künyesinden geçirip tekrar boynuna takmıştı. O an künyesindeki kurşun dikkatimi çekse de ona sormadım. O ise bakışlarımın takılı kaldığı yeri bulmuş kurşunu parmağının arasına almıştı. “Dolabındakilerden biri eksik. Omzundan çıkan kurşun. Tıpkı yüzüğün gibi onu da hep yanımda taşıdım.”

“Yalancı, o kurşunu sen bana verdin.” Kerem gülmeye başladığında bakışlarımı ondan kaçırdım. Yoksa onu affederim. Henüz affetmek için çok erken.. “Sen en iyisi o kurşunları kontrol et. Hani üstüne eklenmiş olmalı, üç benim vurulmamdan, bir senden ve yine üç veya dört benden olmalı. Seni kaçırdıklarında olan üç kurşunu evimde saklıyorum.” Sanki bir sır verecekmiş gibi bana yaklaşıp fısıldadı. “Gelinliklerinin arasında.” Onun gözleri benimkinin aksine buruk değildi. Gözlerinin içi bana bakarken gülüyordu. Son cümlesinin söylerken özellikle gözlerimin içine bakabilmek için dizlerime doğru eğilmişti. “Sana bir söz verdim Defne, sırf babanın emirleri yüzünden seni kaybedemem. Ne olursa olsun seni geri kazanacağım.” Gözlerim dolmuştu. Onu geri itip “Git buradan.” dediğimde Kerem derin bir nefes alıp alt dudağında dilini gezdirmişti. O sessizce odamdan çıkarken ben gözlerimi sıkıca kapatmış ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Kapım kapandığında kendi iç mağaramda yalnız kalmış olmamla ağlamaya başladım.

Gece boyu ağrıdan uyuyamamış olmanın etkisiyle zar zor kalkıp dağılan yüzümü makyajla toparlamaya çalıştım. Rahat bir şeyler giydikten sonra annemin dün hastaneden çıkarken aldığı değnek ile yürüyerek odamdan çıktım. Denef mutfakta annemle kahvaltı hazırlıyordu. Defin ise çoktan beraber çıkabilmemiz için hazırlanmıştı. Babam ise.. koltukta oturuyordu. Beni ilk gören babam olmuştu. “Defne, kızım nereye gidiyorsun, dün gece hiç uyumadın.” Babama öylesine baktığımda Defin benim gitmem gerektiğini, kafamı dağıtmam gerektiğini biliyordu. Babamın kulağına birkaç şey söylemişti, babam da ona hak vermişti. Ailemle beraber güzel bir kahvaltı yapmak istesem de midem bulanmaya başladığında elimi ağzıma götürüp masadaki suyumdan yudumladım.

Ben yavaştan kalktığımda Defin’de benimle beraber kalkıp karargaha gitmeme yardım etmişti. Karargahın önüne geldiğimizde taksi durmuş bende inmiştim. Kapıdaki görevli askerler beni gördüğü gibi yardıma gelmiş Defin gerek olmadığını söylemişti. İçeri girdiğimizde yavaş yavaş merdivenleri çıkarak revire gitmeye başladım. Revire girdiğimde gördüğüm beden Kerem’e aitti. Evine gitmemiş burada uyumuştu. Üstüne bir örtü alıp ona doğru bakmadan Defin’e uzattım. “Şunu üstüne örtsene?” Defin bu hareketime gülmüş, örtüyü alıp onun üstüne örtmüştü. “Sen bu uşağı sevmiysın he? Yav he he.” Masadaki kalemi aldığım gibi direkt Defin’e fırlatmıştım. Defin anında gülerek kaçmıştı. Masama geçip otururken destekliği de kenara koymuştum, Kerem’e bakıp gülümsemiştim. Kesinlikle kıyamıyorum..

Dün gece o gittikten sonra ağlarken gidip kurşunlara bakmıştım. Gerçekten de o kurşunu boynunda takıyordu. Barut revire girdiğinde beni gördüğüne şaşırmıştı. Kerem’e bakıp bana doğru yaklaştığında onu uyandırmamaya çalışarak konuşmak için dizlerimin önünde çöktü. “Nasılsın?” Gözlerimi kapatıp yutkunduğumda bu soruya ne cevap vereceğimi bilememiştim. “Yorgunum.” Barut gözleriyle beni onaylamıştı. Yorgunluğumu direkt fark etmişti. “Biraz sohbet edelim mi?” Bunu biraz düşünüp onayladığımda Barut destekliğimi bana uzattığında kalkmam için de yardımcı olmuş, beraber bahçeye çıkmıştık. Barut kahveleri getirip önüme koymuştu. “Anlat bakalım.” Ellerimi masanın üstündeki kahve bardağına sarıp bakışlarımı kahveye çevirdim.

