36. Bölüm

🩺ELBRUZ 36. Bölüm🩺

Neris
blackpearln

36. Bölüm

“Beyaz Kurt, karşındaki adam Gerard kod adlı kişi. Tekrar ediyorum beyaz kurt Gerard kod adlı kişi karşında.” Kulaklığımdan gelen sesle kaşlarımı çatıp karşımdaki adama baktım. Defne bu adamı nereden tanıyordu?

“Memnun oldum. Defne hanımın kardeşi misiniz?” Karşımdaki adam besbelli yalan söylüyordu. Benim Defne’nin kardeşi olmadığımı anlamıştı. Beden dili ve adımı duyduğu anda verdiği tepki yalan söylediğini bariz bir şekilde belli ediyordu. Yüzüme yerleştirdiğim alaycı gülümsemeyle karşımdaki adama baktım. Sinirimi bozacak şekilde gülüyorsa bende onun sinirini bozarım. “Nişanlısıyım.” Karşımdaki adamdan dolayı kulaklığımla time haber veremiyordum. “Böyle güzel bir doktoru kaptırmış olmak çok üzücü.” Elimi Defne’nin beline sardığımda Defne gülümseyip elini göğsüme yerleştirmişti. Karşımdaki adama diktiğim bakışlarımı çekmeden gülümsemeye devam ettim. “Ben olmasam da şansınız olmazdı. Yanlış anlamayın pek Defne’nin tarzı biri değilsiniz.” Tek gözümü kırptım ve ardından bakışlarım ciddileşti. Genel olarak gülümseyen bir yüzüm yoktu ve bu durumun ortamla ilgisi de yoktu.

Gerard adlı adam kaşlarını alayla kaldırıp “Neden?” diye sordu. Utanmaz herif bir de geçmiş karşıma eşime asılıyordu. Defne araya girip “Müsaadenizle Sky bey. Biz artık biraz dolaşalım.” diyerek beni uzaklaştırmaya çalıştı. Onu kırmayıp ailesinin yanına ilerlediğimizde Kuzey komutanın yanına geçip fısıldadım. “Komutanım..” Kuzey komutan bana bakmadan sessizce “Burada baba de evlat.” demişti. Komutanımı başımla onaylayıp olması gerektiği gibi davrandım. “Defne gel seni Sevim hanımla tanıştırayım. Hastaneye destek verme potansiyeli yüksek biri.” diyerek yanımızdan uzaklaşan ikiliye baktım. Kuzey babama doğru yaklaşıp “Kuzey baba, az önce Gerard kod adlı şahısla tanıştım.” dedim. Gözlerimi Defne’den ayırmadım. Biz Kuzey baba ile bir köşede dururken Defne annesiyle beraber arkadaşlarıyla konuşuyorlardı. Kuzey komutan yani babam benimle beraber etrafı gözetliyordu. “Ne düşünüyorsun?”

“Baba Defne’yle tanışıyorlar. Adam bilerek mi tanıştı bilmiyorum ama Defne’ye asılmaya çalışıyor.” Kuzey babam bana bakıp “Kıskandın mı?” diye sorup güldüğünde bende dudaklarımı ıslatıp ona baktım. “Kıskanman normal asıl sorum şu. Senin kim olduğunu biliyor mu?” Gülümsedim tam olarak bilmese de benim hakkımda bir tahmini vardı. Bakışlarımı adama çevirdiğimde elindeki viskiyle Defne’yi süzüyordu. “Biliyor gibi baba. Defne’yi kullanabileceğini tahmin ediyorum.”

“Defne’yi eğitime almalıyız. Silah, dövüş ne gerekiyorsa. Evet biliyor hem de iyi biliyor kabul ediyorum ama daha iyi olmalı.” Başımla Kuzey babamı onayladım. Haklıydı mümkün olduğunca hızlı bir şekilde Defne’yle ilgilenmeliydim. Kulaklığımdan Murat’ın sesi gelmişti. “Toplantının yapılacağı yere yerleştik. Kablosuz duyuyor musun?” Kulaklığımdan Burak’ın cevabını bekledik. Etrafı dikkatlice izliyorduk, asker olduğumuzu belli etmemiz gerekiyordu ama istemsiz belli ediyorduk sanırım. Ki Deniz anne yanımıza gelip çok belli ediyorsunuz diyerek bizi uyarmıştı. Tekrardan kulaklığımdan Burak’ın sesi gelmişti. “Yerleşme gayet başarılı.” Etrafa bakarken kulaklığımdan Burak’a seslendim. “Bu cihazlar yakalanmaz değil mi?”

“Hayır komutanım, bu cihazlar aransa da bulunmaz. Saksıların içine yerleştik.”

Vals çalmaya başladığında dikkat çekmemek için Kuzey amcadan izin alıp Defne’nin yanına ilerledim. Defne’ye nezaketen elimi uzattığımda Defne şaşkın şaşkın yüzüme bakmış ardından da gülümseyip elimi tutmuştu. Onu ortaya getirdiğimde onun elinden tutup bir tur kendi etrafında döndürdüm ve kendime çektim. Sol elimi beline yerleştirdiğimde sağ elimle de elini nazikçe tuttum. “Vay canına vals biliyor muydun komutan?” Onun şaşkınlığı beni gülümsetmeye yetmişti. Defne gizemli hallerimi seviyordu, bende onu şaşırtmayı seviyordum. “Neler bildiğimi bilsen şaşkınlıktan küçük dilini yutardın Defne’m. Şimdi bana söyle bakalım bu adamı nereden tanıyorsun?” Defne bakışlarını benden çekmiyordu. Bende mavi gözlerimi ondan çekmeden öğrenmem gereken soruları ona sormaya başladım. “Hastamdı. Yani iki gün önce Hakkari’de eli kesikti.” Kaşlarım çatıldığında dışarıdan öylesine boş muhabbet dönüyormuş gibi görünmesi için kendimi düzeltmeye çalıştım.

“Dikişi sen mi attın? Nazike atmıyor muydu?” Defne’nin kaşları biraz çatılmıştı. Benim neden bunları sorduğumu düşünüyordu belli ki, yine de bana aklındaki soruları sormadan önce benim sorumu cevapladı. “Derin kesikti, ben yaptım o yüzden.” Vals bittiğinde Defne’nin elini bırakmadan dudaklarıma götürüp nazikçe öptüm. Defne gülümseyip nazikçe eğilmişti. Beraber Deniz annenin yanına geçtiğimizde köşedeki Uğur’a baktım. Uğur başıyla hafifçe işaret verdiğinde onu onaylayıp operasyonun geri kalanını onlara bıraktım.

Gerard denilen herif elindeki viskiyle bizim yanımıza geldiğinde elimi takımımın cebinden çıkarıp Defne’nin belini sardım. “Vals konusunda yetenekli olduğunuzu bilmiyordum asker bey.” Beni tanıdığının açığını da an itibariyle elime vermişti. Defne de bir şeylerin ters gittiğini fark etmiş olacaktı ki aralık ağzıyla bana dönmüştü. Ona hiç bakmadan belindeki elimle belini hafifçe sıktım. Gülümsememi bozmadan karşımdaki adama bakmaya devam ettim. “Asker olduğumu nereden biliyorsunuz? Asker olduğumu söylediğimi hatırlamıyorum.”

“Belinizdeki silahtan.” Başımla Gerard denilen herifi onaylarken “Savcı yada polis de olabilirim.” Karşımdaki adam beni gülerek onayladı. “Hangisi peki?”

“Sizinki hangisi diye sorsam?” Karşımdaki adamı şaşırtmayı başarmıştım. Anlık duraksayan bakışlarını gördüğümde keyfim yerine gelmişti doğrusu. Anlamadım diyerek kaçmasına fırsat vermeden sağ elimle adamın belini gösterip “Belinizdeki.” silahı işaret ettim. Adam ceketini düzeltip silahı kapattı. “İş adamıyım diyelim.” Defne’nin gerildiğinin farkındaydım. Duruşu dikleşmişti benim yanımda gergin durmamaya çalışıyordu ama pek de başarılı değildi. “Çevrenizdeki bütün iş adamları böyle şeyler mi taşıyor?” Karşımdaki adam kuyruğunu dik tutmaya çalışır gibi yerinde kıpırdanmıştı. “Gerektiği kadarını taşıyoruz diyelim.” Gülüp bende aynı şekilde yanıtladım. “Bende öyle diyebilirim herhalde. Gerektiği kadarını taşıyorum.” Gerard denilen herif iznimizi alıp ilerleyerek salondan çıktı. Murat anında adamın peşine takılırken bende Defne’nin başından öptüm.

“Beyaz kurt, toplantıya sızdık. Bütün sesler net.” Derin bir nefes alıp rahatladım. Uğur dolaşırken tepsideki kahveyi aldım. Bir, bir buçuk saat sonra salondan çıkmamız için hazırlık yapıyorduk. Uğur ve Murat ortalığı toparlarken cihazları da toplayacaklardı. Kuzey babaya baktığımda başıyla bana işaret vermişti. Defne’nin elini tutup “Güzelim baban haber verdi, gidiyoruz.” Diyerek yavaş yavaş herkesle vedalaşarak salondan çıktık. Defne’nin ailesi de peşimizden geliyordu. Aşağı indiğimizde ceketimi çıkarıp Defne’nin omuzlarının üstüne örttüm. Vale arabamızı alıp getirdiğinde kapıyı Defne’nin geçmesi için açtım. Elini tutup binmesine yardım ettikten sonra Deniz annenin de binmesine yardım ettim. Kuzey baba da arabaya bindiğinde bende direksiyona geçip kemerimi taktım.

Eve geçtiğimizde Defne ve annesi hemen ayakkabılarını çıkarmışlardı. Kuzey baba Deniz anneye odaları işaret ettiğinde Deniz anne anında anlayıp “Hadi Defne biz yatalım.” diyerek ayağa kalkmıştı. Defne bana baktığında onu onayladım. Defne de odaya geçtiğinde Kuzey baba ceketini çıkarıp koltuğa sermişti. “Bu adamı sevmedim komutanım. Yani baba...” Kuzey baba benim tökezlememe gülmüştü. “Baba demeye devam et evlat ve evet bende sevmedim. Neyin peşinde olduklarını anlayabilirsek belki onu alırız.” Cama yaklaşıp dışarıyı izlemeye başladım. “Direkt Defne’ye yönelmiş adi herif. Daha bizim karşımıza çıkmadan Defne’nin karşısına çıkmış.” Derin bir nefes alıp bakışlarımı dışarıdan çekip Kuzey babama döndüm. “Baba sence yine bilginin peşindeler mi?”

Kuzey baba sıkıntılı bir şekilde sol eliyle başını ovuşturdu. O da emin değildi ama eğer bilginin peşindelerse yine Kuzey babanın sözde zayıf noktasını kullanacaklardı. Görünürde Defne’yi kullanacaklar gibi duruyordu. “Baba bu bilgi ne? Neyin peşindeler bu kadar? Ben sadece senin ölüp ölmediğinin peşindeler sanıyordum.” Kuzey baba sessizce duruyordu. En sonunda derin bir nefes alıp bana baktı. “Miro yaşayıp yaşamadığımın peşindeydi yaşadığıma emin olsalardı bilgi için saldıracaklardı. Bilgi ise.. istihbarat söylerse öğrenirsin.” Onu başımla onaylayıp dışarı baktım.

Uğur ve Murat apartmana giriyorlardı. Onları gördüğüm gibi kapıya ilerledim ve kapıyı açtım. Uğur ve Murat ayakkabılarını çıkarıp kenara koydular sonra da içeri ilerlediler. “Komutanım operasyon başarılı. Kayıtları hemen kablosuza gönderdik. O ve istihbarat araştırmaya başladılar.” Kuzey baba operasyonun başarılı geçmiş olmasına sevinmişti. “Güzel.” Diyerek ayağa kalkmıştı ve ceketini eline aldı. “Poyraz, istirahat et.”

“Emredersiniz komutanım.” Herkes odasına ilerlerken bende Defne’yle kaldığımız odaya ilerledim. Odanın kapısını çalıp içeri girdiğimde Defne çoktan pijamalarını giymiş makyajını çıkarıyordu. Yaklaşıp yanağından öptüğümde Defne bana bakıp gülümsedi. “Beni bu pis suratımla öpmezsin ama komutan ya.” Biraz geri çekilip onun yüzüne baktığımda “Neyi varmış yüzünün? Gayet de güzelsin.” Defne güldüğünde bende saçlarına öpücük kondurdum. Bu Gerard denilen heriften dolayı canım aşırı sıkkındı. Defne bunu fark etmesin diye uğraşıyordum ama sanırım boşuna.

