
Elbruz 37. Bölüm
Sessizce Elif teyzelerin içeri girmesini beklerken evin önünden gelen korna sesleri ile başımı kapıdan çıkarıp seslerin kaynağına baktım. Defin sanki biliyormuş gibi kendinde emin bir şekilde "Evet geldiler. Hadi bakalım hakkımızda hayırlısı." demişti. Defin'in ardından Bulut cama yaslanmış büyüttüğü gözleriyle "Kaç araba geldiler lan onlar?" diye sormuştu. "Tim de gelmiştir Bulut." dememle önce babam inmişti ve hızlıca kapıdan içeri girip benim yanıma durdu. Siyah takımıyla yanağımdan öptüğünde gülümsedim. Poyraz timi de takımlarıyla beraber arabadan teker teker inmişti. Doruk, Elbruz’un elindeki çiçeği gördüğünde şaşkınlıkla ağzı açılmıştı.
"Oha, ne yaptırmış o öyle?"
Ahmet amcalar oğullarının yanına geçti. Heyecanımı bastırmaya çalıştığımda onun yetişmiş olması beni mutlu etmişti. Kapıda dolu gözlerimle ona bakıyordum. Karşımda yüzbaşı Elbruz’u değil de Elbruz Kerem Kurt'u görmüştüm. Gülen gözleriyle mavi güllerle dolu buketi tutan müstakbel nişanlımı... O güldüğünde bende utangaç bir şekilde gülümsedim. Önden giren babası ile annesinin elini öpüp annemlerle tanışmalarını bekledim. Annemlerle tanışıyorlardı ama babamla henüz tanışmamışlardı. Elbruz elindeki buketi bana verdiğinde gülümsedim. Dolu olan gözlerim onun dikkatini çekiyordu bundan eminim. Bana sarılırken kulağıma yaklaşıp fısıldadı. "Çok güzel olmuşsun mavi gül." O dolu olan gözlerimi sildiğinde gülümsedim.
"Komutanım hadi ama hepimiz burada kaldık. İznimizde az, en azından yarın Çanakkale’yi gezme fırsatımız kalsın." Fatih burada bile aramıza girmeyi başarmıştı. Elbruz gözlerini öfkeyle sıkıca kapatırken bende gözlerimi kapatıp gülümsedim. Böyle bir ortamda bile bu yeteneğini takdir etmeden geçemem, valla helal olsun.
"Fatih." Elbruz’un uyarı dolu sesiyle güldüm. Herkes yavaştan salona geçtiğinde bende elimdeki çiçekleri, çikolataların bulunduğu masaya yerleştirdim. Elbruz herkesin oturmasını beklerken ben de onun yanına geçtim ve onunla beraber ayakta herkesin oturmasını bekledik. Herkes oturduktan sonra bizde beraber oturduğumuzda herkes gözlerini bize dikmişti.
"Kızımız çok güzel maşallah. Biz tanışmamıştık.” Ahmet amca babamla ilk kez tanışacaktı. O yüzden gerekli konulara girmeye başladı. “Ben Ahmet Kurt, Elbruz'un babasıyım. Hanımım Elif, büyük oğlumuzu zaten biliyorsunuz. Küçük oğlum Jankat Mert ve kızım Janset Melek."
Elbruz’un ailesini ilk kez görmemiştim. Kardeşlerini tanıyordum. Annesiyle de birkaç kez konuşmuştum, yemek de yemiştim. Hatta onlarda bile kalmıştım. Elbruz’un işkence çektiği dönemlerden sonra onun tedavisi için onunla beraber onun memleketine gitmiştim. Gözlerim poyraz timine döndüğümde tam kadro efendi efendi oturan bir tim gördüm. Komutanlarının arkasında duran ve ona gururla bakan bir tim.
"Memnun olduk. Bizde Defne'nin ailesiyiz. Hepimiz." diyen babama bakıp gülümsedim. Elbruz’un ailesinin bakışları koca salonu dolduran aileme dönmüştü. Şaşkın bakışlarına alışkındım babam yine de sakin bir şekilde açıklamaya giriştim.
"Ben Kuzey, eşim Deniz. Bunlarda diğer kızlarım Defin ve Denef. Kardeşim, kardeşimin eşi.” Nehir teyzemi gösterirken “Aynı zamanda eşim Deniz’in kız kardeşi. Yine Damla, eşimin kız kardeşi ve onun eşi Murat. Selim, Gizem. Ailemizin diğer fertleri..."
"Hepiniz bu koca evde mi yaşıyorsunuz?"
"Adam şok oldu kabile gibi bizi görünce. Dedim size Defin'leri saklayalım diye." Bulut'un gereksiz sesiyle başta ben olmak üzere bütün uyarı dolu bakışlar onu bulmuştu. Bulut Elis'in onu dürtmesiyle susarken annem açıklamaya girişti. "Evet, biz bu evi daha Defne'ler doğmadan önce yaptırmıştık. Büyüdüklerinde de kendileri burada yaşamak istediler." diyen dayıma döndük. Ahmet amca merakla babama döndüğünde aklından geçen soruyu direkt ortaya yöneltmişti. "Nerelisiniz?" Nehir teyzem soruya cevap vermek için biraz dikleşip konuşmaya başladı. "Biz Karadenizliyiz, eşim ve Defne'nin babası Çanakkaleli. Siz?" Sessizce aralarındaki diyalogları izliyorduk.
Elbruz’a baktığımda gülümseyerek beni izlediğini görmüştüm. Ailelerimizin arasında birbirimizle konuşamıyorduk biliyorum ama konuşmamıza gerek yoktu. Biz birbirimizi anlıyorduk. İkimizde utanıyorduk, belli etmemeye çalışsak da heyecanlıydık. Ahmet amca yerine Elif teyze konuşmaya başlamıştı. "Bizde Konyalıyız. Konya'nın çerkeslerinden." Annem gülümseyip "Ne kadar güzel..." demişti.
Damla teyzem kaş göz işaretleri yaptığında sessizce kalkıp Definlerle mutfağa geçtim. Kahveleri yapmaya başladıklarında bende onlarla beraber mutfakta durdum. Elis masadaki çikolatalarla çiçeğe baktı.
"Maşallah baya şey almışlar. Özellikle senin sevdiğin çiçekleri görmek. Neydi anlamı?" Gözlerim çiçeğe daldığında gülümseyip "İmkansız, elde edilemeyen hayaller." Elis gülümseyip bana baktı. "Çok zarif... Defne’nin gözünün içine de bakıyor.” Mine kahveyi pişirirken "Kahvesine ne atıyoruz Defne?" diye sormuştu.
"Hiçbir şey? İlla bir şey mi atmam lazım?"
"Yok da sadece merak ettim."
Defin hala sessizce oturuyordu. Durgun gibiydi büyük ihtimalle aklına kendi kız istemesi gelmişti. Buruk bir gülümseme yüzünde belirdiğinde aklına o anların geldiğine emin oldum. Yanına gidip omzuna dokundum.
"İyi misin?"
"Evet aklıma eskiler geldi. Bilirsin Murat'ın geldiği gün. Evliliğim, tam anne olacakken hem eşimi hem de bebeğimi kaybettiğim gün... Neyse, umarım mutlu olursunuz. Çok yakışıklı, efendi daha ne olsun." dediği gibi ona sıkıca sarıldım.
Kahveler hazır olduğunda tepsimi alıp çıktım. Kızlar Elbruz’un kahvesini köşeye ayırıp beklediler. Büyüklerin kahvelerini tek tek verip sonra diğer tepsiyi dağıttım. En son da Elbruz’un kahvesini alıp onun önündeki sehpaya bıraktım. Elbruz önce hafif tuzladığım suyunu sonra da içine bal koyduğum kahvesini tek seferde bitirdi. Babası lafa girmek için hazırlandığında gergince yerimde dikleştim.
"Evet gelelim sebebi ziyaretimize... Defne ile Elbruz tanışıp anlaşmışlar, birbirlerini sevmişler. Bize de buraya gelmek ve sizinle konuşmak vazifesi düştü. Allah'ın emri, peygamberimizin kavliyle kızınız Defne'yle oğlumuz Elbruz’un beraber kurmak istedikleri yuva için icazetinizi istiyoruz."
Ortama çöken sessizlikle son söz babama düşmüştü. Babam derin bir nefes aldığında herkes babama dönmüştü. “Eh.. Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır demişler.” Babamın lafa girdiğinde Bulut elindeki kahve fincanıyla lafa girmişti. “Yok yok başka kimse istemez bunu.” Hepimizin bakışları bir anda Bulut’a döndüğünde elindeki fincandan bir yudum daha aldı. Bizimkilerin bakışları daha çok çenesini kapatması üzerineydi. “Bulut’cum çenen çok açılay. Dikkat et da yerlerden sonra toplama. Elis gocanın ağzına lokum sok.” Elis anında benim dediğimi yapıp kahvelerin yanında verdiğimiz lokumu Bulut’un ağzına hızlıca sokmuştu. Elbruz’un sessizce güldüğünü duyduğumda başımı ona çevirip bende güldüm.
Babam tekrardan bütün dikkatleri üstüne çektiğinde Elbruz’un yanımda gerildiğini hissetmiştim. Onun gergin hali beni daha fazla gülümsettiğinde kendi gerginliğimi unutmaya çalıştım. Babamın sessizliği beni korkutmaya başlamıştı. Bir sürpriz yapıp ben vermiyorum da diyebilirdi. "Eh madem gençler bu konuları konuştular anlaştılar. Bize de hayırlı olsun demek düşer." Babama baktığımda pek mutlu olmasa da beni verdiğinin farkındaydım. Yine de ortada dönmeye başlayan sohbete odaklandım. Babam buruk bir bakışla beni izliyordu. Gülümseyip hemen yanımdaki babamın elini tuttum.
Bir süre sonra yüzükler takılacağında herkes ayağa kalkmıştı. Ahmet amca, diğer oğlu Mert'ten aldığı kutudan yüzükleri çıkardı. Mavi kurdeleler yüzüklerimize bağlandığında babam yüzükleri tutmaya başladı. Elbruz sağ elini kaldırdığında bende sağ elimi kaldırdım. Denef kaşlarını kaldırmaya başladığında hiç bir şey anlamadığım için yüzümü buruşturdum. Dudaklarını oynatarak ‘Sol, sol.’ diyordu. Elbruz hemen yanındaki Niyaz ve Barut’a doğru hafifçe eğildi ve “Oğlum sağ el mi kaldırılıyor?” diye sormuştu.