“O sana ne anlattı?” Barut sorumu bekliyormuş gibi başını hafifçe yana atmış ve bana bakmıştı. “Peki o bana senin haklı olduğunu, senin bakış açından baktığında büyük bir hata yaptığını söyledi.” Donuk bakışlarımı ona çevirdiğimde Barut içten bir şekilde bana bakıyordu. “Haklıyım ama...” Gözlerim doldu, gözümden düşen damlayı elimle sildim. “Haklı olmak istemiyorsun.” Barut’a bakıp onu onayladım. Kesinlikle haklı olmak istemiyordum. Ben sadece Kerem’le birlikte olabilmek istiyordum. “Sana şunu söylemek istiyorum. Biraz haklısın ama yüzük atacak kadar değil.” Gözlerimi silmeyi dahi bırakıp sessizce ağlamaya devam ettim. “Babanın hıncını ondan alamazsın Defne.” Haklıydı, babamın hırsını ondan çıkarıyordum. Yutkunup ne diyeceğimi bilemediğim için sessiz sessiz durdum. En son dayanamamış aklımdan geçen soruyu ona sormuştum. “Sen ne yapardın?” Barut gülüp önündeki çayından bir yudum almıştı. “Hayat birini bırakmak için çok kısa, özellikle o kişi çok sevdiğin biriyse. Babanın açısından baktığımda babana sonsuz bir saygım oluştu. Onun yerinde olsam bu kararı veremeyebilirdim. Bu kararı vermek zordur bence. Kerem’in yerinde olsaydım...” Barut oturduğu yerin tam karşısına bakıyordu. Sessizce onun devam etmesini bekledim. “Söylemezdim. Bana bir söz verdirilse o söz tutulacak. Askeriyede verdirilen her söz vatan sözüdür. O söz o askerle mezara gider.”

Sessizce bardağımı oynarken düşünmeye başlamıştım. “Yorgunsun, zihinsel yorgunluğun daha fazla ama iyi düşün Defne. Kerem seni bırakmaz ama sende onu bırakma.” Gülümsedim. “İstesem de bırakamam ki. Kalbim onunla atıyor Barut.” Barut beni onaylayarak ayağa kalkmış ve gitmişti. Sessizce değneğimi alıp bende içeri girdim. Revire girdiğimde sessizce Kerem’in yanındaki sedyeyi ona yaklaştırıp yattım. Elim istemsiz onun yanağına gittiğinde parmak uçlarımlar ona dokundum. Burnumu onun boynuna yaklaşıp kokusunu içime çekmeye başladım. Onun uyanmasına yakın gözlerimi kapatıp, uyuyor numarası yapmaya başladım. Kerem büyük ihtimalle bana bakıyordu. Nefeslerimi yavaşlatıp uyuduğuma onu inandırmak istiyordum. Bir süre sonra boynumda hissettiğim nefesle onu sıkıştırmamak için kendimi sıkmıştım. Büyük ihtimalle kokumu içine çekiyordu. Geri çekildiğinde çok uzun süre geçmeden yanağımda hissettiğim dudaklar ile nefesim ister istemez kesilmişti. Kahretsin uyumadığımı anlayacaktı. “Nabaysın pirenses, uyudun mi?” Umursamadan gözlerimi açtığımda Kerem’in gülen yüzünü görmüştüm. Onu geriye itip zar zor ayağa kalktım. Kerem ona kızacağımı düşünmüş olacaktı ki anında ellerini iki yanına açmış “Özür dilerim. Yapmamalıydım kabul.” diyordu. Ona kızmayacaktım tabii ki beni sinirlendirmemişti ama onu süründürmekten de zarar gelmezdi değil mi? Ona bakmadan masaya geçip oturduğumda o bana bırakmadan yatakları eski yerlerine alıp düzeltmişti.