“Çatma kaşlarını. Artık o kadar fazla çatıyorsun ki normal baksan bile kaşların çatıkmış, sinirliymişsin gibi duruyor.” Defne’nin sesiyle bakışlarımı aynaya çevirdim. Haklıydı, bilinçsizce kaşlarımı çatıyordum. “Aklından geçenleri paylaşmak ister misin?” Defne oturduğu yerden bana döndüğünde bakışlarımdan bir şeylerin kafamı kurcaladığının farkındaydı. “Hayır bakışlarından değil, dalıp gitmenden anladım. Elbruz yapma, benden bir şey saklama. Benden ne istiyorsun direkt söyle.” Onun önünde diz çöktüğümde sağ elimi onun yanağına götürdüm. Baş parmağımla yanağını okşamaya başladığımda Defne gülümseyerek gözlerini kapatmış, yanağını komple elime yaslamıştı. “Defne’m o adamdan uzak dur olur mu? Yaklaştırma kendine. Yazarsa, hastaneye gelirse uzak dur ve bana söyle.” Defne kapalı gözleriyle beni onaylamıştı. İnadından eser kalmamıştı. Normalde olsa sen beni merak etme ben kendimi korurum derdi.

Elimi geri çekip ayaklandığımda sessizce valizden pijamalarımı çıkardım ve ceketimi, gömleğimi çıkardım. Defne makyajını komple çıkarmış olacaktı ki yatağa geçmiş ve beni izlemeye başlamıştı. Onun beni izlediğinin farkındaydım. Çıkardığım kıyafetleri sandalyeye koyduğumda altıma pijama altımı giydim ve tişörtümü yakınlara koydum. Yatağa ilerleyip Defne’nin yanına yattığımda Defne anında göğsüme yatmıştı. Onun saçlarını okşayarak başından öptüm. “Melek’le bizimkiler isteme için hazırlıkları yapıyorlarmış.” Gülümsedim. Mümkün olduğunca her şeyi tam yapmaya çalışıyorlardı. Biz hiç bir şeye tam vakit ayıramadığımız için Melek ve Defne’nin kardeşleri her şeyi hallediyorlardı. “Kız istemede ne dağıtacağız diye soruyorlar. Bence hiç bir şey dağıtmaya gerek yok.” Defne göğsümde bıcır bıcır, susmadan konuşuyordu. “Yani zaten isteme ile nişanı bir yapacağız. Bu arada Melek kınayı temalı yapmak istiyor.” Kaşlarımı çattım. Temalı derken? “Ne teması?” Defne göğsümdeki parmaklarıyla sanki düşünüyormuş gibi ritim tutuyordu. “Kınayı muhteşem yüzyıl modunda yapalım diyorlar. Gerçi bizimkiler de tam tersi kına yerine bekarlığa veda yapalım ama yine teması bu olsun diyordu. Ayda ve Nilay’da hamam yapalım diyorlar.” Defne’nin saçlarının uçlarını parmaklarıma sarıp çevirmeye başladığımda Defne yorgunluktan esniyordu. Onu da anlayabiliyordum, böyle şeyleri konuşmaya vaktimiz olmuyordu.

Üstelik Hakkari’ye döner dönmez Taner’i şehit vermiştik. Şimdi ise amacımız Taner’in intikamını almaktı yani en azından ilk amacımız oydu. Defne sessizliğimden dolayı uyuduğumu düşünmüş olacaktı ki başını bana doğru çevirip bakmıştı. “Sen hiç bir şeyi kafana takma zaten de haberin olsun diye söylüyorum.” Sessizce konuşuyordu. Sanırım benim aklımda Taner’in olduğunu anlamıştı ve bizim isteme hazırlıkları konuşmamızdan dolayı kendini mahcup hissetmişti. Defne’nin başından öptüğümde kısık sesiyle mırıldanmıştı. “Özür dilerim.”

“Bir şey yok. Hayat ne kadar istemesek de devam ediyor. Taner hep bu timin bir parçası olacak. Biz ise onun intikamını alıp düğünümüzü mutlu mesut yapacağız. İçimiz rahat olacak ki o düğünde Taner için de eğlenebilelim. O yüzden biraz daha sabır Defne, biraz daha sabır.”

“Evlilik meraklısı değilim komutan. O yüzden bu son dediğini duymamış gibi davranacağım.” Onun bu cümlesi beni güldürmüştü. Evlilik meraklısı biri olmadığını biliyordum hatta bence ben evlenme teklifi etmeseydim asla ağzını açıp imasını dahi yapmazdı. Başımı eğip kulağına yaklaştım. “Ama ben seni soyuma almadan duramazdım Defne. Seni bir an önce Defne Kurt olarak görmek istiyorum.” Düşüncesi bile beni mutlu ediyordu. Onu Defne Kurt olarak evimizde görme fikri beni deli ediyordu.

Defne konuşmaya devam ederken uyuması için belini okşamaya devam ettim. Planladığım gibi olmuş Defne’nin nefesleri bir süre sonra düzene girmişti. Onun üstünü iyice kapattıktan sonra saçlarını oynamaya devam ettim.

Sabah uyandığımda Deniz anne çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. “Günaydın Kerem.” Salatalığı doğrarken gülen gözlerini bana çevirmişti. Bu ailenin onca şey yaşamış olmasına rağmen gülen gözleri vardı. Bende aynı şekilde gülümseyip “Günaydın Deniz anne.” dedim. Bana bakıp elindeki bıçakla dışarıyı gösterdi. “Bak şimdi ekmek alman gerekiyor çünkü Kuzey baban size harika bir menemen yapacak. Buradan çık sokağın başından sağa dön. Sol tarafta market olacak.” Başımla onu onaylayıp odadan ceketimi ve cüzdanımı aldım. “Kaç tane alayım anne?” Deniz anne kafasında bir hesaplama yaptıktan sonra bana “Beş tane alsan yeter.” Kapıdan çıktıktan sonra direkt apartmandan çıktım.

Sokağın başına geldiğimde Deniz annenin dediği gibi sağa döndüm. Yolun karşısında sol tarafta gördüğüm marketle direkt karşıya geçtim. Markete girdiğimde raflar arasında dolanarak ekmeği aramaya başladım. Ekmeği bulduğum gibi beş tane aldıktan sonra kasaya ilerledim. Ücretini ödedikten sonra eve ilerlemeye başladım. Ekmeğin ucundan kopardığım parçayı ağzıma atarken apartmanın önüne ilerledim. “Pardon!” Arkamdan seslenen kadına dönüp baktığımda kapüşonumu çıkarmadan ağzımdaki ekmek parçasını elime aldım. “Buralara yeni mi taşındınız? Sizi hiç görmedim de...”
Ağzımdaki ekmek parçasını yuttuğumda kadına şaşkın bakışlar atmayı bıraktım ve sorusunu cevapladım. “Hayır buralarda oturmuyorum.” Karşımdaki kadının derdi neydi bilmiyorum ama Defne görürse sorun çıkarabilirdi. “Numaranı alabilir miyim?” Göz ucuyla Defne’lerin evine doğru baktığımda direkt giriş katının balkonunda duran Defne’yle göz göze geldim. Kollarını göğsünde kavuşturmuş çatık kaşlarıyla dikkatli bir biçimde beni izliyordu. Tekrardan karşımdaki kadına döndüğümde “Hayır veremem. İyi günler hanım efendi. Sevgilim kapıyı açar mısın?” diyerek Defne’ye döndüm. Başıyla onaylayıp içeri girmişti. Bende kadını umursamadan apartmana girip kapıyı açan Defne’ye baktım.

Defne kapıyı açıp benim girmemi umursamadan içeri geri dönmüştü. Sessizce içeri girdiğimde kapıyı arkamdan kapatıp mutfağa ilerledim. “Deniz anne ekmekleri tezgaha mı koyayım?” Deniz anne anında “Yok sen onları masaya götür ve Defne’ye bak.” Anlaşılan ufak bir kıskançlık problemi yaşıyorduk. Ekmeği içerideki masaya koyduktan sonra koltukta oturan Defne’nin yanına geçtim. Kuzey baba çoktan mutfakta menemeni hazırlamaya başlamıştı. “Komutanım yine dikkatleri üstünüze toplamışsınız.” Murat’la Uğur da bu durumdan eğleniyor gibiydi. Ters bakışlarımı onlara gönderip kaybolmalarını işaret ettim. Uğur anında oturduğu yerden kalkıp balkona çıkarken Murat’ı da peşinden sürüklemişti.

“İyi eğlendin mi kızla?” Büzdüğü dudaklarıyla, çatık kaşlarıyla şu an tam olarak öpülesi duruyordu. Gülerek onu sardığımda beni itmeye çalışmıştı. “Gülme. Çek ellerini pis seni.” Beni itmesine izin vermeden onu belinden tutup kendime çektim ve dudakların tabiri caizse yapıştım. Defne anın şokuyla ilk etapta bana karşılık vermemişti. Belini daha sıkı kavrayıp onu kucağıma doğru çektiğimde ise şoku üstünden atıp bana karşılık vermeye başlamıştı. Kollarını boynuma doladığını hissettiğimde dudaklarımı hafifçe geri çekip tekrardan öpmeye başladım. Defne aynı şehvetle bana karşılık vermeye başlamıştı.

İçeriden gelen öksürük sesiyle geri çekilmek zorunda kalmıştık. Biz geri çekilip Defne tekrardan koltukta yerini aldığında Kuzey baba elindeki tavayla “Evet! Hadi toplanın” diyerek hepimizi masaya çağırmıştı. Defne burnunun ucunu parmağının ucuyla kaşıyordu. Kuzey babanın bilerek böyle sesli geldiğini anlamak zor değildi. Uğur’la Murat da sofrada yerini almıştı. Defne’yle beraber masaya geçtik. Deniz anne keyifli bir şekilde “Yarbay Kuzey Mutlu’nun spesiyali menemeni, afiyet olsun.” Defne hemen tabağına biraz menemen aldığında gülümseyerek onu izledim. “Bunu çok özlemişim.”

“Komutanım bu arada kablosuz yani Burak aradı. Toplantıdan çektiğimiz bilgileri ayıklamış. Kayda değer bir şeyler bulmuşlar.” Kuzey baba çatalındakini ağzına attığında Uğur’u onaylayıp “Kahvaltıdan sonra kalkarız. Uçak biletimizi öğlene aldık. Deniz sende eve geçiyorsun kahvaltıdan sonra. Dikkatli oluyorsun ve geçince haber veriyorsun.” Deniz anne göz devirerek başıyla onu onayladı. Defne’ye baktığımda Defne az önce babasına az daha yakalanıyor olmasının utancıyla başını eğdi. “Defne, Denef sizin kız istemeniz için her şeyi planlamış. İki tarafta da tamam dediği bir gün konuşalım.” Defne annesine bakıp “Anne biraz vakit gerek. Hem onların işleri yoğun hem de yeni şehidimiz var.” demişti. Açık konuşayım onun bu düşünceli hali hoşuma gidiyordu. Kuzey baba da başıyla onayladığında gülümsedim. Kahvaltıdan sonra biz koltuğa geçerken Defne’ler, annesiyle beraber mutfağı topluyordu. Kuzey baba bir şey düşünüyordu.

Etraf toparlandığında hepimiz hazırlanıp evden çıkmıştık. Arabaya bindiğimizde Uğur’la Murat karşımızda duruyordu. Kuzey baba havaalanına sürmeye başlamıştı. Defne başını omzuma yasladığında başından öpüp onu sıkıca sardım. Havaalanına gidene kadar sessizce yolu izlemiştik. Kuzey baba arabayı park ettiğinde hepimiz inip etrafı kontrol ettik. Defne, Deniz anneyle vedalaşıyordu. Deniz anne bana bakıp kollarını açtığında bende yaklaşıp sarıldım. “Dikkatli olun. Allah’a emanet.” gülümseyip başımı omzuna yasladım. Deniz anne gerçekten annem gibi samimi biriydi. Geri çekildiğimde Kuzey babayla onlar vedalaşmaya başlamıştı.

Uçaktan indiğimizde Defne’yi lojmanlara bırakıp alaya geçtik. Üniformamızı giydiğimiz gibi harekât merkezine geçtik. Poyraz timi benim girmemle ayağa kalkmıştı. Elimle oturmalarını işaret ettim. Kuzey komutan içeri girdiğinde hepimiz ayağa kalktık. “Oturun çocuklar.” Oturup time baktım. Burak elindeki dosyayı Kuzey komutanın önüne itmişti. “Komutanım bu Gerard denilen herifin orada olma sebebi yüklü miktarda bir mal alışverişiymiş. Ayrıca bir isimden bahsediyorlar. Vahir kod adlı birinden bahsediyorlar. Miro sizin döneminizin adamıydı. Vahir ise sanırım yeni nesil bir tip. Hakkında henüz bir şey bilmiyoruz.”

