25. Bölüm

🩺Elbruz 25. Bölüm🩺

İnci
blackpearln

25. Bölüm

“Bebeğin beşiği çamdan...”

Lojman çıkışı aklımı kurcalayan şeye artık daha fazla sabredemiyorum. Etrafa baktım, her şey normal görünüyordu. “Doktor hanım çıkış saatinizi kaydedeyim.” Açık camdan karşımdaki askeri onayladım. Asker çıkış saatimin kaydını alırken gözüm çantama kaymıştı. Gözlerim çantamın ucundan görünen zarfa odaklandım, yutkundum. Elim çantamdaki zarfa giderken merakıma engel olamadan zarfı alıp elime vurdum. Derin bir nefes alıp zarfı açtım ve içindeki kâğıdı çıkardım. Daha ben zarfın içindeki kâğıdı açıp okuyamadan silah sesiyle yanımdaki asker yere devrilmesi eş zamanlı oldu.. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda karşı yoldan elindeki tüfeklerle arabamın üstüne doğru gelen adamlara baktım. Etrafımı sarmaya başlamışlardı. Elim hızlıca Defin’in torpidoma sakladığı silaha gitti ama silahı alamadan kapım açıldı. Etrafımı saran militanlardan biri silahının ucunu bırakıp benim kolumu kavradı. “Bırak!”

“Kes lan sesini. Yürü!” Zorla çekiştirerek indirdiler beni. Telefonumu almak dahi aklıma gelmemişti. Yere düşen kağıdı görmesinler diyerek paspasın altına ittim. Serbest bıraktıkları kolumu hızlıca karnıma sardım. Kafama dayanan silahı umursamadan karşımdaki herife tekme attım. Karşımdaki adam yere düştü. Hemen yanındaki adam elini kaldırıp hızlıca yüzüme indirdi. Yanağıma yediğim tokatla saçlarım önüme doğru savrulmuştu. Başımı hızlıca kaldırırken saçlarımı geriye savurdum. Adamlardan kurtulmak için çırpınıyordum ama pek başarılı değildim. Beyaz büyük transitin arkasına beni ittiklerinde kendi yüzümü korumak yerine karnımı korumuştum. Ya hamileysem..? Alnımı zemine vurduğumda acıyla inledim. Yanıma çıkan adamlar yüzünden aracın en köşesine geçip dizlerimi kendime çektim.

Biri gülerek bana baktı. “Miro seni gördüğüne sevinecek. Hazine bulduk resmen heval.” Gülmeye başladı. “Hem yarbayın kızı hem de yüzbaşı’nın sevgilisi.” Dik durmak zorundayım. Hem babamın adı hem sevgilimin adı için başımı onlara eğmeyeceğim. Yaklaşıp kollarımı zorla tuttuğunda biri kollarımı tutarken diğeri bileklerimi arkama getirdi. Diğeri ise kalın urganla bileklerimi bağladı. Omuzlarımın ağrımasından dolayı yüzümü buruşturdum. Elini yanaklarımda gezdirdiğinde kendimden tiksindim. “Güzelmiş de he. Yüzbaşı ağzının tadını biliyormuş.” Yüzümü onun elinden uzaklaştırıp bacağımla onun dizine tekme attım. “Orospu!” Karşımdaki adam dizini bir süre tutup sinirle üzerime doğru geldi. “O öyle olmaz böyle olur!” Her şey bir anda oldu. Tekme attığım adam ayağa kalkıp zar zor sağladığı dengesine rağmen kasıklarıma güçlü bir tekme atmıştı. Yediğim tekmenin şiddeti ile nefesim kesildi. Kasıklarıma yediğim tekme canımı olması gerekenden çok acıtmıştı. Bedenim öne doğru düştü. Sakinleşmeye çalışıp ağrımın geçmesini beklemeye başladım. Derin nefesler almaktan başka çarem yoktu.

O transitin arkasında ne kadar yol gittik bilmiyorum ama ağrım sadece biraz hafiflemişti. Adamlar beni umursamamış, bir daha da dokunmamışlardı. Neredeyiz? Beni nereye götürüyorlar hiçbir fikrim yoktu. Sonunda araba bir yerde durduğunda beni zorla kaldırıp arabadan indirdiler. Gözümü alan güneş yüzünden gözlerimi alışana kadar kapalı tuttum. Kolumdan çekiştirerek yürütmeye başladıklarında nerede olduğumuzu anlamak için gözlerimi açtım. Keşke açmasaydım. Resmen araziye getirmişlerdi etrafım dağlardan ve silahlı adamlardan oluşuyordu. Dağlar bembeyazdı, babamla kar topu oynadığımız günler gibiydi. Dağa tırmanmaya başladığımızda kasıklarımdaki keskin ağrıyı umursamamaya çalıştım. Ne kadar yürümüştük biz? Zaman algımı kaybetmiş gibiydim, yorgunluktan dizlerimin üstüne çöktüm. Arkamdaki adamlardan biri keleşle belimden dürtüp “Kalk lan!” dediler. Kasıklarımdaki ağrıdan hareket edemiyordum. Gözlerimi kapatıp yorgunlukla yutkundum. Onlar beni umursamadan sürüklemeye başladılar. Kışın soğuğu dağa iyice çökmüştü. Karlar sayesinde dizlerim o kadar da acımıyordu. Allah’ım burada ölmek istemiyorum. Onların elinde ölemem.. Karın soğuğu bacaklarımı iyice uyuşturdu.

“Heval geldiler!” Sesler heyecanlıydı. Gözlerimi aralayıp nerede olduğuma baktım. Büyük bir kampa getirilmiştim. Büyük ihtimalle ana kamplarından biriydi. Alandaki mağaradan biri çıktığında eğmediğim başımı iyice dikleştirdim. Karşımdaki adamın pala bıyıkları vardı. Büyük ihtimalle benimle aynı boydaydı. Kerem’in postallarının aksine daha eski postalları vardı. Boyuna göre standart bir kilosu vardı. Ellerini iki yanına açıp güldü. “Oo hoş gelmişsen doktor hanım! Nassın iyi misen?” Yüzümü sanki ağrım yokmuş gibi bir ifadeye soktuktan sonra gücümü toplayıp önce sağ ayağımı zemine basıp ardından sol ayağımı bastım. Ayaklarımın altındaki karlar sıkışmıştı. Karşımdaki adama bakarak ayağa dikildim.

Ayağa dikildiğimde tahmin ettiğim gibi benimle aynı boyda olan adama baktım. “Daha nazik davet edilmek isterdim ama neyse.” Görüş açım net değildi ama yine de umursamaz bir şekilde omuz silktim. “Nasıl olsa kısa sürecek.” Aldığım nefesler bir tarafımdan çıkıyordu resmen. Yutkundum. Bu durumda yapabileceğin tek şey babanın adını ve Kerem’in adını iyi taşımak, başka çaren yok kızım. Karşımdaki adam gülmeye başlamıştı. “Yüzbaşı sana baya cesaret vermiş ha. Sevdim seni.” Alaycı bir gülüş yerleştirdim suratıma. “Bana birinin cesaret vermesine ihtiyacım yok. Ben anadan doğma cesurum. Bak dağda senin ininde bile sana laf yetiştirebiliyorum.” Karşımdaki adam bozulduğunda bana vuracağını anladım. Korkuyla ellerimi hareket ettirdiğim gibi karnımı korudum. Yüzüme yediğim tokat bu sefer beni yere düşürmüştü. Başımda hissettiğim keskin acı yüzümü buruşturmuştu. Gözlerimi aralayıp acının nedenine baktım.

