38. Bölüm

🩺ELBRUZ 38. Bölüm🩺

Neris
blackpearln

38. Bölüm

Beş Yıl Önce

“Silahlı çatışma. Alışveriş merkezinin içindeyim.” Koridorda sessizce yürümeye devam ediyordum. Silahımı tutarken koridorun sonunda birden karşıma çıkan kişiye doğru çevirdim. “Yapmayın!” Kaşlarımı çatıp karşıma çıkan kadına baktım. İlk dikkatimi çeken korku duygusuyla dolan mavi gözleriydi. Kucağındaki bebeği ile bana bakıyordu. Silahımı tutup indirdim. “Sakin ol, polisim ben. Korkma tamam mı?” Cebimden kimliğimi çıkarıp karşımdaki kadına gösterdim. Kimliğimi gördüğü anda dolu gözleriyle bana yaklaştı. “Yardım edin. Çok insan öldü.” Panikti, elleri titriyordu. Bebeği tutan eli bile titriyordu. Bebek ise etrafında dönen karmaşaya rağmen annesinin kucağında uyuyordu. “Herkesi rehin aldılar.”

Silah tutmayan elimi kaldırıp sakinleşmesi için telkinlerde bulunmaya çalıştım. “Shh tamam geçti. Şimdi sakin olman lazım.” Karşımdaki kadını arkama alıp bir köşeye geçmesini sağladım. Telsizimi alıp etrafı kontrol ettim ve konuşmaya başladım. “45 30 merkez.” Telsizimden gelen ufak cızırtının ardından “45 30 dinlemede.” Sesi gelmişti. Yanımdaki kadına baktım. “İçeride kaç kişiyi rehin aldılar, sayabildin mi?” Biraz düşünüp “Kırk kişi saymıştım.” demişti. “Rehine sayısı tahmini kırk kişi. Yanımda ise bebeği tahmini üç aylık olan bir anne var.”

“Kadının yanından ayrılma sen.” Telsizimi geri yerine sabitleyip kadının yanına çöktüm. Kahverengi kahküllü saçları omuzlarının hemen altındaydı. Normalde de üst dudağı bu kadar şiş miydi yoksa ağladığı için mi böyleydi bilemedim. Sessizce bebeği göğsüne bastırıyordu. Mavi gözlerinde hüzün hakimdi. Neden bilmiyorum ama değişik bir havası vardı. Silahımı onun görüş açısından çekip kucağındaki bebeğe baktım. “Adı ne?” Örtüyle üşümesin diye sıkıca sardığı bebeğinin üstünü düzeltip gözlerini bebekten ayırmadan “Asya...” demişti. Demek ki bebeği kızdı. “Güzel bir kız maşallah. Sizin adınız?” Karşımdaki kadın başını hafifçe kaldırıp bana bakmıştı. Söyleyip söylememekte tereddüt ettiği belliydi. Onun içini biraz da olsun rahatlatmak için kendi adımı söyledim. “Ali ben. Çanakkale emniyetinde polisim.”

“Denef.. Denef benim adım.” Denef.. Hiç duymamıştım bu ismi. Kaşlarım ister istemez çatıldığında merakla Denef’e baktım. “Ne anlama geliyor?” Bembeyaz teniyle mavi gözlerini bana çevirip “İpek anlamına geliyor.” demişti. İpek.. Gerçekten de ipek gibi bir kadındı. Duru bir güzelliği vardı. Yüzü her noktasıyla orantılıydı. Mavi gözlerinde ciddi bir hüzün vardı. Sanki hiç geçmeyecekmiş gibiydi. Denef ve Asya... Dünyaya gelmiş geçmiş en güzel kadınlardı..

🩺

“Okulun etrafını kapatın! Tekrar ediyorum okulun etrafını kapatın!” Direksiyonu sola kırıp iyice gaza basmaya devam ettim. Okulun önüne geldiğimde aniden frene basıp durdum ve arabadan indim. Bagajdan keskin nişancı tüfeğimi alıp arkadaşlarımın yanına geçtim. “Okulun etrafını çevrelediniz mi?” Yavuz başıyla beni onayladığında başımı kaldırıp etrafa bakmaya başladım.

Cebimden telefonumu çıkarıp Asya’nın öğretmenini aradım. “Alo? Elif hanım benim Ali Akdoğan. Asya’nın babası. Çok vaktim yok, Asya’yı okuldan çıkarmayın ve camlardan uzak tutun lütfen.” Karşı taraftan onay beklerken etrafa bakmaya devam ettim. Bir bina gördüğümde o binanın bir katına çıkıp silahımı yerleştirdim ve etrafa bakmaya başladım. “Merak etmeyin Ali bey. Polisler gerekli her şeyi söylediler. Asya’yı uzak tutuyoruz.” Telefonumu kapatıp yana bıraktıktan sonra adamı aramaya devam ettim. Fazla vaktim yoktu, Asya’yı korumak zorundayım. Asya benim kızım, hep öyle oldu ve hep de öyle olacak. Evlenirken Denef’e bir söz verdim. Sağ çaprazda gördüğüm binadaki adamı anında kafasından vurduğum gibi silahımı alıp aşağı indim.

Koşarak okula girerken kulaklığıma dokundum. “Keskin nişancıyı temizledim. Asya güvende.” Öğretmeni kapıyı açtığında Asya kapıdan öğretmeninin elini tutarken çıkmıştı. Asya korkuyla etrafa bakarken beni gördüğü gibi yüzü gülmüştü. “Baba!” Onun gülen yüzünü gördüğüm de birkaç adım atıp tek dizimin üstüne çöktüm. Kollarımı açtığımda Asya öğretmenin elinden kurtulmuş bana doğru koşmaya başlamıştı. Asya’nın kucağıma gelmesini beklerken öğretmenin arkasında gördüğüm adam dikkatimi çekmişti. Elindeki silahı fark ettiğim gibi Asya’yı kucağıma alıp sırtımı adama doğru döndüm. Patlayan silah sesiyle sırtımda hissettiğim sızı bir olmuştu. Belimdeki silahı çıkarıp arkamdaki adama dönerken tekrar patlayan silah sesini ve sırtımda hissettiğim ikinci sıkıya yutkundum. Adamın bir kere daha sıkmasına izin vermeden silahı ateşledim.

“Baba..” Yutkundum. Kucağımdaki Asya’yı dikleştirip ona baktım. “Kızım iyiyim. Şimdi sen öğretmeninin yanına geç. A-annen gelip seni a-alacak.” Öğretmenine baktığımda yaklaşıp Asya’yı kucağına almıştı. Asya sınıfa girene kadar hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Onlar sınıfa girdiğinde derin nefes almaya çalıştım. Ekip arkadaşlarım içeri girdiğinde beni görmüşler ve yanıma koşmuşlardı. “Ali, dayan aslanım. Ambulans geliyor.” Gözlerim giderek kapanırken gözlerimin önüne gelen mavi gözler gülümsememi sağlamıştı. “Denef..”

🩺

Hakkari, Şemdinli

“Komutanım ihbar doğruymuş. Karakola giden yola pusu atmış olabilirler.” Etrafa bakarken önümdeki iki seçeneği mantıklı düşünmeliydim. “Ne kadar zamandır çalışıyorlar?” Emirhan kolundaki saate bakıp kafasında hesapladı.

“Yedi saat olmuş bile komutanım.” Önümdeki diğer seçeneği düşünmeye devam ettim. Diğer yol karakola varış saatinizi en az bir saat geciktirir ama daha güvenli olabilir. Karşımızdaki adamın zeki olabileceğini düşünecek olursak iki yol da tuzaklamışlardır. İki yola da ekip koyamazlar çünkü en az on yedi kişi zaten karakol baskını için olmalı. Hepsini yirmi beşli gruplar halinde dolaştığını düşünürsek geriye sekiz kişi kalır. Peki bu sekiz kişiyi iki yola bölmek mi yoksa bir yolu tuzaklayıp diğer yola pusu atmak mı?