“Milli istihbarat üzerinde çalışıyor.” Ayda’yla ikisi beraber çalışıyorlardı. Ayda’ya döndüğümde yaklaşıp “Hastaneye gittin mi?” diye fısıldadım. Ayda başını sağa sola sallayıp gülümsedi. “Komutanım ne yapacağız?”

“Öncelikle eğer siz de onaylarsanız Burak’ı poyraz timine almak istiyorum.” Başımla timdeki herkese tek tek baktığımda hepsi bakışlarıyla onaylamışlardı. Başımı komutana çevirdim ve onayladım. Kuzey komutan Burak’a bakıp “Poyraz timine hoş geldin.” demişti. Hoş geldin Burak umarım bu kanlı tim senin de sonun olmaz...

 

🩺

 

Bulduğum ilk fırsatta soluğu burada almıştım. Okula ilerlerken çocukların bahçede top oynadıklarını görmüştüm. Okulun içine girdiğimde tek tek bütün odalara baktım. Nilay oradaydı. Üstünde bir tulum, başında bir yazma elinde ise bir boya fırçası. Beremi çıkarıp kapıya yaslandım ve onu izlemeye başladım. “Mavi daha iyiydi bence.” Benim sesimi duyduğu gibi bana dönmüştü. Gülen yüzüyle özlediğim dudaklarından çıkan ismim beni ismime daha bağlı hale getiriyordu. “Uğur.”

Elindeki fırçayı koyup kollarıma geldiğinde onu sıkıca sarıp kucağımda döndürmüştüm. Görev için gittiğimizden beri onu en son Taner’in cenazesinde görmüştüm. Sonra geri çekilip üzerime dikkatle baktı. “Üniforman boya olmasın da.. Hoş geldin.” Onu tekrar sardığımda saçlarını okşayıp kulağına fısıldadım. “Hoş buldum.” Nilay başını omzuma yatırmıştı. Kedi gibi giderek kucağıma sırnaşıyordu. “Seni çok özledim ben..” Onu özlediğimi söylemeye gerek duymamıştım. O biliyordu zaten.

Kendine koyduğu çaydan bana da doldurduğunda onunla sohbet etmeye başladık. “İzmir benlik bir yer değil. Çok sıcakmış. Neyse ki üç gün sürdü de hızlı geldik.”

“Akşam yemeğinin benimle yer misin?” Nilay’ın bu cazip teklifine karşılık ona bakıp “Boyayı bana yıkmaya çalışıyorsun değil mi?” diye sordum. Nilay güldüğünde bende gülmüştüm. Onu güldürmek hoşuma gidiyordu. “Akşama kadar biter. Burada beraber yemeği yeriz sonra da beraber gideriz.”

“Bu teklife hayır diyemeyeceğim öğretmen hanım.” Çaylarımızı içtikten sonra boyaya devam ettik. Bende ona yardım ediyordum. Buraya ufak bir mutfak yapacaklardı. Nilay çocukların ihtiyacı için gerekli olan her şeyi burada toplamak istiyordu.

Akşam Nilay yemeği hazırlarken bende etrafa bakıyordum. “Güzel oldu hızlı bitirdik.” Nilay elinde kaşıkla tencereyi karıştırırken “Sen olmasan bugün bitmezdi.” demişti. Kapı çaldığında ona bakıp “Kim bu?” diye sordum.

“Çocuklardan biridir. Ben buradayken soru sormaya geliyorlar.” Onu onaylayıp kalktım ve “Sen otur ben bakarım.” diyerek kapıya ilerledim. Desenli cam kapıya yaklaştığımda duyduğum emniyet sesi ve gördüğüm silah siluetiyle hemen duvara saklandım. Nilay’a dönüp sessiz olması için işaret parmağımı dudağıma götürdüm. Anında beni onaylayıp eline rastgele bir tava geçirdi. Silahımı çıkarıp emniyetini çektiğimde bunun duyulacağını biliyordum. Nilay’a dönüp camdan uzak durmasını işaret ettim. Beklediğim gibi olmuş ve kapıdaki herif kapının camına ateş etmişti. Nişan alıp oluşan boşluktan adamı vurdum.

“Kim bunlar?” Nilay’a baktığımda elindeki tavayla komik görünüyordu. Cesareti takdire şayandı ama komik gözüküyordu. İçinde bulunduğumuz duruma rağmen... “Sorularına cevabı sonra bulalım Nilay. Kapının arkasına koyulacak ne varsa koy. Mümkünse başını çıkarma.” O dediğimi yaparken bende yemek yediğimiz odanın ışığını kapattım. Perdeyi aralayıp dışarı baktığımda okulun etrafını çevrelediklerini görmüştüm. Bu iyi değil. Bu hiç iyi değil. Etrafı taramaya başladıklarında bir iki kez sıkmaya çalışsam da başımı dahi çıkaramadım. Sürünerek Nilay’ın yanına gittiğimde Nilay’a dönüp “Sende saklı gizli silah yada mermi yoktur değil mi?”

“Ben sadece bir ilkokul öğretmeniyim.” Telefonumu çıkarıp alayı aradım. “Alo. Teğmen Uğur. Acil durum! Saldırıya uğradım. Nilay öğretmenin ilkokulunda sıkıştım kaldım.” Bugün telefonda Kemal vardı. Anında bilgi geçmek üzere gerekli notları almıştı. “Hemen bilgi geçiyorum. Poyraz timi beş dakika içinde yola çıkıyor komutanım.”

“Harika.” Telefonu kapatıp adamları tek tek indirmeye çalıştım. Süre geçtikçe mermim de giderek azalıyordu. “Kaldı beş. Salak Uğur G3’ü bırakmayacaksın. İlla bırakacaksan da yedek şarjör alacaksın.” Nilay duvarın dibinde duruyordu. “Nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun?”

“Evet teröristleri hallederken.” Nilay göz devirip “Hayır onlardan kaçıyordun. Ölüyordun ben kurtarmıştım.”

“Pek öyle sayılmaz ama neyse.”

“Babam bizi öğrenecek.” Haklıydı tek sorunumuz an itibariyle dışardaki adamlar değildi. Deli Mevlüt albayla konuşmak zorunda kalacaktım. Bana burada ne aradığımı soracaktı ve ben tek kelime edemeyecektim. “Böyle öğrenmesini tercih etmezdim.” Nilay da beni onayladığında kaşlarımı çatıp “Acaba dışardakilere teslim mi olsam? Şu an Mevlüt albayın gazabı beni daha çok korkutuyor.” Omzuma sertçe inen el ile ona dönüp baktım. “Salak seni kurtarırlarsa babam iki katı kızar. İşte o zaman öldün.” Haklıydı. Zaten kadınların asıl huyu da bu değil mi? Hep haklı olmaları.

“Biliyor musun?” Nilay’ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. “O gün okula geldiğinde ilk gözlerin dikkatimi çekmişti.” Gülümsedim. Dışarıdan gelen ses ise yine ortamın içine sıçtı. “Dışarı çıkarsanız zarar görmeyeceksiniz! Duydunuz mu beni? Öğretmen. Duyuyor musun?”

“Bak sen kurumsal ağızda biliyorlar.”

Bir süre sonra gelen G3 sesiyle duraksadım. “G3 sesi mi o?” Nilay sorumu ciddiye almış bana bakıyordu. “Nerden bilebilirim Uğur ben?” Sesin hangi silaha ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. “Baban albay ve sen bu sesi tanımıyor musun?” Nilay ortamın verdiği gerilimle bana sinirli ifadesiyle dönmüştü. “Kusura bakma ama ben Defne gibi silahların içinde büyümedim.” Onu başımla onaylarken tekrar duyduğum silah sesine odaklandım. “Aha vallaha G3.”

“Teğmen! Mıntıka temizliği bitene kadar burnunu dahi çıkarırsan kafanı patlatırım!” Kerem komutanın sert sesiyle emri gayet netti. “Sonunda... Emredersiniz!” Sesimin onlara ulaştığına emindim geriye sadece beklemek kalıyordu. G3 sesleri ortalığı şenlendirdiğinde sesler kesilir kesilmez dışarı çıktık. Nilay’ı sıkıca tutarken Nilay, Kerem komutana baktı. “Yine başınıza bela olduk sanırım.”

“Yok yenge biz alışığız Defne yengeden.” Fatih’in boşboğazlılığı ile söylediğine Nilay gülümserken Kerem komutan başını biraz kaldırıp göz devirmişti. Kerem komutan Fatih’e döndüğünde Fatih’in gülen yüzü anında düşmüş, bakışları yere çevrilmişti. “Özür dilerim komutanım.. Ben ortamı yumuşatayım diye şey etmiştim.”

“Fatih seni dünyanın en ilginç sazanı olarak koruma altına almalıyız biliyorsun değil mi?” Fatih bakışlarını Kerem komutana çevirdiğinde bi çare cezadan yırtarım umuduyla “Hee... Koruma altına almak lazım..” Kerem komutan gülmeye başladığında Fatih cezadan yırttığını anlamıştı. “Mevlüt albaya haber verin.” Fatih selam verip uzaklaştığında Kerem komutan bana bakıp “Uğur’un selası için herkes hazırlıklı olsun.” demişti. “Kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın değil mi komutanım?” Kerem komutan ben bilmem der gibi başını sağa yatırdığında durumu anlayıp fısıldadım.

“Helvam fıstıklı olsun ama Fatih’e yedirmeyin komutanım.”

 

🩺

 

“Evet Denef elbisemi mavi istiyorum.” Kahvemi kupaya koyarken Denef’le görüntülü konuşuyorduk. Kız istemede giyeceğim mavi elbiseye karar vermeye çalışıyorduk. “Aslında tarih belirlenmediyse Bulut sana özel elbise tasarlayabilir.” Başımı sağa sola salladım. Hiç gerek yoktu.

“Zaten sadece aileler var. O kadar abartmaya gerek yok. Hem fazla uzatmamaya karar verdik, bu hafta sonu geleceğiz Çanakkale’ye. Ben perşembeden geleceğim, Cuma günü onlar gelecek. Cumartesi günü de istemeyi yaparız diyorlar.” Kahvemi alıp koltuğa geçtiğimde Denef bana mavi bir elbiseyi gösterdi. İş çıkışı benim için alışverişe çıkmıştı. “Güzelmiş bak bu. Rahat bir elbisedir umarım.”

“Rahat görünüyor Defne ya.” Kahvemden bir yudum alıp “Tamam ya sen onu al.” dedim. Sessizce Denef’in elbiseyi satın almasını izledim. Ali telefonu almış ve Efe’ye çevirmişti. Efe ekranda beni gördüğü gibi gülmeye başlamıştı. “Teyzem. Nasılmış teyzesinin paşası?” Ali onun adına cevap verdi. “İyi teyzesi, çok iyi. Annesinin isteğiyle dolaşmaya çıktı.” Etrafta Asya’yı aramıştı gözüm. Ali benim Asya’yı aradığımı anlamıştı. Anında Asya’nın nerede olduğunu söylemişti. “Asya anaokulundan geldiği gibi yorgunluktan uyuyakaldı.” Başımla onu onayladım.

“Defin’le konuştun mu hiç?” Düşündüğümde en son geçen hafta konuşmuştum. Yani bizzat sesini en son geçen hafta duymuştum. Annemin konuştuğunu biliyordum o yüzden rahat hissediyordum. Ali’yi başımı sağa sola sallayarak yanıtladım. “En son bir eğitim uçuğuna katılacaklardı. Hala onunla uğraşıyordur belki.”

Denef telefonu alıp elindeki poşeti göstermişti. Gülümseyip teşekkür ettim. Kapı çaldığında telefonu kapatıp kapıyı açtım. Elbruz yorgun argın karşımda duruyordu. Postallarını çıkarıp içeri girdiğinde kapıyı kapatıp bende peşinden ilerledim. “Hoş geldin, aç mısın? Hemen bir şeyler hazırlayabilirim.” Elbruz başını sağa sola sallayıp tekli koltuğa oturduğunda elimden tutup beni kucağına çekti. Canının sıkkın olduğu belliydi. Bunu bana anlatmayacağını da biliyordum. Kucağına oturduğum gibi ellerini kalçama ve bacaklarıma yerleştirmişti. O başını göğsüme yasladığında bende ellerimi onun başına sardım ve saçlarını okşamaya başladım. “Çok yaklaşmıştık. O herifi yakalamaya çok yaklaşmıştık.”

Taner hayatını kaybedeli bir ay olmuştu. Bir aydır Taner’in ölümüne sebep olan herkesi tek tek almışlardı. Şimdi ise başımızdaki iki bela ile uğraşıyorlardı. Vahir ve Gerard denilen iki herif... İkisi de can sıkıcı tiplerdi. Üstelik Gerard denilen herif benimle tanışmıştı. Gerard mıdır Sky mıdır nedir. Sessizce saçlarını okşuyordum. “Yakalarsınız sevgilim. Onun da zamanı gelir.”