“Oğlum biz ne bilelim. Daha önce hiç nişanlandık mı sanki?” güldüm. Denef’e baktığımda sol elini gösterdiğini gördüm ve anında sağ elimi indirip sol elimi kaldırdım. Bulut bu yaşadığımız saniyelik paradoksu anında fark etmişti. “Ya enişte boş ver bunlar daha nişan yüzüğü hangi parmağa takılır bilmiyorlar.” Bulut’un bu sözleri herkesi güldürürken Elbruz’la ben utanmıştık. Başımı eğip gülümsedim. Tabii ki de şu anda ağır başlı bir kız gibi davranıyorum ama bu gece bittiğinde Bulut’u öldüreceğim. Babam yüzükleri ikimizin de sol parmağına geçirdiğinde hemen yanında duran Defin’in tuttuğu tepsiden makası alıp bize baktı.
"Kerem, unutma bir çiçek ile evleniyorsun. Benim çiçeğimi benden alıyorsun. Hayatını onunla birleştireceksin. Bu çiçeği soldurmayacaksın. Soldurduğunda hayat ne senin için ne de onun için eskisi gibi olmaz. Defne, güzel kızım. Sen artık bir asker eşisin. Bir gün olsun başını eğme, Kerem senin başını eğecek bir şey yaparsa bana gel, kafasını beraber kırarız. Umarım hep mutlu bir hayat yaşarsınız." Dedi ve makasla kurdeleyi kesti. Herkes alkışlamaya başladığında ikimizde babalarımız başta olmak üzere bütün büyüklerimizin elini öptük.
“Komutanım yenge hanım bizi tuzlamış ya.” Fatih’in sözleri ile Elbruz’un bakışları bana dönmüştü. Ellerimi kaldırıp bilmiyormuş gibi gülümsedim. Elbruz gülümseyip beni sıkıca sardı. Hakan sanki bir şey söyleyecekmiş gibi ayaktayken Ayda’yı aynı Elbruz’un beni sardığı gibi sarmıştı. “Bu harika günde bizde size bir haber vermek istiyoruz.” Ayda’ya baktığımda başımı ufak bir şekilde eğdim. Ayda anında beni heyecanla onaylamıştı. “Ciddi misin?” Ayda benim şaşkın bakışlarıma gülümserken beni daha büyük bir heyecanla onaylamıştı. Ağzım kocaman açılırken herkes bize bakıyordu. Murat en sonunda dayanamayıp “Ee söyleyin artık!” demişti.
Hakan gülümseyerek “Hamileyiz!” demişti. Timden ardı ardına gelen “Oo!” “Oha!” sesleri beni güldürmüştü. Elbruz bana bakmadan Hakan’a sataştı. “Hamileyiz ne lan hıyar? Sen mi taşıyorsun sanki?” Onun göğsüne vurup göz devirdim. “Heyecanlı çocuk, karışma.” Babam gülüp önce Hakan’a sonra da Ayda’ya sarılmıştı. “Sana verdiğim testi yaptın demek.” Ayda gülümseyerek başıyla onaylamıştı. O onaylarken Hakan gülümseyerek “Yok ya yapmış da bakmadan çöpe atmış. Hastaneye götürdüm zorla.” demişti. Denef ve Defin tatlıları getirmek için ayaklandığında bende ayaklandım ve mutfağa ilerledim. Mutfağa girdiğimde Elis hızlıca arkamdan gelmişti. Elimi tutup yüzüğüme baktı. “Çok güzel. Bugün ne güzel bir gün, ne şanslısınız. Önce sizin nişanınız sonra Ayda’nın hamileliği.”
“Darısı sizin başınıza. Düğünü de çok uzatmazsınız.” Sessizce onaylayıp tatlıları içerdeki büyüklerimize dağıtmaya başladık. Elis elindeki tabakları uzattıktan sonra yukarıdan gelen ağlama sesinden yukarı çıkmıştı. Elbruz’a da tabağı uzattığımda diğer tabağı Bulut’a uzattım. Bulut tabağını kenara koyup Elis’in getirdiği kızları Yağmur’u almıştı. “Uyanmış mı benim prensesim?” diyerek kızının yanağından öpmüştü.
Elbruz’a baktığımda gözlerinde gördüğüm hüznü fark etmemek imkansızdı. Bulut’a ve Yağmur’a buruk bakıyordu. Onların yanında dikiliyordum, onun bakışları beni bulduğunda elim istemsiz karnıma gitmişti. İkimizde birbirimizin gözlerine odaklanmıştık. Birbirimizin önemli olan en büyük noktamızı kaybetmiştik. Bizi bu hayata bağlayacak önemli bir noktayı elimizden almışlardı. Onun yanına oturduğumda Elbruz anında elimi tutmuştu.
Ahmet amca yani sanırım artık babam sakince babama dönüp “Düğünü fazla uzatmayalım derim ben. Dünyanın bin bir türlü hali var.” demişti. Babam başıyla onaylamıştı. “Mümkün olduğunca uzatmayız. Çocuklar ne zaman isterse o zaman olur.” Sessizce ikisinin arasında dönen diyalogları dinliyorduk. Elbruz elimi sıkı sıkı tutuyordu. Ahmet baba gülümseyip “Ben kızımız için her şeyi yaparım. Konya’da bir düğün yapmak isteriz. Bizim adetlerimize uygun, tabi sizde isterseniz.” İkimizin de bakışları babama döndüğünde babam sessizce biraz düşünmüştü. “Bizde burada bir düğün yapmak isteriz. Buradaki düğünü bizzat ben yapacağım. Kızımı buradan gelinliğiyle çıkarmak istiyorum.” Ahmet babam, benim babamın isteğini kabul etmişti. İki tarafta çoğu konuda ılımlı davranıyordu, bu yüzden de anlaşmak uzun sürmemişti.
Gecenin geri kalanında biz gençler olarak bahçeye çıkmıştık. Mine kız isteme ve nişan sırasında fotoğraflar çekmişti ve şimdi de özel olarak fotoğrafımızı çekmek istiyordu. Elbruz beni sıkıca sarıp göğsüne çektiğinde başımı onun göğsüne yasladım ve gülümsedim. Elbruz kollarımı sıkıştırmış gülüyordu.
“Komutanımı ilk defa böyle görüyorum. Koskoca adam mutluluktan uçacak.” Fatih’in bu yorumuyla bakışlarım bahçe mobilyalarına daltonlar misali dizilmiş poyraz timine kaydı. Bulut arkalarından bana kaş göz işareti yaptığında aklıma gelen şeyle gözlerimi kocaman açtım. “Hadi içeri girelim.” Benim bunu dememle Elbruz kollarını açmadan başını eğip bana bakmıştı. “Neden Defne üşüdün mü?”
“He yoook. Annem gelin dedi de..” Elbruz benim içeri girmem için içeriyi işaret ettiğinde içeri girip onun yanıma gelmesini bekledim. Melek’le Elis kaşla göz arasında mutfağa geçmişlerdi. Işıklar kapandığında Melek elindeki pastayla “İyi ki doğdun abi!” diyerek odaya girmiş, hepimiz de ona eşlik etmeye başlamıştık. Elbruz ayakta duruyordu, eli takımının önündeki düğmede kalmıştı. Bakışları anında beni bulduğunda gülümserken omuz silktim.
“İyi ki doğdun komutanım!” Elbruz masanın hemen önünde dizilmiş bir şekilde oturan poyraz timine baktı. Her ne kadar sonrasında bana yaptığım için kızacak olsa da şu an tadını çıkarmaya odaklanmıştı. Melek pastayla abisinin önünde durduğunda bende hemen Elbruz’un yanında duruyordum. Elbruz parmağını yalayıp mumları parmaklarının arasına alıp söndürdü.
Her şey o kadar anlık olmuştu ki Melek abisinin mumları parmaklarıyla söndürmesine “Abi dilek.. Tutsaydın.” diyerek tepki göstermişti. Elbruz beni kolunun altına alıp “Ben dileğimi diledim ve gerçekleşiyor boşver şu hurafeleri.” demişti.
Ona doğru dönüp kollarımı boynuna doladım. Kulağına yaklaştığımda “İyi ki doğdun müstakbel kocacığım.” dedim. Elbruz anında geri çekilip memnuniyetsiz bir şekilde suratıma bakmaya başladı. Onun bu haline gülmeden edemedim. “Haklısın hiç yakışmıyor ağzıma.” Elbruz beni onaylayarak “Komutan iyidir* demişti. Kahkaha atıp geri çekildim.
Sessiz sessiz oturan poyraz timine bakıp Elbruz’a yaklaştım. “Bugün çok sessizler, hayırdır?” Elbruz önce time bakıp gülerek bana dönmüştü. Kesin bir şey olmuş. Gözlerimi kısıp “Tehdit ettin değil mi?” dedim. Elbruz dudaklarını büzdüğünde yaptığına emin oldum.
“Yarın gezeceğiz değil mi yenge?” Faith’in sorusunu başımla onayladım. Tim için harika planlarım vardı elbette. Şehitlik abidesi görmeden gitmek istemeyeceklerini biliyordum. Elbruz’la Niyaz bir köşede konuşuyorlardı.
Herkes gecenin ilerleyen saatlerinde ayaklanmaya başladığında Bulut kucağında uyuyan kızını yatırmaya çıkmıştı. Asya benim kucağıma geldiğinde onu dizlerime alıp oturttum. Asya eliyle ona doğru eğilmemi işaret etmişti. Meraklı bir şekilde ona doğru eğildiğimde Elbruz’un eli anında dekoltemi kapatmak için önüme geçmişti. Kulağıma yaklaşıp *Bu gece seninle uyuyabilir miyim teyze?” diye sorduğunda gülümseyip başından öptüm. “Tabii ki teyzem.” Asya büyüdükçe babasına daha çok benziyordu. Efe ise tam olarak babası Ali’ydi. O da çoktan annesinin kucağında uyumuştu.
Ahmet amca Elif teyze ile konuşup en sonunda ayaklanmıştı. “Biz artık kalkalım. Malumunuz yolumuz uzun.” Melek ve Mert de ayaklandığında gidecekleri için onları yolcu etmek adına kapıya kadar ilerledik. Ellerini öpüp sarıldım. Elif teyze sarılırken “Konya’ya da gel de evinizi hazırlayalım.” Dedi. Gülümseyip “İnşallah. Biraz zor gibi ama olsun.” Asya hızlıca babası Ali’nin -ki üvey babası- kucağına çıkmıştı. Niyaz’a sarıldığımda o da bana sarılmış ve kulağıma fısıldadı. “Tekrardan tebrik ederim de ben senin aklına ne diyeyim ya.” Gülüp geri çekildim. Elbruz’a baktığımda meraklı meraklı bize baktığını görmüştüm. Niyaz onun meraklı suratına bakıp güldü. Melek’le, Mert’e de sarıldığımda sırada Elbruz vardı.