Her zamanki saatinde odama gelen kahvemden bir yudum alırken Kerem’in beni izlediğini biliyordum. Bir saniye onu affettiğime göre ona yine Elbruz demeliydim değil mi? Tabii bunu o bilmeyecekti. “Komutanım sizde ister misiniz?” Elbruz başını hafifçe kaldırıp istemediğini işaret etmişti. “Kapının önünde bekle sen.” Neden böyle bir şey söylediğini anlamasam da umursamadan işlerimi yapmaya devam ettim. Elbruz askerin odadan çıkmasıyla bana doğru yaklaşıp iki kolunu da masaya yasladı. Onun üzerimde gezinen bakışlarını umursamadan tekrardan kahveme uzandım. Benden önce onun eli kavramıştı kupamı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerimden bir an olsun gözlerini çekmeden kupamı dudaklarının arasına götürmüştü. “Sen kendine yenisini alırsın ben bunun tadına bayıldım.” Diyerek bana göz kırpmış ve odanın çıkışına yönelmişti. Kapıdan çıktıktan sonra kapıda bekleyen askere “Doktora yeni kahve götür bakalım.” dediğini duymuştum. Salak. Salak herif, sinir ediyor beni ya. Çalan telefonumu açtığımda Serdar’ın keyifli sesini duymuştum. “Hastaneye gelebilir misin?”

“Neden?” Bilgisayarımı kapatırken bu soruyu sorsam bile gitmeye hazırlanıyordum. “Köye gideceğim.” Destekliğimi aldığımda Serdar’a “Sen dur ben gideceğim.” demiştim. “Neden diye sorgulama hiç çekemem. Gitmek istiyorum olur mu?”

“Olur tamam.” Revirden çıkarken bir askeri denk getirip Barut’un yerini sordum. “Dışarıda Defin komutanla oturuyorlar.” Defin’le mi? Bunlar da iyi anlaşıyorlar sanırım devamlı yan yana. “Sağ ol.” Asker giderken tutuna tutuna dışarı çıkmıştım. Etrafa göz gezdirdiğimde kardeşim ve Barut’u bir şey konuşurken görmüştüm. Oldukça ciddi bir konuşma gibiydi. “Rahatsız etme de rahat rahat konuşsunlar.” Arkamdan gelen Elbruz’un sesiyle ister istemez irkilmiştim. “Poyraz timi ve ben sana eşlik edeceğiz.” Bakışlarımı ona çevirdiğimde kaşlarımı çatmış “Sen beni mi dinliyorsun?” Elbruz gülüp dimdik bir şekilde yanımda dikildiğinde “Kendinizi bu kadar kıymetli görmeniz çok hoşuma gidiyor doktor hanım ama hayır Serdar önce bizim timi aramış.” Elbruz’un sırf damarıma basmak için benden uzak durmaya çalıştığının farkındaydım. Hayır altta kalmayı sevmem. “Bana kendimi kıymetli hissettirecek harika insanlarla tanışıyorum ondandır.” Elbruz başını bana çevirmeden kaşlarını kaldırmış özgüvenle “Benden böyle bahsedeceğini düşünmemiştim.” demişti. İşte beklediğim özgüven. Gülümsememi bastırmaya çalışıp tek kaşımı kaldırdım. “Senden bahsettiğimi kim söyledi komutan?”

Yavaş yavaş yürümeye başladığımda Elbruz arkamdan seslenerek peşimden yürümeye başladığında istediğimi almanın verdiği sırıtma çoktan yüzüme yerleşmişti. Bir askeri araca yaklaştığımda Elbruz benim için aracın kapısını açmıştı. Onun bu hareketine göz devirip tutunarak bindim. “Bu bilekle nereye gidiyorsan.”

“Sokurdanma oradan.” Timde bindiğinde yine beraber yola çıkmıştık. Elbruz benim yanımda oturuyordu. Silahını dizlerinin arasına almış elindeki bandanayı bağlamaya çalışıyordu. En son “Sikeyim.” Diyerek küfür ettikten sonra sinirle aramıza fırlatmıştı. Derin bir nefes alıp bandanayı elime aldım ve ona yaklaştım. Elbruz ona yaklaştığımı fark edip oturduğu yerde biraz daha yayılarak bana yaklaşmıştı. Bandanayı düzgünce ayarladığımda bağlayabilmek için ona daha fazla yaklaşmam gerekmişti. Başımı arkasına uzatıp bağlamaya çalıştığımda Elbruz elini belime sıkıca sarıp beni kendine çekmişti. Ben bağlarken o da boynuma ufak öpücükler konduruyordu. Bağlamam bittiğinde biraz çekilip onun bandanasını düzelttim. İyice geri çekildiğimde ilk fark ettiğim şey Elbruz’un dudaklarımda gezinen bakışlarıydı. Köye geldiğimizde yine onun yardımıyla araçtan inmiş teyzelerle ilgilenmeye başlamıştım.