“Düğünümüzden önce ikisini de almamız lazım Defne. Düğünümüzü mahveder bunlar.” Endişesini anlıyordum. Düğünümüz asker bakımından kalabalık olacaktı. Hem misafirlerimizin hem de ailelerimizin güvenliği için her şeyi yapmalıydık. Sessizce yeni çıkan sakallarını oynamaya başladım. Onun sakallı halini daha çok seviyordum. Ona daha çok yakışıyordu. Elbruz derin bir nefes alıp kalbimin üstüne bir öpücük kondurmuştu. “Düğünümüze daha var sevgilim. En olmadı erteleriz. Yeter ki canın sıkılmasın.”

“Defne, benim en büyük endişem sensin. Düğünü erteleriz evet ama ya sana zarar verirse?” Elbruz’a gülümseyip başını kaldırdım. Yaklaşıp dudaklarına bir öpücük kondurdum. Karşımdaki adam anında anlık olan öpücüğümü şehvetli bir öpüşmeye çevirmişti. O beni öptükçe bende ona karşılık veriyordum. Geri çekildiğimde derin bir nefes aldı. “Endişelenme ve kız istememize heyecanlan. Bak bu hafta sonu yüzüklerimizi takıyoruz. Görevden yeni geldin yorgunsun ve ben doktorun olarak reçeteni yazdım Kurt komutan.” İşaret parmağımı onun göğsüne yaslayarak konuşmaya devam ettim. “Güzel bir duş, ardından harika bir yemek ve kucağında sevgilinle bir film gecesi.” Elbruz kaşları havalanmış ben konuştukça başıyla beni onaylamıştı. Ona özel yazdığım reçeteyi beğenmişti belli ki.

“Beraber bir gece de geçireceksek reçetene bayıldım doktorum.” Gülümsedim. Onun keyfi yerine gelecekse neden olmasın. Gülüp parmaklarımı onun sakallarında gezdirmeye başladım. O da sakallarıyla oynamamı seviyordu. “Yorgun değil miydin sen?” Elbruz benim sorumla sırıtmıştı. Dudaklarını boynuma gömüp derimi emdiğinde başımı geriye atıp ona yer açtım. “Yorgunluğumu seninle atmak istiyorum. Reçetenizde buna özel bir iksir yok mu doktor hanım?” Karşımdaki adamın muzur bakışlarıyla bende aynı şekilde ona baktım. Alt dudağımı ısırarak düşünmeye başladım. Parmaklarımı sakallarında dolaştırırken “Önce dediklerimi yap. Sonrasına bakarız komutan.” dedim. Derin bir nefes alıp başıyla beni onaylayarak, ben kucağındayken ayağa kalkmıştı. Beni mutfağa götürüp masaya oturttuğunda beni buraya kadar getirmiş olmasına teşekkür etmek için dudaklarına bir öpücük kondurdum.

“Ben duşa giriyorum güzellik.” Başımla onu onayladım. Sessizce dudaklarımı birbirine bastırıp “Okey.” diyerek onu onayladım. O banyoya ilerlediğinde bende masadan inip bir şeyler hazırlamaya başladım. Elbruz’u tanıyorsam duşu fazla uzatmazdı. O yüzden pratik bir şeyler hazırlamaya vaktim vardı. Ocağa makarna suyunu koyup airfry’ı açıp dolaptaki kıymaları yerleştirdim ve çalıştırdım. Makarna suyu kaynadığında dolaptan makarnayı çıkarıp suya koydum. Geçen gece canım istediği için hazırladığım salatayı çıkarıp masaya yerleştirdim.

Arkamdan belime sarılan eller ile ister istemez irkilmiştim. Elbruz başını boynuma gömdü ve öpmeye başlamıştı. “Defne’m...” Başımı geriye doğru yaslayıp Elbruz’a baktım. Altında sadece bir eşofmanı vardı. Göğsünden damlalar hala akıyordu. Saçları ıslaktı ve en önemlisi sakalları hala duruyordu. Bilerek kesmemişti. Sabaha kesecekti biliyorum ama şu an en sevdiğim haliyle duruyordu. “Hasta olacaksın Elbruz.” Kulağımın dibinde sessizce “Tsh. Bana bir şey olmaz.” demişti. Yemeği hazırlamaya devam ederken Elbruz dikkatimi dağıtmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Belimdeki elleri bacaklarıma iniyordu, başını boynumdan ayırmayıp öpüp emiyordu. Beni kendine çevirdiğinde gülüp ona baktım. Sağ elini yanağıma sabitleyip dudaklarıma yapışmıştı.

Ona karşılık vermeye başladığımda üzerime doğru eğilip beni tezgahla kendi arasına sıkıştırmıştı. O elini yanağımdan çekip bacaklarıma sardığında beni anında tezgaha oturtmuştu. Dudaklarımdan bir an bile ayrılmıyordu. Beni tezgaha oturttuğunda ellerini belime sardı ve beni kendine doğru çekti. Kollarımı onun boynuna sardığımda Elbruz’un güldüğünü hissedebiliyordum. Bacaklarımın arasında duruyordu, bacaklarımı onun beline doladım. “Seni çok seviyorum Defne’m. Çok seviyorum.” Gülümsedim. Benim söylememe gerek bile yoktu. O adım gibi biliyordu onu ne kadar sevdiğimi. Kasıklarımın arasında hissettiğim şeyin o olduğunu biliyordum. Yine bana dayanamamıştı.

O beni öpmeye devam ederken burnuma dolan yanık kokusuyla birbirimizden ayrıldık. İkimizde mutfağı kokluyorduk. Mutfak.. Yanık... “Yemek!” Hızlıca bakışlarımı ocağa çevirdiğimde makarnanın yandığını görmüştüm. Elimi uzatıp ocağı kapattım ve tezgahtan indim. “Ah Elbruz ya gördün mü yaptığını? Unuttuk gitti güzelim tencere.” Elbruz parmağıyla burnunun ucunu kaşıyıp sağ eliyle tezgaha yaslanmış sol elini de kalçasına yaslamıştı. “Off bu ne ya.. Atmak zorundayız şimdi.” Elbruz ağzını açmadan bana izliyordu. Camı açıp tencereyi de çöpe attığımda Elbruz’a baktığımda rahatlığı sinir bozucuydu. “Ya birde dikiliyorsun. Yemek gitti tencere gitti.” Elbruz güldüğünde sinirle ona baktım. “Ne gülüyorsun be adam!”

Elbruz elini tezgahtan çekip bana doğru geldiğinde elimdeki kaşığı almıştı. “Harika yemek yapıyorsun.” Daha fazla gülmeye başladığında sinirle onun göğsüne vurdum. “Köpek! Dikkatimi dağıtmasaydın yanmayacaktı! Bide gülüyorsun ya!” Beni sıkıca sardığında onu itmeye çalıştım. Aklıma gelen kargoyla ondan kurtulup aradaki dolaba bıraktığım mektubu aldım. Elbruz arkamdan bana bakıyordu. Büyük ihtimalle niye kaçtığımı anlamamıştı. Elimdeki mektubu ona salladığımda kaşları çatıldı. “O ne güzelim?”

“Bilmiyorum bugün ben lojmana girerken asker verdi. Konya’dan gelmiş, Aslı diye birinden.” Uzattığım mektubu Elbruz alıp okumaya başladı. Yüzü sanki kağıtta yazan şeylere şaşırıyor gibi görünüyordu. Merakla ona yaklaştım. “Ne yazıyor?” Kağıdı ben görmeyeyim diye saklamıştı. Kağıdı benden saklaması şüpheli geldiği için çevik bir hareketle kağıdı elinden aldım. “Güzelim...” Okumaya başladığım kağıtta yazanlar sinirlenmeme yetmişti. O konuşmaya başladığında işaret parmağımı ona kaldırıp susmasını sağladım. Sıkıntılı nefesini duysam da odak noktam kağıtta yazanlardı.

Ben seni seviyorum Kerem. Konya’ya geldiğinde muhakkak görüşelim.

“Kerem bu ne?” Elbruz ona Kerem dememe dikkat etmiş olacaktı ki “Hemen Kerem yaptın beni.” demişti. Onun üste çıkmasına izin vermeyecektim tabii ki. “Ne demek bu? Kim bu Aslı?” Elbruz sıkıntılı bir nefes verip gözlerini kapatmıştı. Ellerini beline yerleştirip omuzlarını düşürdü. “Konya’da bir arkadaşımın kız kardeşi.”

“Sana nasıl bunları yazabiliyor? Bu kaçıncı mektup?” Elbruz’un sessizliği bunun ilk mektup olmadığını kanıtlıyordu. Ki bunu anlamamak salaklık olurdu. Mektup bas bas ben başka bir mektubun yanıtıyım diyordu. “Güzelim sana yemin ediyorum ben hiç mektup yazmadım.” Kağıdı ona gösterip sallamaya başladım. “Ne bu o zaman? Çekileyim aranızdan, Kerem ile Aslı olun siz!”

“Kanıtlayacağım. İki gün ver, bir tahminim var.” Kendinden emin konuşması beni şüphelendirmişti. Sakinleşmeye çalışıp kağıdı onun göğsüne vurdum. “İki gün. Perşembe günün gidiyorum. İki gün içinde kanıtladın kanıtladın, kanıtlayamazsan kapıma beni istemeye gelme.” Askıdaki ceketimi alıp giydim ve evden çıktım. Onu evde yalnız bırakmam gerekiyordu yoksa kesin onun kanıtlamasına izin vermeden affederdim.

 

🩺

 

İki gün geçmişti ama ben hala Defne’ye kendimi kanıtlayamamıştım. Şimdi ise köyleri dolaştıktan sonra Aktütün’e uğramıştık. Bütün gün yüzüme bakmamıştı. “Ali, doktor nerede?” Ali herkese çay dağıtırken ben teğmenin odasında oturuyordum. “Kantinde komutanım. Komutanım bu arada size telefon var.” Onu onaylayıp telefon odasına geçtim. "Alo?"

"Kerem ben Aslı."

"Aslı?" Açık konuşayım onca mektubu gönderdiğimi iddia eden kızın beni aramasını beklemiyordum. Daha doğrusu direkt Aktütün’ü aramasını hiç beklemiyordum.


"Affedersin rahatsız etmek istemezdim ama..." Telefonu kulağıma tutarken sol elimi belime yasladım ve "Estağfurullah buyur?" dedim.


"Sana bunu söylemek zorundaydım. Kerem bak yazdığın mektuplar..." Hah bende bu konuyu konuşmak istiyordum. "Hah bende bu konuyu konuşmak istiyordum. Aslı ben kimseye mektup yazmadım." Aslı sözümü kesip "Kerem bir daha olmasın tamam mı?" dediğinde arkamda beliren doktora baktım. Bana ters ters baktığını görüp biraz daha uzaklaştım. Aslı’nın aradığını duymuştu büyük ihtimalle.


"Bak Elif teyzeyi severim, Ahmet amcayı da tabii sana ve duygularına da saygı duyuyorum ama bunu ifade etme biçimin gerçekten iğrenç." Kaşlarım çatıkken kendimi ifade etmeye çalışıyordum. "Aslı bak beni dinle lütfen." Telefonda biraz daha konuşup kapattıktan sonra daha doğrusu Aslı beni baya bir haşladıktan sonra gözüm telefonu yerine koyarken time ve buranın jandarmalarına kaymıştı. Tabii ya, bu hıyarlar ne zaman bir araya gelseler başımız belaya giriyordu zaten. Yaktım çıranızı.. Toplanıp konuşan timin yanına geldiğim gibi Fatih konuşmaya başladı. "Ya komutanım maşallah maşallah ya ne kadar güzel vurdunuz adamı, anlat anlat bitiremediler."


"Hakikaten komutanım ya sizin bu pozitif tavrınız bizimde auramızı değiştiriyor. Bizde pozitif oluyoruz." Mahmut’a bakıp gülümsedim. O da buranın Fatih’iydi. Aynı boşboğazlık, aynı çene... Onlar hiç bir şeyin farkında değillerdi ama onların ağzına sıçacağım. Gülümseyerek time tekrardan bir göz attım. Gülümsemeyi kesip "Hanginiz yazdı lan mektubu?" diye sordum. Bir anda gelen ciddiyetim timin yüzündeki gülümsemeleri sildi.


Fatih aynı hızda "Ben söylemiştim." deyiverdi. Hamdi bacağına vurup "Mektup mu komutanım?" dedi. Bütün bakışlar benim üzerimdeydi, bende onlara bakıyordum. Ne kadar güzel beni enayi yerine koymaya çalışacaklar. "Hayırdır yine mektup mu gelmiş?" diye lafa damladı Mahmut. Gülerek başladığı cümle benim yüz ifadem değişmeyince kıvranma aşamasına dönmüştü. "Bir mektup mevzusudur, uzadı... Şey de olmuyor. Ne kadar garip?" diyerek mırıldandı.