Karşımdaki heybetli beden gülümseyerek bana yaklaştığında belimi sarıp, sarılmıştı. “Niyaz sana ne dedi?” Geri çekilip gözlerinin içine bakarak omuz silktim. “Koru sen koru. Hakkari’ye döndüğümüzde o yanımızda olmayacak ama. Ben senden bunu öğrenirim.” Tek kaşımı kaldırdığımda “Nasıl yapacakmışsın onu?” diye sordum. Elbruz etrafa bakıp kulağıma yaklaştığında onun ne diyeceğini merak ettim. “Seni koynuma alacağım ve Niyaz’ın ne diyeceğini öğreneceğim.” Gerginlikle Elbruz’un kolları arasında kımıldandım. Elbruz’un benim kımıldanmama güldüğünü duymak yutkunmama neden olmuştu.
“Cilveleşmeniz bittiyse def ol asker.” Babamın sesini duyduğumda kendimi ve gülmemi tutup karşımdaki adama baktım. Elbruz anında geri çekilip babama selam verip evden çıkmıştı. Sessizce arkasından gülmeye başladığımda Defin beni dirseğiyle dürtmüştü.
🩺
Odama girdiğimde yatağa oturup boynumu kütlettim. Telefonumdan gelen ses ile yatağa fırlattığım telefonumu alıp baktım.
Numara; Aşağıdayım. İnebilir misin?
Mesajı okuduğum gibi hızlıca ayağa kalkıp perdemi aralayıp aşağıya baktım. Aşağıdaydı tam gözlerimin olduğu yerde bana bakıyordu. Yutkundum, perdeyi elimden bırakıp cama arkamı döndüm. Telefon tekrardan titrediğinde elimdeki telefonu açıp mesaja baktım.
Numara; Asi iniyor musun yoksa kapıyı çalıp herkesi umursamadan seni çekip alayım mı?
Derin bir nefes aldım. Altan bunu dediyse yapardı. Sessizce üzerime bir ceket alıp odadan çıkarken ışığı kapattım. Aşağıya inip kapıyı açtığımda Altan karşımdaydı. Beni gördüğünde gözlerinin içi parlamıştı. Şimdi düşünüyorum da Altan’la hastanede karşılaştığımızda da gözlerinin içi parlıyordu. Kapıyı ardımdan kapatıp onun yanına ilerledim. “Ne diye buradasın sen?” Altan gülümserken bana dikkatle bakıyordu. “Seni rahat rahat görmek istedim.”
“Altan saçmalama. Biri görürse ne diyeceğiz?” Altan omuz silkip ellerini ceplerine yerleştirip bana gülümsemeye devam etti. “Hiç umurumda değil. Biraz yürüyelim mi?” Başımı çevirip eve baktığımda bütün ışıkların kapalı olduğunu görmüştüm. Sessizce bahçemizin derinliklerindeki salıncağa doğru ilerlemeye başladım. Altan gülümseyip arkamdan gelmeye başladı. O teklifini kabul edeceğimi düşünmemişti. Sessizce bahçede çınarın altına yapılan salıncağa ilerledim. Altan benim önüme geçip salıncağı gösterdiğinde yutkunup salıncağa oturdum. “Saçların çok güzel olmuş.” Altan parmaklarını benim maşalı saçlarıma dolayarak saçlarımı okşamaya başlamıştı. Saçlarımı onun elinden kurtardım. “Her zaman böyleydi, kokun değişmemiş.”
Bakışlarım onu bulduğunda gözlerimin içine bakıyordu. “Asi.. Sana bir şey soracağım.” Onun ne soracağını biliyordum. Bana Murat’ı soracaktı, benden onu anlatmamı isteyecekti. “Kaldırabilecek misin?” Altan benim saçlarımı okşarken sessizce buklelerimi parmaklarında çeviriyordu. “Hala unutamadın dimi?” Başımı sağa sola salladım. “Unutamadım demeyelim de hatıralarına saygı duymaya çalışıyorum.”
“Küçükken içine atmaya çalıştığın şeyleri ağaç evine çıkıp saatlerce orada otururdun. Defne yanında yoksa özellikle..” Onun hatırladığı anlar aklıma geldiğinde gülümsedim. Altan beni yavaş yavaş sallamaya başladığında salıncağın iplerine tutundum. Altan küçüklüğümüzden beri beni böyle sallardı.
“Daha hızlı!” Kahkaha attım. “Altan daha hızlı!” Altan tam arkamda beni sıkıca sallıyordu. Altanların bahçesinde Altan’ın kurduğu salıncağa biniyordum. “Sıkı tutun. Düşmeni istemem.” Sıkıca tutunuyordum. Saçlarım gözümün önüne gelip geri savruluyordu. “Ula Asi.. Arkadaşlarunla oynamak yerune gelup benumle oynuyorsun ya..” Güldüm. Altan’la oynamak çok eğlenceliydi. Altan her geldiğimde benimle oynardı. Sallanmaktan midem bulandığında elimi ağzıma götürüp Altan’a seslenmeye çalıştım. Altan fark edip salıncağı durdurduğunda beni kucağına aldı. O bir köşeye geçene kadar ben çoktan kusmaya başlamıştım.
“Ula ne oldi?” Alnımda hissettiğim büyük elle gözlerimi kapattım. “Uşağum yine kizi fazla salladun değil mi?” Teyzesi Hale’nin sesini duyduğumda yanımıza geldiğini anlamıştım. “Oy uşağum oy. Laf dinleseniz ölürsünüz değil mi? Kizim eyi misun?” Yüzüme bakıp soluk olduğunu görmüş Altan’a baktı. “Altan bağa bak al kizi odana götur. Dinlensun biraz.” Ayaklarım yerden kesildiğinde Altan’ın kokusunu daha yakından almaya başlamıştım. Sessizce başımda hissettiğim dudaklarla gözlerim kapalı uyukluyordum. “Uyu bakalım asi..”
“Neye gülümsüyorsun?” Bakışlarımı Altan’a çevirdim. Yüzüme dikkatle bakıyordu. “Küçükken beni böyle sallardın ya.” Altan kahkaha attığında ona bakıp bende gülmeye başladım. “O kadar çok sallardım ki miden bulanırdı. En son kusardın.” Yaklaşıp gözümün önüne gelen saçlarımı parmak uçlarıyla geriye itti. Beni birden kucağına aldığında kendi salıncağa oturup beni de dizine oturtmuştu. “Sonra seni odama götürmek için kucağıma alırdım. Sen benim göğsümde uyurdun.” Kalkacağımda beni tutup tekrardan oturtmuştu. “İnat etme Asi otur işte.”
Göz devirdim onun kucağından kalktığımda ona bakmaya başladım. “Mavi gözlerin çok güzel parlıyor biliyor musun?” Onun kahve gözlerinin içi gülüyordu. “Evleniyoruz.”
“Ne?” deyip gülmeye başladığımda Altan omuz silkip gözlerimin içine bakarak çapkın bir gülüş yerleştirmişti yüzüne. “He desan ölür müsün kizum yaa.”
“Demam.” Altan bana bakıp güldüğünde ayağa kalkmıştı. Aramızdaki boy farkı bir anda göz önüne serildiğinde başımı kaldırıp ona baktım. “Sen bağa söz verdun biliysın değil mi?”
“Altaann!” Yokuşu çıkabilmek için tek tek taşlara basmaya başladım. Az önce Altan’ın evinden çıkmıştım ve Hale teyze onun benden önce evden çıktığını söylemişti. Ellerimi toprağa yaslayıp yokuşu çıkmaya başladım. “Altaaannn!” Zar zor çıktığım arazide hep denk geldiğimiz ağacın altına doğru koşmaya başladım. Yazmam saçlarımın önüne gelmesine engel oluyordu. Basma desenli elbisemi düzeltip yazmamı biraz daha geriye ittim. Altan’ı gördüğümde o da beni görmüş anında yanıma gelmişti. Boyu benden uzundu, o otururken bile ona başımı kaldırarak bakmam gerekiyordu. Başımı kaldırıp ona baktığımda bana bir tuhaf baktığını görmüştüm.
“Ne oldi? Düştün mi?” Altan elimden tutup beni kaldırdığında gözlerini üzerime dikti. “Ne yapıyorsun?” Yukarıya sıyrılan basma elbisemi düzeltiyordu. “Yaran var mı diye bagayrım işte napıy gibi görüniyrım.” Altan saçlarımdaki yazmayı çekip çözmüştü. Ellerini saçlarımda gezdirip düzeltmiş ve yazmamı tekrardan saçlarıma yerleştirip bağlamıştı. “Sağa çok yaguştu. Gözlerunun rengunu net göriyrım.” Elimi tutup beraber ağacın altına geldiğimizde çimlere oturdum.
“Ne oynayalum bugün? Ne istersin prenses?” Altan karşıma gelip oturduğunda ona bakıp gülümsedim. “Evcilik. Sen benim kocam ol.” Altan’a baktığıma gülümsüyordu, elini uzatıp elimi tuttuğunda gülümsedim. “Oynayalum, isteduğun o olsun.”
“Biliyor musun seninle evcilik oynamak çok eğlenceli. Hep oynayalım.” Önümdeki yaprağı havaya kaldırıp gözümün hizasına getirdim ve sallamaya başladım. Altan’ın güldüğünü duyabiliyordum. Başımı çevirip ona baktığımda dirseğini ağaca yaslamış, başını da eline yaslamıştı. “Ne diysıın evlenecek miyiz? Soz ver bağa inanayum.”
“Söz! Ben sözümü unutmam, tutarım.” Altan kaşlarını kaldırıp ‘Ciddi..” der gibi gözlerime bakıyordu. Elimdeki yaprağa bakıp ona baktım. Yaprağı ona uzattım. Altan ona uzattığım yaprağa bakıp tekrardan bana baktı. “Al bunu. Unutmam da olurda unutursam bana verirsin.”
Hatırladığım andan sıyrılırken gözümün önünde bir yaprak duruyordu. Yaprağı tutan parmakları takip ettiğimde Altan'ın gülen gözlerini görmüştüm. Saklamış olamazdı değil mi? Altan almam için yaprağı işaret ettiğinde gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. Yine de onu kırmayıp yaprağı elime aldım.
“Saklamış olamazsın. Bu, o değil dimi? Yolda buldun bunu.” Altan omuz silktiğinde yaprağı daha dikkatli incelemeye başladım. Yaprağı yırtmadan üzerine yazılmış olan yazıyı okudum.