“Komutanım yol ayrımına yaklaşıyoruz.” Emirhan’a bakıp “Ana güzergahı kullanıyoruz. Tuzak ihtimali var. Tetikte olun.” dedim. Emirhan emrime uyarken ana yola saptı. Tetikte olmakta fayda vardı. Sessizce dışarıyı izlemeye başladım. Biraz daha ilerledikten sonra öndeki askere yaklaşıp omzuna vurdum. “Dur!” Araba yavaşlamaya başladığında tekrar tekrar vurdum. “Dur lan dur!” En son ani bir frenle araba durduğunda arabadan inip öne doğru ilerlemeye başladım. Emirhan ve timde arabadan yavaş yavaş inmeye başlamıştı. Arabanın açılıp kapanan kapılarını duymuştum. Göz hapsine aldığım kuş uçarken yolun sol tarafına ilerlemeye başladım. Yolun sonundaki taşlarla kapatılmış yere gözüm takılmıştı. Çöküp kasaturamı çıkardım ve eğilip ipe baktım.

“Komutanım.” Sarp’ın konuşması benim odağımı dağıtıyordu. Susmasını işaret edip taşları kaldırdım. Tetikleyiciyi açığa çıkardığımda Elif hızlıca yanıma gelip bombayı imha etmeye başladı. Çöktüğüm yerden kalkıp Gökhan’a yolun diğer ucunu gösterdim. Gökhan hızlıca karşı taraftaki tetikleyiciye baktı. “Komutanım nasıl fark ettiniz?” Sarp’a bakıp kuşu gösterdim. “O bana yardımcı oldu.” Sarp kuşa bakıp çattığı kaşlarıyla tekrar bana dönmüştü. Anlamadığını görüp güldüm ve ona açıklamaya başladım. “Araç hareket ederken kuşun havada durduğunu gördüm. Kuş bana yardımcı oldu.”

Elif ve Gökhan bombaları hallettikten sonra yola tekrar bir bakıp time emir verdim. “Barut. Araç bin!” Tim araca bindiğinde bende yerimi aldım ve araç tekrardan hareket etmeye başladı. Bütün dikkatimi yola çevirdim. Silah sesleri artmaya başladığında karakola da iyice yaklaşmıştık. “Salak herifler sabah baskına kalkmışlar.” Gökhan’ın bu dediği hepimizi gülümsetse de aslında sabahın erken saatlerinde gerçekleşen bu baskının bütün karakolun uyurken yakalanmasına sebep olmuştu. “Dur.” Araç durduğunda herkes çantalarını alıp indi. “Karakolu görebileceğimiz bir yere çıkacağız. Sarp telsizle karakolla bağlantı kurmaya çalış.”

“Emredersiniz komutanım.” Sarp telsizi çıkardığında bende gideceğimiz yeri gösterdim. Önden ben yürümeye başladığımda herkes beni takip etmeye başlamıştı. Bir süre sonra Sarp elindeki telsizle yanıma koştu. Elimi kaldırıp yumruğumu gösterdiğimde tim yürümeyi bırakmıştı. İki parmağımla çizdiğim daireyi anında anlayıp çevremizi kontrol altında tutmaya başladılar. “Başçavuş Durali komutanım.” Telsizi alıp çatışma seslerinin arasında konuştum. “Başçavuşum ben Yüzbaşı Altan Barut, durum nedir?”

“Mevzilere yakınlar, iyice sızmışlar yüzbaşım.” Mevzilere yakınlarsa dağların üstleri boştur. Arkadan çevreleyebiliriz. “Yaralı var mı başçavuşum?” Çatışma sesleri iyice artmıştı. Mevzilere yakın olmaları olası bir hava saldırısını engellerdi. Asiye bu şartlar altında havadan destek sağlayamaz. “Yok ama giderek mevzilere yaklaşıyorlar.”

“Yakınız başçavuşum dayanın.” Telsizi tekrardan Sarp’a verdim. “Tim hızlanıyoruz.” Karakola yetişebilmek için oldukça hızlanmıştık. Başka çaremiz yoktu. Karakola yakın yüksek bir tepeye çıktığımızda durumu en net şekilde görmeye başlamıştık. Dikkatle etrafa bakıp olası tarafları nasıl temizleriz ölçüp biçmeye başladım. “Kerim sana en uygun yeri bul. Tek bir fire istemiyorum.” Kerim başıyla onaylayıp kendi için en uygun yeri seçmeye başladı. “Emirhan, Sarp’ı al. Doğu sizde.” Emirhan beni onaylayıp Sarp ile birlikte doğuya doğru aşağı inmeye başladı. Bakışlarım bu sefer de Elif’e döndüğünde Ali’yi gösterip elimde batıyı gösterdim. Elif bu sessiz emrimi alıp Ali’yle birlikte aşağı inmeye başladı. Gökhan bana baktığında onunla kendimi gösterip güneyi işaret ettim. Hepimiz tek tek belirlenen yerlere mevzilendiğimizde hepsi benden emir beklemeye başladı. Kulaklığımı çalışır hale getirdikten sonra nişan alıp kulaklığıma dokundum. “Barut benim atışımla.” Benim sıkmamla Barut timi de şenliğe dahil olmuştu.

“Karşıya çifte çamlar oy..” Bir kurşun daha.. “Sakizi yere damlar oy oy..” Pusu atanlara pusu atmamız şaşkınlık yaratmış olmalıydı. Salak salak dönüp bizim olduğumuz tarafa bakıyorlardı. “Sevup alamiyanun oy yüreğuni buz bağlar..” Bizim atışlarımızla iyice cesaretlenen karakolun askerleri de aşağıdan sıkıştırmaya başlamışlardı.

Dört saattir ecel korkusu yaşatan şerefsizlere Barut timiyle bir saat yetmişti. Ana ekibin bir kısmının kaçtığını görsem de önceliğimiz karakolun güvenliğiydi. Temizleye temizleye mevzilere kadar inmeyi başarmıştık. Köşede bulduğum telsizin bizimkilere ait olmadığı belliydi. Alıp telsizden gelen sesi dinledim. “Başaramadınız mı hala? Bana sorup duriyler yav.” Telsizin yanından basıp ağzıma yaklaştırdım. “Barut kokusunu aldınız mı? Sana soranlara Barut oradaydı dersin.” Cevabı beklesem de telsizdeki ses kesilmişti. Telsizi yere atıp karakola ilerlemeye başladım.

“Yüzbaşım. Sizi burada görmek çok güzel.” Karşımdaki Durali’ye sarıldım. Timde karakolun askerleriyle beraber konuşuyordu. “İyi olduğunuzu görmek güzel.” Karakolun etrafı toparlanmaya başladığında sessizce içeri girmiştim. Kulaklığımla alaya haber vermeye başladım. “Albayım karakol güvende. Tehdidi savuşturmayı başardık.”

“Aferin asker. Bunu hızlıca Kuzey’e ileteceğim.” Kulaklığımı kapatırken bu sefer telefonumu çıkarıp kişilere girdim. Şu an sesimi duymaya ihtiyacı vardı bunu hissediyorum. Arama başladığında telefonumu kulağıma götürdüm. Aramam yanıtlandığında endişelendiği belli olan sesini duymuştum.

“Alo? Altan? Her şey yolunda mı? Yoğun uçaksavar atışından dolayı çıkış yapamadım.” Gülümsedim. Onun endişeli sesini duymak beni mutlu etmemeliydi ama etti. Asiye hala beni önemsiyor demek ki.. Bu endişeli ses tonu bunu kanıtlıyordu. Derin bir nefes alıp telefondaki Asiye’ye cevap verdim. “İyiyiz. Karakol baskını bertaraf edildi. İçin rahat olsun.” Asiye’den derin bir nefes gelmişti. “Çok şükür. Yaralı falan yok değil mi?” Masanın üstündeki kalemi alıp elimde çevirmeye başladım. Gülümseyerek koltuğa oturdum. “Yok Asiye’m yok. Buraları halledelim alaya geçeceğiz.”

“Bana şöyle seslenme.” Suratıma kapanan telefon ile kaşlarımı çatıp telefona baktım. “Deli bu kız.”

🩺

"Denef Akdoğan. Çekilin kızımı alacağım. Kocam içerde!" Kolumdan biri tutuyordu. Kim tutuyor bilmiyorum ama biri sıkıca kolumdan tutuyordu. Etrafa baktığımda ambulansı gördüm. Göğsümdeki ağrı iyice arttığında bir şeyin olduğunu anlamak zor olmadı. Umarım o ambulans başkası için gelmiştir. Ali için olmaz. Asya için asla olmaz.