"Olacağı buydu işte." Uğur’un mırıldanması beni şaşırtmıştı. Timimin en aklı başında olduğunu sandığım adamı bile bu delilere uyuyorsa ben daha ne yapabilirdim ki? "N’olmuş?" diyerek yanıma geldi sarışın doktorum. Tim büyük bir hevesle ona bakmaya başladığında doktordan medet umduklarını anlamak zor olmadı ama onları elimden doktor bile kurtaramazdı. Daha doğrusu kurtarmazdı. Zaten olan biteni anlamaya gelmişti ve anlayana kadar da işime karışmazdı.


"Komutana yine mektup gelmiş sanırım doktor yenge." Mahmut'un dediği ile Defne’nin bakışları beni buldu. "O Aslı denilen kız mı? Hani sen mektup falan yazmıyordun? Gerçi artık mektup işini geçmişsiniz araşmaya falan başlanılmış." Defne yine ara vermeden bana kızmaya başladığında beni bu duruma soktuğu için hepsinin ağzına tüküreceğim. Gözlerimi kapatıp açtığımda ona dönmeden konuştum. "Doktor bir sakin ol. Şimdi anlayacaksın."


"Yandık emmioğlu."


"Yandık ki ne yandık." Fatih’le Muammer’in kendi aralarında konuşmasını umursamadan onlara bakmaya devam ettim. "Poyraz ve Aktütün’ün jandarmaları. Şu karşı tepenin en üstünde bir çıkıntıyı gördünüz mü?" Hepsinin bakışları gösterdiğim kayayı buldu. Fatih'ten gelen mırıldanmayı dinledim. "Ahanda kayayı monte edecek bize."


"Görüyoruz komutanım." dedi Hakan.


"Oraya gidilecek. Tam teçhizat. Battaniye, uyku tulumu, silahlar, mühimmat, her şey..."


"Ama hani pozitive..." diye çaresiz konuştu Mahmut. Yanımda kalan doktorum ne olup ne bittiğini anlamıyordu. Her şeyi sana açıklayacağım doktor ama önce bu hıyarların cezasını kesmeliyim.


"Bana 20 dakika sonra oradan tekmil vereceksiniz."


"Ama komutanım 20 dakika..." Murat’ın çaresiz konuşmasını tamamlamasına izin vermeden konuşmaya devam ettim. "Ve tekmil verdiğinizde ben her şeyi buradan net bir şekilde duyacağım. Her şey açık seçik olmalı. Aynı bir mektupta olduğu gibi. Hadi." Hala birbirlerine ve suratıma bakıyorlardı. "Hadi lan!" Son bağırışla hepsi hazırlanmaya gitti. Yanımdaki doktora döndüğümde onu kolumun altına alıp gülümsedim.


"Gel sana her şeyi anlatayım. Ali bize iki çay kap gel aslanım!"


"Emredersiniz komutanım."


Timi görebileceğim bir yere oturduğumuzda ona bütün olayı anlatmaya başladım. Defne ciddi misin der gibi suratıma bakıyordu. "Yani hepsini tim yaptı öyle mi?"


"Evet onlar yapmış. Adresimi verenler de onlarmış. Şimdi ise cezalarını çekecekler."


Biz kumların üstünde Defne ile otururken bir yandan da timi izliyordum. Barut yanımıza geldiğinde başını kaldırıp baktığım yere bakmıştı. "Kurt, Poyraz ne yapıyor ula orada?" Onun sorusuna karşılık ona dönmeden cevapladım. "Valla Barut, biz ne zamandır spor yapmıyoruz dediler. Hamladık falan benden izin istediler bende verdim."

"Poyraz? Hamladılar?" Barut bu dediğime elbette inanmamıştı ama sorgulamayacağına da emindim. Defne yanımda gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Valla sorumlulukları çok yüksek, fedakar arkadaşlar. Yoksa kim böyle görevden dönüp yorgun argın demeden tam teçhizat, dağın tepesine doğru koşalım da bu kadar yorulalım... Kim der Barut." Başımı ona doğru çevirdiğimde güldüğünü görmüştüm. "Gene ne ettiler bakalım. Sen ayrı deli timin ayrı deli." Gülümsedim.


🩺


"Bu mektup işi fikri kimindi abi? Mahmut senindi dimi dede?" Hamza’nın sorusuyla kimse gözünü Kerem komutandan ayırmadan dinlemişti. Mahmut hemen inkar etmek için hazırlığa geçti. "Ne alakası var ya?"


"Ya bunundu tabii. Zaten emmioğlu dikkat et bu herif ne zaman ninesi gibi konuşuyorsa sıçtık, bir bok olmuştur. Oradan anla sen." Muammer ile Mahmut badiydiler. O diyorsa doğrudur hesabı... Bütün tim soluklanıyordu. Yirmi dakikada karakoldan buraya koşmak onları oldukça yormuştu. "Hakikaten bunun yüzünden ya." Hamdi’nin Muammer’i onaylaması hepsinin beklediği bir şeydi. Birkaç ay önce yapmak istedikleri şaka ayaklarına dolanmıştı.


"Hadi Mahmut dedi. Ulan biz niye uyduk bu dedeye? Biz bide kıdemliyiz bundan."


"Ben mi dedim size uyun diye?"

“Hayır bide en suçsuzunuz benim ya. Bu sefer hiç bir şeye karışmadım ama yine beni buldu vay arkadaş ya.” Fatih timin konuşmasından sıyrılıp kayaya oturmaya kalktığında telsizden sert bir ses geldi. "Ben otur dedim mi?!" Fatih çaresizce tekrardan ayağa kalkıp cezanın biteceği anı beklemeye başladı.

 

🩺

 

“İndin mi?” Telefondaki Bulut’a göz devirip “Salak mısın Bulut? Havada mı arayacağım seni?” diyerek cevap verdim. İki, üç gün için hazırladığım çantamı tutarak gelen yolcu çıkışına ilerlemeye devam ettim. Gelen yolcu çıkışında beni bekleyen Bulut’a yalandan gülerek el salladım. Bulut beni gördüğü gibi telefonu kapatıp elimdeki çantayı aldı. “O kadar bekledim ki ağaç oldum burada.” Bulut’un cümlesiyle yüzümü buruşturup göz devirdim.

“Artık şu istemeni bir atlatabilir miyiz? Elis ve Denef delirdi, her şeyi yetiştireceğiz diye.” Güldüm. Kız istememi doğru kişilere emanet etmiştim. Elis, Denef ve Mine telefondan Melek’le iletişim kurarak her şeyi ayarlamışlardı. “Sen beni eve bırakıp işe mi gidiyorsun?” Kemerimi takıp Bulut’un sürüşüne baktım.

“Evet. Akşam görüşürüz artık.” Sessizce dışarıya odaklandım. Bizim evimizin olduğu araziye girdiğimizde Bulut aracı park edip arkadan çantamı almıştı. Kapı açıldığı gibi Asya koşarak kucağıma atlamıştı. “Teyzem!” Saçlarını okşayıp onu kucağımı aldım. Kucağımdaki Asya’yla birlikte içeriye girdiğimde herkes bize bakıyordu. “Ailem ben geldim!”

“Hoş geldin.. Hadi hızlıca kahvaltıya gel.” Nehir teyzem gülümseyerek bana bakıyordu. Asya’yı kucağımdan indirip dayımlara sarıldım. Ayaz’a sarılmadan elini sıkıp geçtim. Ali’yi gördüğüm gibi gülümseyip sarıldım. “Efe nerede?” Ali yukarıyı gösterdiğinde onaylayıp yukarıya çıktım.

Bebek odasına girdiğimde Efe beşikte ayağa dikilmiş sallanıyordu. Ona yaklaşıp kollarımı açtım. Efe beni gördüğü gibi ağzındaki emziği atıp bana gülmeye başladı. “Teyzem. Kocaman olmuşsun kuzum yaa.” Kucağıma alıp önüne gelen saçlarını geriye attım. Yanağında uykusundan dolayı iz oluşmuştu. “Harika bir uyku çekmişsin demek ki. Hadi bakalım aşağıya inelim.” Kucağımdaki Efe’yle beraber aşağı indiğimde herkes yavaş yavaş masaya toplanmıştı. “Defne..” Gizem yengem bana seslendiğinde eğilip ona baktım. “Yaprak teyzenler kız istemende yanında olmak istiyor ama sana sormadan bir şey demek istemedim.” Önümdeki tabağa baktığımda biraz düşündüm. Defin’in canını sıkılıp sıkılmayacağını düşünmem gerekiyordu. “Sorun değil. Sadece Can amcaya söyler misin Öykü teyzemden tek bir laf istemiyorum. Nefretini içine gömsün. İstemiyorum.” Gizem yengem başıyla beni onaylamıştı. Kahvaltımı yaparken birkaç şeyden daha atıştırdım.

Bugünü evde tek geçirecektim. Denef’in işe gitmesi gerekiyordu ve Efe’yi de götürecekti. Elis de aynı şekilde yanında Yağmur’u götürecekti. “Tamam her şeyi bana bırakın ve hepiniz gidin. Teyzem ben toplarım.” Nehir teyzem tabakları kaldırmaya başlamıştı. Ona engel olduğumda bana bakıp tabakları bırakmıştı. Hepsini tek tek geçirdikten sonra masayı toplayıp bulaşıkları yıkadım. Telefonumu çıkarıp Elbruz’a geldiğimi mesaj attım. Telefonu tekrardan cebime yerleştirip, evi toparlamaya başladım.

Denef ve Elis’in kız istememle nişanım için yaptığı hazırlıklara göz attım. Beyaz ve mavi ağırlıklı bir ortam seçmiştik. Elbisem çoktan kardeşim tarafından dolabıma yerleştirilmişti. Nişan tepsim anneannemin kendi elleriyle yaptığı işlerden birinin olduğu bir tepsiydi. Annemin, Damla teyzemin, Nehir teyzemin nişanlarında kullanılan tepsiydi. Denef ve Defin’de bu tepsiyi kullanmıştı. Yüzüklerin bağlanacağı kurdele mavi renkteydi. Daha doğrusu ikimizin göz rengine yakın bir renkteydi. Gülümseyip bütün hazırlıkları tekrardan merdivenin altındaki dolaba yerleştirdim. Yukarıya odama çıktım ve üzerimi değiştirdim. Saçlarımı toplayıp aşağı indiğimde Elbruz bir göreve çıktığını söyleyen bir mesaj atmıştı. Hızlıca onu aradım.

“Güzelim...”

“Ne görevi ya? Ya yetişemezsen ne yapacağız?”

“Güzelim kısa sürecek söz veriyorum. Aniden çıktı, ne yapabilirim?” Sıkıntıyla iç çektiğimde arka bahçeye çıkıp derin bir nefes aldım. “Tamam ama dikkatli ol. Elbruz lütfen...”

“Merak etme. Cumartesi günü kapına mavi güllerle geleceğim.” Gülümsedim. Bana en son söz verdiğinde esir düşmüştü. Umarım bir daha bunu yaşamazdık. “Göreceğiz Elbruz. Annenler yarın geliyor değil mi?”

“Evet güzelim. Janset sana ulaşacaktır. Zaten Niyaz da onlarla olacak.”

“Tamam, ben hallederim geri kalanını...” Bir süre sonra telefonu mecburen kapattığımızda ahıra doğru ilerledim. Çizmelerimi düzeltip atımı ahırdan çıkarıp eyerini taktım. Ahırdan çıkardığımda telefonumu düşmeyeceği şekilde sabitledim ve atıma bindim.

Kaç saat dolaştığımı bilmiyorum ama eve döndüğümde akşam olmak üzereydi. Ahıra yaklaştığımda atımdan indim ve yularını tutarak ahıra ilerledim. Ayaz’ı gördüğümde derin bir nefes aldım. Benimle konuşmak isteyeceğini biliyordum. Nişanından sonra yüzük atmışlardı. Sevgilisiyle anlaşamamıştı.

“Defne.. Biraz konuşalım mı?” Sessizce onu onaylayıp atımın eyerini çıkardım. Ellerimi yıkayıp ahırdan çıktım. Beraber göletin olduğu tarafa yürümeye başladığımızda onun konuşmasını beklemeye başladım. “Nasılsın?” Nasıl olduğumu sorması bana çok ironik geliyordu. Zamanında beni mahvederken de karşıma geçip nasıl olduğumu sormuştu. Şimdi düşünüyorum da Ayaz sadece kendi istediğinde benim halimi hatırımı soruyordu. Ona bakmadan gülümseyip “Çok iyiyim, sen?” diye sordum. Çocukluk hatamla her buraya geldiğimde yüz yüze gelmek beni yıpratıyordu. Üstelik içime kapanmamın, bir dönem yoğun bir şekilde geçirdiğim panik atakların yegane sahibi oyken karşıma geçip nasıl olduğumu sorması canımı sıkıyordu.