Asiye bana bugün evlilik sözü verdi
20 Ekim 2005 Hamsiköy
Bu onun yazısıydı. Küçüklüğünden beri aynı yazı stiline sahipti. O ödev yaparken biz yanında oynardık. Yazısını o günlerden beri bilirdim. Altan’a baktığımda oturduğu salıncaktan kalkıp bana doğru yaklaştı. Elleri yanaklarımı kavrayıp gözyaşlarımı sildiğinde ağladığımı fark ettim. Ne ara ağlamaya başladım hiç haberim yoktu. Gözlerimi Altan’a çevirdiğimde gözlerimin içine bakıyordu. “Sana söylediğim anda hatırladığını biliyordum. Sırf gıcıklığına sana bunu hatırlatıp seni üzmem Asi. Unutmadım seni. Hiç unutamadım. Ne olur anla beni..”
Ellerimi onun ellerine sardım. Altan benim bu hareketime gülümseyip gözlerini kapatmış ve yaklaşmaya başlamıştı. Gözlerim kendiliğinden kapanırken dudaklarım aralanmıştı. Altan’ın dudaklarını burnumun üzerinde hissettiğimde o özlediğim his geri gelmişti.
“Anne Defin'in burnu kanıyo!” Defne, annelerine haber verirken Defin, Altan'ın kolları arasında burnunu tutuyordu. Deniz hızlıca yanlarına geldiğinde Altan sedire oturmuş Defin'i ise kucağından indirmiyordu. Deniz kızının burnuna bakıp Altan’a döndü. “Ne oldu?”
“Kavga etti teyze. Aşağıdaki Necla teyzenin oğlanlarla kavga etti. Oğlanlarda topu burnuna attılar.” Deniz karşısındaki kızlarından beş yaş büyük oğlanı dinleyip onaylarken bir yandan da kızının burnu ile ilgileniyordu. “Bezdum yemin ediyrım bezdum. Sağa kaç kez dedum uyma ha o uşaklara diye. Bok mu vardi da ettun ha buni kendune.”
Altan kucağındaki kızın belini okşuyordu. İkisinin arası tanıştıkları ilk günden beri iyiydi. Deniz kızının iç çektiğini gördüğünde ağlamasının kesilmesine sevinmişti. “Altan hadi odasın götür de biraz uyusun. Ağrı kesici de vereyim gerekirse.” Altan kucağındaki kızın annesini onayladı. Defin burnunu çekip Altan’ın kucağından ineceğinde Altan buna izin vermeyip kızı daha çok kucağına çekti. Altan ezbere bildiği odaya kucağındaki kızı çıkardığında Defin çoktan kucağında uyuyakalmıştı. Defin’i zar zor yatağına yatırıp üstünü örttü. Yaklaşıp ıslak yanaklarını sildi ve burnunun ucuna öpücük kondurdu.
Gözlerim alışık olduğum bu hisle aralandığında Altan bir nefes kadar yakınımdaydı. “Sen istemediğin sürece sana o şekilde yaklaşmayacağım Asi. Bunu bir kez yaptım evet ama uzun süre görüşemeyecektik. Şimdi buradasın, yakınımda. Böyle bir nefes uzağımdasın. Bir daha seni kaybetmeyeceğim.”
Altan ellerini cebine yerleştirip benden uzaklaşmaya başladığında arkasından ona bakmaya devam ettim. Altan geri geri yürürken yüzünde o alışık olduğum gülümsemesi duruyordu. Sevdiğim, beni güvenli yıllarıma götüren o gülüş.. “Yaprak sende kalsın. Bunca yıl zaten bendeydi. Biraz da sen saklamak istersin belki.” Göz kırpıp uzaklaştığında arkasından bir süre beklemiştim. O görüş açımdan çıktığında gözlerimi silip elimdeki yaprağı kendi görüş açıma çıkardım.
Eve geri döndüğümde kapıyı sessizce kapatıp kimseye yakalanmadan odama çıkmak için merdivenlere yöneldim. Merdivenlere ilerlerken birden ışıklar yanmıştı. “Hih!” Korkuyla karşıma baktığımda ışığı açan Bulut’u, merdivene oturmuş Elis’i ve merdiven tırabzanına yaslanmış Defne’yine gördüm. “Aptallar. Böyle olmadı çekin silahı vurun beni.”
Defne suratıma manalı manalı bakıyordu. “Yok bence Barut çoktan dayadı silahı senin kalbine.”
“Defne!” Defne gülerken ben hala nasıl yakalandığımı anlamaya çalışıyordum. Hepsinin uyuduğuna emindim oysa ki. Böyle bir salaklık yapmış olamam yani.. “Babam.” Anlamadığım için kaşlarımı çatıp Defne’ye baktığımda Defne anlamadığımı anlayıp göz devirdi. “Babam, gerizekalı babam. Babam uyumay ya.”
Tabi yaa babam uyumuyor ki. Kaşlarım Şaşkınlıkla havalandığında Defne kollarını göğsünde kavuşturup anlatmaya devam etti. “Sen odandan çıktığında babam da tuvaletten çıkmış. Seni görmüş, seslenmiş ama duymamışsın. Aklin nerde kalduysa. Sonra odana girmiş, bakmış camından ne hikmetse Barut aşağıda. Beni uyandırdı, Defin’e göz kulak olun diye.”
“Neyse artık.. Ben yatıyorum iyi geceler.” Diyerek aralarından sıyrılmaya çalışsam da Bulut ve Defne tarafından durdurulmuştum. “Hop hop hop. Kaçamazsın Defin Mutlu.” Geri çekilip merdivene yaslandım. Bulut tam karşımda dikilip “Ne işi varmış bu saatte burada?” diye sormuştu. Elimdeki yaprağı şalımı sıkıca sararken saklamayı başarmıştım. Yoksa bunların çenesinden asla kurtulamam.
“Cüzdanını unutmuş, onu verdim. Biraz konuştuk sonra gitti zaten.” Bulut benim söylediğime inansa da Elis inanmamıştı. Defne ise resmen yanımda ‘Sen onu benim külahıma anlat.’ der gibi bakıyordu. En azından Bulut’u atlatabilirsem dalga malzemesi de olmam. Bulut bir anda “Yedim mi sandın?” diyerek elimdeki yaprağı çekip aldığında hızlıca yaslandığım yerden ona doğru atıldım. “Bulut ver şunu!”
Bulut salonda kaçmaya başladığında bende peşinden kovalıyordum. “Ne bu yaprak? Ne anlama geliyor?”
“Bulut ver şunu çocuk musun sen?!” Bulut koltuğa çıktığında koltuğu tutup çektim ve dengesini kaybetmesini sağladım. “Kızım asıl sen çocuk musun? Ne bu haller ya?”
“Elis şu kocana bir şey de. Ben dersem kötü olacak.” Elis ellerini kaldırıp bir şey yapamayacağını ilan etmişti. Sinirle Bulut’a doğru atıldığında arkamdan bir ses gelmişti. “Ne oluyor burada?!” Arkamı dönüp merdivenlere baktığımda gördüğüm iki beden annemle babama aitti. Aslında gördükleri görüntü alışık oldukları bir manzaraydı. Tek sorun artık kocaman iki yetişkin olmamızdı. Babamların şaşkın bakışlarını umursamadan Bulut’un elindeki yaprağı alıp karnına dirseğini geçirdim. “Aptal.”
Hızlıca annemlerin arasından geçip odama çıktım. Arkamdan güldüklerini duymuştum ama umursamadım. Kapımı kapattığımda başımı kapıya yaslayıp yaprağı göğsüme yasladım. Gözlerimi kapattığımda ister istemez gülümsedim. Kapıdan çekilip dolabımın içindeki kutuyu çıkardım. Kutuyu alıp yatağa oturduğumda yaprağı kenarı bırakıp kutuyu açtım. İçindeki bütün hatıralarımın bulunduğu kutuya yaprağı yerleştirdim. Altan’la olan fotoğrafımı gördüğümde alıp fotoğrafa baktım. İkimizin dans ettiği bir fotoğraftı. Saçlarım iki yandan toplanmış ve gülümsüyordum. Fotoğrafı tekrardan kutuya yerleştirip kutuyu dolaba yerleştirdim. Yatağa uzandığım gibi gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.
🩺
“Alo? Dinliyorum.”
“Sınır ötesinde hareketlilik var.” Burak yakasını düzeltirken durdu. Bütün dikkatini telefona verme zamanı gelmişti. “Ne tarz bir hareketlilikten bahsediyorsunuz?”
“Eylem saldırısı gibi duruyor. Sahadan onay bekliyoruz.”
“Sahadaki unsurumuz eylem saldırısını öğrenebilecek kadar yakın biri mi?” Telefondaki adam güldüğünde Burak sorduğu sorunun cevabını almıştı. “Teşkilatın sızamayacağı yer yok. Bunu sakın unutma Fırtına.”
“Bilginin netleşmesini mi bekleyeyim?” Telefondaki kişi bunu onayladığında Burak telefonu kapatıp cebine attı. Otel odasından çıkarken kendisini lobide bekleyen poyraz timin yanına indi. Kerem komutana başıyla selam verdi ve diğerlerine gülümsedi. Hepsi sivillerini çekmiş, bellerindeki silahları dikkatle kapatmışlardı.
“Sonunda gelebildin kablosuz. Herkes seni bekliyordu.” Burak Uğur komutanına bakıp “Komutanım kusura bakmayın istihbarattan birileriyle konuşuyordum da.” Diyerek onu yanıtladı. Kerem anında bütün dikkatiyle bakışlarını Burak’a çevirdi. “Bir sorun mu var?”
“Bilgi teyit edildiği zaman sizlerle paylaşacağım komutanım.” Kerem onu onayladı. Ellerini çırpıp timine tek tek baktı ve gülümsedi. “Hadi beyler. Şehitlerimizi ziyaret edelim.”
Poyraz timi hep birlikte otelden çıkıp komutanlarının ayarladığı arabaya ilerlediklerinde arka kapı açıldı ve içeride oturan Kuzey komutan timin görüş alanına girdi. Güneş gözlüğünü çıkarmadan time baktı. “Atlayın. Tur rehberiniz benim.” Önden Kerem bindi. Ardından da bütün tim arabaya doluştular. Kerem, Kuzey’e bakıp “Baba Defne?” demişti. Kuzey başını çevirdiği camdan ayırmadan damadını “Deniz’le birlikte annenleri gezdiriyor.” diyerek yanıtlamıştı.
“Komutanım şarkı açalım mı?” Kuzey komutan ilk başta tepki vermedi ama verdiği o kısa nefeste gülümsediğini bütün tim anlamıştı. Aracı süren kişi radyoyu açtığında ilk çalan şarkıya Fatih anında eşlik etmeye başladı.
“Altaylar’dan Tuna’ya, Kızıl Çin’le arası var.”