Okulun girişindeki hareketlilik arttığında bakışlarımı ambulanstan çekip girişe çevirdim. Asya öğretmeninin elini sıkıca tutmuş yürüyordu. Beni gördüğü gibi kucağıma koşan kızımı kucağıma almak için kollarımı açtım. "Asya'm.." Kucağıma aldığım gibi kızımın ağlaması bir olmuştu. Ağlayan kızımın saçlarını okşayıp sakinleştirmeye çalıştım. “Annem ne oldu?” Asya içeriyi gösterirken ağlamaya devam ediyordu. Onun gösterdiği tarafa baktığımda Asya hala kucağımdaydı.

Asya'nın arkasından Ali'nin ekip arkadaşları çıkmaya başlamıştı. Endişeli gibiydiler. Ben onlara bakarken biri kucağımdan Asya'yı almıştı. Başımı çevirip baktığımda alan kişinin Mine olduğunu görüp tekrardan Ali'nin ekip arkadaşlarına baktım. Telsizle hararetli hararetli bilgiler geçiyorlardı. "Trafiğe söyleyin! Ambulansın güzergahı komple açılacak!"

İçeriden bir sedye çıktığında hızlıca sedyeye doğru koştum. Herkes çıkmıştı ama Ali yoktu. Ali hala içeride olamazdı. Asya'nın elini bırakmadan çıkmazdı o. Beni durdurmaya çalışan polisleri itip sedyeye yaklaştığımda Ali'yi gördüm. Sedyede.. Boylu boyunca uzanırken.. Yine biri beni sıkıca tuttuğunda tutan kişiyi umursamadan Ali'ye uzanmaya çalıştım. "Ali!"

"Yenge sakin ol iyi olacak.." Tuhaf mırıltılar duyuyordum. Duyuyordum duymasına da anlamıyorum ki.. "Ali!" Sedye hızlıca ambulansa alınırken amcamı gördüm. Hayal meyal belki ama ambulansa binmişti. Sahi.. amcam doktor değil mi? Ali'yi iyi edebilir..

"Ali!" Ne ara yere çöktüğümü bilmiyorum ama biri beni kucağına aldı ondan eminim. Hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor içimden. Allah biliyor ya Ali benim bu dünyada yaşama sebebim olmuştu. Asya'nın biricik babasıydı Ali.

Ambulansın arka tarafında oturuyordum. Omzumdaki şok battaniyesi ile etrafa bakıyordum. Kucağımdaki kızım ağlarken saçlarını okşayıp onu sakinleştirmeye çalıştım. Önümde biri diz çöktüğünde çöken kişiye baktım. Bu bizi kurtaran polisti. Ali.. Uzun, dalgalı saçları vardı. Korku içindeyken ona bakamamıştım. Elindeki suyu bana uzattı. “Daha iyi misin?” Tek elimle bardağı alırken birkaç yudum aldım. Ali yanıma bıraktığı bebek çantasından emziği çıkarıp bana uzatmıştı.

“Onu bana ver de sakinleştireyim.” Ona bakıp kucağımdaki kızıma baktım. Güvenebilirdim değil mi? Sonuçta polisti, kızımı sessizce ona uzatırken Ali, Asya’yı nasıl alabileceğini sorguluyor gibiydi. Bir şeyleri ölçüp biçiyordu. Karşımdaki adama bakıp gülümsedim. Ali’nin bakışları beni bulduğunda utanıp gülümsememi bastırmaya çalıştım. “Sen gülebiliyor muydun ya ipek kız..” Karşımdaki adamın söylediği ile yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. Bakışlarımı kaçırıp elindeki emziği aldım ve Asya’nın ağzına verdim. “Utandırdım sanırım. Neyse boşver de ben nasıl kucağıma alırım bilmiyorum.” Ali’ye bakıp kızımı kucağına yaklaştırdım. “Kolunu başının altına denk getireceksin. Avcun poposunu destekleyecek.” Ali ona dediklerimi dikkatle dinleyip kızımı onun kucağına verdim.

Asya onun kucağına geçtiği anda ağlamayı bırakmıştı. Bunca aydır bulamadığı huzuru zor da olsa bulmuş gibiydi. Asya’nın susmasına şaşırdım açıkçası. Çok huzursuz bir bebek değildi aslında ama bu aralar durmadan ağlıyordu. Ali kucağındaki kızıma sanki dünyanın en değerli hazinesiymiş gibi bakıyordu. Bakışlarında bir mutluluk vardı. Asya gözlerini açıp karşısındaki adama baktı. Mavi gözleri Ali’nin gözleri ile denk geldi. Ali aslında tam olarak baba olacak biriydi. Daha Asya’ya ilk baktığı anda hissetmiştim onu..

Hastaneye geldiğimizde arabadan hızlıca inip ambulanstan indirilen Ali’nin peşinden koşmaya başladım. Kucağımdaki Asya da ağlıyordu. Annem hızlıca Asya’yı kucağımdan almıştı. Ameliyathanenin önüne geldiğimizde o meşhur bekleyiş başladı. Ameliyathane önünde Ali'den en ufak bir habere muhtaç o bekleyiş.. Yanımda biri saçlarımı okşuyor, yüzümden geriye itiyordu. Tam önümde diz çöken Bulut elindeki suyu bana uzatmıştı. "Biraz iç hadi." Aklıma ilk gelen tek şey Ali’yle tanıştığım gün aklıma gelmişti. Onunla ambulansın arkasında konuştuğumuz gece.. Asya’yı kucağına aldığı o an..


Suyu elimle itip zar zor bulduğum sesimle fısıldadım. "Asya?" Hemen yanı başımda duran annem tekrardan saçlarımı düzeltti. "Dedesi ve babaannesi bakıyor." Scarlett teyzeye bıraktılar demek ki.. Bu saatler niye geçmiyor? Kaç saattir burdayız acaba? "Yarım saat oldu." Diğer tarafındaki Defne'ye baktım. O da böyle beklemişti değil mi? Ne kadar sürer bana söylerdi.

"Ne kadar sürer Defne?" Defne’nin bakışları sorumla bana dönmüştü. Önce gözlerime baktı. Sanki bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Yutkundu. Ellerimi tutup okşadı. “Net bir şey söyleyemem ki. Hem bak amcam ameliyatında, Ali de güçlüdür. İyi olacaktır merak etme.” Tek eliyle gözlerimi silerken yüzünde şefkat vardı. Hastanelerden nefret ediyordum. Bu hiç değişmedi. Şimdi ise hiç sevmediğim yerde eşimi kurtarmaya çalışıyorlardı.

Efe.. Efe? Etrafa hızlıca göz gezdirdiğimde Efe’yi görememiştim. Asya babaannesiyleydi ama Efe ortalıkta yoktu. “Efe?” Defne’ye bakıp tekrardan sordum. “Efe?” Defne sakin olmam için ellerini açıp önümde tutmaya başlamıştı. Beni tutmaya çalışıyordu. “Efe nerede?” Bulut beni sıkıca tuttuğunda kollarımı da kollarıyla sıkıca sarmıştı. “Elis’le. Elis bakıyor. Sakin ol Denef.”

Koridorda yankılanan adım sesleri bütün dikkatimi bir anda o tarafa çevirmeme neden olmuştu. Sert adım sesleri... Bu sesleri nerede duysam tanırdım. Babamın adım sesleri bu.. “Ali Akdoğan. Oğlum vurulmuş.” Babamın sesi... Adım sesleri bana doğru yaklaştığında babamı koridorun başında görmüştüm. Bütün koridoru bakışlarıyla taramış en son Bulut’un kolları arasında kalan bana takılmıştı. Babam bana buruk buruk bakıyordu. Bulut’un beni tutan kolları gevşemişti. Bulut’un kolları arasından çıkıp babama doğru koştum. Babam beni sardığında saçlarımı okşamaya başlamıştı. “Baba Ali..” Babamın kalp atışları kulağıma geliyordu.

“Ali iyi olacak kızım..” Babamın arkasındaki tim de oldukça üzgün görünüyordu. Babam beni sıkıca tutuyordu. Onunla beraber yavaş yavaş yürümeye başladık. Babam beni bir koltuğa oturttuğunda yanıma oturup saçlarımı okşamaya başlamıştı. Babamın annemlere durumu sormaya çalıştığını hissedebiliyordum. Ameliyathanenin önünde ne kadar beklediğimizi bilmiyordum. Ali’nin ekip arkadaşları, babamın timi.. Herkes bir haber bekliyordu. Ameliyathanenin kapısı açıldığında başımı babamın göğsünden kaldırıp ameliyathaneye baktım. Amcam ve diğer doktor ameliyathaneden çıkmıştı. Hepimiz kalkıp doktorlara doğru yaklaştık. Amcama baktığımda amcamdan hiçbir şey anlaşılmıyordu. Doktor olmanın verdiği en büyük şey de buydu. Hiçbir şey anlayamıyordum. “Amca, Ali?”

“Ali’nin durumu biraz kritik, yoğun bakıma alacağız.” Amcamın kelimeleri ile dizlerimin bağı çözülmüştü. Babam beni tutana kadar dengemi kaybettiğimi anlamamıştım. Babam beni sıkıca tutarken babama tutundum. Başım dönüyordu, Ali’yi orada öyle görmek oldukça sinir bozucuydu. Sessizce yoğun bakıma alınan Ali’nin odasının önünde beklemeye başladım. Defne ve Kerem beni bir an olsun yalnız bırakmıyordu. Benimle beraber burada, Ali’nin odasının önünde bekliyorlardı. Camdan Ali’yi izlemeye devam ettim.

“Üşüyor mudur? Sen üşüdün mü ordayken?” Defne elimi sıkıca tutuyordu. “Hissetmiyor ki, uyuyor.”

“Uyurken üşümez mi? Uyuyanın üstüne kar yağar derler ya..” Defne’nin gülümsediğini duymuştum. Annem, amcamlarla beraber nöbetteydi. Babam yakaladıkları bombacıyla ilgileniyordu. Kerem hemen arkamızdaki koltukta oturuyordu. Elis, Efe ve Asya’nın uyurken fotoğraflarını atmıştı. Bulut da bir şey lazım olur diyerek eve dönmüştü. Herkes koşturuyordu ama Ali kablolara bağlı uyuyordu. “Ameliyattan çıktı, ilaçlar verildi. O hissetmez, hissetse de annemler üstünü örterler.” Makinelerden çıkan sesler tuhaflaştığında başımı Defne’nin omzundan kaldırdım. Sesler giderek bozuluyordu. “Noluyor?”

“Bilmiyorum.” Defne benim sorumu yanıtlarken Kerem de oturduğu yerden kalkmış bize doğru gelmişti. Kerem beni tutarken Defne, Ali’nin yattığı odaya girip onu kontrol etmeye başladı. “Noldu?!” Kerem sıkıca beni tutmaya başladığında Defne’nin arkasından hemşireler ve asıl doktoru da odaya girdi. “Ali! Noldu Ali’ye! Ali! Ali!” Beni duyar o. Ali beni duyar. Hep duydu. Ali beni hiç duymamazlık yapmadı. Doktorlar odadan çıkarken hızlıca doktorun yanına ilerledim. “Tekrar ameliyata alacağız. İç kanama var.”

Ali odadan çıkarılırken peşinden gitmeye çalıştım. Uzanıp elini bir iki saniye de olsa tuttum. Ali hisseder, Ali benim burada olduğumu bilir. Ali gitmez. Peşinden gitmek için çabalasam da Kerem beni sıkıca tutuyordu. Ali ameliyathaneye götürülürken ben geride kalmıştım. Belki de evlilik hayatımız boyunca Ali ilk kez beni geride bırakmıştı. Hastane koridorunun ortasında yere çökmekten başka bir şey elimden gelmiyordu.

Ameliyat hepi topu bir saat sürmüştü. Bir saat sürmüştü belki ama bana asırlar gibi gelmişti. Yine o yoğun bakım odasının önünde bekliyorduk. Defne beni zorla odanın önünden ayırıp biraz hava aldırmıştı. Biz koridorda otururken Elis ve Bulut kucaklarında Efe ve Asya ile gelmişlerdi. Asya beni görüp yanıma oturduğunda Elis de Efe’yi kucağıma verdi. “Anne babam nerde?” Bakışlarım Asya’ya kaydığında gözlerinin ve burnunun kızarık olduğunu görmüştüm. Elis’e baktığımda başıyla beni onayladı. Asya ağlamıştı. Yaklaşıp başından öptüm ve gülümsedim. “Baba biraz yorgun. Dinleniyor bizde onun keyfinin yetmesini bekliyoruz.”

“Gel bakalım cadı sana babanı gösterelim. Elis sende kardeşini al.” Asya Bulut’un kucağına atladığında Efe’nin başını okşayıp öptüm ve Elis’e verdim. Onlar içeri giderken hastane kapısından içeri bu sefer Defin ve Altan girmişti. Beni gördükleri gibi yanıma geleceklerini biliyordum. O yüzden bakışlarımı çektim. “Denef?” Defin yanıma otururken Altan hemen dibimizde ayaktaydı. Onlara bakmadan yere bakmaya devam ettim. “Sormasanız artık.”

“Saçma bir soru oldu haklısın. Değişiklik yok değil mi?” Altan’ın sorusuna sıkıntıyla iç çektim. Hiç bir değişiklik yoktu. Ali sanki sonsuz bir uykuya yatmış gibiydi. O kadar çaresiz hissediyordum ki kendimi.. Ali’nin Asya zarar görmesin diye kendini vurdurduğu anları sanki görmüş gibiydim. “Yok. Bekliyoruz. Daha ne kadar beklerim belirsiz. Elimden hiç bir şey gelmiyor. Üç doktor var ama onlarında elinden hiçbir şey gelmiyor. Ben..” Ayağa kalktım. Kalktım kalkmasına ama zemin durmuyordu. Hareket eden zemini ne ara buldular da buralara uyguladılar bilmiyorum. “Dayanamıyorum artık..”

“Düşücek düşücek.”


🩺


6 saat önce Çanakkale Şehitlik Abidesi

Çantayı sıkıca tutuyordum. Şu anda tek bir haber dahi yeterdi. Defne yeğenine oldukça değer veriyordu. Asya’ya zarar gelmesine izin veremezdim o yüzden. Çantadan gelen sesler beni geriyordu. “Asya güvende, sıra sende Elbruz.” Kulaklığımdan aldığım bilgi ile hızlıca boş bir alana doğru koşmaya başladım.

Boş alana yaklaştığımda çantayı havaya doğru savurdum ve yere çöktüm. Çanta havadayken patlamıştı. Herkes panikle kaçmaya başladığında bende silahımı çıkarıp etrafta tehdit unsuru var mı diye kontrol etmeye başladım. “Bomba sivillere zarar vermeden imha edildi.” Kuzey komutanın sesini duyduğumda gülümsedim. Telefondaki Gerard denilen herife güldüm. “Plan elinizde patladı sanırım. Neydi planınız? Ölüye saygınız olsun şerefsiz herif.” Telefon kapandığında telefonumu cebime atıp Kuzey komutana doğru ilerledim. Polisler ve timden birkaç kişi etrafın güvenliğini sağlarken Kuzey komutan elini sırtıma koyup vurmuştu. “Başarılıyız. Sırada Barut timi var. Onlardan da iyi haber gelirse..” Çalan telefon melodisi komutanın lafını kesmişti. Barut timinin bizden önce operasyona çıktıklarını biliyorduk. Gözüm saate kaydığında Altan’ın bu saate kadar kalması şaşırtıcıydı. Kuzey komutan aramayı yanıtladıktan sonra yüzü gülmeye başlamıştı. Demek ki haberler iyi. Telefonunu kapatıp yanıma doğru gelen komutanıma baktım.

“Haberler iyi. Barut’lar def etmeyi başarmışlar. Birkaç terörist de ele geçirilmiş.” Kuzey komutan etrafa bakıp “Burada işimiz bitti. Gidip torunumu göreceğim. Sende benimle gel istersen.” Başımla onu onaylayıp time baktım. “Poyraz gidiyoruz. Araç bin!” Hepsi araca bindiğinde Kuzey komutanla beraber bende arabaya bindim. Hedef belliydi. Asya’nın anaokulu..

Arabada telefon tekrardan çaldığında Kuzey komutan telefona baktı. “Deniz arıyor.” Bakışlarım Kuzey komutana döndüğünde konuşurken kaşlarının çatıldığını görmüştüm. “Durumu ne? Tamam. Yasin hastaneye sür, hemen.” Arabanın rotası bir anda değiştiğinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Burak omzuma dokunduğunda ne olduğunu soracağını biliyordum. Komutanın telefonu kapatmasını bekledim. Komutan telefonu kapattığında bakış açısına girecek şekilde baktım. “Komutanım?” Kuzey komutan sıkıntıyla iç çektiğinde durumların pek parlak olmadığı belliydi. “Ali vurulmuş.”

Araba son sürat hastaneye ilerlerken etrafa baktım. Hastaneye geldiğimizde hızlıca hastanenin önünde durmadan önce kapıyı açıp indim. Kuzey baba benim hemen ardımdan inerken timin inmesini beklemeden Kuzey babanın ardından hastaneye girdim. Kuzey baba hızlıca danışmaya ilerledi. “Ali, Ali Akdoğan.” Time baktığımda tim arkamızdan geliyordu. Ali’nin vurulduğunu duymak hepimizi mahvetmişti. Oysa ki üç farklı yerde başarılı olmuştuk. Bu operasyon Ali vurulduğu andan itibaren büyük bir başarısızlık sayılırdı. Danışmadaki kadın kontrol edip “Ameliyathane üç.” demişti.

Kuzey baba duyduğu gibi koridoru takip ederek ilerlemeye başlamıştı. Koridoru bitirip sola döndüğü anda karşımıza Denef çıkmıştı. Denef’e baktığımda mahvolmuş bir kadın görmüştüm. Bir kadının bu halini ilk kez görmüştüm. Defne’de mi böyle görünüyordu ben hastanede yatarken? Bulut Denef’i sıkıca tutuyordu. Kuzey baba eliyle Bulut’a çekilmesini işaret etti. Bulut işareti alıp kollarını gevşettiğinde Denef hızlıca babasına doğru koşmaya başlamıştı. Kuzey baba kızını direkt sardığında sessizce onları izleyen Defne’ye baktım. Defne sessizce babasıyla kardeşini izliyordu. Onun da gözleri dolmuştu, ağlamak üzereydi. Ona gidip sarılmak istesem de yeri ve zamanı değildi. Yine de Kuzey babayla beraber yürümeye başladılar. Sessizce bende Defne’nin yanına ilerledim.

“Durum ne?” Defne ameliyathaneyi gösterip sessizce konuştu. “Sırtından iki kurşun. Biri iç organlara gelmiş, kanaması da fazlaymış.” Başımla onu onayladığımda ellerimi arkamda birleştirip etrafa baktım. Defne yanımda oturuyordu. Bileğindeki tokayı çıkarıp saçlarını toplamıştı. Kuzey baba kızıyla beraber oturup onunla ilgilenmeye başlamıştı. Defne başını benim karnıma yasladı. Gülümseyip saçlarını okşamaya başladığımda biraz da olsa rahatlamış gibiydi. Kardeşi için gergin olduğunu biliyordum. Aklına beni beklediği anların geldiğini de.. Beni yakınında tutmaya çalışıyordu. Bedenlerimizi muhakkak temas halinde tutmaya çalışıyordu.

Etrafa baktığımda Ali’lerin kızı Asya’yı görememiştim. Eğilip Defne’nin kulağına fısıldadım. “Asya nerede?” Defne kardeşine kısa bir bakış atıp bana döndü. “Kayra amcalar bakıyor.” Başımla onayladım. Kızı eve göndermeleri iyi olmuştu. Elis de buralarda değildi. Uğur’a bakıp kafeteryaya gitmelerini söyledim. Olası bir kan ihtiyacı için hepsi burada bekliyorlardı ama hastane koridorunu da kalabalıklaştırmıştık.

Ali yoğun bakıma alındığında Deniz anne de Ali’nin durumu hakkında konuşmak için doktorların yanına gitmişti. Kuzey baba Defne’ye kardeşini gösterip dışarı çıkarmasını işaret etti. “Denef.. Gel biraz hava alalım.” Denef durgundu. Defne onu nereye çekerse gidecek gibiydi. Nitekim öyle de oldu. İki kardeş dışarı çıkarken Kuzey baba bu sefer Ali’nin odasının önündeki cama yaklaştı. Yanında dururken onun da yorgun hali fark ediliyordu. “Ben Ali’yi oğlum gibi sevdim. İstemeden kırmışımdır bile, huysuz olduğumu söylemişlerdir.”

“Estağfurullah baba..”

“Denef’i çok sevdi. Hiç üzmedi, bırakmadı. Onunla tanıştığı günden beri vurulmamak için hep gayret gösterdi. Asya biyolojik olarak onun kızı değildi belki ama Ali onu hep kendi kızı benimsedi. Efe olduğunda da ilk Efe’yi görmeye Asya’yla gitti. Ben Ali’yi kızlarımdan hiç ayırmadım. Seni de ayırmam, Murat’ı da ayırmadım.” Kuzey babanın arkasındaki köşede duvara yaslanan Deniz anneyi gördüğümde, Deniz anne işaret parmağını dudağına götürüp sessiz olmamı söyledi. İsteğini yerine getirip tekrardan Kuzey babaya döndüğümde Deniz anne kollarını göğsünde birleştirmiş, eşini izlemeye başlamıştı. “Ali benim gibi yurtta büyüdü. Benim şansım vardı, kardeşim yanımdaydı. O yurtta neler yaşadığını en iyi ben anlarım onun. Deniz benim ailem oldu. Nehir, Güney’in...”

“Denef de Ali’nin.” Kuzey baba beni başıyla onaylamıştı. Yatakta yatan Ali’ye baktım. “Sadece Denef değil baba. Siz de ailesi oldunuz. Sen babası oldun, Deniz anne, annesi. Sadece Denef’le, Ali tamamlanmaz.” Deniz annenin gülümseyen yüz ifadesi onları biraz da olsa mutlu ettiğimiz gösteriyordu. Yüzündeki memnun gülümsemesi ile bana bakıp başıyla dediklerimi onaylamıştı. “Bizim aile Ali’siz hiçbir şeye benzemez Kerem. Bizim aile kızlarımla, damatlarımla..” Elini sırtıma koyup hafif hafif vurdu. “Torunlarımla tam olabilir ancak. Önceden kızlarımı kimseye vermeyeceğim diyordum. İlk başta çok üzüldüler. Yanlış kişiler, ağlamalar, krizler.. Şimdi bakıyorum da Ali, sen.. Sonra Altan... Kızlarım çok şanslı. Defin’den şüpheliyim belki ama Altan’ın onu nasıl koruduğunu görüyorum.”

“Komutanım.” Burak’ın sesini duyduğumuzda Kuzey baba ile Burak’a döndük. “Barut komutanın aldıkları adamlardan biri konuşmuş. Karakol baskınını Vahir’in yaptırdığı söylendi. Bu emri Gerard vermiş.” Kuzey baba anlatılanları tek tek kafasında ölçerken bir elini beline yerleştirmiş dikkatle bakıyordu. “Vahir’i almak için doğru bir anı kollayın. Gerard’ın fişini bu başarısız operasyondan sonra çekerler. Gerard’ın fişi çekildikten sonra Vahir’i alacağız.” Kuzey baba haklıydı. Bu eş zamanlı başarısız operasyondan sonra Gerard’ın fişini çekerlerdi. Masa Gerard’a fazla güvenmişti ve bir sürü yatırım yaptıkları kesindi. “Barut’a söyleyin adamın sorgusunu tamamlasın. İstihbarata da bilgiyi geçin, Gerard’a yakın unsurlarımız Gerard’ı kontrol etsinler. Masa fişini çektiği anda gerekli operasyonu yaparız.”


🩺

“Denef sana çiçek gelmiş.” Başımı projemden kaldırıp elinde beyaz ve pembe lale buketiyle odama giren Elis’e baktım. Onun ardından kardeşlerim de odaya girmişti. Hepsinin çiçeğin kimden geldiğini merak ettiklerine emindim. Çiçeği alıp köşesine iliştirilmiş notu açtım.

Mavi mavi gözlerinde hep sitem mi var? Yoksa insan sevdiğine böyle mi bakar?
Nazik bir yemek daveti için en uygun şeyin laleler olduğunu düşündüm. Umarım davetimi kırmazsın.
Ali Akdoğan

“Kimden gelmiş?” Bakışlarımı nottan çekip Defin’e çevirdiğimde muzur muzur sırıtıyordu. “Bir arkadaşımdan..” Defne kapının pervazına yaslayıp gülümseyen suratıyla kollarını göğsünde birleştirdi. “Bu arkadaş geçen ay alışveriş saldırısında tanıştığın arkadaş mı?” Kardeşlerimin beni bu kadar iyi tanımasından nefret ediyorum. Elis’e baktığımda o da gülümsüyordu. Göz devirip oturduğum yerden kalktım. “Saçmalamayın. Öyle bir şey yok. Silin yüzünüzden o gülümsemeleri.”

Komodinimdeki boş vazoya sürahimden su doldurup çiçekleri buketten çıkardım. Uçlarını tek tek açıp vazoya yerleştirdim. “Yok ama çiçeklerini baş köşeye koyabiliyorsun.” Arkam dönükken bile Defin’in güldüğünü hissedebiliyordum. Ses tonları zaten dediklerimi ciddiye almadıklarını gösteriyordu. Kısacası boşuna konuşuyorum. “En sevdiğin çiçekleri de biliyor. Elis sen bilirsin ne anlama geliyordu bunlar?”

“Beyaz lale saf temiz duygular, pembe ise sadakat.” Parmaklarım lalelerin arasında dolaşırken gözlerimle lalelere bakıyordum. Silkelenip vazoyu eski yerine ittim. Buketin paketini elimde buruşturup çöpe attım. “Ee gidecek misin?” Tabii ki de notu okumuşlardı. Bakışlarımı kapıya doluşmuş olan onlara çevirdiğimde Defne omuz silkmişti.

“Gayet nazik bir davet, bence gitmelisin. Asya’ya el birliği ile bakarız.” İç çekip yatağa oturdum. Elis sol yanıma geçerken Defin sandalyeme oturmuştu. Defne de kapının pervazından ayrılıp kapıyı kapatmış ve sağ tarafıma geçmişti. “Denef korkunu anlıyoruz ama kendin dedin.”

“Ben Len içinde aynısını düşündüm. Onu da nazik biri sandım. Bana değer veriyor sandım, onunla evleniyordum az daha..” Defin oturduğu yerde göz devirerek arkasına yaslandı. “Salaksın. Len gibi bir hıyara inandın diye karşındaki bu çocuğu geri itemezsin. İzin vermiyoruz.”

“Denef.. Denef Ali uyandı.”

“Ya mutlu olamazsak? Ya Asya’yı istemezse?” Elis elimi tuttuğunda gözlerimi ona çevirdim. “Asya’yı öğrenmedi mi? Sorun olsaydı çiçekleri göndermezdi. Ya da seni denk geldiğinde alıp evine kadar bırakmazdı.”

“Elis haklı. İkisini de yapmazdı. Belli ki seni tanımak istiyor.”

“Bu böyle olmayacak.” Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda karşımda Defin’i görmüştüm. Neler oluyor? Rüya mıydı hepsi? Islak saçlarımı geriye ittiğimde Defin’e ve yanı başımda duran Altan’a baktım. “Ali uyandı.” Ali.. Uyandı. Ali uyandı!

“Gerçekten mi?” Yarım yamalak dikleştiğim sedyeden inip hızlıca odadan çıktım. Defin’in arkamdan geldiğini biliyordum. Ezbere biliyormuş gibi hızlıca yoğun bakımın önüne geldiğimde bizim ailenin camın önünde dikildiğini görmüştüm. Hepsi el sallıyordu, yüzleri gülüyordu. Hiç onların yanına girmeden direkt odaya girdim. “Ali..” Yatakta yatan Ali’ye yaklaşıp önce elini tuttum. Terlemişti, saçları ıslaktı. Elimle saçlarını geriye doğru itip gülümsedim. “Günaydın hayatım..”

“Denef.. Güzelim..” Yorgun sesini duymak bile iyi gelmişti. Saçlarını geriye doğru iterken alnını okşadım. “Yorma kendini.. Bak Asya’yla Efe de seni bekliyordu.” Ali bakışlarını cama çevirdiğinde Elis’in kucağındaki Efe ve Bulut’un kucağındaki Asya gülmeye başlamıştı. Asya babasına el sallıyor durmadan seslenmeye çalışıyordu. Ali, Asya’nın el sallamasına ne kadar karşılık verebilirse bütün kuvvetini kullanarak elimi tutmadığı elini kaldırıp Asya’ya el sallamıştı. “Bizi çok korkuttun Ali’m.. Asya çok korktu.” Ali camdan Asya’ya bakarken fısıldayarak “Sen korkmadın mı?” Gülümsedim. Korktuğumu, onun için endişelendiğimi biliyordu ama duymak istiyordu. Yaklaşıp kulağına fısıldadım. “Beni ilk kez arkanda bıraktın Ali. Bunun için seni dövmek istiyorum.” Ali ağzındaki nefes cihazına rağmen gülümsemişti.

“Denef hadi kızım çık da biraz daha dinlensin.” Başımı çevirip amcama baktım ve onayladım. Ali’ye döndüğümde yaklaşıp başından öptüm. Kulağına yaklaşıp fısıldadım. “Seni seviyorum.” Ali elimi sıktığında bunun anlamını elbette biliyordum. Onu daha fazla yormamak için odadan çıktım.

Amcam arkamdan kapıyı kapatmış Ali’yle ilgilenmeye başlamıştı. Camın olduğu tarafa geldiğimde Efe beni gördüğü gibi kucağıma gelmek için çırpınmaya başlamıştı. Efe’yi kucağıma aldığımda başını boynuma gömmüştü. Yaklaşıp Asya’nın yanağını okşadım. “Asya baba iyi gördün mü?” Asya beni onaylamıştı. Camdan Ali’yi izliyorduk, bir süre sonra Ali uyuduğunda koltuğa oturup Elis’in verdiği örtüyü alıp örttüm. Efe’yi emzirmeye başladım. Asya yanıma oturmuştu ve sessizce duruyordu. Yaklaşıp saçlarını okşadım. “Asya bir şey olmadı annem. Baban iyi.” Asya dudaklarını büzüp iyice bana yaklaşıp başını göğsüme doğru gömmüştü. Ağlamaya başladığında onun bu hali beni ne kadar üzse de Ali’ye bu kadar bağlanmış olması beni sadece mutlu ediyordu. Ben Asya’nın başında öperken Efe örtünün altından bacaklarını oynatarak Asya’nın koluna vuruyordu. “Baban biraz dinlenecek annem o kadar. Sakın korkma, ağlama tamam mı?”

Efe göğsümü bıraktığında örtüyü biraz kaldırıp örtünün içinden baktım. “Doydun mu Efe bey?” Efe gülümsediğinde bende güldüm. Asya da yan taraftan örtüyü kaldırıp Efe’ye bakmaya başladığında Efe ablasına bakmış ve ona uzanmaya çalıştı. Göğsümü kapatıp Efe’yi yavaşça kaldırdım ve örtüyü üstümüzden çektim. Doktorlar Ali’yi normal odaya aldığında bende yanındaki koltuğa geçtim. Efe’yi uyutmak için koluma yatırıp sallamaya başladım. Asya odanın kapısını açıp içeri girdiğinde ona bakıp gülümsedim. Elinde iki tane tost vardı, tostları gösterip koltuğa oturdu. “Sen yemeye başla. Bende kardeşini uyutayım yerim.”

“Denef..” Ali’nin kısık sesini duyduğumda uyuttuğum Efe’yle ona döndüm. “Ali’m uyandın..” Efe’yi Elis’lerin getirdiği pusete yatırdım ve üzerini örttüm. Asya’ya göz kırpıp Ali’ye döndüm. Yaklaşıp saçlarını okşadığımda Ali gülümsemişti. “Ağrın var mı?” Ali gülümserken başını sağa sola sallamıştı. Başından öpüp elini tutmaya devam ettim. “Asya’m gel babaya..” Asya sessizce oturduğu yerden kalkıp Ali’ye doğru yaklaşmaya başladı. “Asya babanın yaraları var. Nazikçe yaklaş lütfen.” Asya dediklerimi anlamış gibi Ali’ye dikkatle yaklaşıyordu. Yatağa tırmanırken babasının yaralarına dikkat ederek ilerliyordu. Ali yanına çıkan Asya’yı sarıp saçlarını okşamaya başlamıştı.

Asya babasının yüzünü okşarken dolan gözlerini küçücük avcuyla siliyordu. Onları dikkatle izlemeye başladım. Aralarındaki bağ yıllar boyu güçlenen tek şeydi. Ali kucağındaki kızımı kendi kızı olarak benimsemiş bir kere olsun Efe’den ayrı muamele göstermemişti. Aksine Asya’yı o kadar çok benimsemişti ki Len kızımdan için ne laf söylemeye çalışsın, ona engel olmuştu. O, Asya’yı kucağına aldığı anda anlamıştım onun ne kadar harika bir baba olacağını.

“Ağlama prenses buradayım işte. Gel göğsüme yat bakayım.” Asya hemen bana dönüp bakmıştı. “Bakma annene. Ben yatmanı istiyorum kim karışacak bana.” Asya benim onayımı beklemeden dikkatlice Ali’nin yanına kıvrılmıştı. Babasının göğsünde uyuduktan sonra yaklaşıp ikisinin de üstünü örttüm. Ben geri sandalyeme oturacakken Ali elimi tutmuştu. Arkamı dönüp Ali’ye baktığımda gülümsüyordu. “Özür dilerim. Seni arkamda bıraktığım için özür dilerim Denef.” Bana bunu söylemesini bile beklemiyordum. Sessizce yakınına çektiğim sandalyeye oturdum ve yanağını okşadım. “Bi daha yapma bunu bize. Asya’da çok korktu, bende çok korktum.”

“Ben sana evlenirken bir söz verdim Denef, Asya’yı ne olursa olsun koruyacağım dedim. Eğer orada Asya’yı korumasaydım senin yüzüne bakamazdım.” Sol elimi uzatıp saçlarını okşadığımda yumuşak saçları ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Alnına gelen saçları geriye doğru ittim. “Teşekkür ederim.. Ali çok teşekkür ederim.” Ali yorgun gözlerine rağmen gülümsüyordu. Onun saçlarını okşamamı seviyordu, hoşuna gidiyordu. Gözlerindeki yorgunluk belli olsa da gözlerinin içi gülüyordu. Elimi sıkıca tutarken dudaklarına yaklaştırıp nazik bir buse kondurmuştu. Bugün bu odada Ali kucağında Asya’yı uyuturken elimi tutuyordu. Efe benim göğsümde, mümkün olduğunca birbirimize yakın durmaya çalışarak uyumuştuk.

🩺

“Bombalı eylem işe yaramadı.”

“Karakol baskını da işe yaramadı.” Karanlık odada kimse kimseyi tam göremiyordu. Hizmetliler kapıyı çalıp içeri girdiler. Masada oturan yüzler sessizliğe büründü. Hizmetliler herkesin içkilerini dağıtmaya başladı. Herkes Gerard’tan gelecek olan açıklamayı bekliyordu. “Gerard benim için büyük hayal kırıklığı oldun.”

Adamlar birbirine bir şeyler fısıldıyordu. Gerard bütün bu olan bitenin ne olduğunu elbette biliyordu. Arkasındakiler onun fişini çekecekti. “Bu görev için yeni birini teklif ediyorum. Kabul edenler.” Herkes el kaldırdığında Gerard dikkatle masadakilere baktı. “Kabul edilmiştir.”

Kafasına yiyeceği kurşunu beklemeden belindeki silahı çekip arkasındaki celladını vurdu. Silahı masanın üstüne koydu. Soğukkanlılıkla “Bir şans daha istiyorum. Bunu hak ettiğimi düşünüyorum. Planlarım var!” Gerard bu hareketiyle masayı etkilediğini biliyordu. O şansı ona vereceklerdi. Önemli olan Gerard bu şansı kullanabilecek miydi?

“Bu son şansın Gerard. Bir sonraki celladından kurtulamazsın.” Bu Gerard’ın son şansıydı. Siyah inci ise kapının önünde öylece izliyordu. Gerard’ın fişinin çekilmesini hiç istemese de Gerard’ın ölmesi onun işine gelirdi. Başa o geçerdi ve istediği her eylemin altından kalkabilirdi.

🩺

“Yavaş...” Denef, Bulut’la Ali’ye destek oluyordu. Bütün olaylardan sonra üç gün geçmişti ve Ali’yi hastaneden çıkarmıştık. Eve geldiğimizde Asya heyecanla kapıyı açmış babasını karşılamıştı. “Baba! Babam geldi!” Gülümseyip Nehir teyzemin Asya’yı geri çekmesini izledim. Denef ve Bulut yavaş yavaş Ali’yi odasına çıkarmıştı. Annem yatak örtüsünü açıp yatmasını yardım etti.

“Geçmiş olsun evlat.” Babam kapının girişinde Ali’ye bakıyordu. “Yakın zamanda Hakkari’ye döneceğiz. Asya’nın güvende olabilmesi için elimden geleni yapacağım. Size ulaşamayacaklar.” Ali oturduğu yerden babama bakıyordu. “Denef babamla beni yalnız bırakın.” Denef ayaklanıp babama baktı. Biz odadan çıkarken Elbruz’a peşimden geliyordu. “Kerem sende kal abi.” Elbruz durup geri döndü. Kapıyı kapattıklarında Denef’in koluna girdim.

“Hadi gel inelim. Sizin güvenliğiniz için ne yapabileceklerini konuşacaklardır.” Aşağı indiğimizde Asya yerde oturan Efe ve Yağmur’la oyun oynuyordu. Denef yaklaşıp kızının saçlarını okşadı. Koltuğa oturdum.

Kayra amca torununu izliyordu. “Denef, ne zaman söyleyeceksiniz?” Denef sessiz sorunun alt manasını direkt anlamıştı. Asya’ya asıl babasının Len olduğunu söylemek istiyorlardı. Bu konu uzun zamandır bu evde dönen bir konuydu. “Hiçbir zaman amca. O zaten demesi gereken kişilere söylüyor. Değmeyecek kişilere değmeyecek şeyleri demesine gerek yok. Ayrıca ortalık bu kadar karışıkken gündemimiz bu olmamalı.” Sessizce Denef’i onayladım. Bence de haklıydı. Len asla Asya’nın ona baba demesini hak etmiyordu. Daha anne karnındayken kızını istememişti ki. Kayra amcayla Scarlett teyzeye dede ve babaanne diyordu zaten.

“Asya kardeşini al yukarı çık hadi.” Asya annesini dinleyip Efe’yi kucağına alıp çıkmaya başlamıştı. Yağmur’u kucağıma aldım, dizlerime oturttum. Kapının kapanma sesini duyduğunda Denef Kayra amcamlara döndü. “Benim kocam onun babası olmamasına rağmen onu korumak için vuruldu. Söylesenize Len nerede? Çok istiyorsunuz ya ona baba demesini. Nerde o zaman? Nerde babası? Ben kızımın size dede demesini seviyorum ama Len’e asla baba demez. Hiç demez.”

Kayra amca sessizce duruyordu. Kapı açıldığında Elis Toprak’ın elini tutarak eve girdi. “Çıkar bakayım ayakkabılarını.” Toprak yere oturup ayakkabılarını çıkardı. Ayakkabılarını kenara koydu ve montunu çıkardı. “Ellerini yıka yemeğe gel.” Toprak hızlıca yukarıya koştu. Ellerini yıkayıp üstünü değiştirecekti. Elis yanımıza geçip oturdu. Yağmur annesini gördüğü gibi kucağımda hareketlenmeye başlamıştı. Ellerini çırpıyor, annesine gitmek için çırpınıyordu. Yanımıza oturduğu anda Yağmur annesinin kucağına doğru atlamıştı.

Babamlar merdivenden inerken onlara baktık. “Defne.” Babam ona baktığımı anladığında gülümsedi. “Kerem bu akşam timiyle beraber dönecek. Seninle ben bir iki gün daha buradayız. Annenlerin güvenliği için birkaç önlem almam gerekiyor.” Bakışlarımı Elbruz’a çevirdim. Bende onlarla gidemez miyim acaba... Elbruz benim aklımdan geçen soruları biliyor gibi gülümsedi. “Bende onlarla gidemez miyim baba?” Babam bana ve Elbruz’a bakıp gülümsedi. Gülümseyip beklentiyle ona bakıyordum. Babam başını sağa sola sallayıp ellerini cebine yerleştirdi. “Valizini hazırlamayacak mısın Defne’m?” Babamın izin vermesi ile gülümsemem iyice genişlemişti. Heyecanla babamın boynuna atlayıp sıkıca sarıldım. Babam boynuna atlamamla ellerini cebinden çıkarıp belime dolamıştı. “Teşekkür ederim babacığım.”