“Emin misin?” Anlamsız sorusundan dolayı kaşlarımı kaldırıp ona baktım. “Neyden?” Ayaz omuz silkerek bana dönmeden ilerlemeye devam etti. “Evlilikten. O çocuktan..” Sinir kat sayım giderek artarken gözlerimi kapattım. Dudaklarımı yalayıp sakin olmam gerektiğini kendime hatırlatarak derin bir nefes aldım. “Eminim. Hem evlilikten hem de Elbruz’dan oldukça eminim. Bir sorun mu var?”

“Yani sen.. pek evlilik insanı değildin. Yeni tanıştığın biriyle bu kadar hızlı evlilik kararı alman.. Şaşırttı.” Gülümsedim. Göletin kenarına yaklaştığımızda çimlere doğru ilerleyip yıllar önce Güney amcanın kurduğu salıncağa oturdum. “Sen yıllarca bekledin de ne oldu Ayaz? Nişan atmışsın sevgilinle. Hem demek ki ben seninle evliliği hiç düşünememişim.” Yürümeye başladığımızdan beri bir kere bile dönüp ona bakmamıştım. Ama o yüzsüz gibi bakışlarını benden çekmiyordu. Bu dediğim cümle sonuna kadar doğruydu. Ben Ayaz’la aynı evde olup evlilik hayali kurmamıştım. Hem beni aldattıktan sonra karşıma geçip yaşadığımız şeyin çocukça bir şey olduğunu söylemişti. Ayaz sessizce duruyordu ve hayır bu sefer o beni değil, ben onu arkamda bırakacaktım. Sol çaprazımızda kalan bank yıllar önce bana bu cümleleri sarf ettiği yerdi. Umursamadan ayağa kalkıp ona baktım.

“Biliyor musun, haklıydın. Çocukça şeylerdi. Evet o dönem bunları söylediğinde canım yanmıştı ama senin yanındayken olmadığım biri gibi davranmak beni yoruyordu. Sen beni yoruyormuşsun meğerse.. Şimdi karşıma geçip bana emin misin diye soracak en son kişi sensin Ayaz.” Onu arkamda bırakıp eve doğru ilerlemeye başladığımda üzerimden bir yükün kalktığını hissedebiliyordum. Eve yaklaştığımda annemlerin çoktan gelmiş olduğunu görmüştüm. Mine bana dikkatli bir şekilde baktığında Ayaz’la konuştuğumu anladığını görmüştüm. Ona iyi olduğumu belirtmek için gülümsediğimde o da gülümsemişti.

“Ne yaptın bütün gün evde tek başına?” Damla teyzemin sorusuyla kendimi koltuğa atıp ona baktım. “Valla teyzem etrafı toparladım biraz at bindim derken anca işte.”

“Harika yemekler sipariş ettik.” Göz devirdim annem yine beni kandırıyordu. Nehir teyzemler elbette ki benim kız istemem için her şeyi hazırlamıştı. Nehir teyzem oturduğu koltuktan kalkıp mutfağa ilerlemişti. Elis hepimize bakıp “Çocukları yedirelim de yemekleri rahat rahat yiyelim.” demişti. Asya yanıma gelip kucağıma oturduğunda ona baktım. “Teyze gece beraber uyuyalım mı?” Asya’nın masum isteği beni gülümsetmeye yetmişti. Yanağını okşayıp “Olur teyzem yarın da Defin teyzenle mi uyuyacaksın?” diye sordum. İkimizi de az gördüğü için ikimizin beraber olduğu ender zamanlarını böyle değerlendirebiliyordu. Asya beni başıyla onaylarken gülümseyip saçlarını okşadım.

Yemeğimizi yemeğe başladığımızda anneme ve dayıma döndüm. “Elbruz’un ailesi yola çıkmış. Kardeşi az önce mesaj attı.” Annem beni onaylarken dayım “Can amcan otelde odalarını hazırlatmış. Timi de gelecek değil mi?” Başımla dayımı onayladım. Poyraz timi olmadan kız istemenin tadı çıkmazdı ki. “Biraz geç gelecekler. Göreve gitmişler.” Bulut bana bakıp önündeki eti makasla keserken “Senden kaçıyor olmasın?” diye saçma ve komik olmayan bir yorum yapmıştı. Ona yalandan gülüp “Çok komiksin. Elis sana bu esprilerle mi aşık oldu?”

“Kerem’in sana bu yüzden aşık olmadığı kesin.” Başımı sallayıp yemeğime odaklandım. “Ben yarın arabayı alabilir miyim anne?” Annem bana bakıp beni onaylamıştı. Telefonumu çıkarıp Melek’e bir konum attım. Yarın orada buluşacağımızı içeren bir bilgi mesaj daha atıp telefonumu cebime attım. “Defin ne zaman geliyor?” Nehir teyzeme bakıp tekrardan yemeğime odaklandım. “Cumartesi günü sabah gelecek o. Anca öyle izin alabilmiş.”

“Misafirlerimizi sen mi gezdireceksin?” Güney amcamı başımla onayladım. Benden başka gezdirecek kişi yoktu. Herkes çalışacaktı. “Akşam yemeğine buraya getiriyorsun Defne unutma.” Başımla onaylayıp sofradan kalktım. Nehir teyzemin arkasından ona sarıldım. “Ben ellerinizle yaptığınız yemekleri yemeden onları gönderir miyim teyzem? Gizem yengemle el emeği yapmışsınızdır onları.”

“Bende enginar yaparım?” Hepimiz Damla teyzeme dönüp baktığımızda Damla teyzemin yüzü düşmüştü. “Aman tamam yapmam.” Bulut hemen annesine dönüp babasıyla beraber aynı anda “Boş ver anne sen bana köfte yap.”

“Boş ver güzelim sen bize köfte yaparsın.” demişlerdi ve evet Damla teyzemin en güzel yaptığı yemek köfteydi. Öyle ki Elis ve Bulut’un çocukları Toprak bile annesinin köftesini değil, babaannesinin köftesini seviyordu. Yemekten sonra kardeşim ve Mine’yle beraber bulaşıkları toparladık. Elis ise çayla uğraşıyordu.

Gece boyunca ailemle vakit geçirdim ve bu bana iyi gelmişti. Doğup büyüdüğüm bu evde, bu kocaman ailemle beraber oldukça mutluydum. Ayaz yemeğe gelmemişti ve şimdi ise çaprazımdaki pufa oturdu. Bulut daha girdiği andan itibaren Ayaz’ın donuk suratını görmüş ve bakışlarını bana çevirmişti. Ona omuz silkip telefonumu çıkardım. Mesajlara girip Elbruz’a mesaj attım.

Maviş; “Komutanım müsaitseniz üç dakika sonra görüntülü konuşabilir miyiz?” Ben mesajı atalı birkaç dakika geçmeden telefonumdan bildirim sesi gelmişti.

Komutan; “Tam çekmiyor güzelim ama ayarlarım.” Telefonumun ekranını kapatıp Bulut’a mesajla aldırdığım paketi dolaptan alıp odama çıktım. Paketi açıp pastayı paketten çıkardım ve üstüne bir tane mum diktim. Benim mumu dikmemle telefonumun çalması bir olmuştu. Telefonumu alıp makyaj aynama sabitledim ve saati kontrol ettim. Aramayı yanıtladığımda ilk dikkatimi çeken şey Elbruz’un yorgun yüzüydü.

“Sevgilim iyisin değil mi?” Elbruz’un yüzünü bir ateş aydınlatıyordu. Bir mağaranın derinliklerinde oldukları belliydi. Elbruz bana gülümseyip “İyiyim güzelim. Sadece çok çekmiyor her an kesilebilir ve biraz acelem var.” demiş ve bana göz kırpmıştı. Onun imasını anlamıştım. Gülümseyip “Ne acelen var komutan?” diye ona muzip bir şekilde sordum.

“Cumartesi günü kız istiyorum kendime doktor. Geç kalırsam müstakbel eşim beni parçalar.” Güldüm. Hattın gidip gelmesinden dolayı yapacağım şeyi aceleye çekmem gerekiyordu. “Bir saniye..” diyerek kamera açısından çıktım. Çakmakla mumu yakıp tekrardan kamera açısına girdim ama bu sefer elimde minik bir pasta vardı. “İyi ki doğdun sevgilim.” An itibariyle Elbruz’un doğum günüydü. Yirmi beş nisan.. Elbruz ilk başta pastayı anlamasa da sonrasında gülümseyip bana bakmaya devam etti. Gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. Geçen sene doğum gününü benim evime alıp geldiği pastayla, yine beraber kutlamıştık.

Yorgun argın bitip giden bir günün ardından eve girdiğim gibi kendimi koltuğa attım ve ayaklarımı duvara yaslayıp tavanı izlemeye başladım. Ayaklarım yasladığım duvarda sallıyordum. Ben böyle kendimi dinlendirirken kapının çalmasıyla derin bir nefes alıp kalktım. “Off kim geldi ya bu saatte?” Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm beden yüzbaşıya aitti. “Yemek yedin mi doktor?” Başımı sağa sola sallarken aklım onun bu enerjisine hayranlık ve sinir bozuculuk arasında gidip geliyordu. Derin bir nefes aldım. “Daha yeni nöbetten geldim.”

“Harika.” Yüzbaşı ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken başımı kapıya yaslamış yarı açık gözlerimle ona bakıyordum. “Pizza sipariş etmiştim. Beraber yeriz.” O içeri girdiğinde terlikleri gösterdim. “Erkek terliğim yok. Pufları giyersin.” Ben içeriye yürürken yüzbaşı kendi eviymiş gibi içeriye her şeyi hazırlamaya başlamıştı. O bardakları getirip sehpaya koymuştu.

“Puflar yakışırdı aslında niye giymedin yüzbaşı?” Gülümsedi. Beni kolumdan tutup kaldırırken ona bıkmış bir şekilde baktım. “Yürü yüzünü yıka. Böyle yemek yeme.” Banyoya ilerleyip yüzümü yıkadım ve yüzbaşının yanına geri döndüm. Yüzbaşı kolaları doldururken onu izledim. “Nereden çıktı bu?”

“Canım istemişti ve tek yemek istemedim.” Onu anladığımı onaylayarak gösterdim ve sessizce pizzalara odaklandım. Beraber pizzalardan yerken sohbet etmiştik. İnsancıl konuştuğumuz nadir anlardan birindeydik. Ben ortalığı toplayacakken yüzbaşı izin vermemiş ve elimden kutuları almıştı. Mutfaktan elinde başka bir şeyle geldiğinde ona baktım. “Doğum günün mü?” Yüzbaşı gülümseyerek beni onayladığında kalkıp elinden pastayı aldım. “Öyle olmaz. Sen otur bakayım.” Diyerek onu koltuğa oturtturdum ve tekrardan mutfağa döndüm. “Kamera kur!”

“Saçmalama doktor.”

“Dediğimi yap!” Onun oflayarak konuştuğunu duysam da ne dediğini tam anlayamamıştım. Sessizce içerinin ışığını kapatıp mumları yaktım. Elimde tutacağım maytabı da yaktıktan sonra pastayı diğer elime alıp içeriye ilerlemeye başladım. “İyi ki doğdun komutan. İyi ki doğdun komutan. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun iyi ki doğdun komutan..” Sönen maytabı direkt kenara attım ve yüzbaşının yanına oturdum. Pastayı ve mumları ona doğru tuttuğumda komutanın gülümsediğini görmüştüm. İkimizin yüzünü de mumlar aydınlatıyordu.

O dilek tutmadan üflemeye kalktığında elimi onun ağzına kapattım. “Dilek tut.” Şaşkın yüz ifadesi yerini sen ciddi misin ifadesine bıraktığında elimi tutup indirmişti. “Saçmalama doktor. Kocaman adamım ben ne dileği tutacağım?” Göz devirdim. Neyin kafasını yaşıyor bu adam elbette dilek tutacak. “Hadi mızırdanma dilek tut.” O birkaç saniye bekleyip mumlara üfleyeceği sırada ondan önce davranıp mumlara ben üflemiştim. Son kalan ve inatla yanan mumu ise o söndürsün diye biraz gecikmeli üfledim. “Sen yenisini söndüy Keyem.”

Pastayı sehpaya bırakıp ışıkları yaktım. Mutfaktan iki çatal alıp geldiğimde yüzbaşı elime bakıyordu. “Ne?”

“Tabak?” Ona göz devirip çatalı uzattım ve hiç umursamadan kendi çatalımla pastadan biraz alıp yemeye başladım. Yüzbaşı bana bakarken en son gülümseyip çatalını benim gibi pastaya batırmıştı. Bana bakarken yemeye devam ediyordu. Utanıp etrafa bakmaya başladım. Tam karşımda ikimizi de kayıt altına alan telefonu gördüğümde yüzüm daha çok kızarmıştı.