Karların arasında gizli duran taş... Başımı oraya vurduysam bir süre uyumamak için dirensem iyi olur. “Götürün içeri. Ayaklarını da bağlayın ki kaçamasın.” Beni zorla kaldırıp mağaraya ilerlettiler. “Miro’nun devrimsel evine hoş gelmişsen doktor. Burada çok eğlenecez..” Miro.. Babamın katili olan Miro mu? Beni öldürmeye çalışan Miro. Beni bir köşeye attıklarında yüzümü tekrar vurmayayım diyerek sırtımı dönmüştüm. Sırtımı mağaranın taşlarına vurduğum gibi dudaklarımı birbirine bastırıp sessizce inledim. Adamlar eğilip ayaklarımı da sıkı sıkıya bağladı. Mağaradan çıktıklarında sessizce etrafa baktım. Eğer ellerimi çözebilirsem kaçmaya dair bir umudum olur. Sivri uçlu bir kaya parçası gördüğümde hızlıca oraya doğru sürünerek ellerimi taşa sürtmeye başladım. Acaba Kerem kaçırıldığımı duydu mu? Duyduysa delirmiştir. Kerem beni hızlıca bulurdu. Sonuçta bu dağları evi gibi biliyordu. Biliyordu, değil mi?

🩺

Lojman saldırısından bir saat önce...

Dağdaki görevimizin ardından karargaha dönmeden önce Aktütün karakolunda bir gece için durmuştuk. Silahımı daha rahat tutmaya başladım. Karşımdaki timime bakıp gülümsedim. Emrimi bekliyorlardı. "Poyraz! İstirahat et!" Tim “Emredersin komutanım!” deyip dağıldıklarında bende Durali Başçavuşla beraber odasına geçtim. Teğmen henüz görevine başlamamıştı. Ortamı izlemeye başladım. “Hemen çaylar gelir komutanım.” Başımla onayladım. Dediği gibi olmuştu, Erdem hepimize çay getirmişti. Çay bardağını alıp camdan dışarıyı izlerken başçavuşla konuşmaya başladım.

"Anlat başçavuşum, nasıl buralar?"

"Karışık komutanım. Baskın yapacaklar diyorlar. Dikkatli davranıyoruz.” Durali’nin canı çok sıkkın gibiydi. Aktütün’e saldırılar devamlı olurdu. Baskına gelirlerdi avuçlarını yalayıp geri dönerlerdi. Alışkın oldukları bir durumdu aslında onun bu haline gülümseyip sırtına birkaç kez vurdum. "Bu gece gelirlerse yandılar. Poyraz bütün gücü kuvvetiyle size destek olacaktır."

"Bundan şüphem yok komutanım. Siz anlatun komutanum. Doktor hanumu duyduk.” Gülerek başımı cama çevirdim. Dışarıyı izlerken bardağımdan bir yudum aldım. “Anladum ben oni. Sen sormadum say komutanum.” Başımı geriye atıp kahkaha attım. Gece yarısı telefonumu alıp dışarı çıktım. Doktoru ararken elimi kemerime yaslayıp açmasını bekledim. Defne’nin iç çeken sesi kulaklarıma dolduğunda uzun süredir yüzümde olan gülümsemem tekrar gelmişti. "Güzelim?" Defne anında iç çekti. Ona seslenmemi bile özlemiş olmalıydı. Gözlerim karlı dağlarda dolaşırken Defne’nin yanıt vermesini bekledim. "Komutan seni çok özledim." Bıkkın sesi, tekrar komutanım gelmesi döndüğümde yiyeceğim tribin sıralı kanıtlarıydı. Bu ara onda bir şeyler vardı. Regl döngüsünün geldiğini düşünsem de bu aralar aşırı yoruluyordu. Duyguları hızlı değişiyordu. Bir türlü anlayamamıştım. "Bende özledim doktor hanım. Nasılsın ne yapıyorsun?"

Bir şeylerle uğraşıyordu. Arkadan gelen sesler ve duyduğum dolap kapağı sesi.. Ah bugün nöbeti vardı. Hazırlanıyor demek ki. "Nöbetim var. 1 saat sonra çıkacağım işte. Şimdi duş aldım giyiniyorum." Tam da tahmin ettiğim gibi. "Hmm dinlenmeyi unutma bak bu aralar halsizsin. Üşütme dikkat et." Onun için ne kadar endişeli olsam da Defne kendini mümkün olduğunca iyi savunuyordu. Normalde her an tetikteydi ama bu aralar dalgındı. Sanki bir şeyler karıştırıyor gibiydi. O yüzden aklım bu aralar onda kalmaya başlamıştı. "Merak etme Kerem, kalın giyindim. Bu arada geldiğinde ne yapıyoruz?" Sorusuna gülümsedim. Gelirsem onun için gün boyu izin almayı düşünüyordum. "Tabii ki özlem gidereceğiz güzelim gece gelirsem gün için izin alacağım." Defne dalga geçer gibi güldü. Albayın izin verme potansiyeli yüksekti ama bu kısmını Defne bilmiyordu. "Kerem güldürme beni. Zor izin alacağını biliyoruz." Aklıma bu ara pek bir şey yemediği geldiğinde yanıma gelen çayı alıp boş bardağı uzattım. “Defne bir şeyler yemeyi unutma.”

“Tamam komutan merak etme. Ayrıca çocuk muyum ben?” Gülümsedim. Çayımdan bir yudum alıp “Benim doktorumsun. Ayrıca aklım sende kalıyor güzelim yoksa niye diyeyim.” Defne’nin iç çektiğini duyduğumda gülümsemeye devam ettim. Büyük ihtimalle şu an göz deviriyordu. “Abartıyorsun. Hem ben doktorum kendi sağlığımı da kontrol edebiliyorum. Geldiğinde ilk gördüğün kişi ben olmazsam seni eve almam.” Son söylediğini bitirirken işaret parmağını salladığına emindim. Sanki karşısındaymışım gibi beni tehdit ediyordu. “Dikkatli geliyorsun. Sağ salim tek parça.” Onun lafını ona sunma fırsatı bana geçmişti. Çayımdan bir yudum alıp keyifli bir şekilde sırıttım. “Abartıyorsun. Ben askerim ama.” Onu taklit etmeme sinir olduğuna emindim. Gülmemi sıkarken telefonun diğer ucundan “Komutan!” diye sinirli bir ses gelmişti. Gülerek “Ha yine komutan olduk. Peki doktor hanım, öyle olsun.”

“Arabaya biniyorum ben kapat uyuz.” Başımı sağa sola salladım. Bu kız insanı hasta eder yemin ediyorum. Telefonu kapattıktan sonra gülümseyip cebime attım. Boş bardağımla beraber karakola girdim. Çok geçmeden ana hat çaldığı sırada atılan bombayla neye uğradığımızı şaşırdık. Yine karakola baskın yapıyorlardı. Poyraz timi her zaman olan bir şeymiş gibi silahları ile çıkıp mevzilenirken Fatih de benim silahımı getirmişti.