Düştük kara sevdaya
Gönül güzel yarası var.
Kerem bakışlarını dışarıda tutarken içinden şarkıya eşlik ediyordu. Askeri liseye başlayacağı gün babası onu getirirken yine bu parça çalıyordu radyoda. O zamandan bu zaman çok uzun yıllar geçmişti ama bir şey aynıydı. Yine yanında babası vardı. Bu sefer müstakbel eşinin babası olsa da baba babadır sonuçta.
Ölüm bize ar gelmez,
Kara toprak dar gelmez,
Zindanları zor gelmez,
Gözlerinin karası var.
Kerem sessizce dışarı bakarken aklına gelen ilk şey Defne’nin gözleri olmuştu. Tim eşlik etmeye başladığında Kerem’de kısık sesle mırıldanarak eşlik etmeye başladı. “Başka nizam istemem, yurtta tasa istemem. Yasa masa istemem, milletimin töresi var.” Fatih ritim tutmaya başladığında Kuzey’de gülerek timi izliyordu.
“Hep böyle misiniz?” Kerem komutanına bakıp başıyla onaylaydı. “Fatih’i zor durdururlar komutanım.” İnecekleri yere geldiklerinde araç durdu ve hep beraber aşağı indiler. Yürümeye başladıklarında Ayda başını kapatmıştı. Karnındaki bebeği ile şehitliğe, şehitlerimize ziyarete gelmişlerdi. Sessizce Hakan’ın koluna girmiş, karı koca yürüyorlardı.
“Bende Nilay’la gelmek isterdim doğrusu. Ama Mevlüt albay izin vermezdi.” Kuzey komutan sessizce onları izliyordu. Yarım saat sonra arabaya döndüklerinde yeni rota bu sefer bazı müzeler olmuştu. Yemek için bir restoranda oturulduğunda Burak’ın telefonu çalmaya başlamıştı. Burak nazikçe izin isteyip ayağa kalktı ve biraz uzaklaştı.
“Komutanım.. Ben bir şeyi merak ediyorum ama nasıl sorabilirim bilmiyorum.” Kuzey’in bakışları Ayda’ya çevrilmişti. Sessizce Ayda’nın sormasını bekledi. Ayda beklediği onayı aldıktan sonra önündeki suyundan bir yudum alıp tekrardan bakışlarını Kuzey komutanına çevirdi. “Sizin uyumadığınızı söylüyorlar komutanım. Neden uyumuyorsunuz?” Kuzey bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Elindeki bardağı ister istemez sıkmaya başladığını ilk fark eden Elbruz olmuştu. Kuzey elindeki bardağı sıkarken bakışlarını o bardaktan ayırmıyordu. “Poyraz timinin nasıl öldüğünü biliyor musunuz?”
Sorunun tam cevabı kimsede yoktu. Poyraz timi yıllar önce Kuzey tarafından hepsinin alanlarında uzman olduğu ve en iyilerinden kurulan bir timdi. Efsane sayılabilecek operasyonlara imza atmışlardı. Dağlara altın harflerle adını yazdıran, bugün bile timin adı geçtiğinde düşmanları korkutan bir timdi Poyraz timi.. Elbruz derin bir nefes alıp babasına döndü. “Pusu atılmış diye biliyorum komutanım.” Kuzey damadını, askerini başıyla onaylayıp kısık sesle mırıldandı. “Evet, pusu atıldı. Doğru...”
“Ama o gün orada yaşanılanları kimse bilmiyor değil mi komutanım?” Kuzey Hakan’ın sorusu ile burnunu çekti. İşaret parmağını önündeki bardağın üzerinde dolaştırıyordu. Başıyla Hakan’ı onayladı. O günleri düşünmek bile onu mahvediyordu ama timi bunu merak ediyorsa.. Bunu bir kere anlatabilirdi değil mi? Derin bir nefes alıp masada oturan askerlerine baktı. “Bunu bir kere anlatacağım ve kimseden duymayacağım.” Hepsi başıyla onaylarken bütün dikkatlerini komutanlarına vermişti. “O gece.. Bir operasyon için dağdaydık.”
“Babacığım. Üzmüyorsunuz değil mi anneyi?” Sağa döndüm ve ilerlemeye başladım. “Evet bebeğim geleceğim ama siz böyle yaparsanız ben hızlı gelemem.” Uyku tulumunda uyuyan Hamit’i uyandırmamaya çalışıyordum. Gözüm diğer uçta yatan Pınar’a takıldığında bana gülümsediğini görmüştüm. Elimdeki telefonu gösterip gülümsedim. “Tamam hadi annenizi verin bana.. Deniz dikkatli olun. Görüşürüz.” Telefonu komple kapatıp cebime attığımda mağaranın girişini tutan Kemal içeriye doğru seslendi. “Komutanım sizin kızlar da fırtına gibi maşallah. Geçen gün lojmanı birbirine katmışlar, iki askerin çocuklarını dövmüşler.” Güldüm. Daha üç yaşında fırtına gibi üç kız babasıydım. “Yaparlar Kemal, yaparlar.”
“Komutanım kız babası oluyorum ama sizin kızları gördükten sonra korkmuyor değilim.” Diğer tarafı tutan Umut’un bu yorumu hepimizi güldürmüştü. “Ne yalan söyleyeyim Umut bazen bende aslında iki erkek, bir kız çocuğum var diye söylüyorum millete. Defin ve Defne iki erkek çocuğuna bedel çünkü.”
“Komutanım biraz da siz uyuyun. Sonra dediğiniz gibi devam ederiz.” Pınar’ı onaylayıp köşedeki tulumumun içine geçtim.
“Pusu!” Rüya da mıyım? Çatışma sesleri... “Komutanı koruyun!” Hayır Umut’un sesi bu... Gözlerimi araladığımda silah seslerinin rüya olmadığını anlamıştım. Hızlıca tulumun içinden çıkarken dibimde duran silahımı aldım. “Neler oluyor?” Pınar bir kayanın arkasından sıkmaya devam ederken bana bakıp “Komutanım pusu attılar. Sıkıştık burada.” Demişti. Dürbünü alıp etrafımıza baktığımda altı kişiye karşı yirmi kişi saymıştım. Mühimmatımız böyle bir pusuyu karşılayacak düzeyde değildi. “Poyraz isabetli atışlar istiyorum. Kimse kaçırmayacak.” Tim beni onaylarken telsizimi alıp alayla iletişime geçmeye çalıştım.
“Yuva, yuva burası kılıç. Kılıç konuşuyor.” Yanıt yoktu. “Yuva! Kılıç konuşuyor kod kırmızı!” Yine yanıt gelmiyordu. Hamit bana bir köşeyi gösterdi. “Komutanım reçelleyici var.” Gözlerimi sıkıca kapattım. “Siktir.” Bütün tim canını dişine takmış çatışıyorduk. Umut bir adamı daha indirdiğinde reçelleyicinin olduğu tarafı diğer taraflara göre temizlemişti. “Komutanım onu kapatabilirim.” Etrafı dikkatli bir şekilde kontrol ettiğimde aslında o tarafı o kadar masum bırakmadıklarını anlamıştım. “Umut dur bekle!”
Umut beni dinlemeden kayanın arkasından çıkıp koşmaya başladığında Pınar’a bakmadan emir verdim. “Keskin nişancı! Bul ve yok et!” Pınar keskin nişancıyı aramaya başladığında her şey saniyeler içinde olmuştu. Tek kurşun... Alnından vurulan Umut.. “Umut!” Askerimi yere düşmeden yakalayıp kucağıma çektim ve bir kayanın arkasına sığındım. Gözlerim dolarken hemen yanımdaki toprağı, kaya parçaları ile birlikte avcumda sıktım. “Umut!”
Gözlerimi sıkıca kapatıp time emir verdim. “Kıpırdamayın yerinizden!” Titreyen ellerim kucağımdaki askerimin nabzını kontrol etmek için boynuna ilerlediğinde aslında sonucu biliyordum. Biliyordum ama kabullenmek istemiyorum. Bu adam, kucağımdaki adam iki ay sonra baba oluyordu. Parmaklarım bir nabız almayı beklerken yerini sadece boşluğa bıraktı. Nabzını kontrol ettiğim elim gözlerine giderken açık kalan gözlerini kapatıp yutkundum. “Şehit Asteğmen Umut Yavuz. Vatan sağ olsun..” Şehidimi kollarımın arasından çıkarıp öylece uzandırdım. Üniformasının cebinden çıkardığım al bayrağı üzerine serip yüzünü örttüm.
Silahımı alıp diğer tim üyelerini korumak için sıkmaya başladım. Nişan alıp sıktığım adam yere düşerken fısıldadım. “Bir. Pınar! Bul şu şerefsizi.” Pınar özenle keskin nişancıyı ararken bulduğu bütün şerefsizleri de indiriyordu. “Burası sizde. Jammer bende.” Kalkıp diğer taraftaki Jammer’ın etrafını kontrol ettim. Hamit peşimden geleceği sırada onu durdurup “Levent’le sağı ve solu temizleyin. Mühimmatı idareli kullanıyoruz unutmayın.” Hızlıca ilerlemeye başladım. Botlarım yerdeki karları eziyordu. Karşıma çıkan birini silahımı kaldırıp tereddüt etmeden kafasına sıktım. Adamın silahını uzağa itip ilerlemeye devam ettim. Levent sağı temizlemeye başladığında Hamit de solu temizlemeye başladı.
Saat iyice ilerlediğinde Jammer’ı kapatamadığımız için destek de isteyemiyorduk. Kar daha şiddetlenmişti. “Komutanım son mermi.” Kemal’den gelen sesi hemen ardından Hamit’ten gelen ses takip etmişti. “Son beş.” Kemal son mermisini de sıkmış olacaktı ki sırtını kayaya yaslamış elindeki silahı indirdi. Resmen buraya sıkışıp kalmıştık. Onları kurtarmam gerekiyordu bu benim sorumluluğum. Bir süre sonra Hamit de silahını indirmişti. “Pınar şu siktiğimin puştunu bul artık!” Pınar deli gibi keskin nişancıyı arıyordu. Çok geçmeden Hamit de vurulmuştu. Yarası kötü durumda değildi belki ama vurulmuştu. Kemal onun yarasına geçici pansuman yapmıştı.