O gün tek kutlamak istemediği için kapıma gelmişti ama bugün yanıma gelemiyordu. Konuşmayı fazla uzatamayacağımız için gülümsedim ve pastayı işaret ettim. “Üfle yüzbaşı.” Elbruz gülümserken aynı anda göz de devirmişti. “Hurafe kızım bunlar. İnanma bunlara.” Derin bir iç çekip bakışlarımı tavana çevirdim. Ya sabır.. Dayan Defne dayan kızım.

“Dilek tutup üflüyor musun yoksa buraya geldiğinde herkesin içinde sana bir de doğum günü partisi yapayım mı?” Gayet ciddi sorduğum bu soruda şaka yapmadığımın farkındaydı. O yüzden yalandan da olsa kameraya doğru üflediğinde bende buradaki asıl pastasına üfleyip mumunu söndürdüm. Pastayı kenara koyup bütün dikkatimi ona verdim. “Fiziki olarak yanında olamamam doğum gününü kutlamayacağım anlamına gelmiyor gördüğün üzere yüzbaşım.” Elbruz güldüğünde bende onunla beraber gülümsedim. Mesafeler olsa da her özel anımızda birbirimizle olduğumuzu biliyorduk. Elbruz kadraja babamın ikimize hediye ettiği kolyeyi soktuğunda askılımdan kolyemin göründüğüne emin oldum. “Biliyorum güzelim. Cumartesi görüşürüz, kapatmam gerekiyor.” Başımla onu onayladığımda elim istemsizce kolyeme gitmişti. Elimde oynadığım kolyemle gülümsedim. “Dikkatli ol.” Elbruz beni sessizce onaylamıştı.

Telefonu kapattığımızda kenara koyup pastaya baktım. Kapı çaldığında kısık bir sesle “Gir." demiştim. Bulut ve Elis odaya ellerinde çatallarla girdiğinde gülümsedim. “Konuştun mu?” Gülümsedim. Bulut’a bakıp “Kız istemede pasta hazırlatabilir miyiz?” Bulut pastadan aldığı parçayı Elis’e uzatırken “Ha tehdidi yapıyoruz yani?” demişti. Kaşlarımı çatıp ona baktım ve “Sen kapı mı dinliyorsun artık?” diye sordum. Elis’e baktığımda omuzlarını kaldırmıştı. Bulut ise sol omzunu silkip “Kuzenlerimi iyi tanıyorum diyelim. Ama sırf damat beye gıcıklık olsun diye kabul, hazırlatırım.” Elis onun bu söylediğine gülmeye başladığında bende ona eşlik ettim.

“Ayaz’la ne konuştunuz?” Elis’in sorusuna cevap vereceğimde kapı açılmış ve bu sefer ellerinde çatallarla Denef, Ali ikilisi girmişti. “Tam zamanında gelmişiz Denef.” Ali köşedeki komodinimi ortamıza çekerken bende pastayı onun üstüne koydum. Küçük bir pastaydı ama önemli olan pastanın boyutu yada kimin ne kadar yediği değildi. Hepsi Ayaz’la ne konuştuğumu merak ediyordu. Söylemediğim sürece gitmeyeceklerini anladığımda göz devirdim. İyice dedikoducu teyzelere dönmüşlerdi. “Evlilik konusunda emin misin diye sordu.” Hepsinin gözleri büyüdüğünde gülmeden edemedim. Şaşırtıcı bir durumdu kabul ediyorum ama Ayaz’ın konuşmak için geleceği çok belliydi. Trabzon’da bizimkilerden fırsat bulamamıştı burası ise onun konuşma isteği için biçilmiş kaftandı. Denef sakin bir şekilde “Sen ne dedin?” diye sordu. Sırtımı sandalyeme yaslayıp onlara baktım. “Oldukça eminim dedim.”

“Halbuki emin olduğun çok belli. İki yıldır gözlerinin içi parlıyor. Tıpkı eskisi gibi..” Elis haklıydı. Bende Hakkari’ye gittim gideli ki tam olarak bir buçuk yıl oldu. Kendimi eskisi gibi hissediyordum. Kendimi kandırmayalım dönemler gibi.. Hep mutluymuş gibi.. Bir buçuk yıldır hayatımda aktif olarak rol alan adamla birlikteydim. Elbruz öyle yabana atılacak bir adam değildi. Cüsseliydi, yanında kendimi daha da cılız hissederdim. Yakışıklıydı, çelik mavisi gözleri vardı.

“Bak bak daldı gene. Kesin sevgilisini düşünüyor.” Elis’in sesiyle irkilip ona baktım. Hepsi gülmeye başladığında bende onlarla beraber gülümsedim. “Hadi Defne biz gidelim sende yat yarın erken kalkacaksın.” Başımla Denef’i onayladım. Denef pastanın olduğu tabağı ve çatalları alıp çıktığında herkes onu takip edip odamdan çıkmıştı.

Sabah erkenden uyanıp Melek’i aradım. “Alo yenge girdik şehre şimdi.” Hızlıca hazırlanıp annemin odasından arabanın anahtarını alıp çıktım. Hızlıca araca binip çalıştırdığımda kemerimi takıp Elif teyzelerle buluşacağımız noktaya sürmeye başladım. Bir süre sonra buluşma noktasına geldiğimde sağa çekip beklemeye başladım. Arkada gördüğüm araba da sağa çektiğinde arabanın Elif teyzelere ait olduğunu gördüm. Aşağı indiğimde ön tarafta gördüm Niyaz ve Ahmet amca ile gülümsedim. Arka kapı açıldığında gülerek aşağıya inen Elif teyzeye baktım. “Defne, güzel kızım.” Kollarımı açıp Elif teyzeye sarıldım. “Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk Defne kızım.” Ona sarılırken arkada arabadan inen Ahmet amcalara baktım. “Şöyle yapalım. Niyaz sen beni takip et. Bir kahvaltıya gidelim. Sonra dinlenmeniz için otele geçersiniz olur mu?” Ahmet amcanın elinden öpüp Meleklere sarıldım. “Ben yengemin arabasına binmek istiyorum.” Elif teyzeye baktığımda onun onayladığını görmemle Melek’e gülümseyip göz kırptım ve arabayı işaret ettim. Melek arabaya ilerleyip bindiğinde bende arabaya ilerledim. Kemerimi takıp ilerlemeye başladığımda Niyaz arkamdan geliyordu.

“Nasıldı yol?” Melek gülümseyerek etrafa bakıyordu. Sessizce bana dönüp “Yol sıkıcıydı yenge ya. Ama olsun. Abimden haber var mı?” Ailecek en sevdiğimiz kahvaltı mekanına sürüyordum. “Aslında haber yok. Abin göreve gitti. Dün gece konuştuk o kadar.” Mekanın girişine park ettiğimde Niyaz da yanıma park etmişti. Onları deniz kenarında bir mekana getirmiştim. Sessizce onlarla beraber girip bir masaya oturduk. “Annenler nasıl Defne kızım?” Elif teyzeye bakıp sorusunu yanıtladım. “Annemler çalışıyorlar. Akşam sizi evimizde yemek için ağırlamak istiyorlar. Babam hala Elbruz’la Hakkari’de ama yetişeceklerdir herhalde..” Onlarla beraber ortaya serpme kahvaltı söylediğimizde beraber kahvaltı yapmaya başlamıştık.

“Çanakkale güzel bir yer.” Niyaz gülümsediğinde bende gülümseyip “Evet çok güzel. Yorgunluğunuzu biraz atarsanız sizi dolaştırmak isterim.” Elif teyze gülümseyerek “Ahmet ve Niyaz biraz dinlensinler de. Sonra dolaşırız kızım. Hem pazar günü de buradayız.” Gülümsedim. Kahvaltının bitmesine yakın çaktırmadan kalkıp kasadan hesabı ödedim. Kahvaltı bittiğinde Elif teyzeleri yavaş yavaş dolaştırarak otele götürdüm. Lobiye geldiğimizde Can amcam sırf benim için buraya gelmişti. “Ahmet amca, Can amcamla tanışın. Aile dostumuz sayılır. Sizi burada ağırlayacak.”

“Merhaba hoş geldiniz.” Ahmet amca, Can amcamın uzattığı elini sıkmıştı. “Hoş bulduk.” Can amca eliyle asansörleri gösterirken bende onların peşinden ilerliyordum. Onları odasına yerleştirdikten sonra onlarla vedalaştım ve eve döndüm. Akşama kadar evi temizleyip akşam ki misafirlerimiz için hazırlık yapmaya başladım. Akşamüstü annemler eve geldiğinde onlarla beraber sofrayı hazırlamaya başladık. “Defne sen benim çeyizlerimi çıkar.” Nehir teyzemin isteği ile aşağı kata inip Nehir teyzemin yemek takımını çıkardım ve Denef’le yerleştirmeye başladık.

“Bulut sende git misafirlerimizi al buraya getir. Onları almadan önce de içecek al.” Bulut, Damla teyzemi dinleyerek sofraya konulan sarmalardan bir tane alıp kapıya doğru ilerledi. Elis ve Damla teyzem aynı anda “Bulut!” diye kızmıştı. Yarım saat sonra araba sesi geldiğinde kapıya ilerleyip açtım. Elif teyzeler etrafa biraz şaşkınlıkla bakıyordu. Gülümseyip “Hoş geldiniz buyurun..” Önden Elif teyze ve Ahmet amca içeri girerken Niyaz ile selamlaştım. Mert elindeki tatlıyı bana uzattı. Herkes içeri girdiğinde kapıyı kapatıp tatlıyı mutfağa koydum.

Bütün gece güzel bir sohbet dönmüştü. Ertesi gün kız istemeye gelecekleri için çok fazla detaya girmemişlerdi. Yine de ailelerimiz iyi anlaşmıştı. Mert, Asya ile iyi anlaşmıştı. Hatta o kadar iyi anlaşmışlardı ki Asya şu anda Mert’in kucağında oturuyordu. Melek ise daha içeri girdiği anda Toprak’la anlaşmıştı. “Mert abi, hadi oyun oynayalım. Noluurr.” Bakışlarımı Asya’dan çekip Ali’ye çevirdiğimde Ali’nin sinirli bakışlarını görmüştüm. Bildiğin kızını kıskanıyordu. En sonunda dayanamayıp Asya’yı yanına çağırmıştı. “Asya buraya gel kızım.” Asya omuz silktiğinde kendimi tutamayıp kahkaha attım. “Gülme Defne ya. Resmen kızım gözümün önünde birinin kucağından ayrılmıyor.” Durumu düşündüğümde Asya’nın ne kadar şanslı olduğunu bir kere daha görmüştüm. Asya’nın biyolojik babası Ali değildi ama resmen elinde büyümüştü. Ali onun biyolojik babası gibi olmuştu.

Telefonumu sehpadan alıp çaktırmadan ortamı videoya aldım. Ahmet amca, Güney amcamlarla konuşuyordu. Elif teyze ise annem ve Damla teyzemlerle konuşuyordu. Ali ve Mert’in kavgasını da videoya aldığım gibi kamerayı kendime çevirdim. “Her şey yolunda, seni bir an önce aramızda görmek istiyorum.” diyerek videoyu kapattım ve Elbruz’a gönderdim.

 

🩺

 

Sabah erkenden kalktığımız gibi kahvaltımızı yapıp evi temizlemeye giriştik. Elis ve Bulut salonu süslemeye başlamıştı. Sessizce yerleri süpürürken Ayaz içeriye sandalyeler taşıyordu. “Televizyonu çeksek mi ortalıktan?” Bulut ters bakışlarla Elis’e bakarken ikidir Elis’in değişen kararlarına sinirlenmeye başladığı anlaşılıyordu. Elis ise kucağındaki Yağmur’un saçlarını okşarken Bulut’u delirtmeye yemin etmiş gibi davranıyordu. Gizliden gizliye gülüyordum. Nehir teyzem ise kızının eziyeti karşısında Bulut’a kıyamamış olacaktı ki aralarına girdi. “Hayır hayır. Sadece geriye itip dolabı kapatalım. Zaten tablo da güzel annem sandalyeler de burada durur.” Damla teyzemle ben ise onları gülerek izliyorduk. Annem akşama doğru gelecekti, hastanede rutin işleri vardı ve girmesi gereken bir ameliyatı vardı.

Cebimden telefonu çıkarıp Elbruz’u aradım. Dün geceden beri ona ulaşamıyordum ve hala açmıyordu. Öğleden sonraya doğru temizlik ve süsleme işleri bittiğinde beyaz ve mavi ağırlıklı bir tema seçmiştik. Nişan tepsimin üstüne makasını da yerleştirdim. Nişan tepsimi Defin ya da Mine tutacaktı. Öncelik bir yaş daha büyük olduğu için Defin’e aitti. “Defne sen git rahatla bi duş al kızım sonra da hazırlanırsın. Güney amcan, Selim dayın, ben ve annen Kerem’in ailesini yemeğe çıkaracağız. Sonra da buraya geliriz, onlar büyük ihtimalle daha sonra gelir.”

“Defin’le konuştunuz mu?” Bulut benim sorumu başıyla onayladı. “İnmiş, benim burada işim olduğu için onu Doruk alacak.” İki eski sevgili olmaları dışında bir sorun yoktu. İnşallah Doruk salak saçma konuşmaz da Defin onu öldürmeden buraya ulaşabilirler. “Merak etme, Doruk’u uyardım. Senden kurtulmaya bu kadar yakınken bunu bozmalarına izin vermem.” Teyzemler gülmeye başladığında onlara ters ters baktım. “Hahaha inanılmaz komiksin Bulut’cum yaa..” Ona orta parmak çekip odama çıktım ve son derece hızlı bir duş aldım.

Herkes işlerini bitirdiğinde kapım çalmıştı. “Gelebilirsiniz?” Murat eniştem içeri kafasını uzatıp bana baktığında gülümsedim. “Gel eniştem.” Murat eniştem içeri girip yatağıma oturduğunda bende kalkıp onun yanına oturdum. “Elbiseni gördüm. Çok yakışacak bir model seçmişsin. Tam böyle prensesler gibi olacaksın. O yüzden sana bir şey getirdim. Kutuyu uzattığında gülümseyip uzattığı kutuyu aldım. “Ne gerek vardı enişte.” Kutuyu açtığımda gördüğüm kolye ile gülümsemem büyüdü. Eniştem çok zarif bir model tasarlamıştı. Yakası açık elbiseme aşırı yakışacak. “Çok teşekkür ederim. Çok güzel bu.”

“Eh bu şeylerde Güney kadar olmasam da oldukça zevkli biriyimdir.” Şüphesiz haklıydı. Güney amcam her sene Nehir teyzeme ve Elis’e harika şeyler yaptırıyordu ama bu farklı. Bunu Murat eniştem bizzat kendi elleriyle yapmıştı. Benim için daha kıymetlisi olamazdı. Murat eniştem çıkarken odaya Defin, Denef, Elis ve Mine dörtlüsü girdi. Hepsinin elinde farklı şeyler vardı. Defin elindeki yemek tabağıyla dururken Denef ve Mine’nin elinde saçım için gerekli olabilecek her şey vardı. Elis ise kaliteli makyaj malzemelerini elindeki kutuya doldurmuş gülerek bana bakıyordu. “Enişte bunlar beni yerler. Kurtar beni.” Murat eniştem söylediğim cümleye gülmüştü. Ellerini havaya kaldırıp teslim olduğunu gösterirken “Seni Allah kurtarsın Defne. Ben bile alamam seni onların elinden.”

Murat eniştemin arkasından odadan çıkmaya çalıştığımda Mine ve Defin tarafından yakalanmış ve odaya çekilmiştim. “Abartma senin için uğraşıyoruz. Akşam seni isteyecekler bizi değil. Hem açarız müziğimizi rahat rahat hazırlanırız.” Elis beni güzel sözlerle sandalyeme kadar götürüp oturttuğunda kalkmamam için Defin tarafından masamın üstüne silah çıkarılmıştı. “Ama bu resmen tehdit.” Defin omuz silkip “Kalkma o zaman.” Diyerek çok mantıklı bir seçenek sunmuştu. Bu mantıklı seçeneği başımla onaylayıp arkama yaslandım ve kendimi onların eline bıraktım. Umarım beni Deliha’ya çevirmezler. Çok güzelim bee..

Defin daha yeni gelmiş olduğu için yemek yerken bir yandan da beni besliyordu. “Az ye Defne karnın çıkmasın.” Beni uyaran Elis’e aynadan ters bir bakış atıp Defin’in uzattığı sarmayı ağzıma attım. Defin ayaklanıp pikabıma telefonunu bağlayıp arkaya hareketli bir şarkı açmıştı. Telefonumu alıp geri arkama yaslandığımda Elbruz’u bir kere daha aradım.

“Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.” Sıkıntıyla iç çekip kulağımdan telefonu çektim ve mesajlara girdim. Defin çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. “Ne oldu?” Bir yandan Elbruz’a mesaj atarken bir yandan da kardeşime cevap verdim. “Ulaşamıyorum hala. Normalde bu saatlerde uçağa binecekti. Ararım demişti.” Denef benim bütün gün Elbruz’a ulaşmaya çalıştığımı ve artık paniklemeye başladığımı anlamıştı. Beni sakinleştirmek ister gibi omzumu sıvazlayıp “Belki aramayı unutmuştur ve uçağa binmiştir. Sonuçta o da heyecanlıdır.” Demişti. Yine de içime sinmeyeceği için telefonumu tekrar alıp bu sefer alayı aradım.

“Alo Cemil nasılsın?”

“İyiyim doktor hanım sen nasılsın?” Alında direkt soruma geçip almak istediğim cevabı almak istiyordum ama nezaketi elden bırakmaya gerek yok değil mi? “Bende iyiyim. Cemil, Poyraz döndü mü?” Telefondaki sessizlik hoşuma gitmemişti. Poyraz daha görevdeyse kız isteme de yapılamazdı zaten. “Poyraz daha dönmedi. Daha fazla bilgi veremem.” Sıkıntıyla iç çektim. Defin’de timin daha görevde olduğunu anlamıştı. “Tamam teşekkür ederim Cemil.”

“Rica ederim doktor hanım.” Telefonu kapatıp kenara koydum. “Hazırlanmasak mı?” Elis elindeki maşayı saçımdan uzaklaştırıp bana bakmaya başladı. “Saçmalama ya gelirse?”

“Görevde işte Elis. Gelemeyecek belli ki. Daha doğrusu yetişemeyecek.” Defin sessizce bana bakıyordu. Böyle şeylerin olacağını elbette biliyordum. Belki doğumuma bile yetişemeyecekti ama insanın keyfi kaçıyordu işte. “Defne böyle düşünme ve hazırlan. Bugün olmazsa bile o deli seni almadan dönmez.” Başımla Defin’i onayladım. Arkada çalmaya başlayan şarkı tam bu anın üstüne denk gelmişti ve bu benim moralim biraz olsa toparlamıştı.

“Yalnızlardan yoruldum, usandım.
Sensiz gecelerden sıkıldım, bunaldım.”

Pikaptan yükselen Burak Kut’un sesi ile herkes enerji yüklenmiş gibi dans etmeye başladığında bende onlara eşlik ettim.

“Aşkına yürüyen sesimi duyuyorsun.
Gittikçe büyüyen dert oluyorsun.
Sana söylüyorum, farkında mısın ama?
Seni seviyorum, ah, biliyorsun.”
Aklıma dolan anılarla gülümsemeye başladığımda aynada kendime bakıyordum.

“Doktor...” diyerek bana doğru gelmeye başladığında bende geri adım atacak değildim. Olduğum yerde dikleşerek kuyruğu dik tutmaya devam ettim. Ağzının içinde kendini sıkarak konuşmaya başladı. “Benimle oynama.” Alaylı bir gülüşle ona baktığımda “Burak Kut’un şarkısı mıydı bu? Hatta devamı şeydi. Hah hatırladım! Uğurlar olsun.” Diyerek kapıyı gösterdim komutana. Gıcık gülüşümün onun sinirlerini bozduğuna emindim.

“Ne sırıtıyorsun kızım?” Mine beni dürttüğünde aklıma gelen o andan ayrılmayı başarabildim. Kısa ama güzel bir andı. İlk tanıştığımız zamanlar gıcık, nemrut insanın tekiydi. Gerçi bazı davranışları hala öyleydi ama en azından artık bana karşı bunları yapmıyordu. Saçlarım bittiğinde Mine hepimizi sabitleyiciye boğmuştu. Hepimiz öksürürken “Mal! Kalıp gibi kalmasın demiştim!” Mine omuz silktiğinde saçlarıma elimi attım ve yokladım. O kadar da kalıp gibi kalmamıştı. Elis yavaşça makyajıma başladığında şarkının sesi kısılmıştı. “Doruk’la konuştunuz mu gelirken?” Mine bir yandan Elis’e yardım ederken bir yandan da Defin’i sıkıştırıyordu. “Sanırım hala seninle olmak istiyor.” Defin net bir sesle “Daha çok bekler.” demişti. Onun bu net konuşması Mine’yle Elis’in dikkatini çekmemişti. Denef’le aynadan birbirimize baktığımızda birbirimizi doğru anladığımıza emindim.

Defin’le Barut’un arası nasıldı hiç bir fikrimiz yoktu. Trabzon’da annemin söylediklerinden sonra onların yalnız kalmadığını biliyordum. Defin Diyarbakır’a, Barut ise bizimle beraber Hakkari’ye dönmüştü. Belki telefonla konuşmuşlardır diyeceğim ama ben Defin’i şu kadar tanıdıysam asi, burnunun dikine giderdi. Bir insan bizim dediğimiz ismi ancak bu kadar taşıyabilirdi. Asi, aksinin tekiydi. Barut mesaj attıysa bile sırf Murat’a ihanet ettiğini ve Murat’ın onu affetmeyeceğini düşündüğü için Barut’tan uzak duracaktı.

Akşam olduğunda annemler yemekten sonra eve gelip hazırlanmışlardı. Annemin odasının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapısını çaldım. “Gel.” Annemin sesini duyduğumda kapıyı aralayıp içeri girdim. Annem aynadan benim girdiğimi gördüğü gibi bana dönüp bakmaya başlamıştı. “Annem.. Çok güzel olmuşsun.” Onun bu iltifatını umursayacak durumda değildim. Elimdeki telefonumla ona bakıyordum. “Babamdan haber var mı? “

Annem duraksadığında babamdan haber gelmediğini anlamıştım. Sessizce başımı sallayıp onu onayladım. “İptal mi etsek?” Annem gülümseyerek ellerini uzatıp ellerimi tutarak yatağın ucuna oturmamı sağladı. İç çekip yatağa oturduğumda annem sol elini yanağıma uzatıp okşadı. “Defne endişelenme yoldadırlar. Hem eğer gelemeyecek olsalardı baban, eşin bize haber verirlerdi. Seni gerçekten sevenler için asla bir yük değilsin. Onlara güven. ” Sessizce onayladım. Babam haber verirdi, Elbruz bana kesin haber verirdi. O beni hiç habersiz bırakmazdı ki. “Kolyen çok yakışmış.” Elim istemsiz kolyeme gittiğinde gülümsedim. Annemin beni mutlu etmeye çalıştığının farkındaydım. “Murat’ın eseri, değil mi?” Başımla onayladım. Annem sessizce kolumu tutup beni kaldırdığında beraber kapıya ilerledik. “Hadi aşağıya inelim ve onları bekleyelim.”

Herkes etrafta dönüp duruyordu. Nehir teyzem elbisemin yakasını düzeltiyordu.

"Gergin misin?" Defin gülerek koltuğa otururken Denef yanıma gelip koluma sarıldı. Heyecanlı olduğum belli oluyordu sanırım. Mavi elbisemi düzeltip son kez aynada kendime baktım. Elbruz beni hayal kırıklığına uğratmazdı. Gelecekti eminim. Cama yaklaşıp dışarıya baktığımda Ahmet amcalar gelmişti.
Elbruz yoktu. Yüzüm istemsiz düştüğünde yutkunup moralimi bozmamaya çalıştım. Elbruz gelecekti değil mi? Jankat’ın elinde çikolata kutusu vardı. Gözlerim istemsizce dolduğunda annem sırtımı sıvazladı. Hiç bir şey olmamış gibi kapıyı açıp gülümsedim. Ahmet amcalar tereddütlü bir ifade ile bana bakıyorlardı.

“Hoş geldiniz..” gülümsedim. Belli etmemeye çalışıyordum ama başarılı olduğum söylenemezdi.

Babam yoktu, Elbruz da yok...

Bölüm sonu.

Bugünlük benden bu kadar. Artık ne olur bilemiyorum. Ben bu ara bir tık sıkışık bir program yürütüyorum. Mayıs'ta mezuniyetim, kep törenim bir hafta arayla cuma günlerine denk geliyor. Bölümlerim yetişirse aksamadan gelecek. Kep törenimden iki gün sonra da finallerim başlıyor. Yetiştiği sürece buradayım. Yeni hayatıma geçiş döneminde sayılırım ve olası gecikmelerde anlayışınızı bekliyorum.

Haftaya görüşürüz millet size iyi okumalar.

İnstagram: elbruz_blackpearlN

Tiktok: elbruz.blackpearln

 

 

Bölüm : 25.04.2025 14:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...