"Işıkları kapatın! Çıkın oradan!" Herkes emrimi yerine getirirken karlı dağların arasındaki karakol ışıkların kapanmasıyla karanlığa bürünmüştü. Durali’ye baktığımda onun bu baskını bu kadar hızlı beklemediği belliydi. Bu işin altında bir şeyler var gibi ama hayırlısı... Çatışma başlamıştı. Karakolun postası panik bir şekilde yanımıza geldiğinde postanın söyleyeceklerinden hayır gelmeyeceğine emin oldum.

"Komutanım lojmana saldırı düzenlenmiş." Lojman? Defne? Siktir Defne iyi mi? Silahımdan ayrılmadan postanın diyeceklerini bekledim. Teröristlere tek tek sıkıyordum. "Durum ne?"

"Lojman çıkışı bir araca pusu kurmuşlar. Aracın önünü kesip lojman önündeki askerleri şehit etmişler. Önüne kestikleri aracın içindekini almış, aracı kurşuna dizmişler." Gördüğüm adama sıkıp yere düşüşünü izlerken postanın daha fazla detay vermesini bekledim. "Araç kimin? Kimi almışlar?"

"Hat kesildiği için öğrenemedim komutanım."

“Siktiğimin aracının plakasını niye öğrenemediniz?!” Sinirliydim. Elimi bir an için tetikten çektim. Dizimin altındaki taşları alıp sinirle fırlattım. Bu böyle olmayacak Defne zarar görmüş olabilir. Bir an önce buradan çıkmalıyız. Defne’ye ulaşmam lazım. İçimdeki his beni rahat bırakmıyordu. Bir şey olduğuna emindim. Silahımı sıkıca kavrayıp ayaklandım. "Poyraz! Çıkıyoruz! Başçavuşum biz adamları kıstıracağız direnin." diyerek mevzilendiğim yerden ayrıldım. Karakolun bahçesinden çıkarken timim de peşimden geliyordu. Tepeye yerleştiğimde tek gözümü kapatıp nişan aldım. “Bu bir.” Adamlar geri çekilmeden önce arkalarını sarıp onları oraya sıkıştırmıştık. Bir adamı kaçamadan ele geçirebilmiştik. Ele geçirdiğimiz adamı da alıp karakola geri indik. Fatih karakolun postasının yanına gidip bilgi almaya ve alaya ulaşmaya çalışıyordu.

“Başçavuşum adam sizindir. Alaydan Onu almaya geleceklerdir. Fatih hızlıca yanıma geldiğinde ona baktım. “Komutanım, Mevlüt Albay hatta. Sizinle görüşmek istiyor.” Koşarak içeri gidip telefonu aldım. “Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt. Emret komutanım.” Telefonun diğer ucundan gelen derin bir iç çekme sesiydi. Haberlerin hayırlı olmadığı kesindi. “Hemen alaya dönün Yüzbaşım. Sizi alması için araç çoktan yola çıktı.” Telefonda albayın sesinin gerildiğini hissedebiliyordum. Aklımdaki soruyu sormadan duramadım. “Komutanım lojmana saldıranlar hangi ekip?”

Mevlüt albay derin bir iç çektiğinde yutkundum. “Kulaksızın ekibi olduğu söyleniyor.” Sessizlik.. Uzun süren sessizliğin sonunda içime oturan öküzün ne olduğunu az çok hissedebiliyordum. Mevlüt albay tekrardan derin bir nefes almıştı. “Doktoru almışlar.” Bu sessizliğin iyi olmadığını elbette biliyordum. Miro, Defne’yi almıştı. Önü kesilen araç Defne’ye aitti. Onun aracını kurşuna dizmişlerdi. Acaba silahını çekebilmiş miydi? En azından birini bile öldürmeye fırsatı olmuş muydu? Defne’yi almışlardı. Doktorumu tekrardan dağa kaldırmışlar.

Onu en son göreve çıkmadan önceki gece yatağında uyurken görmüştüm. Saçlarını öpmüş, koklamıştım. Yanına bıraktığım balonu gördüğünü de beni karakol yolunda aradığında emin olmuştum. Sesi mutlu geliyordu beni aradığında. En son gördüğüm o kızı görmek istiyordum. Elimdeki telefon kayıp düştüğünde Eren telefonu alıp geri yerine kapatmıştı. Dışarı çıkıp derin bir nefes aldım ve yerdeki taşlara tekme savurdum. Bu havada o üşürdü ki. Hava onun için çok soğuk. Kalın giyinmeyi sevmez. Çanakkale’de büyüdü bir kere. Sıcaklığı sever, denizi sever. Şimdi de kesin kalın giyinmemişti, üşüyecekti. "Komutanım sakin olmalısınız." Hakan elindeki silahla bana bakıyordu. Öfkeyle ona döndüm.

"Kes sesini Hakan! Kızı kapının önünden aldılar lan! Lojmandan çıkamadan almışlar kızı! Önünü kesmişler kızın!" Sinirle timin önünde yürüyordum. Hamza yakaladığımız adamı sürükleyerek geliyordu. "Komutanım doktorun kendini koruyabildiğini biliyorsunuz. O doktor onları şişe takar sonra da hayatlarını kurtarmaya çalışır." Normalde olsa Uğur’a hak verirdim ama aldığım haberler beni panikletti. Durup Uğur’a döndüm. Gelen askerin getirdiği dosyayı Hakan’a doğru fırlattım. “Arabasının fotoğraflarını görmedin mi? Arabasını delik deşik etmişler! Allah bilir ne halde o kız!" Sinirimden köpürürken Fatih elindeki telsizle bana doğru yaklaştı. Alaya dönmek yerine dağlardaki tahmini yerleşkeleri kontrol ediyorduk.

"Komutanım onlar." Derin bir nefes alıp telsizi aldım. Tim anında etrafımı sararken bende konuştum. "Ne var?"

"Nasılsın yüzbaşı? Sana stalinin tavugunu anlatayım mı?" Sabır sınırlarım zorlanıyor. Hem de adi bir şerefsiz tarafından.

"Kulaksız sen misin lan o?"

"Yüzbaşı beni özlemiş ha. Duyiy misen heval? Eskerleri uğurladın mı komutan? Ölen eskerleri?"

"Şehitlerimin adını ağzına alma köpek. Sen öleceksiniz. İkinizinde canını ben alacağım."

"Yerinde olsam böyle konuşmazdım esker. Kız elimde, doktorun. Güzel kız zaten bilirdik amma bu kadar dirençli olması şaşırttı he." Defne'nin adının geçmesiyle sinir kat sayım giderek artmıştı. Öfkeden gözlerim döndü. Derin bir nefes alıp bağırmaya başladım. "Lan bana bak! O kızın teline zarar gelirse seni öldürmeden içinden ip geçirir dağlar arasına gerip seni o güvendiğin hevallerine sunarım. Duydun mu lan?!" Sinirle taşa bir yumruk attım.

"Doktorun babasını bilirsin degil mi esker? Onu da ben vurdurdum. Bende kızı nerden biliyim diyim hee. Duymak istersin doktoru?" Bir süre sessizlik olduğunda beklemeye başladım. Defne’nin sesini duymak beni sakinleştirebilirdi belki..