Levent’in bir şiddetle ayaklanmasıyla silahını kaldırıp hiç durmadan sıkmaya başlamıştı. “Yeter artık. Yeter yeter. Yeter ulan.” Gözümü karşıdan çekip arkama döndüğümde Levent’in mevziisinden çıktığını gördüm. “Levent! Mevziine dön! Sakla kendini!” Tekrardan önüme dönüp sıkmaya başladığımda arkamı görmüyordum. “Yeter artık! Yeter artık! Yeter!” Levent’in giderek yükselen sesi sinirlerinin son raddesinde olduğunu gösteriyordu. Tekrardan arkamı dönüp emrimi yineledim. “Levent! Mevziine dön!” Önüme döndüğümde tek bir kurşun sesi geldi kulağıma ardından Levent’in kesilen sesi ve silahının sessizliği.. Bu sessizliği biliyorum. Ölüm sessizliği..
Korkarak arkama baktığımda Levent’in dolu gözlerle boşluğa baktığını gördüm. Silahı elinden düşmüş eldivenli elini boğazına götürüyordu. Her şey o kadar ani olmuştu ki saniyeler içinde onun yutkunmaya çalıştığını görmüştüm. “Levent!” Mevzilendiğim yerden çıkıp yere düşmemek için direnen Levent’i tuttum. “Yakaladım seni.” Eliyle boğazını tutuyordu. Elimle elini tutup ağlamaya başladım. Herkesin gözü Levent’e dönüyor ardından sıkmaya devam ediyorlardı.
“Eşedü..” Sıkıca sarıp başını omzuma yasladım. “Levent sakın gitme. Dayan kardeşim. Sakın gitme.” Levent şehadetini getirdikten sonra gözleri beni bulmuştu. Yüzüne yerleşen gülümseme diyeceği bir şeylerin olduğunu gösteriyordu. “Canın..” Kısık bir nefes aldı. “Sağ olsun komutan..” Ağlamam şiddetlendiğinde Levent hala bir şeyler söylemek için çırpınıyordu. “Korku nedir bilmeyiz. Biz dağ..” Soluğu kesilmişti. Sıkıca sarıp ağlamaya devam ettim. “Levent..” Gözleri kapanmıştı çoktan..
“Yerin dibine gömeceğim lan seni..” Bakışlarımı dağa çevirip bağırmaya başladım. “Duydun mu?! Senin mezarını kayadan oyacam! O tetiği çeken! Seni cehennemin dibine göndereceğim lan!” Kemal sessizce Levent’in cebinden al bayrağı çıkarıp üstüne örtmüştü. Levent’i korumaya alıp tekrardan silahımı aldım. Onları öldürmeden buradan gitmeyeceğim. Umut’un, Levent’in intikamını alıp eve geri döneceğim. Kızlarımın karşısına alnım ak çıkmam gerekiyor değil mi? Hamit bacağına dikkat ederken silahını kullanmaktan çekinmiyordu. Jammer’ın olduğu tarafa baktığımda Kemal’le göz göze geldim. Başımla onaylayıp beraber ilerlemeye başladık. Ben onu korurken o da beni koruyordu. Kayalara adımlarımı sağlam basarak ilerledim.
“Komutanım! Dikkat edin!” Karnımda hissettiğim sızı ile yutkundum. Elimi karnıma götürüp baktığımda elime gelen kan ile başımı salladım. “İyiyim durma devam et.” Kemal ilerlemeye devam ettiğinde Pınar’dan bir ses geldi. “Keskin nişancı temiz.” Kayaya sırtımı verip Kemal’i izliyordum. Kemal jammer’a iyice yaklaşmıştı. Bir iki adım kala Kemal bir anda kayalardan yuvarlanmaya başlamıştı. “Kemal!” Hızlıca kendimi umursamadan Kemal’e doğru ilerledim. Kemal’i durdurduğumda ona baktım. Alnının ortasındaki kurşunu gördüğümde yüzümü buruşturup gözlerimi kapattım. “Pınar keskin nişancının yerinde biri var! Kemal’i vurdular!” Pınar anında keskin nişancıyı aramaya başlamıştı. Kemal’i sıkıca tutup bir köşeye çektim. Bugün kaybımız oldukça fazlaydı. Onun tamamlayamadığı işi tamamlayıp jammerı kapattım. “Yuva burası kılıç. Beni duyuyor musunuz?”
“Yuva dinlemede. Kılıç yaklaşık dört saattir haber alamıyoruz sizden, durum nedir?” Durumu anlatmaya dilim varmıyordu. Üç şehidimiz vardı. Poyraz timi kendi içinde çöküyordu. Gözlerimin önünde timimi kaybediyordum. “Kılıç operasyonu başarısız. Poyraz üç şehit verdi. Acil destek lazım.” Hamit kan kaybından artık halsiz düşmüştü. Pınar hala çaresizce indirebildiğini indirmeye çalışıyordu. Hepimizin umutları tükenmeye başlamıştı. Pınar tekrardan keskin nişancı tüfeğini alan kişiyi indirdi. “Destek ekip yola çıktı. Hava desteği için de hava kuvvetleri ile konuştuk ama desteğin yetişmesi zor. Dayanmanız gerekiyor.” Pınar’a baktığımda Hamit’i gösterip umutsuz bir bakış attı.
Karnımdaki kanama da aynı şiddetle devam ediyordu. Mermimiz bitmişti. Sırtımı kayaya yaslayıp üniformamın cebinden kızlarımın fotoğrafını çıkardım. Dayanmamız çok zordu. Kızlarımın fotoğrafını okşayıp gülümsedim. “Sona geldik sanırım..” Cebimden telefonumu çıkarıp Deniz’i aradım. Saat sabaha karşı dörttü, büyük ihtimalle uyuyorlardı ama şu an Deniz’in sesini duymadan ölmek istemiyordum. Deniz hayatımın ilk ve tek aşkı... Gençliğim, ömrüm. Kızlarımın annesi.. Şimdi o yatakta sağ kolunu yastığın altına sabitlemiş yan yatıyordu. Eğer yanında olsaydım belini çoktan sarmıştım. Elimi karnımda tutarken kana bakıp telefonu açmasını bekledim. “Alo?”
Derin bir nefes alıp yutkundum. “Deniz...” Başını yasladığı yastıktan kaldırmış ve dikleşmişti büyük ihtimalle. Dağılan saçlarını geriye itmişti, yüzünde endişeli bir bakış olduğuna eminim. “Kuzey.. Ne oldu?” Derin bir nefes alıp karnımdaki elimi tekrardan önümdeki fotoğrafa çevirdim. “Sona geldim sanırım Deniz. Önce Allah’a sonra Güney’e ve Selim’e emanetsiniz.” Gülümsedim ayağa kalkmıştı. Önce yanı başındaki ışığı yakmış ardından da ayağa kalkmış odada volta atıyordu. Gerginliğinden emindim, kızlarımı görmek istiyordum ama bu halimi Deniz’in görmesini istemiyordum. “Kuzey ne oluyor?! Kuzey ne olur bir şey söyle bana..” Deniz’in sesi titriyordu. Çoktan ağlamaya başlamıştı. Gözlerimi kapatıp açıklamaya çalışsam da açıklayacak hiçbir şeyim yoktu. “Kızları öp benim için. Seni seviyorum.” Deniz ilk başta cevap vermese de benim başka bir şey demeyeceğimi anlamış olacak ki sessizce “Seni seviyorum.” Dedi.
Bakışlarını tabaktan çekmeden konuşmaya devam etti. “O gün sekiz saat bekledik. O mağarada eğer uyumasaydım belki daha erken fark edebilirdim. İlk önce Umut. Şehit Asteğmen Umut Yavuz. Şehit Üstçavuş Levent Esen. Şehit Uzman Çavuş Kemal Sürmeli. Kıdemli Üstçavuş Pınar Laleli. Başçavuş Hamit Tahtakılıç.. O gün o yerde beş tim arkadaşımı şehit verdim. Benim yüzümden, hazır değildim. Arkadaşlarımın ölümünü izledim. Üstelik en kötüsü bu değildi.” Son cümlesinin ardından başını kaldırıp time baktı. Yeşil gözlerinin dolduğunu tim anında fark etmişlerdi. Elbruz babasına bakıp “En kötüsü sizin ölmemiş olmanızdı.” Kuzey bakışlarını onu anlamış olan damadına çevirdi. “O gün orada sende ölmeyi istedin değil mi baba?” Kuzey başıyla damadını onayladı. Tim sessizce önlerine gelen yemeğe odaklanmak zorunda kaldı. Yıllardır böyle bir timin sorumluluğunu almaya korkmuştu Kuzey. Şimdi ise yemeğini yavaş yavaş yiyen time baktı. Yeniden tim arkadaşlarının sorumluluğunu almanın gülümsemesi vardı yüzünde.
🩺
“Vahir bütün hazırlıkları tamamladı mı?” Çorba kaseleri hizmetliler tarafından doldurulmaya başlandı. Masada oturan adamlar tek tek birbirlerine baktı. Masanın başında oturan adam dirseklerini masaya yaslayıp ellerini çenesine yasladı. “Bütün hazırlıklarla Vahir ve İnci ilgileniyor.” Bu cümle masadakilerin dikkatini çekmişti. Hepsinin keyfi yerine gelmişti.
Biri keyifli bir şekilde “İşlerle İnci ilgileniyor demek. Bu güzel haber, keyifle yemeğimizi yiyebiliriz.” Çorbalar doldurulduktan sonra hizmetlilerden biri köşeye geçip beklemeye başladı. Bir süre masada sadece yemek yeme sesleri geldikten sonra masanın başındaki adam tekrardan konuşmaya başladı. “Patlamanın merkezi olarak Türkleri en çok yaralayacağımız yeri seçtik. Çanakkale, şehitlik abidesi.”
“Harika, eğer başarılı olursan senin konumunda bir değişikliğe gidebiliriz.” Hizmetli yaklaşıp içecekleri doldurmaya başladığında keyifle içkimi yudumladım. “Eş zamanlı olarak Vahir de bir karakol baskını yapacak. İki taraftan da başarılı olursak Türkler için büyük bir yıkım olacak.”
Sol tarafımdaki adam içkisini yudumlayıp masaya bıraktı ve yaslandığı sandalyeden sırtını ayırıp masaya yaklaştı. “Eğer başarılı olursan, mükafatın artar. Gerard senin için daha önemli işler hazır, seni bekliyor. Tek şartımız bu planı başarılı şekilde gerçekleştirmen.”
“Şüpheniz olmasın. Şimdiden televizyonlardaki başlıkları düşünebiliyorum. Türkiye yasta!” Masadaki kahkahalara eşlik ettim.
🩺
“Keşke biraz daha kalabilseydiniz..” Annemin sesi geliyordu. Büyük ihtimalle bu kadar erken döneceğimizi düşünmemişti. Merdivenin başında Bulut’u gördüğüm gibi ona seslendim. “Bulut..” Başını çevirip beni gördüğü gibi yanıma çıkıp valizimi aldı ve zahmetsizce indirmeye başladı. Bende peşinden indiğimde annemin tam da tahmin ettiğim gibi babama sarıldığını gördüm.