Her şey yine saniyelik gerçekleşmiş gibiydi. Bir kadını kontrol etmek için yanıma gelmesini bekliyordum. Elbruz bir anda beni arkasına çekerken adımı bağırmış ve silahını karşımdaki kadına doğrultmuştu. “Kaldır ellerini! Hamza, Taner arayın üstünü.” Elbruz’un beline sıkıca sarıldığımın farkında değildim. Tim üstünü aradığında buldukları bombayla “Komutanım.” demişlerdi. Elbruz buldukları bombayı imha etmek için benden ayrılacağında parkasını sıkıca tuttum. Bakışları bana döndüğünde başımı sağa sola sallamıştım. Gitsin istemiyordum, o da bunun farkında olarak bana dönmüş ve güven vermek ister gibi gözlerime bakmıştı. O giderken ellerimin arasından kayıp giden parkasına baktım. Korku dolu bakışlarla beklemeye başladım. Sırf biz zarar görmeyelim diye yeterli uzaklığa ulaşana kadar ilerlemişti. Korkumu kimseye belli etmemek için titreyen ellerimi sıkıca kapattım.

Akıllandım Allah’ım onu seviyorum lütfen bana bir sürpriz yapıp onu benden alma. Söz veriyorum o kadar da süründürmeyeceğim. Konuşması için ona fırsat vereceğim. “Hayat birini bırakmak için çok kısa, özellikle o kişi çok sevdiğin biriyse.” Onu kaybetmek istemiyorum. Hayat gerçekten çok kısayken neden onunla geçireceğim vakitleri kısaltayım ki. Defin’le Murat hakkında konuştuğum gün aklıma geldiğinde yutkundum. “Yerinde olsam süründürmeyi bile siktir edip, onunla geçireceğim her dakikanın tadını çıkarırdım. Ha illa süründürecek misin? Yap gitsin ama kafanın içindekilerden kurtulmaya çalışma. Deneyen biri olarak söylüyorum bir sikime yaramıyor. Geç kalabilirsin. O asker her anı yaşamla ölüm arasında. Murat’la birkaç dakika daha geçirebilmek için her şeyimi verirdim. Gün gelecek sen de Kerem’in hayatla ölüm arasında yaşadığını tekrardan göreceksin. İşte o an sana bu dediklerimi hatırla.” Hatırladım Defin. O kadar net hatırladım ki.. O yanıma doğru geldiğinde düşünmeden boynuna atladım. O ise anın şokunu atlattıktan sonra belimi sıkıca sarmıştı. Boynumda hissettiğim nefesi beni gülümsetmişti. Dudaklarını orada hissetmek beni huzura götürüyordu. Saçlarımı okşayıp son bir kez boynumda dudaklarını hissettiğimde ister istemez geri çekilmiştik. Özlem giderebilmek için eve kadar beklemek zorundaydım. O da bunun farkındaymış gibi kulağıma yaklaşıp “Hadi bebeğim bitir de gidelim.” demişti. Ben kontrollerimi bitirene kadar da yanı başımdan ayrılmamıştı.

Karargaha geri döndüğümüzde onunla beraber eve geçmiştik. Elimden tutarken tekli koltuğa oturmuş beni de kucağına çekmişti. “Çok mu korktun?” Onun saçlarıyla oynamaya başladığımda halime gülümseyip bileğime bir öpücük kondurmuştu. “Sana bir şey olacak diye korktum.” Elbruz tekrar gülümsediğinde yüzüne yerleştirdiği alaycı tavrından anladığım kadarıyla bir şey geliyordu. “Bana gelmen için tehlikede olmam gerektiğini bilmiyordum. Bilseydim direkt kendimi vurdurturdum.” Göz devirip onun ağzına vurduğumda benim hareketime kahkaha atmış ve dudaklarıma yapışmıştı. Ona karşılık verirken onun beni kucağına almasıyla daha detaylı özlem gidereceğimizi anlamıştım. O kalktığında beni kucağına daha net sabitlemişti. Yatak odasına girmeden önce dış kapıyı kilitlemem için kapıya yaklaşmıştı. Kapıyı kilitleyip soluğu Elbruz’un yatak odasında aldık..

Bölüm sonu

Size o kapalı kapı ardında neler olduğunu anlatmak isterdim ama yapamam. Bu gidişle yine bir hamilelik patlamasa bari  Bayramdan sonra sınavlarım var ve çoğu sınavım yetişmeyecek gibi duruyor. O yüzden anlayışınıza sığınarak yetiştirebildiğim kadarıyla bölüm yetiştirmeye çalışacağım ama olur da yetiştiremezsem gerçekten anlayışınızı istiyorum.

Haftaya Cuma görüşürüz, iyi okumalar.

Tiktok: elbruz.blackpearln

İnstagram: elbruz_blackpearlN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 28.03.2025 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...