"Komutan..." Duyduğum cılız ses ile durdum. Aldığım nefes yarıda kaldı. Defne'nin son halini az çok tahmin edebiliyorum. Canı acısa da o kahpelere hiç bir şey belli etmiyordur. Kaç gündür yorgundu, evde dinlenirken bıraktığım sevgilimi dağa kaldırmışlardı.

"Doktor, iyisin değil mi?" İyiyim diyecek, Defne asla onların yanında korkuyorum yada canım yanıyor demeyecekti.

"İyiyim komutan. Ben tek bir kelime söylemiyorum. Benden korkuyorlar biliyor musun? Burada mutluyum." Değilsin Defne. Ben son kelimenden anladım güzel sevgilim. Orada kim mutlu olurdu ki. Büyük ihtimalle sooğuk bir mağarada, yemediği dayak kalmamıştı. Acımıştı, susamıştı. Son zamanlarda mide bulantısı baş dönmesi vardı. Defne hastaydı ve ona rağmen dağda soğuk bir mağarada tutuluyordu. "Seni oradan çıkaracağım. Sana tek bir zarar daha gelmeyecek."

"Bu kadar yeter esker. Nasıl olsa cesedini alacaksın." deyip telsiz bağlantısını kopardılar. Telsizi Fatih’e geri fırlatıp yere oturdum. Arkamızda tuttuğumuz adamı getirmelerini söyleyip Fatih'e silahı doğrultmasını işaret ettim. Adamı alayın izni ile yanımıza almıştık. Belki en ufak bir bilgi bile bizi ona götürür umuduyla. Bir mağaranın içine soktuğumuz gibi poyraz timi de etrafta kuş uçurtmayacak şekilde konumlandılar.

"Şimdi ben bu ite soru sorucam, o da cevap verecek. Eğer sorumu bir kere bile tekrarlatırsa, eğer cevap vermezse bide eğer cevaba ee diye başlarsa kafasına sıkacaksın. Anlaşıldı mı?"

"Emredersin komutanım!" Adam emri anlamamış gibi suratıma mal mal bakıyordu. "Ney?"

"Ney değil lan zurna! Hayatta en ayar olduğum şey lafın başında, ortasında bir yavşağın araya girmesidir. Nefret ederim."

"Aynen hayır konuşacaksan adam gibi konuşacaksın lan! Ne öyle bıt bıt bıt ee'liyorsun? Öyle mayıs koyunu gibi beee beee bee melemeyeceksin aslanım!" Fatih anında gaza gelmişti. Bu herif bir tek poyraz ile gaza geliyordu. Poyraz olmadan Fatih, Fatih olmadan poyraz olmazdı mesela. Ufaktan sırıtıp elimi kaldırdım.

"Tamam tamam Fatih. Şimdi beni dinle."

"Vurmayın beni."

"Dinle dedim lan!" Sesim dağlarda yankılanıp geri gelmişti.

"Oğlum komutanı dinlesene!" Fatih adamın tepesine iyice çullandığında adam Fatih'e ve elindeki silaha bakıp bana geri döndü. Tekrardan cümleme başladım. "Benim adım Elbruz Kerem Kurt. Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt. Neymiş?"

"Elb.. Kerem Kurt."

"Nasıl Kerem Kurt?"

"Yüzbaşı Kerem Kurt."

"Aferin. Hayır iyi belle diye söylüyorum. Hani bazen siz, sizi oyan adamların emekliliğini bekleyip öyle gırtlaklarına çöküyorsunuz ya. O zaman lazım olur diye. Hiç çekinmeyin yani her zaman beklerim. Fatih hazır mısın aslanım?" Fatih silahını adamın kafasına bastırdı. "Daima hazırım komutanım! Evvelallah."

"Güzel, şimdi söyle bakalım karakolu niye bastınız?"

"Bölük komutanlarımız..."

"Lan komutan momutan diye konuşma." Vurduğumuz ayağına tekme attım. "Çıldırtma beni!"

"Çıldırtma lan komutanı! Çıldırtma!" Adam her seferinde daha da çok gaza gelen Fatih’ten korkmuş gibiydi. Korkulu gözleriyle kendini açıklamaya başladı. "Başımızdakiler..” Komutan demeye alıştılar belliydi. Yine de korkuyla başımızdakiler derken bana bakmıştı. “Öyle emir verdiler. Dediler gidiyoruz, ha biz nereye gittiğimizi bile bilmiydik ki. Bi geldik ki Aktütündeyik, ben bilmiyem." Sol kaşımı kaldırıp karşımdaki ite baktım. Bilmiyorum demek bunların diline yapışmıştı. Adamın Miro’nun dağ kadrosundan olduğunu biliyorduk. O yüzden biraz daha üstüne gitmekte sakınca yoktu.

"Ha sen bilmiyon. Ee başka bir açıklama yapmadılar mı?" Adam bir bana bir Fatih’e bakarak konuşuyordu. Büyüttüğü gözleri ile büyük ihtimalle korkudan altına bile işemiş olabilirdi.

"Başka? Dediler çekiliyoruz."

"Başka?"

"Başka? Bu kadar..."

"Bu kadar?"

"Hee..."

"Hepsi bu? Hee?" Adam beni başıyla onaylamıştı. Bütün bunlar yetmez gibi gülüyordu. Bende aynı şekilde gülüp Fatih'e döndüm "Vur oğlum." deyip arkamı onlara döndüm. Mağaranın girişinde nöbet tutan Tamer ve Murat'a baktım. Fatih adamın üstüne doğru eğilip "Bismillah." dedi.

"Dur yapma dur. Dur yapma dur! Miro!" duyduğum isimle tekrardan adama doğru döndüm. İstediğim bir ismi bana vermişti. "Ne?"

"Talimatı Miro vermiştir he. Bize öyle dediler."

"Başınızdakiler kimdi lan?"

"Teo ve Leyal, onlar vardı başımızda."

"Leyal? Hee şu sizin meşhur orospu."

"Baskını doktoru almak için yaptılar. Daha da başka bişi bilmiyim hee."

"Doktor kimin elinde? Nerede tutuyorsunuz onu?"

"Dağda tutiylerdir. Başka nerde tutacaklar."

"Dağda nerede lan?"

"Devamlı yer değişir. Hangi mağarada ben bilmiyem. He bide doktora şehir bağlantılarıyla ulaşabilirsiniz he. Bakırın yerine gitmek lazımdır. Teo da ordadır heral. Edresi size veriyim he." Başka bir şey bilmediği belliydi. Yine de şehir bağlantısının yerini öğrenip adamı Fatih'e vurdurdum. Aklım hala doktordaydı. Benim yüzümden ikinci kere esir düşmüştü. İlkinde kendi başına kurtulmayı başarmış, o haysiyetsiz pezevenklerin arasında namı duyulmuştu. Avcının doktoru, boncuk doktor. Teröristlerin hepsi onu avcının doktoru olarak duymuştu. Yakınlardaki bir mağarayı kontrol etme fırsatımız varken kontrol etme kararı aldık.

"Tamer iki kişi kontrol etsin."

Tamer ve Uğur içeri girip kontrol ettiler. Bütün dağları yakıp yıkmak istiyorum. Aramaya başladığımızdan beri beş saat geçmişti. Nöbet için gece 12'de evden çıkmış doktorumu pusuya düşürmüşlerdi. Saçlarını okşamaya dahi kıyamadığım kızı dağa götürmüşlerdi.

Her zaman yanımda taşıdığım fotoğrafını çıkarıp baktım. İlk zamanlarda sarı saçlarıyla beni etkileyen hali değil asıl kahve saçları vardı. Babasının mavi boncuk kızım diye sevdiği hali vardı. Yüzündeki narin gülümsemesiyle kameraya bakmıştı. İlişkimizin başlamasıyla asıl saçlarını merak ettiğimi söylemiştim. En sonunda beni kırmamış, halime dayanamamış ve kahverengi saçlarına geri dönmüştü. Daha ikinci ayımızda şehirde yine pusuya düşürülmüş ama onların elinden kurtulmayı başarmıştı. “Komutanım mağaralar boş.” Gözlerimi kapattım. Karargaha dönmekten başka çarem kalmamıştı. Timim biraz dinlenmeliydi. Ben uyumasam bile onlar dinlenmek zorundaydı.

Karargaha döndüğümüzde timi bir iki saat uyuması için kovaladım. Komutan beni odasına çağırdığında odaya girdiğim gibi albayın karşısında oturan kurucuyu burada beklemiyordum. Başım ile selam verdiğimde rahat emriyle ellerimi arkaya götürdüm. “Kuzey buraya kızının yeri hakkında bir ipucu var mı diye sormaya geldi.” Kurucuya bakıp öğrendiğim bilgileri aktarmaya başladım.

“Defne’yi alan Miro. Ulaştığım bir bilgiye göre Miro’nun şehir bağlantısına ulaştım.” Kuzey komutan aklındaki ismi sesli “Teo’ya?” dedi. Onu onayladığımda ayağa kalktı. Karşısında emirlerini beklemeye başladım. “Sivillerini çek asker, gidiyoruz.” Albay anında ayağa kalktı. Kuzey komutanın ortalıkta görünmemesi gerektiğini söyleyecekti. “Albayım uyarılarınızı biliyorum ama sizde şunu unutmayın. Beni görenler yaşamıyor. Sonları ölüm.” Albay’a selam verip bana döndü. “Beş dakikan var.” İkisine de selam verip hızlıca hazırlanmaya başladım. Defne’yi kurtarabilmek için babası efsanevi poyraz timinin kurucusu ve komutanı Yarbay Kuzey Mutlu ile birlikte göreve çıkıyorum.

🩺

Kerem’in sesini duymak beni güçlendirmişti. Sesini duyalı ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama gün ağarıyordu. Olduğum yerde hafif hafif sallanıyordum. Saçım başım dağılmıştı. Sırf sesim titresin diyerek Kerem ile konuşmadan önce saçlarım çekilmiş, dayak yemiştim. Kollarımda bıçak kesikleri vardı. Babam hakkında saçma salak sorular soruyorlardı. Babam yaşıyor muymuş? Babam yaşasa bilmez miyim? Nefes alsa hissetmez miydim? Yutkundum bilirdim değil mi? Anneme ulaşmaya çalışıyorlardı. Ev adresimizi öğrenmeye çalışıyorlardı.

“Söyle bakalım doktor. Eviniz nerde? Anana ulaşsak bence baban daha çabuk ortaya çıkar haa.” İnatla soruyorlar. “Benim babam öldü! Sen vurdun piç!” Miro ona küfretmeme sinirlenmiş olacaktı ki suratıma yediğim tokatla yere düştüm. Yanaklarım artık kızarmıştı. Kollarımda morluklar vardı. “Seni orospu! Baban da senin gibi had bilmezdi he!” Karnıma yediğim tekmeler ellerimi karnıma götürmeme sebep olmuştu. Gözlerim doldu, nefesim göğsümü sıkıştırıyordu. Kasıklarımda hissettiğim sıcaklıkla bakışlarım bacaklarıma gitmişti. Tekmelerin arasında bacaklarımı göremiyordum. Miro durduğunda zar zor ona sırtımı döndüm. Bacaklarıma baktığımda gördüğüm kan ile ağlamamak için kendimi kasıp tuttuğum göz yaşlarım anında akmaya başlamıştı.

Hamileydim, Denef haklıydı. O zarfa daha önce bakmalıydım. Onu daha fazla korumalıydım. Yapamadım. Karnımı sıkıca tutup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. “Ne oldu dohtor? Daha yeni mi ağlayasın tuttu.” Miro’nun kahkaha attığını duyabiliyordum. Uzaklaşan adım sesleri Miro’nun çıktığını gösteriyordu. Mağarada yankılanan acı dolu çığlığım dönüp dolaşıp beni buluyordu. Bu mağarada yalnızım. Babamın yaşayıp yaşamadığı bana soruluyordu. Gözlerimle gördüğüm, kucağımda can veren babamın yaşadığını düşünüyorlardı. Hepsinden öte hamileydim. Az önce bu pis, soğuk mağarada sevdiğim adamdan olan çocuğu kaybetmiştim. Yani büyük ihtimalle...

Genel yaralar vardır; erkeğe özgü yaralar vardır, kadınlara özgü yaralar vardır. Düşük yapmak, bir yara izi bırakır. Hangi yaşta olursa olsun, evladını kaybetmek bir yara izi bırakır. Hayatımın tekrardan düzeldiğini düşünüyordum ama hayat yine bana darbesini atmıştı. Beni susturmak için daha fazla dövmüşlerdi. Bilmiyorlar ki bedenimin acısı ruhumun acısını bastıramamıştı. İstedikleri kadar vursunlar, bıçakla yaralasınlar artık hissetmiyordum.

Her hamilelik, sonu nasıl biterse bitsin, anneliğe bir adımdır. Karnımda büyüyecek bir bireye engel olmuşlardı. Ağrım bir türlü geçmiyordu ama kanamam durmuştu. Yan yattığım yerde pantolonumun her yerinin de kan olduğunu hissedebiliyordum. Ellerimi karnıma sarıp karnımı okşamaya başladım. “Bebeğin beşiği çamdan..” Veda etmem gerekmez miydi? Koruyamadığım bebeğime bu pis mağarada veda etmek istemezdim. “Yuvarlandı düştü damdan..” Defin’i şimdi daha iyi anlıyordum. Onun aksine bu mağarada yalnızdım. “Bey babası gelir Şam’dan..”

🩺

Dışardaki herifleri iki koldan indirmeyi başarmıştık. Son kalanın dikkatini dağıtıp kasaturamla boynunu kestim. Kuzey komutan arkamda kalacak şekilde evin kapısının önüne geldim. Kapıyı açana tekme attığımda kız yere savruldu. Silahlarımı doğrulttuğumda içerdeki takımlı adam da silahını doğrultmuştu. “Benim. Namımı duymuşsundur duymadıysan söyleyeyim. Avcı.” Kod adımı söylediğim anda yüzleri dumura uğramıştı. Tek bir kişi hariç, rahat rahat oturan adam. “Hadi dene. Vursana?”

“Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” Arkamdan giren komutanım anında bütün dikkatleri üstüne çekmişti. “Doktorun yerini söyleyeceksiniz.” Rahatça oturan adam anında “Yoksa bizi öldürür müsünüz?” dedi. Kuzey komutan buna sadece güldü. Elinde silah dahi yoktu. Bana güvendiği belliydi. “Benim yüzümü gördüğünüz andan itibaren zaten ölmüştünüz. Gerizekalı herifler.” Komutan tereddüt etmeden birinin üstüne ilerleyerek sorusunu tekrarladı. “Doktor nerede?” Adamlardan biri gülmeye başladığında Kuzey komutan ona dönüp bekledi. Sakinliğini bana oranla gayet net koruyordu. Gözlerimi kaldırıp etrafa baktım. Etrafta bir yerlerde kamera var mı diyerekten dikkatle inceledim. “Siz o kadının anca cesedini alırsınız. Miro o kızı öldürecek.” Sinirle tekrardan adama dönüp üzerine yürümeye başladım. Tam tepesine çullanacağımda Kuzey komutan engel olmuştu. “Sizi burada diri diri yakarım. Zaten öleceksiniz. Bari fazla can çekişmeyin.” Kuzey komutan şöminenin yanından aldığı odunu şöminede tutuşturdu. Adamın üstüne tuttuğunda ister istemez paniklemişti. “Söyle lan!”

Kuzey komutanın sesi bir anda yükselip bir anda sakinleşiyordu. O an Defne’nin babasına benzediğini düşündüm. Defne gerçekten babasının aynısıydı. Aniden sinirlendiği anlar hemen sonrasına sakinleşip göğsüme sokulduğu anlar. Defne’yi çok özledim. Burnumda tütüyordu. Ben daha şimdiden bu haldeysem Kuzey komutan nasıl dayanmıştı eşinden bu kadar uzak kalmasına? Kızlarından uzak kalması çok zordu. “Bir mağara var. Ana kampa götürmezler ama mağarayı da tarif edeceğim.” Kuzey komutan alevleri yüzüne doğru iyice yaklaştırdı. “Söyle bütün bildiklerini.” Adam tek tek anlatmaya başladığında söylediği her şeyi not aldım. Anında karargaha bilgiyi geçtik. Kuzey komutan benim önden çıkmamı söylerken önlem amaçlı oradaki heriflerin hepsini vurup öyle çıktım. Kuzey komutan ise çıkmadan önce evi yaktı.

“Defin’e geçsinler bu bilgiyi. Defin havadan doğrular bu bilgileri. Doğrulandığı anda poyraz timi harekete geçsinler. Barut timi de diğer kampı bassınlar. Her ne kadar Defne oralarda olmasa da canlarını yakarız.” Defne için bütün gemileri yakmış gibiydi. Sessizce karargaha döndüğümüzde koridorları inleten bir ses duyduk. “Defne!” Kuzey komutan duyduğu sesle önümde duraksamıştı. Komutana baktığımda gözlerini kapatmış öylece duruyordu. Koridorun ucunda omzuna kadar uzanan kahverengi saçlı bir kadın vardı. Defne’nin yakınlarına haber verilmişti. “Kızımı bulun bana!” Kızım.. İşte o an sesin sahibinin Defne’nin annesi olduğunu anlamıştım. Kuzey komutanın öylece duraksaması oldukça normaldi. Yıllardır duymadığı eşinin sesini böyle duymak onu üzmüş olmalıydı. Kuzey komutan oldukça güçlü bir adamdı. Hem bedenen hem zihinsel olarak güçlü biriydi. Ben onun yerinde olsam Defne’den bu kadar yıl ayrı kalamazdım. Derin bir nefes alıp gözlerini açtı.

Kuzey komutan albayın odasına girmeden hazırlanmak için odaya geçmişti. Ben ise koridoru yürümeye başladım. Albayın odasına ilerlerken koridordan gelen ses yükselmişti. Koridorda gördüğüm ilk yüz Defne’nin aynısıydı. Diğer kadını sakinleştirmeye çalışıyordu. Asker olduğum belli değildi onların gözünde albayın yanına yaklaştığımda hemen hazır ola geçtim. “Albayım birkaç konum bulduk. Bu konumlara havadan kontrol sağlanması taraftarıyız. Komutanımda bende aynı düşüncedeyiz.” Arkamda gelen adım seslerine döndüğümde bütün heybetiyle Kuzey komutanı görmüştüm. Tam teçhizat hazırlanmıştı. Bordo beresiyle dimdik duruyordu. Önünde duran kız kardeşinin kucağındaki bebek ona başını kaldırarak bakıyordu. “Sanırım komutanım da bize dahil oluyor albayım.” Albay gülümsediğinde komutanımın göreve çıkmasına karşı çıkamayacağını anlamıştı bende buruk bir gülümseme sundum. Kuzey komutan yüzünü komple kapatmıştı.

“Yerini buldunuz mu kızımın?” Annesi beklentiyle kolumu tutmuştu. Ona doğru dönüp elini tuttum. “Defne’yi size getireceğim efendim. Komutanımız gayet donanımlı biridir.” diyerek Kuzey komutanı gösterdim. Defne’nin annesi Kuzey komutana baktığında Kuzey komutanın dikleşip derin nefes aldığını gördüm. İki yıldır görüşmediği eşiyle ilk kez karşı karşıya kalmıştı. Defne’nin annesi yaklaşıp Kuzey komutanın silahı tutan elini tuttu. Kuzey komutanın bakışları elini tutan karısının eline indirmişti. Tekrardan bakışlarını kadına çevirdi. “Yalvarırım kızımı bana sağ salim getirin.” Defne’nin kardeşi, annesini tutup sakinleştirmeye çalışıp oturttu. Kuzey komutan bana başıyla odayı gösterdi. Hazırlanmamızı söylüyordu. Hızlıca odaya gittiğimde poyraz timi hazırlanmaya başlamıştı. “Tim. Buraya bak.” Hepsi bana odaklandığında devam ettim. “Bu görevde benden emir almıyorsunuz. Time bu görev boyunca rütbeli biri olacak başımızda. Ona göre davranın.”

“Emredersiniz komutanım!” Timle beraber çıktığımızda helikoptere ilerledik. Helikoptere bindiğimiz gibi kulaklıklarımızdan Defin’in sesi gelmişti. “Asi’den Poyraz’a. Beni duyuyor musunuz?” Kuzey komutan maskesini açmıştı ama gözlükleri hala gözündeydi. Defin’in sesini duyduğunda gülümsedi. Barut timi de helikopterdeydi. Barut’un ters bakışlarını gördüğümde bu bakışları anlayamamıştım. “Poyraz iki, duyuyoruz Asi.”

“Konum iki, ana kamp. Etraf kalabalık ve bu kalabalık normal değil.” Demek ki Defne ana kampta tutuluyor. Kuzey komutana baktığımda o da benimle aynı düşüncede olmalıydı. Başıyla onayladı. “Anlaşıldı. Poyraz ana kampa , Barut diğer konuma ilerleyecek.”

“Hava desteği için bekliyorum.”

“Anlaşıldı.” Uygun bir konum bulunduğunda helikopter araziye inmeden biz halatlarla indik. Poyrazla beraber tek sıra halinde Kuzey komutanı takip etmeye başladık. Defne’yi kurtarmaya yakındık. Timle beraber iki saat içerisinde ana kampa ulaşırdık. Saate baktığımda akşam üstü dört olmuştu. Kampa yarım saat uzaklık kalana kadar yürüdük. Yolumuza çıkan devriyeleri tek tek indiriyorduk.

Kampa geldiğimizde tepede hepimiz bir yere konuşlandık. Silahımı özenle yerleştirip emir beklemeye başladım. Kuzey komutanın sesi kulaklıktan geldiğinde bekledim. “Poyraz timi, otuz farklı hedef görüyorum. Mağaranın içindekiler ise meçhul.” Komutan anlatırken büyük bir çığlık yankılandı, bu sesin benim doktoruma ait olduğunu anladım. Gözlerim onun acı dolu sesiyle kapanırken bir damla gözyaşı düştü. Sonra yankılanan üç el silah sesi sabrımı sınayan son damla oldu. Kuzey komutan da susup kalmıştı. Gözlerimi ona çevirdiğimde öfkeli bakışları ile karşılaştım. Kuzey komutan anında kalktı. "Herkes hazır olsun. Ben aşağı iniyorum." dediğinde araya girdim.

"Komutanım olmaz. Riskli, ön tarafı biz halledelim."

"Poyraz bekle. Benim ardımdan, atış serbest." Silahımı ayarlayıp nişan aldım. Mağaranın girişinin biraz içindeki adamın kafasına nişan alıp sıktım. Benim ardımdan adamları bir anda indiren timim ile mevzilendiğim yerden çıktım. Benim tarafımdaki Hakan, Fatih ve Murat hızlıca koruma ateşine başladı. Kuzey komutanla birlikte mağaraya girdiğim gibi içerdeki yavşakları vurmaya başladım. Miro orada yoktu. Büyük ihtimalle bir şeyleri önceden duyup tüymüştü. Mağaranın derinliklerinde cılız bir ışığın altında yatan doktoru gördüğümde silah tutan elim titredi.

Zar zor yanına gidip yere çöktüm. Bağlı bileklerini narince tutup onu kucağıma aldım. Kuzey komutan bileklerini çözüp moraran bileklerini okşadı. Darp izleri her yerindeydi. Önüne gelen saçlarını geriye doğru çektiğimde solmuş yüzünü görmüştüm. Karnındaki bıçak izleri kanıyordu. Kurşunlar tam olarak karnına denk gelmişti. Bacakları kan içinde kalmıştı. Kuzey komutanın “Kızım...” dediğini duydum. Hızlıca Taner’e döndüm. "Taner bir şeyler getirin! Yardım edin ölecek!"

Hakan nabzını kontrol edip "Nefes alıyor komutanım yetiştireceğiz." dedi. Öfkeyle ona döndüğümde Kuzey komutanı bile unutmuştum. "Haline bak Hakan! Ne hale getirmişler benim doktorumu..." Benim doktorum... Defne’m, sevgilim... O an için Kuzey komutanı bile umursamamıştım. O an tek düşündüğüm Defne’ydi. Parkamı çıkarıp ona sıkıca sardım. En azından üşümesin, en azından Defne'm üşümesin. "Defne buradayım güzelim. Yanındayım geldim. Geç kaldım haklısın ama bak buradayım. Komutanım o iyi olacak değil mi?" Çaresiz bakışlarımı Kuzey komutana çevirdiğimde onun da bana baktığını görmüştüm.

Fatih telsizden karargaha haber geçti. Kulaklıktan gelen Defin’in endişeli sesi Kuzey komutanın yutkunmasına sebep olmuştu. “Ne demek kırmızı kod? Ağır yaralı mı? Öldü mü? Kerem kardeşim iyi mi?!” Defin’e cevap verememiştim. Hemen bir askeri helikopter kaldırıldı. Helikopteri beklerken Hakan Kuzey komutanın kucağındaki sevgilimin yaralarına ne yapabiliyorsa onu yapıyordu. Saçlarımı sıkıca tutarak ellerime dayamış bekliyordum. Üstüne örttüğüm parkamdan dolayı tişörtümle duruyordum. Ben üşüsem de olurdu değil mi? Yeter ki o üşümesin...

"Hava soğudu Hakan... O üşüyor, üstünü örtün onun." Kuzey komutan kızının saçlarını okşuyordu. Bende gizlice elini tutuyordum. Onun yanında olduğumu hissetmeliydi. Onu tek bırakmadığımı biliyor olmalıydı. Helikopter boş alana indiğinde onu helikoptere bindirip askeri doktorlara emanet edip elini sıkıca tuttum. Avcumun içindeki elini okşamaya başladım. Ona yaklaşıp kulağına doğru fısıldamaya başladım.

"İyi olacağız doktorum. Daha bana kızacağın bir ömür varken... Beni bırakıp gidemezsin." deyip saçlarından öptüm. Kuzey komutandan çekinmiyordum. Aramızda bir şeylerin olup olmadığını anlaması bulunduğumuz konumda umurumda değildi. Aklımdaki tek şey Defne’ydi, onun sağlığı.. Kuzey komutanda yaklaşıp kızının kulağına fısıldadı.

"Annenler de geldiler Defne'm. Bana çok kızacaklar eminim. Koruyamadım sonuçta. Giderken ki amacım buydu aslında. Seni, kardeşlerini, anneni korumam gerekiyordu."

"Kan grubu ne?"

"0 rh-.” Kuzey komutan anında kan grubunu söylemişti. Defne ile kan grubum aynıydı. Doktora döndüm. “Benim kan grubum uyuyor. Benden alabilirsiniz."

"Yaraları derin. Bir an önce hastanede ameliyat olmalı."

"Annesi, amcası hastanede bekliyordur. Onlar doktor, kurtaracaklardır." Kendi kendime konuşuyordum. Aslında doktorun dediğini tam duymuyordum.

"Sana harika bir evlenme teklifi edeceğim Defne. Aklını alacağım senin çok küfredeceksin bana. Sonra güzel bir düğün yapacağız. Bebeklerimiz olacak. Oğlumuzun adını bile düşündüm biliyor musun? Babanın adını koyacağız. Kuzey Nerit? Nasıl sence?" Kuzey komutanın duyup duymadığına bakmadım. Sonuçta şu an sevgilimle konuşuyordum. Dinlememeliydi. Ben onunla konuşurken hastaneye geldiğimizi bile anlamamıştım. Onu sedyeyle birlikte içeri götürdüklerinde bende koşturarak peşinden girdim. Defne'nin tıpatıp kopyası olan kardeşleri annesini tutup kalkmasına yardım etmişti.

"Annem! Defne ne bu halin!" Kuzey komutan yüzünü kapatmış geriden geliyordu. Sadece gözleri görünüyordu. Dikkatlice eşine doğru yaklaştı. Yanında dikiliyordu. "Deniz tamam sakin ol gel." Annesine benzeyen kadın sakinleşmesi için çabalıyordu. Defne ameliyata alınırken uzun boylu tıpkı Kuzey amcaya benzeyen doktor Defne'ye bakmış sonra da ailesine dönmüştü. "Nehir, Deniz'le kal. Deniz bana güven. Yeğenim bana emanet.” Doktorun Defne’nin amcası olduğunu anladım. Kuzey komutanın aynısıydı. Aynı gözler, aynı bakışlar.. Sadece daha sakin bakıyordu.

Tim arkamda dururken bende ameliyata giren Defne'yi izliyordum. Gerginlikle koltukta oturan ailesine döndüğümde annesinin bana baktığını görmüştüm. Defne ve kardeşleri güzelliğini annesinden almıştı. Bu oldukça belli. Kuzey komutan eşinin yanında dikiliyordu. O an düşününce ne kadar kötü bir durum olduğunu idrak edebilmiştim. Çok sevdiği kadından böyle uzak kalmak onun için çok zor olmalıydı. Canından çok sevdiği kızlarından uzak kalmak onu tüketiyor olmalıydı. "Sen o musun? Devamlı bahsettiği komutanı..." Sessizce annesini onayladım. Annesi ağlamaktan helak olmuştu. Bir kız kardeşi de aynı annesi gibiydi. Annesi yanağımı okşadığında bende onun zorlanmaması için eğilmiştim. Ellerimdeki kana bakıp ellerimi tuttu.

"Kızımın kanı mı bu? Kim yaptı bunu ona?”

"Yarbay'a pusu kuranlar kimlerse kızınıza bunu yapanlarla aynı kişi ama o şerefsizi bulup geberteceğim."

"Sen aynı eşime benziyorsun. Aynı kararlı bakışlar aynı cesaret... Şimdi anlıyorum neden Defne'nin seni seçtiğini..." Kuzey komutan bunu duymuştu. İster istemez bakışlarım onu bulduğunda bana göz kırptı.

"Anne tamam gel." diyerek annesini geri çekti kardeşi. Saatler gelip geçerken burada kaç saattir durduğumu bilmiyordum. Ailesi için bir oda ayarlatıp dinlenmelerini sağladım. Annesi ilaçlarla uyutulurken kardeşi başında bekliyordu. Defin de benimle ameliyat kapısındaydı. “Durumu nasıldı?” Gözlerimi kapattım. O anları hatırlamak dahi istemiyordum. “Çok kötüydü. Karnında kollarında bıçak izleri vardı. Kurşun da sıkmışlar. Bacakları kan içindeydi.” Defin yaklaşıp sırtımı sıvazladığında ona baktım. “İyi olur dimi?” Defin gülümsemişti. Bu normal bir gülümseme değildi. İmalı bir gülüştü. “Seni diğer kızlara yem etmez o.” Çaresiz beklemek ne kadar zordu böyle? Kaç saat oldu? 6-7? Aklıma gelen anılarla istemsiz gülümsedim.

"O iş o kadar kolay değil yüzbaşı. Saçlarımı seviyorum."

"Doğal halini görmek istiyorum güzelim ne var bunda?"

"Cesaretim yok Kerem ne yapayım? Kahverengi saçlarım bana hem eski sevgilimi hem de babamı hatırlatıyor." Başka çarem yokmuş gibi onaylamış aynadan yüzümü buruşturmuştum.

"Tamam yapalım ama sen boyayacaksın." diyerek bana dönüp belime sarılmıştı. Bende başımı eğip ona baktım, kollarımı beline sararken saçlarından öptüm.

"Görevden döndüğüm gün yapalım güzelim. Sana geleceğim." kıkır kıkır güldü. Onun gülüşü çok güzeldi, neşeliydi. Yanağını okşayıp dudaklarından hafifçe öptüm. Boynuna doğru eğildiğimde burnuma burnuma kokan amber kokusuyla gülümsedim.

"Defne'm... Güzel kokulu sevgilim benim. Evlensek bir an önce keşke. Benim olsan..."

"Daha 1 yıl oldu Kerem acelemiz ne?" diyerek biraz geri çekildi.

"Bir dakika geç olacağına üç saat erken olsun güzelim."

"Shakespeare'den miydi bu? Annen biliyor mu, perdesinden elbise yaptığını."

Koltuğa oturup onu da kucağıma çektim. Göğsüme yaslanıp uyuklamaya başladı. Saçlarını öperken onun uyumasına izin verdim.

Üniformamın içindeki fotoğrafını çıkarıp onun fotoğrafına baktım. Gördüğüm güzel yüzü tekrar görmek için sabırsızlanıyordum. Gözlerimi kapatıp yutkundum. Uyanır değil mi? Uyan Defne, uyan da yine beraber olalım.

"Kerem dur telefonum çalıyor.

"Siktir et. Çok önemli değildir." deyip tekrardan boynuna gömüldüm. Boynunu emip hafiften ısırdım. Tekrardan telefon çaldığında sinirle telefonuna baktım.

"Denef." deyip kendimi onun yanına attım. Sabahın dördünde aradıklarına göre ailesiyle bir şey olmuştu. Onun üstünü üşümesin diye örttüm.

"Ne oldu Denef?"

"Rahatsız mı ettim? Şey Efe'nin ateşi vardı. Ali'de bende düşüremedik."

"Sorun yok. Dediklerimi yapın düşmezse hastaneye gidin ama."

Defne bana bakıp güldü. Tekrardan göğsüme yattığında başından öptüm.

Defne'nin amcası ameliyattan çıktığı gibi kalkıp onun önünde dikildim. Durumu hakkında hepimize bilgi vermiş yoğun bakıma alınmıştı. Onun başında beklemeyi çok istesem de ailesi varken bana düşmezdi.

Kaç saat kaç gün beklerdik bilmiyorum yaklaşıp yoğun bakımın camından onu izlemeye başladım. Yaraları, yorgun yüzü ne kadar kötü olduğunu gösteriyordu. Altan yanıma gelip kahveyi bana uzattı. Kaçıncı kahvemdi bilmiyorum.

"İyi olacak badi. Baksana ne kadar güçlü bir ailede büyümüş."

Kardeşi Denef odada bebeğini emziriyordu. Büyük çocuğunu evde bırakmış kardeşi uyanana kadar da buradan ayrılmayacağını söylemişti. Nehir teyzesi kardeşine destek oluyordu. Albay beni çağırdığında albayla görüşüp geri gelmiştim. Buradan ayrılmayacağımı biliyordu yine de çağırmıştı. Amcası yanıma geldiğinde biraz konuşmamız gerektiğini söylemişti. Bahçeye çıktığımızda üniformamı düzeltip ona baktım. "Bunu Deniz'e söyleyemedim ama senin bilmen gerekiyor. Defne ile bir ilişkiniz vardı değil mi? Ciddiydiniz?"

"Evet? Evlilik teklifi etmiştim. Sorun ne?" Kaşlarımı çatıp amcasına baktım. Başka bir şey var gibiydi.

"Defne hamileymiş Kerem."

Bölüm sonu.

Bana kızmayın olur mu? Böyle olması gerekiyordu. İşlerin daha sağlam ilerlemesini istiyorum ve bu gerekiyordu. İyi okumalar 

Bölümlerle ilgili spoilerları Tiktokta paylaşıyorum. Oralara da baksanız iyi olur.

Tiktok: elbruz.blackpearln

Haftaya görüşürüz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 07.02.2025 15:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...