Elbruz babamla benim sarılmamı ilgiyle izliyordu. Çekilip hızlıca merdivenleri çıkmaya başladım. Durup arkamı döndüm ve Elbruz’un elini tutup yukarı çekmeye başladım. Odaya çıktığımızda valizimi çıkarıp yatağın üstüne koydum. “Annenlerle konuştun mu? Akılları burada kalmasın.” Elbruz rahatça yatağıma oturduğunda ellerini kendi bacağına yaslayıp sorumu yanıtladı. “Ali hastanedeyken konuştum. Evlerine gitmişlerdi, içleri rahatladı merak etme.” Valizime eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Elbruz benimle beraber tişörtlerimi katlamaya ve valizime yerleştirmeye başladı. “Söyle bakalım Defne’m, balayı için nereye gitmek istersin?” Elimdeki pantolonla durdum. Sahi bunu hiç düşünmemiştim. Nereye gitmek isterdim acaba?

Biraz düşünüp aklıma gelen yerle gülümsedim. Başımı kaldırıp Elbruz’a baktım. “Santorini.” Elbruz gülümsemişti. Sanki bunu diyeceğimi biliyor gibiydi. Hatta gibisi fazla sanki.. “Söyle nereden öğrendin?” Omuz silkti. Bir yerden öğrendiği oldukça belliydi. Ayağa kalkıp makyaj masamın altındaki kutudan günlüğümü çıkardı. “Onu nereden buldun sen?!” Elbruz kahkaha attığında uzanıp elindeki günlüğümü almaya çalıştım. Lise dönemimden kalan günlüğüm Elbruz tarafından okunmuştu. Hayallerim her şeyim o günlükte yazılıydı. Santorini olayını da oradan öğrenmişti. Ben almaya çalıştıkça boyundan dolayı uzanamıyordum.

Elbruz belimi kavradığında daha da fazla keyiflenmişti. “Benim müstakbel karım Santorini’ye mi gitmek istiyormuş. Sana harika bir yer ayarlayacağım. Balayımız için izin almaya uğraşacağım.” Benim boynumdan öpüp dururken bir yandan da planlarını sayıyordu. Başımı geriye atıp onun öpüşlerine gülmeye başladım. “Defne hazırlanın artık!” Babamın sesi ikimizi ayırdığında Elbruz eliyle valizimi gösterdi. Ben valizimi hazırlamayı bitirdiğimde Elbruz yatağın üstündeki valizimi indirdi. Sandalyemin üstündeki ceketimi alıp odamdan çıktım. Elbruz sanki hiçbir ağırlığı yokmuş gibisinden valizimi alıp aşağı indirmeye başladı.

“Hazırlandınız mı? Tim sizi havaalanında bekliyor. Uçağınız da bir saat sonra, Bulut sizi bırakacak.” Bulut elindeki araba anahtarını sallaya sallaya merdivenlerden inmeye başladı. Sırayla ev halkıyla vedalaştık. Elbruz benim valizimle kendi çantasını hiç zorlanmadan arabaya doğru götürmeye başlamıştı. Babamla anneme de sarıldım. Bulut arabasına yaslanmış bıkkın bıkkın bize bakıyordu. “Hadi ama şoförünüz olduk anladım da. Daha ne kadar bekleyeceğim sizi.” Annemden çekilip Bulut’a baktım. Bu çocuğu boğazlamak istiyorum. “Senden nefret ediyorum Bulut.” Bulut kendi kapısını açıp binmeden önce bana bakmıştı. “Bende sana bayılıyorum bebek.”

Arabaya bindiğimde Elbruz da binip kemerini takmıştı. Bulut arabayı sürmeye başladığında bende tam ortada dışarıyı izlemeye başladım. “Ee evlendiğinizde orada nerede yaşayacaksınız?” Gözlerimi Elbruz’a çevirdim. Bunun kararını o verecekti ama tahminime göre lojmanlarda ev değişikliğine gidecektik. İkimiz de bu konuda eşittik, ikimizin evi de 2+1 standart lojmandı. “Büyük ihtimalle benim eve geçeceğiz. Ama yeni bir yerde olabilir. Malum Defne’nin güvenliği söz konusu..” Göz devirdim. Bulut benim göz devirdiğimi aynadan yakalamış ve gülmüştü. “Bıktım artık bu konunun devamlı önüme gelmesinden.”

Elbruz hiç bıkmadan her şeyi tek tek anlatmaya başladığında sağ elimi kaldırdım. “Tamam tamam yeter.” Elbruz’un sıkıntıyla bir derin nefes verdiğini duydum. Umursamadan dışarıyı izlemeye devam ettim. Havaalanına geldiğimizde inip Bulut’a sarıldım. “Dikkatli olun.” Bulut benden çekilip Elbruz’un sırtına vururken “Damat bey bizim deli sana emanet.” demişti. Göz devirip valizimi aldım ve ilerlemeye başladım. “Bak bak zoruna gitti, kaçıyor.” Durup arkamda kalan Bulut ve Elbruz’a baktım. İkisi de gülüyordu. Elbruz Bulut’a dönüp göz kırptı ve yanıma yürümeye başladı. Yanıma geldiğinde elimi sıkıca kavradı. İçeri girdimizde tim çoktan gelmiş ve uçağa doğru ilerliyordu. Yanlarına gittiğimizde Ayda’ya sarıldım.

“Nasıl gidiyor hamilelik?” Ayda yüzünü buruşturup başını sağa sola salladı. “Yoğun bir bulantı sadece. Bu böyle ne kadar devam edecek Defne?” Bulantısı bir iki ay daha geçmeyecekti. Gülümsedim. “İki ay daha sabah bulantıların olur. Sonra büyük ihtimalle aşerme aşaması falan filan..” Ayda göz devirirken Elbruz onun bu haline sadece gülmüştü.

Hakkari’ye indiğimizde alaya geçtiğimizde Elbruz direkt arabanın anahtarını aldı ve arabaya ilerledi. Benim valizimle kendi valizini bagaja koydu. Bende öne geçip kemerimi bağladım. Lojmanlara geldiğimizde girişte askerlere baktık. “Komutanım size hayırlı olsun hediyesi geldiydi.” Çiçeği gösterdiklerinde Elbruz kaşlarını çatıp askerin uzattığı çiçekleri aldı. “Bu da bizden komutanım. Tebrik ederiz hayırlı olsun.” Diyerek aldıkları tatlıyı da uzatmışlardı. Elbruz çiçekleri tutarken tatlıyı bana uzattı. “Sağ olun gençler.”

Bana geçtiğimizde valizimi kenara koydum ve ayakkabılarımı çıkardım. Tatlıyı mutfağa koyup içeri geçtiğimde Elbruz ceketini çıkarıp koltuğun üstüne koydu ve koltuğa yerleşti. “Çiçekler kimden gelmiş?” Elbruz çiçekten çıkan notu açıp okuyordu. Kaşları çatıldığında pek de hayırlı birinden olmadığını anlamıştım.

“Gerard denilen puşt heriften.” Gözlerini notlardan çektiğinde sinirli olduğu belliydi. Notta ne yazıyorsa onu sinirlendirdiği netti. Elinden notu alıp okumaya başladım.
Asker, tebrik ederim. Doktorla sana harika bir hediyem var. Çanakkale’ye sizin için harika bir hediye gönderdim. Sırada direkt doktora hediye göndermekte.
Gerard

Bölüm sonu.
Umarım sevmişsinizdir. Benden bu kadar. İki hafta ufak tefek aksaklıklar olabilir. Malum haftaya mezuniyet balom var. Ondan sonraki hafta da kep törenim var. Sonra finaller falan derken aksamalar olacaktır. Kusura bakmazsınız umarım.

Hepinize iyi okumalar, haftaya cuma görüşürüz.

İnstagram: elbruz_blackpearlN

Tiktok: elbruz.blackpearln

 

 

Bölüm : 09.05.2025 11:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...