“Deniz’im biliyorsun işte olmuyor.” Onlar sarılırken ben Elbruz’un yanına geçtim. Defin dışarıda telefonla konuşuyordu. Çok geçmeden Burak’ın da telefonu çaldı ve bizden müsaade isteyip telefonunu açarak uzaklaştı. “Fatih.” Fatih kendi adını duyduğu gibi yanımda bitmişti. Elbruz’da anında bütün dikkatini bana verdi. Maşallah kulaklar da keskin. Salak Defne onun keskin olmayacak da senin mi olacak? Bordo bereli olduğunu unutuyorum ya bu adamın. Elbruz’u umursamadan Fatih’e doğru dönüp fısıldadım. “Burak’ın da mı manitası var?” Fatih gülmeye başladığında komik bir şey deyip demediğimi sorguladım. Herkesin bakışları bize dönmüştü. Ne olduğunu anlamadığım için omuz silktim ve Elbruz’a döndüm. Ben anlamadıysam o kesin anlamıştır. Bordo bereliler bizim anlamadığımız şeyleri bile anlayıp bilmekle yükümlü değil mi sonuçta? Elbruz başını sağa sola salladığında öyle bir yükümlülükleri olmadığını anlamıştım.
Fatih ise yanımda gülmesini bitirdiğinde bana bakıp “Bu timde başı bağlı üç kişi var yenge. Biri Kerem komutanım, biri Hakan komutanım...” Tim bir anda gözlerini büyüterek Fatih’e baktığında olan biteni anlamaya çalıştım. Bütün tim Fatih’e susması için işaretler yapıyordu ama Fatih’in pek gördüğü söylenemezdi. “Ha diğeri de Uğur komutanım.” Hakan gözlerini kapattı, Hamza elini alnına vurmuştu, Murat ise inanamıyormuş gibi başını sağa sola sallamıştı. Fatih’in odağa attığı isim ise öfkeli bakışlarla Fatih’e bakıyordu.
“Uğur’un başı ne ara bağlandı çocuklar?” Babamın sorusunu cevaplaması için bütün gözler timin en güvendiklerine döndü. Elbruz’a.. Elbruz Uğur’a kısa bir bakış attı ardından da babama döndü. Yalandan bir iki öksürürken burnunun ucunu kaşımıştı.
“Komutanım.” Bahçeden içeri bir hışımla giren Burak, timi bir süreliğine de olsa kurtarmayı başarmıştı. Elbruz ve babam anında bütün dikkatlerini Burak’a çevirmişlerdi. Burak ise elindeki telefonu sıkıca kavramış babamların önünde durmuştu. “Acil bir durum var.” Babam Burak’ın devam etmesini beklese de Elbruz gizli bir durum olduğunu anlamış ve babama “Dışarıda konuşalım mı baba?” diye sormuştu. Babam ikisini onaylamış ve en önden bahçeye çıkmıştı.
“Kötü bir şey olmasa bari...” Nehir teyzemin bu temennisini herkes içinden onaylamak zorunda kalmıştı. Uğur anında Fatih’e döndü ve birkaç adımda karşısında dikildi. “Fatih döndüğümüzde iki hafta boyunca operasyonlar dışında yemekhanedesin.” Ellerini arkasında birleştirmiş, bütün endamıyla Fatih’e bakıyordu. Murat arkasındaki tırabzana bedenini yaslayıp “Komutanım cezanıza karışmak gibi olmasın ama bence iki hafta az oldu.” dedi. Uğur arkasındaki Murat’a hafifçe dönüp “İki az mı oldu?” demişti. Kendi kendine sorar gibi konuşmasına rağmen aslında soru hepsineydi. Hamza kollarını göğsünde birleştirip Fatih’i baştan aşağıya süzdü. “Bence de komutanım. Bence en az yüz tur koşu ekleyelim. Ya da standart spor eğitimimiz.”
Uğur diğer tarafındaki Hamza’yı da dinleyip başıyla onaylamıştı. Bakışlarını Hakan’a çevirdiğinde Hakan elini Ayda’nın omzuna atmış, timi dinliyordu. “Komutanım siz ne dersiniz?” Yaslandığı bedene bakıp düşünmeye devam etti. Ardından serbest olan elini cebine yerleştirip “Üç hafta yemek, standart eğitim ama sen kaç tur istersen.” Diyerek Uğur’a açık çeki resmen uzatmıştı. Uğur gülümseyerek Fatih’e döndü. Fatih bütün bu konuşmaların gerçekliğinin elbette biliyordu. O yüzden terlemiş ve yutkunmaya başlamıştı.
“Poyraz!” Başımı bahçeye çevirdiğimde üçünün hala hararetli bir şekilde konuştuğunu görmüştüm. Elbruz’un time seslenmesi ile bütün tim bahçeye geçmişti. Defin de Altan’la birlikte onların yanına geçtiğinde olan bitenlerin biraz da olsa tehlikeli olduğunu anlamıştım. Sessizce onların konuşmalarının bitmesini bekledik. Bir süre sonra babam içeri girdiğinde onlara baktım. “Baba?” Babam sessizce bize bakıp annemin yanına geçti. “Defin ve Altan geri dönüyorlar Poyraz timi burada duracak.” Annem babama döndüğünde babam daha detaylı bir açıklama yapmaya başladı. “Şehitlik abidesinde saldırı riski var. Biz burada duracağız. Barut timi de Hakkari’de görev alacak.” Altan Defin’in valizini de alıp dışarı çıkarken Defin’le ailem vedalaşmaya başlamışlardı. Defin gitmeden babam evdeki bize dönmüştü. “Hiçbiriniz evden dışarı çıkmayacaksınız. Sizi tehlikeye atamayız. Çıkacaksanız bile bizimle çıkacaksınız.”
“Kuzey..” Babam hızlıca amcama dönüp elini kaldırdı. Bu onun itiraz istemiyorum deme biçimiydi. “Hepiniz silah kullanmayı biliyorsunuz. Yine de Kerem sen Defne’yi al poligona gidin. Ali sende emniyeti ayarla. Bilmiyormuş gibi davranacağız.” Ali başıyla babamı onaylamıştı. Kıvırcık saçlarını geriye itip telefonunu alıp emniyeti aramaya başlamıştı. Annem sıkıntıyla koltuğa oturduğunda Nehir teyzemle Gizem yengem de yanında yerini almıştı. Babam biraz da olsa sakinleştiğinde etkili planlar yapmaya başlamıştı. “Yarın herkes orada olacak. Herkes şehitlikte rastgele dağılacak.” Poyraz bunu onaylamıştı.
Elbruz beni elimden tutarak arabaya götürdüğünde beraber arabayla poligona gelmiştik. “Gerçekten fazla abartıyorsunuz. Ben kullanmayı biliyorum diyorum.” Elbruz benim konuşmamı hiç umursamadan kemerini açıp arabadan inmişti. Göz devirip kemerimi açtım ve arabadan indim. Hiç umursamadan benim içeri girmemi bekledi ve peşimden girdi. Silahları ve kulaklıkları alıp içeri ilerlediğimizde ellerimi göğsümde birleştirip yanımdaki nişanlıma baktım. “Görelim bakalım nasıl atıyorsunuz Doktor hanım.” Tekrardan göz devirdim. “Benim işim silah kullanmak değil. O silahla yaralananları iyileştirmek.”
“Defne zorunda kaldığında kullanabildiğini tekrar kanıtla bana.” Elbruz tam karşımda dikildiğinde başımı kaldırıp ona bakmaya başladım. “Kanıtla ki gözüm arkada kalmasın.” Gözüm arkada kalmasın demesi yetmişti. Elinden silahı alıp kulaklığı düzelttim. Nişan alıp sıkmaya başladığımda Elbruz yanımda gülümseyerek bana bakıyordu. Mermi bittiğinde Elbruz düğmeye basıp hedefi bize yaklaştırdı. Bir ikisi hariç geri kalanını tam hedef tutmuştu. “Kanıtladım mı?” Elbruz gülümseyerek elimden silahı almış beni başımdan öpmüştü. “Çok iyi kanıtladın Defne’m. O gün çok güzel kanıtlamıştın yine harika kanıtladın.”
Poligondan on dakika sonra çıkmıştık. Beraber arabaya bindiğimizde kemerimi takıp ona baktım. “Nereye gidiyoruz?” Elbruz arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında yaslanıp onu izlemeye başladım. “Düğünümüz için mekan bakacağız. Her şeyden önce evleniyoruz Defne. Baban sadece poligona gitmeyin işlerinizi de halletmeye başlayın dedi.” Elbruz yola odaklanmıştı. Sessizce telefondan açtığı konuma doğru giderken radyodan bir şarkı açmıştı. “Birkaç mekan önerisinde bulundular amcanlar. Oralara bakacağız olmaz dersen sizin evin bahçesini ayarlayacaklar.” Gülümsedim. Babamla bütün bunları ne ara konuşmuşlardı bilmiyorum ama ikisinin anlaşması hoşuma gidiyordu.
“Bir şey diyeceğim ne ara konuştunuz siz bunları?” Elbruz gülerek bana baktığında aslında anlamsız bir soru sorduğumu anlamıştım. Elbruz elimi tutup öptü ve kendi kucağına koydu. “Baban çoktan her şeyi ayarlamıştır Defne.” Yolun sonundan sağa döndüğümüzde karşımıza çıkan salona baktım. Burası hatırladığım kadarıyla kapalı bir salondu. Biz daha nikah tarihine karar vermeden salon bakmaya başlamıştık. Her işimiz ancak bu kadar ters olabilirdi zaten.
Kemerimi çıkarıp arabadan indim. Çantamı omzuma alırken yanıma gelen Elbruz’un elini tuttum. Gülümseyerek içeri girdiğimizde bir adam bizi karşıladı. Bu yüzü bir yerden hatırlıyorum. Nereden hatırlıyor olabilirim acaba salak Defne, adam salonun sahibi buraya geldiğim her düğünde görmüşümdür. “Hoş geldiniz.” Elbruz adamın elini sıktığında bende sadece gülümsedim. Adam bize içeriyi gösterip “Buyurun içeriyi gezelim.” demişti.
Sessizce salona girdiğimizde düzenine dikkatle baktım. Horon için yeterli boş alana sahip mi? Zemin sağlam mı? Hepsine tek tek bakmalıydım. Elbruz’dan elimi ayırıp pistin ortasına geçtim ve horon denemesi yapmaya başladım. Elbruz’a baktığımda gülerek kollarını göğsünde birleştirip beni izlediğini görmüştüm. Ona gülümseyip horon denemesi yapmaya devam ettim. “Geniş bir pisti var ama ben sevmiyorum burayı ya.” Elbruz yanıma yaklaşıp elimi tutup bana uymaya çalışmıştı. “Öğreteyim mi?” Elbruz başıyla beni onayladı ve elimi sıkıca tuttu. Ona horon tepmeyi öğretmeyi başladım.
Elbruz gerçekten öğrenmeye uğraşıyordu. Eğri oturalım doğru konuşalım, aramızda kültür farkı olduğu aşikardı ama Elbruz da bende bunu aramızda problem haline getirmemek için uğraşıyorduk. En kısa zamanda bende onun için onun yöresel dansını öğreneceğim. “Burayı sevmediysen burası olmayacak güzelim.” Gülümsedim. Benim her dediğimi önemsiyordu. Burada çok fazla kalmadan diğer mekana gitmiştik. Akşama kadar gezdiğimiz hiçbir yeri sevmemiştik. İkimizde her gittiğimiz yerde bazı şeyleri beğenmemiştik. En son yorgunlukla eve döndüğümüzde akşam yemeğine denk gelebilmiştik. “İyi akşamlar.” Elbruz’un sesiyle masadaki herkesin bakışları bize dönmüştü. Dayım masayı gösterip “Hoş geldiniz, geçin hızlıca sofraya.” demişti. Elbruz’la beraber yan yana sandalyelerimizi çekip oturduk. Elis bizim tabağımıza da çorba koyarken Elbruz nezaketen teşekkür etmişti.
“Ne yaptınız seçtiniz mi mekanı?” Babama bakıp başımı sağa sola salladım. Elbruz beni gösterip “Biraz fazla seçici davrandı. Büyük ihtimalle burada yapmak zorunda kalacağız.” Diyerek açıklamıştı. Can amcam bana baktı. “Denef’lerin düğününü yaptığımız yere ne dersiniz?” Kaşığımı indirip Denef’e baktım. Can amcam onlar için harika bir kır bahçesi bulmuştu. Denef düğününü hatırlamış olacaktı ki bana bakıp gülümsüyordu. “Akşam açık mıdır amca orası? Bakabilir miyiz yani?” Dayım acele ettiğimizi sanmış olacaktı ki benim bunu dememle gülüp bana baktı. “Yarın bakın kızım ne bu acele?”
“Yarın bakamazlar Elbruz sabahtan benimle göreve çıkacak.” Dayım masanın diğer ucunda oturan babama bakıp onu onayladı. Can amcam ise son durumdan dolayı masadan kalkıp cebinden telefonunu çıkarmıştı. “Ben arkadaşımı arayayım. Açsınlar sizin için, bi bakarsınız. Severseniz orası olur.”
“Sağ ol amca. Teşekkür ederiz.” Öykü teyze, Can amcanın bu hallerinden rahatsız olmuş gibiydi. Ne olursa olsun bizi affetmeyeceğini biliyordum. Ona baktığımı hissedip soğuk bakışlarını bana çevirdiğinde başımı eğdim ve yemeğimi yemeye devam ettim. Ali, tabağını bitirdiğinde Denef ona yemekten koymak için kalkmıştı. “Baba dediğin şekilde ayarladım. Emniyet orada olacak.” Babam onaylayıp yemeğine devam ederken Elis kucağındaki Yağmur’a köfte yediriyordu. Yağmur onu izlediğimi gördüğünde ağzındaki lokmaya rağmen gülmüştü. “Ağzını kapat ufaklık. Bulut sen bunlara hiç terbiye vermiyorsun ha.”
Bulut benim ona sataşmamı umursamamıştı. Başımı kaldırıp ona baktığımda dalgın olduğunu fark ettim. Elis’e gösterdiğimde dudağını büzdü. Demek o da bilmiyor. Tabağına uzanıp onun köftesine çatalımı batırsam da o kadar dalgındı ki fark etmemişti. Normalde olsa kıyameti koparırdı. Çatalımı geri çektiğimde Elbruz da bana bakıyordu. Demek ki o da fark etmişti Bulut’a bir şey olduğunu. Yemeğimizi bitirdikten sonra kızlara yardım ettim ve beraber mutfağı toparladık. “Bulut’un nesi var?” Elis Yağmur’un üstünü değiştiriyordu. “Bilmiyorum bana da söylemedi. Geldiğinden beri böyle durgun..” Yağmur annesi yere bıraktığı anda babasının kucağına doğru yürümeye başladı. “Bende sana diyecektim Defne sen konuşur musun? Sana anlatır belki.” Elis’in bu isteğini anlayabiliyordum. Hepimizin sırrını paylaştığı biri vardı sonuçta. Elimi havluyla kurulayıp Elis’e baktım. “Merak etme, mekana bakıp geleyim sonra ben sıkıştırırım onu. Canını da sıkma.”
Mutfaktan çıktığımda Elbruz’a bakıp başımla dışarıyı gösterdim. Elbruz beni onaylayıp yavaşça oturduğu yerden kalktı. “İzninizle biz mekana bakıp gelelim. Bende Defne’yi bırakıp otele geçerim.” Babama bakıyordu. Babam ona bakmadan başıyla onayladığında kabanımı giyip çıktım. Elbruz arkamdan gelip kapımı açtığında gülümseyip bindim. Mekana geldiğimizde Can amcanın arkadaşı bizi karşılamıştı. “Hoş geldiniz.” Adamın elini sıkıp Elbruz’un yanında bekledim. “Siz istediğiniz gibi bakın sonra detayları konuşuruz.” Elbruz teşekkür edip elimi sıkıca tutmuştu. Beraber bahçeye doğru ilerlediğimizde etrafa baktım. Elbruz da dikkatle etrafa bakıyordu. Masaların konumu, pistin konumu, kısacası her şey mükemmel görünüyordu. Burayı zaten Denef’in düğünü için bir kere daha tutmuştuk. Gelin odasının yerini dahi biliyordum.
Elbruz beni pistin ortasına getirdiğinde elini belime yerleştirip sanki yanı başımızda şarkı çalıyormuş gibi benimle dans etmeye başlamıştı. Gülümseyip elimi omzunda sabitledim ve ona eşlik etmeye başladım. En son beni döndürdüğünde durup gözlerimin içine baktı. “Seni seviyorum. Seni her dünyada seviyorum.” Derin nefes alıp gülümsedim. Gözlerinde tuhaf bir burukluk vardı. Anlamlandıramadığım buruk bir bakış... Yanağını okşayıp yaklaştım ve dudaklarımı yanağına değdirdim. Çekildiğimde gözlerinin içini bakıp “Bende seni seviyorum. Her dünyada, her anda, her saniyede..” dedim. Etrafa baktığımızda ikimizde kararımızı vermiştik. Burası bizim Çanakkale düğünümüzü yapacağımız yerdi. Burası o büyülü kısımdı. Bana baktığında onu başımla onayladım.
🩺
Güneş gözlüğümün altından etrafa dikkatle bakıyordum. Gözüme kestirdiğim birini takibe başladım. Kuzey komutanım bir köşede emniyetle konuşuyordu. Takip ettiğim adamı kargaşada kaybettiğimde etrafa dikkatlice bakmaya başladım. “Pençe beş, takip ettiğim adamı görebiliyor musun?”
“Olumsuz.” Telefonum çalmaya başladığında ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp ekrana baktım. Bilinmeyen numarayı gördüğümde telefonu açıp kulağıma yasladım. “Naber Yüzbaşı?” Telefondan duyduğum ses ile olduğum yerde durup etrafıma baktım. “Bakma boşuna oralarda değilim.” Etrafa daha dikkatli bakmaya başladığımda köşedeki Uğur’a baktım. Parmaklarımı rastgele hareket ettiriyor gibi davranıp mors koduyla gerekli işaretleri vermeye başladım. “Siz Türkler ne diyordunuz. Hah! Buldum, hayırlı olsun yüzbaşı.” Defne’yle yüzük taktığımı nasıl öğrenmişti bilmiyorum ama çekinmeden telefondan tebriklerini iletebiliyordu. “Kes lan sesini. Tek bir kelime daha etme.”
Telefondan gelen gülme sesiyle bütün sinirlerim iyice bozulmuştu. Uğur ona gönderdiğim işareti almıştı. Hızlıca dediklerimi telsizle Kuzey komutana iletirken görmüştüm. “Doktorun eli de oldukça hafifmiş. Bir daha gelip dikişlerimi kontrol ettirmeliyim.” Yumruğumu sıktığımda telefondaki sinir bozucu ses susmadan konuşmaya devam etti. “Sinirlenme yüzbaşı. Sana gelen çantayı al ve dediğim konuma ilerle. Yoksa neydi yeğeninin adı? Asya? Hah Asya. Onu öldürtürüm.” Diğer köşedeki Hakan ve Ayda çiftine baktım ve mors koduyla durumu anlatmaya başladım. Hakan hızlıca Ayda’nın elini bırakıp emniyeti harekete geçirmişti. Yanıma gelen adamdan çantayı alıp ilerlemeye başladım.
“Kerem sen sana dediklerini yap. Asya’yı Ali okuldan almaya gitti. Asya’nın güvenliği sağlandığı anda haber vereceğiz.” Kuzey komutanın emrine uyarak ilerlemeye devam ettim. Telsizden Ali’nin sesini duydum. “Asya’yı alacağım. Okula yaklaştım.” Keskin nişancı ihtimalini düşünmek zorundaydık ama bunu nasıl söylerdim bilmiyorum. Telefonu kapatamıyordum. Ayda benim düşündüğüm şeyi dillendirdiğinde Ali bir süre sonra yanıtladı. “Etrafa bakıyorum. Keskin nişancı ihtimalini değerlendiriyorum.” Çantayı sıkıca tutarken varmam gereken noktaya yaklaşıp durdum. Asya’yı kurtarana kadar oyalanmamız gerekiyordu. “Polislerle çevreyi sardık. Asya’yı okuldan çıkaracağım.”
“Ha bu arada senin doktor hanıma da bir nişan hediyesi gönderdim. Paketimi beğenirsiniz umarım. Gerçi güvenlikleriniz önce açar ama olsun, en azından iki askerden kurtulurum. Bu da Türklere harika bir hediyem olsun.” Çantadan gelen sesler bombanın harekete geçtiğini gösteriyordu. Etrafa baktım, çevremiz turistlerle ve kendi insanlarımızla kaplıyken, kısıtlı vaktim varken kaç insanı kurtarabilirim ki...
Bölüm sonu.
Haftaya görüşürüz. İyi okumalar
İnstagram; elbruz_blackpearln
Tiktok; elbruz.blackpearln
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.35k Okunma |
1.38k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |