39. Bölüm

🩺ELBRUZ 39. Bölüm🩺

Neris
blackpearln

39. Bölüm

Hakkari’ye de bahar çoktan gelmeye başlamıştı. Güneş yeni yeni yatak odamı aydınlatıyordu. Bugün ikimizde izinli olduğumuz için rahat rahat uyuyorduk. Daha doğrusu ben uyanmıştım ama Elbruz yanımda yastığa gömülmüş uyuyordu. Sağ kolu yastığın altındaydı, sol kolu ise benim belimi sıkıca sarmıştı. Bütün gece saçlarımın arasında nefeslerini hissetmiştim. Şimdi ise uyandıktan sonra ona döndüm ve onu uyurken izlemeye başladım. Yanağını okşamaya başladığımda Elbruz gülümsemişti. Beni daha sıkı sardığında nefesimi kesmesi bir olmuştu. Gözlerini araladığında o uykulu çelik mavisi gözleri gördüm. Bu adamın gözlerini seviyorum. Gözleri, bakışları beni kendine çekiyordu. Elbruz beni kendine çekiyordu. “Günaydın sevgilim..”

Elbruz gülümsemeye devam ediyordu. Başını kaldırıp alnıma bir öpücük kondurmuştu. “Günaydın güzelim.” Derin sesi içimi titretiyordu. Elbruz beni baştan aşağı titretiyordu zaten. Heybetiyle, bakışlarıyla, dokunuşuyla, sevişiyle beni benden alıyordu. Elbruz beni kollarından ayırmadan belimdeki elini çekip gerindi. Ben onu izlerken Elbruz gözünü ovuşturdu. Göğsüne vurup kalktım. “Hadi koca adam kalkıp kahvaltı yapalım.” Kalktım pijamamın önü biraz açılmıştı. Sandalyenin üstündeki sütyenimi aldım ve gömleğimi çıkardım. Ben sütyenimi giyerken Elbruz arkama geçip kopçamı takmıştı. Ben pijamamın gömleğini giyip önünü iliklerken beraber odadan çıkıp mutfağa ilerledim.

Mutfağa geçtiğimde camı açıp temiz havayı içime çektim. Elbruz da mutfağa girip dolabı açtı. Dolaptan kahvaltılıkları çıkarmaya başladı. “Bugün artık düğünümüz için hazırlıklara başlayalım. Bana geçelim, evimiz için eksiklere bakalım.” Onun evini kendi evimiz yapacaktık. Evde neler yapılabilir, ne eksikler var diye bakacaktık. Elbruz’u onaylayıp dolaptan çıkardığım yumurtaları pişirmeye başladım. Elbruz sofrayı hazırlarken bende çayı hazırlamaya başladım. Bütün her şeyi hazırladığımızda Elbruz oturdu. Çayını doldurup karşısına yerleştim. “Yeni mobilya almamıza gerek var mı?” Elbruz ağzına attığı zeytinin çekirdeğini çıkarırken bende çatalımı bıraktım. “Hayır bence gerek yok. Hem burada ne kadar rahat mobilya bulabiliriz ki?” Elbruz onaylamıştı. Burada istediğimiz gibi bir mobilya bulmak çok zordu. Hatta ev aletlerini bile istediğimiz gibi bulmamıza engel olabilirdi. “Çanakkale’den ya da bizimkilerle hallederiz onu. Konya’dan kargoyla yollarlar.” Elbruz’u başımla onayladım.

“Nikah için de tarih belirlesek iyi olur gibi Elbruz.” Elbruz kahvaltısına devam ederken bende onunla beraber kahvaltıma devam ettim. “Yaza denk getirmek mantıklı, düğünü Çanakkale’de yaptıktan sonra nikahı da orada yapabiliriz. Temmuz?” Elbruz’un bu dediklerini düşünüp aklımda tarttım. Mantıklıydı. Başımla onu onayladım. “Temmuz iyi bir fikir.” Önümüzde tahmini üç ayımız vardı. Bütün hazırlıkları tamamlayabilir miydik bilmiyorum ama bunun bizim için çok bir önemi yoktu. Tek isteğimiz, hayatımızı birleştirmek.

Kahvaltımızı bitirdikten sonra Elbruz mutfağı toplamama izin vermeden elimdeki bardağı almıştı. “Sen geç hazırlan. Burayı ben hallederim.” Yanağından öpüp odaya geçtim. Yatağı toparlayıp üstümü giyindim. Ben yatak odamda makyajımı yaparken Elbruz mutfağı toparlıyordu. Makineyi doldurduğunu duyabiliyorum. Nişanımızda takılan takıları güvenli bir yere koyduktan sonra odamdan çıktım. “Sevgilim..” Elbruz mutfaktan başını çıkarıp bana baktı. Beni gözleriyle süzdükten sonra gülümsemişti. Kendi etrafımda dönüp ona göz kırptım. “Yine göz kamaştırıyorsun güzellik.”

“He he. Bir kızın olsun beni nasıl unutuyorsun göreceğim ben seni.” Elbruz ellerini belime sarıp beni kendine çekmişti. Onun kollarına sarılıp gülümsedim. “Hadi çıkıyoruz.” Ceketimi giyip dışarı çıktıktan sonra Elbruz’un çıkmasını bekledim. O da çıktıktan sonra kapıyı kapatıp kilitledim. Ben kapıyı kilitlerken Elbruz asansörü çağırmıştı. Beraber onun dairesine girdiğimizde ilk işim camları açmak olmuştu. Ev birkaç gündür kapalı olduğu için havasız kalmıştı. Elbruz önce ceketini ardından da tek eliyle tişörtünü çıkarmıştı. Elindeki tişörtü buruşturup eline sıkıştırmıştı. “Ben duşa giriyorum. Katılmak ister misin?” Arsız arsız gülüyordu. Onun bu teklifine güldüm. “Sen gir benim kıyafetim yok.” Elbruz başını boynuma gömerken belimi sarıp mırıldandı. “Benden giyinirsin olmaz mı?”

“Olurdu ama şu an işimiz var o yüzden sen gir sevgilim.” Elbruz başını geri çekti ve banyoya ilerledi. Ben odalara bakmaya başlamıştım. Neyse ki evi tam benim tarzım bir evdi. Bizim zevklerimiz çok benziyordu. “Çok masraf yapmayacağız neyse ki.” Mutfağa ilerlediğimde mutfaktaki küçük ev aletlerine baktım. Birkaç şey dışında hiçbir eksiği yoktu.

Elbruz banyodan çıkmıştı. Kapının sesini duyabiliyordum. “Baktın mı güzelim?” Duyduğum kalın, derin sesle Elbruz’a döndüm. Mutfağın pervazına yaslanmıştı. Sadece belinde havlu vardı. Islak saçları kıvır kıvırdı. Bende bedenimi tezgaha yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. “Baktım. Çok fazla eksik yok gibi.” Onun saçlarını gösterdim. “Saçlarını kurutmayacak mısın?” Elbruz gülümsedi. Yaklaşıp beni kucağına aldığında bacaklarımı beline doladım. Banyoya girdiğimizde beni lavaboya oturtmuştu. Dolaptan fön makinesini çıkarıp elime tutuşturdu. Fön makinesini fişe takıp çalıştırdığımda Elbruz iki elini hemen yanıma sabitleyip bana doğru eğilmişti. Ben onun saçlarını kuruturken o beni büyük bir sabırla bekliyordu.

Kurutmayı bitirdiğimde makineyi kapatıp yanağından öptüm. “Bir an önce resmi olarak da evlenebilir miyiz?” Güldüm. “Neden?” Elbruz üzerime doğru eğilip saçlarımın arasına bir öpücük kondurmuştu. “Senden ayrı uyumak istemiyorum artık Defne. Ellerim yanaklarına yerleştiğinde yeni traş olmuş yüzünde kaymıştı. Sakallı halini çok görmesem de en sevdiğim hali kesinlikle sakallı haliydi. Normalde erkekte sakalı sevmezdim ama Elbruz her konuda olduğu gibi bu konuda da tabularımı yıkmıştı.

“Dağda olduğunda ne yapacaksın sen?” Yanağımdan öptü. Anında gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya odaklandım. “Senin hayalini kuracağım.” Burnumun ucuna bir öpücük daha kondurdu. “Kollarımın arasındaymışsın gibi düşüneceğim.” Dudağımın kenarından öptü. “Sonra sana geleceğim.” Bir süre beklesem de o istediğim öpücük gelmemişti. Gözlerimi yavaşça aralayıp ona baktım. Sırıtarak bana bakıyordu. Bakışları tekrar dudaklarıma düştüğünde onu izlemeye devam ettim. Bana yaklaştığında gözlerim istemsiz kapanmıştı. Aramızdaki çekim devreye girmiş beni komple onun ellerine bırakmıştı. “Sana bakacağım. Kucağıma alıp bütün gece ya da gündüz oradan ayrılmamanı sağlayacağım.” Dudaklarımda hissettiğim dolgun dudakları ile yutkundum. Ellerimi yanaklarına yerleştirip ona karşılık vermeye başladım.

Oturma odasından gelen telefon sesi aramıza girmeyi başarmıştı. Elbruz geri çekildiğinde sinirli olduğunu nefes alışverişlerinden anlayabiliyordum. Gözlerimi açmaya cesaret edemedim. “Sikeyim telefonunu da..” Nefesi giderek benden uzaklaşmıştı. Gözlerimi açtığımda Elbruz’un olduğu bacak aram boştu. Lavabodan inip banyoyu toparladım. Banyodan çıkıp oturma odasına ilerlerken Elbruz’un keskin sesi geliyordu. “Emredersiniz komutanım.” Kapının pervazına yaslanıp onu izlemeye başladım. Sağ elini beline yerleştirmişti. Kaslı vücudu süzülmeye, saatlerce izlenmeye değerdi. Telefonu kapatıp koltuğa fırlatırken bana dönüp bakmıştı. “Dur tahmin edeyim, gitmen gerekiyor. Çünkü babam çağırdı.”

Elbruz çaresizce başını sağa sola sallamıştı. İçinden babama küfürler ettiğine emindim. Hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçip odasına ilerlemeye başladı. “Giyinmem gerekiyor.” Gülmemi bastırmaya çalışıyordum. “Gülme doktor.” Zar zor gülmemi bastırıp kendimi biraz geriye attım. Onun odasına bakarken “Beni de hastaneye atar mısın?” İlk başta cevap gelmemişti. Ben yeniden seslenmeye hazırlanırken yatak odasından kalın sesi yükseldi. “Giy ceketini!” Koltuğun üstüne bıraktığım ceketimi giyip eve girer girmez açtığım camları tek tek kapattım. Arkamı döndüğümde Elbruz çoktan kapıda beni bekliyordu. Giydiği siyah kotu bacaklarını ön plana çıkarmıştı. Siyah tişörtünden belli olan kol kasları ben buradayım diyordu resmen. Yutkundum. Botlarımı giyip evden çıktım. Elbruz ceketini giyip çıktı ve kapıyı kilitledi.

Arabaya bindiğimizde hala sinirli olduğu belliydi. Kendi kendine mırıldanıyordu. Ne dediğini anlamasam da üstüne çok düşmemiştim. “Anlamıyorum izinli değil miyiz biz ya? Eğitim yapacakmışız.” Güldüm. Babam normale dönen hayatımızda Elbruz’la uğraşmaya başlamıştı. Ona güvense de sevse de onunla uğraşıyordu. “Kolay gelsin. Babam sizin canınıza okuyacak demek ki bugün.” Omuz silkti. “Ali’ye Denef’i verirken bile canına okumuş, belli şartlar sunmuştu. Ali, Denef’i babamdan uzaklaştıramadı. Dövüş eğitimi altında Ali’yi mahvettiydi.” Elbruz tekrardan omuz silkti. Bana bakıp elimi kavradı. “Ben aldım. Ayrıca almam için arkamda duran da babandı. Dini nikahımızı bile kıydırttı.” Göz kırptı.

Doğru babam beni elleriyle ona vermişti ama bu.. Babamın canını yakacağı da kaçınılmaz bir gerçekti.

🩺

“Bebeğiniz gayet sağlıklı. İki aylık.” Heyecanlıydık. Hakan’da bende ilk kez deneyimleyeceğimiz bu şey tam olarak bir mucizeydi. Hakan da bende ebeveyn olacağımız için gergindik. Gözlerimi cihazdan ayıramıyordum. Küçücüktü. Bize nerede olduğunu doktor göstermişti. Hakan hemen yanımda elimi tutuyordu. “Bulantıların var mı?” Bakışlarımı cihazdan çevirip doktora baktım. “Hayır. Öyle çok bulantım olmadı benim.”

Doktor bana bakarken gülümsüyordu. “Çok şanslısın o zaman. Çoğu kadın bulantılarından yataktan bile kımıldayamayabiliyor.” Hakan doktora bakıp dimdik bir hale geldi. “Asker benim karım. O kadar kolay yataklara düşmez.” Onun bu dediği doktoru da beni de güldürdü. Hakan yanımda gururlu bir şekilde bana bakıyordu. Doktor eşime gülerken cihazı çekti ve bende karnımdaki jeli temizleyip kalktım. Doktor kendi masasına geçmişti. Hakan ile beraber doktorun masasının önündeki sandalyelere oturduk. “Bir süre beslenmene dikkat etmek zorundasın. Görevlerinin ağır olduğunu düşünerek sana diyebileceğim tek bir şey var. Bir süre geri görevde durmanı öneririm.”

“Bende dedim de dinlemiyor doktor hanım.” Hakan’a ters ters baktım. Bugünlerde Hakan’la asıl kavgamız bu konuydu. Görevlerde geri durmamı söyleyip, görev sırasında bile beni geride tutmaya çalışıyordu. Ben ise bu konuda tam tersini düşünüyorum. Göreve gidebilirim aynı anda da bebeğimi koruyabilirim. “Asker, polis gibi biraz daha tehlikeli görevlerde düşük yapma ihtimalin yüksek olabilir. Bunun sizin ilk bebeğiniz olduğunu biliyorum. O yüzden bunu senin için söylüyorum.” Sıkıntılı bir nefesi içime çekip doktora gülümsedim. “Yeterince dikkat ediyorum.” Doktor çaresiz bir şekilde beni onaylamak zorunda kalmıştı. Tekrardan önündeki dosyaya döndü. Yanımdan gelen derin nefes alışının Hakan’a olduğunu biliyordum. Sessiz kalıp göz devirdim. “Bunun dışında beslenmen için de bir liste vereceğim. Listeye uymaya çalış olur mu?” Doktoru başımı sallayarak onayladım. Bir liste çıkardığında listeyi bana uzattı.

Listemi de alıp Hakan’la beraber kalktık. Doktorun elini sıktım. Beraber hastaneden çıktık. Listeyi katlayıp çantamın içine attım. Hakan elimi sıkıca tutuyordu. Alaya doğru gidiyorduk. “Bebek için bir şeyler bakmalıyız. Ankara’ya mı gitsek günübirlik?” Hakan’ın bu halleri hoşuma gidiyordu. Baba olacağını anladığı andan beri heyecanlıydı. Ama iki aylık bebeğimiz için henüz bir şey almamız tamamen saçmalıktı. Ona bakıp gülümsedim. “Saçmalama Hakan daha küçücük bebek için ne alışverişi?”

“Şöyle düşün Ayda’m eğer olurda ben görevde olursam hazırlıksız gelmesin bebeğimiz. Birlikte olduğumuz her an bebeğimiz için bir şeyler almak istiyorum.” Gülümsedim. Aslında haklıydı. Göreve çıkmadığımız sürece beraber vakit geçiremiyorduk. Şimdi ise benim göreve çıkmam da kısıtlanacaktı. Hakan’a bakıp gözlerimi büyüttüm. Bakışları bana döndüğünde gülümsedi. Tabii ki bu bakışımın ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Son iki haftadır tuhaf bir biçimde fazla yiyordum. “Anladım. Rotamız restorana çevriliyor Ayda hanım.” Yemek yemek için bir yere girdiğimizde onunla beraber oturdum. “Ne yemek istersin?”

“Kebap? Kebap güzel olabilir.” Hakan garsonu çağırıp siparişleri verdi. Biz yemeğimizi beklerken Hakan elimi tutup ufak bir öpücük kondurdu. Masadaki suyu açıp yudumlayışını izledim. Suyu bana uzattığında şişeyi alıp yudumladım. “Bir ara izin alalım da beşik bakmaya çıkalım.” Hakan başıyla onayladı. Karnımdaki bebek ikimizin bebeğiydi. Hakan’la aynı timde göreve başlayalı dört yıl olmuştu ve o dönemki halimize bakılırsa bu halimiz oldukça tuhaf geliyordu. Resmiyet korkumuzdan kaç sene birbirimize açılamamıştık. Şimdi ise evliydik ve bir bebeğimiz olacaktı. Hakan telefonunu çıkarıp internetten alışveriş yapmak için bir siteye girdi. Bebek odası takımlarına baktığına adım gibi emindim. Nitekim telefonunu bana çevirdiğinde karşımda ahşap bir bebek odası takımı vardı. “Renkli bir şey mi seçseydik? Ne bileyim ahşap çok renksiz gibi geldi.” Hakan telefonunu çevirip ekranı kaydırmaya başladı. Birkaç kez daha kaydırdıktan sonra telefonu tekrardan bana çevirdi. Beyaz bebek odası takımı dikkatimi çekmişti, hoşuma gitmişti. “Bak bunu sevdim.” Gülümsedi. Siparişler geldiğinde sakince yerleştirmelerini bekledik.

Hakan telefonunu geri kendine çevirdi. “O zaman ben siparişi veriyorum.” Hakan beşiğin siparişini vermeye karar vermişti. Mis gibi yemek kokusunu içime çekip çatalımı aldım. Ben direkt yemeğe odaklanırken Hakan benim bu halimi gülerek izliyordu. Sessizce yemeğimi yemeye başladım. “Bebeğimiz için güzel bir bebek odasın takımı da sipariş ettiğimize göre.. Sırada cinsiyet öğreneceğimiz ana kadar birkaç kıyafet almakta..” Bebeğimizin ilk alışverişini de yapmıştık.

🩺

“Ben Uğur komutanıma laf söyleyen dilimi sikeyim.” Yemekhaneye girdiğimde Fatih akşam yemeğini hazırlığındaydı. Ellerimi arkamda birleştirip ayağa kalkan askerlere elimle oturmalarını işaret ettim. Fatih’in arkasına dikilip onu dinlemeye başladım. “Çenem sikileydi de laf dahi etmeyeydim.” Başımı salladım. İt herif hala akıllanmamış ve konuşuyordu. Patatesleri doğru düzgün soymuyordu. Derin bir nefes alıp kafasına vurdum.

“Lan!” Fatih ayaklanıp arkasını döndü. Beni gördüğü gibi lan lafını yutmuştu. “K-Komutanım..” Bıçağı saklayıp yutkundu. “Kolay gelsin Fatih.” Sessizce bana bakıp başıyla onayladı. “Sağ olun komutanım.”

“Yemekten sonra on tur koşu.” Fatih’e sırıtarak onu izlemeye devam ettim. “Emredersiniz komutanım!”

Yemekhaneden çıkıp koridorda yürümeye başladım. Karşımdan gelen Nilay’a bakıp gülümsedim. Beremi elime birkaç kere vurup Nilay’a yaklaştım. “Mevlüt albayıma mı geldin?” Nilay bana bakıp gülümseyip yaklaştı ve saçlarının ucuyla oynamaya başladı. “Hm hm.. Ama seni de görmem gerekiyor.” Ellerimi kemerime yaslayıp kaşlarımı kaldırdım. “Demek beni de görmen gerekiyor? Nedenmiş?” Nilay sarı saçlarını geriye itip en sevdiğim bakışlarıyla bana bakıyordu. Yaklaşıp saçlarının ucuyla oynamaya başladım. “Çünkü babam da seni görmek istiyor.” Nilay’ın saçlarını oynayan parmaklarım durdu.

Benim vurulduğum gün albay Mevlüt’ün her şeyi öğrendiğini söylemişlerdi ama Mevlüt albay benimle bir kere konuşmuştu. Bir daha da benimle konuşmamıştı. İlişkimiz konusunda da tuhaf bir biçimde rahattı. Ben, beni süründüreceğini düşünmüştüm. Nilay benim duraksadığımı fark ettiği gibi sırıttı. “Ne o korktun mu babam seni de çağırdı diye?” Derin bir nefes alıp durduğum yerde dikleştim. “Korkmadım güzelim. Sadece şaşırdım.”

Nilay gülümseyerek yanımdan geçti ve babasının odasına ilerlemeye devam etti. Biraz ilerledikten sonra köşeyi dönmeden durup tekrardan bana döndü. İşaret parmağıyla beni gösterip gelmem için elini salladı. Başımı sallayıp albayın odasına doğru ilerledim. Koridoru takip ederken ister istemez gerildim. Koridorun sonunda sola döndüğümde sağ kolumda kalan albayın odasının kapısında durdum. Derin bir nefes alıp Nilay’ın arkasından odaya girdim.

Albay’a selam durup “Komutanım.” dedim. Mevlüt albay önce Nilay’a sonra bana bakmıştı. “Babacığım..” Nilay gülümseyerek Mevlüt albaya sarıldı. Nilay’ın Mevlüt albaya olan sevgisini biliyordum. Sessizce beklemeye başladım. Benim ardımdan çok geçmeden kapı çalmıştı. “Gir.”

Kuzey yarbay odaya girdiğinde selam verip beklemeye devam ettim. “Geç Kuzey, otur.” Kuzey yarbay masanın hemen yanındaki sandalyeye oturdu. “Nilay ne kadar büyümüş komutanım.” Mevlüt albay Nilay’a bakıp gülümsedi. Başıyla Kuzey yarbayı onayladı. “En son gördüğümde daha küçücük kızdı. Hastalığı ne durumda?” Nilay masanın hemen yanında Kuzey yarbaya bakıyordu. Kuzey yarbaya şaşkın şaşkın bakıyordu. Büyükçe açtığı yeşil gözleri ister istemez beni gülümsetti. “Hastalığımı bildiğinizi bilmiyordum.”

Kuzey komutan gülümsedi. Elindeki dosyayı Mevlüt albayın önüne koyup arkasına rahatça yaslandı. “Sekiz yaşındaydın sanırım ameliyat olduğunda. Mevlüt albay o dönem binbaşıydı ve bir süre bizimle görevdeydi. O gün az daha ölüyordun ameliyatta.” Mevlüt albay sanırım o anları hatırlamıştı. Kalemini alıp dosyayı incelemeye başladı. Ama dosyayı inceleyen bakışlarında burukluğu görülüyordu. Gözleri dolmuştu bile. Nilay kalp yetmezliği rahatsızlığına sahipti. Bana söylediğine göre de kalp nakli bile olmuştu. Kuzey yarbayın bahsettiği de bu ameliyat olmalıydı.

“Benim kızlarla lojman parkında kavga ederdiniz. Yaşıttınız, çok az gelirlerdi ama geldiklerinde de parkta kavga ederdiniz.” Nilay Defne’den büyüktü. Kuzey komutan aklına gelen anıyla gülmeye başlamıştı. “Defin sana vurmasın diye seni sakınmaktan yorulmuştuk. Defin de çok sağlam değildi ama senin kalbin daha önemliydi.” Mevlüt albay da dayanamayıp gülmüştü. Nilay’ın bir şey hatırlamadığı belliydi. Sessizce bakışları babasıyla, Kuzey komutan arasında dolanıyordu. Kuzey komutanın bakışları bana döndüğünde bakışlarımı Nilay’dan çektim. “Komutanım, Uğur’un cezasını kestiniz mi?” Yutkundum. Mevlüt albayla hastanede ben yatarken konuşmuştuk aslında.

“Ben konuştum onunla da kızımı oyalayıp oyalamadığını çözemedim.” Başımı kaldırıp şaşkın şaşkın Mevlüt albaya baktım. Kendimi açıklamak için yutkundum Mevlüt albaya izin ister gibi baktım. Mevlüt albay beni onayladığında ağzımı açtım. “Komutanım aslında ben..” Üniformamın cebindeki yüzük kutusunu cebimden çıkardığımda Mevlüt albay şaşkınlıkla yüzüme baktı. Bakışlarımı Nilay’a çevirdiğimde Nilay’ın yeşil gözleri kocaman açılmıştı. Beklemediği kesindi.

“Hahaha..” Ortamda yankılanan kahkaha sesi Kuzey komutandan gelmişti. Kuzey komutanım oturduğu yerde kahkahalarla gülüyordu. “Sok lan onu cebine.” Sessizce sağ elimde tuttuğum yüzük kutusunu indirdim. Sessizce yutkundum. Kuzey komutan eliyle bacağını sıvazlayıp Mevlüt albaya baktı. “Komutanım, kusura bakmayın gülüyorum ama aklıma Elbruz’un hali aklıma geldi.” Gülmeye devam ediyordu. Sessizce onlara bakıp gözlerimi Nilay’a çevirdim. O da sessizce izliyordu. “Elbruz Defne’ye evlenme teklifi edeceğinde benim kızlara sormuş. Nasıl yüzük alacağını falan. O aklıma geldi.”

“Ne ara aldın lan onu?” Nilay’ın meraklı bakışlarını gördüğümde gülümsemeden edemedim. Ne zaman aldığımı merak ettiği belliydi.

“Komutanım hep beraber kahvaltıya gidiyoruz değil mi?” Kerem komutana baktım. Timin en arkasında yürüyordum. Sessizce ilerlemeye devam ettim. “Komutanım kahvaltı için mekanı ayarladınız değil mi?

“Fatih sus da yürü lan.” Timle kahvaltıdan sonra kaçıp Nilay’ı görmeye gitsem iyi olacak. “Uğur komutanım biz kahvaltıdan sonra hamama gideceğiz. Siz de gelmek ister misiniz?” Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Çarşının içindeki mekana ilerlerken dikkatimi çeken bir dükkanın önünde durdum. Vitrinde gördüğüm tek taş oldukça dikkatimi çekmişti.

“Uğur?” Kerem komutanın sesini duyduğumda gözlerimi vitrinden çekip Kerem komutana baktım. “Kahvaltıya gelmiyor musun?” Sessizce gözlerimi çekmeden yanıtladım. “Geliyorum komutanım. Bir işim var. Onu halledip geliyorum.” Tim önden ilerlemeye başladığında tekrardan vitrindeki yüzüğe baktım. Yüzüğü gördüğüm anda Nilay gözümün önüne gelmişti. Ona kesinlikle çok yakışacaktı. Gülümsedim.

“Selamın aleyküm.” Ellerimi cebime yerleştirip kuyumcuya baktım. “Aleyküm selam.” Vitrini gösterdim. “Vitrindeki tek taşın fiyatını öğrenebilir miyim?” Adam vitrine yaklaşıp beğendiğim tek taşı çıkarıp benim önüme koymuştu. Tek taşı elime alıp daha yakından baktım. Nilay’a evlenme teklifi edeceğim yüzük kesinlikle buydu. Zarif parmaklarında oldukça zarif duracaktı. Daha tanışalı bir ay olmasına rağmen Nilay’la evleneceğim. Bunu o kadar net biliyordum ki.. Nilay benim kaderimdi.

“Bu yüzüğün fiyatı 30.000 lira.”

“Alacağım bunu. Paketler misiniz?” Zamanı geldiğinde Nilay’a vereceğim.

Alırken bahsettiğim zaman bu değildi. Kesinlikle bu değildi. Nilay’ın gülen gözlerini görüyordum. Utanmıştı ki bende utandım. Böyle yakalanmış olmak hiç hoş değildi. Kuzey komutan büyük bir keyifle ayaklandığında onun yüzünden yakalanmış olsam da tepki veremeyeceğim için saygıyla çıkmasını bekledim. Kuzey komutan çıktıktan sonra Mevlüt albay bana baktı. “Çık lan sende odadan. Haytaya bak. Gelmiş kızıma gözümün önünde yüzük çıkarıyor.” Başımla selam verip odadan çıktım. Beremi çıkarıp terimi sildim.

“Bu ne lan? Kan ter içinde kalmışsın.” Hakan komutanıma bakıp yutkundum. Başımı hafifçe yatırıp içeriyi gösterdim. “Ne bok yedin de Mevlüt albay çağırdı?” Derin bir nefes alıp cebimdeki yüzük kutusunu çıkardım. Hakan üsteğmen kocaman açtığı gözleriyle bana bakıyordu. Eliyle ağzını kapattı. “Oha! Lan sen albayın kızına evlenme teklifi mi yaptın?!” Hızlıca başımı sağa sola salladım. “Hayır komutanım hayır.” Beremi sıkıca tutarken Hakan komutanıma olan biteni anlatmaya başladım. “Mevlüt albay çağırdı. İşte biraz konuştular. Kuzey komutan geldi. Sen Nilay’ı oyalıyor musun diye ortaya soru attı. Bende toparlayayım derken boşluğuma denk geldi yüzüğü çıkardım.” Hakan komutanın kahkahası koridorda yankılanmaya başladı. “Komutanım.. Gülmeyin ama ya..” Hakan komutan hiç beni umursamadan gülüyordu.

Koridorun diğer ucunda bir hareketlilik vardı. Başımı çevirip baktığımda koridorun diğer ucunda elinde dosyayla Kerem komutan görünmüştü. Başını elindeki dosyadan kaldırmış ve bize bakmıştı. Tekrardan elindeki dosyaya dönüp kapattı. Dosyayı yanındaki Rahmi’ye verip bize doğru gelmeye başlamıştı. İşte bu alayın diline dolanacağımın kanıtıdır. Sessizce yanımıza yaklaşan Kerem komutana baktım. “Ne oluyor Hakan?” Hakan kahkahasını bastırmaya çalışırken eliyle beni gösterdi. “Komutanım..” Kahkaha atıyordu. Kerem komutanım bana bakıp beni gözleriyle süzmüştü. Elimdeki yüzük kutusunu gördüğünde kaşları çatılmıştı. Elimdeki kutuyu alıp açtığında Nilay için seçtiğim yüzüğü görmüştü. “Sen Mevlüt albayın kızı için yüzük mü aldın?” Komutanımın sorusunu anında başımı sallayıp onayladım. “Hayırlı olsun.”

“Sağ olun komutanım..” Kerem komutanım gülümseyip bana göz kırptı. “Ne zaman?” Umutsuz bir şekilde başımı eğdim. Ne demek istediğini elbette anlayabiliyordum. “Cenazem, değil mi komutanım?” Kerem komutanım benim çaresizliğime rağmen gülümsemeye devam etti. Kerem komutanım sırtıma hafif hafif vurdu. “Düğünün lan düğünün. O yüzüğü görmesine rağmen o odadan çıkabildiysen cenazen değil, düğünün var demektir.” Düğünüm.. Nilay’la benim evlenmeme izin verecek miydi? Komutanım sırtımı sıvazlarken “Dur oğlum heyecanlanma. Önce güzel bir evlilik teklifi yap. Gidelim isteyelim kızı.” Komutanıma bakıp gülümsedim. Ne kadar heyecanlanma dese de heyecanlanmıştım bir kere. “Dağılın hadi. Uğur sende git Fatih’in cezasını hallet ama iyi hallet.” Kerem komutanı onaylayıp koridorda ilerlemeye başladım.

Yemekhaneye girdiğimde yemekler hazırdı. Fatih’e bakıp sırıttım. “Yemekten yarım saat sonra spor salonunda ol.” Fatih bunun ne demek olduğunu biliyordu. Senin canına okuyacağım demekti. Önce yutkundu ardından bana bir cevap vermediğini hatırlamış olacaktı ki hazır ola geçti. “Emredersiniz komutanım.” Askerler yavaştan toparlanmaya başladığında Fatih askerlerin tabldotlarını doldurmaya başlamıştı. Komutanlar yavaş yavaş yemekhaneye gelmeye başladığında hepimiz ayağa kalkıp beklemeye başladık. Mevlüt albay önden girdi. Arkasından Kuzey yarbay, Kerem ve Altan yüzbaşı girdi. Onlar da yerine geçtiğinde hepimiz ayakta bekliyorduk. “Oturun.” Mevlüt albayın eliyle oturmamızı işaret ettiğinde askerlerle oturduk. “Başlayabilirsiniz.”

Yemeğimize başlayıp yavaş yavaş yemeye başladık. Bugün yemekte sulu patates, çorba ve yoğurt vardı. Hakan komutanım yemek yemiş olmalarına rağmen Ayda komutanıma yoğurt yedirmeye çalışıyordu. “Yoğurdunu bitir Ayda. Hatta bitir ki ikinciyi alalım.” Hakan komutanım, Ayda komutanımın yediklerini sıkıca denetliyordu. Hamza yemeğini yerken bakışlarını Hakan komutana çevirmişti. “Komutanım doktora gittiniz mi bugün?” Hakan komutanım başıyla onaylarken suyunu içip konuşmaya başladı. “Gittik. Maşallah çok iyi.” Ayda komutanım yoğurdunu yemeye devam ederken Hakan komutanımı başı ile onaylıyordu. Burak, başını kaldırıp Hakan komutanıma baktı. “Yeni evliydiniz değil mi komutanım?” Hakan başıyla onaylayıp gülümsedi. “Ayda komutanın da iki aylık hamile. İnşallah Kerem komutanımda yakında evlenecek, onlar da yakında çocuk haberi de gelir.” Burak time tek tek bakıp “Hepinizin sevgilileri var mı yani?” diye sormuştu. “Kerem komutanımı biliyorum, sizi de biliyorum. Uğur komutanım?” Mevlüt albayın bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Keskin bakışlarıyla bana bakıyordu. Az önce Nilay’la olan biten her şeyden sonra Burak’ın sorusu ile yutkundum. “Onun da var. Alırsın yakında haberini.”

Gözlerim etrafta Nilay’ı arasa da Mevlüt albayın onu çoktan postaladığını anlamıştım. Bende Nilay’ın burada yemesini istemezdim açıkçası. Hamza bana doğru eğilip fısıldadı. “Komutanım, Nilay yenge revirde Defne yenge ile yemek yiyor. Az önce Kerem komutanım Cemil ile ikisine yemek gönderdi.” Hamza’ya bakıp başımla onayladım. Sessizce yemeğimi yemeye devam ettim. Mevlüt albaya baktığımda çatık kaşlarıyla bana baktığını görüp tekrardan başımı yemeğime çevirdim. Yemeğimi bitirdikten sonra kalkıp revire ilerlemeye başladım. Revire yaklaştığımda Nilay’la Defne yengenin sesi geliyordu.

“Cebinde mi taşıyormuş yüzüğü?” Defne yengemin şaşkın sesini duymuştum. Herkesin yüzüğü cebimde taşımama şaşırması bana oldukça saçma geliyordu. “Ama biliyor musun? Seni ilk gördüğü anda eşi olacağını biliyormuş demek ki. Yoksa başka türlü yüzüğü direkt almazdı veya cebinde taşımazdı.” Gülümsedim Defne yenge haklıydı.

Okulun kapısını itip içeri girdim. Nilay öğretmen kapının önünde biriken karları kürüyordu. Karlar adımlarımın altında sıkışırken öğretmen hanım adım seslerimi duyup başını kaldırdı, bana baktı. Elindeki küreğe yaslanıp bana bakmaya devam etti. “Hoş geldiniz teğmenim.” Gülümseyip yanına yaklaştım. “Hoş bulduk öğretmen hanım. Yaralarım biraz iyileştikten sonra size teşekkür etmeye geldim.” Nilay hanım kaşlarını kaldırıp bana bakarken vücudumu süzmüştü.

“Yaralarınız daha iyi demek ki.” Onu onaylayıp göz kırptım. Elindeki küreği bana gösterip gülümsedim. “Bende öğrencilerim gelmeden önce düşmesinler diye kapının önünü kürüyordum.” Elimi uzatıp gözlerimle küreği gösterdim. Nilay elindeki küreği geri çekip “Olmaz öyle şey. Siz içeri geçin ben geliyorum.” Göz devirip elindeki küreği tutup çektim. Nilay bir iki adım geri çekilirken sessizce karları kenara doğru kürümeye başladım. “İçeride sobayı yakman gerekiyorsa sen içeri gir yak öğretmen hanım.” Nilay ellerini arkasında birleştirip olduğu yerde sallanıyordu. Başını hafifçe sağa yatırıp “Emin misin teğmenim?” demişti. Yeşil gözleri ile alttan alttan bana bakıyordu. Küremeyi yarım bırakıp küreğe yaslandım. Elimi cebime yerleştirip ona baktım. “Eminim öğretmen hanım. Sen geç içerideki işlerini hallet.” Nilay onaylayıp içeri girdiğinde küremeye devam ettim.

Okulun dış kapısına kadar bütün karları küremekte fayda vardı. “Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen..” Karları kenara doğru atıp çocuklara oynayabilecekleri alan da açmaya başladım. “Söyle kumralım..” Karı kenara attım. “İçin sızlamaz mı?” Bütün kar küreme işlerini bitirip küreği okulun hemen yanındaki duvara yasladım. Cam açıldığında bakışlarımı camdan bana bakan Nilay’a çevirdim. “Teğmenim çay koydum. Gelin de için, içiniz ısınsın.” Ellerimi birbirine sürtüp içeri girdim. Sınıfa girdiğimde sobanın sıcaklığı çoktan sınıfı ısıtmıştı. Ben okula girerken Nilay camı kapatmıştı. Sobanın üstündeki çaydanlığı alıp bardaklara çay doldurmaya başladı. “Teşekkür ederim bu arada.. Sen olmasan hem karları küreyip hem de sınıfı ısıtamazdım.”

“Rica ederim, ne demek.” Nilay, Mevlüt albayın kızıydı. Tam olarak babasının kızı değildi. Nilay daha naif biriydi. “Seni babam mı gönderdi?” Teknik olarak öyle sayılırdı. Mevlüt albay direkt beni odasına çağırmış, kızının yanına gidip ihtiyaçlarını gidermemi söylemişti. Nilay’a bakıp yutkundum. “Yalan söyleme teğmenim.” Gülümsedim. Başımı sallayıp onu onayladım. “Evet beni Mevlüt albay gönderdi.” Saçlarını geriye itip göz devirdi. Bardağı alıp bana uzatacağında kalkıp onun elinden bardağı aldım. O oturduktan sonra bende yanına oturdum.

“Sen şimdi babamın timinde misin?” Çayımdan bir yudum alıp onun çayını yudumlayışını izledim. “Teknik olarak timlerinden birindeyim. Babanın emrinde olan üç tim var. Bende onlardan birindeyim.” Nilay başıyla beni onaylayıp gülümsedi. “Timlerden hangisindesin?” Olduğum yerde biraz dikleştim. Timimden bahsetme düşüncesi bile beni gururlandırıyordu. “Poyraz timindeyim. Yıllardır da bu timde görev yapıyorum. Yani biz komutanlarımla.. Beraber büyüdük gibi oldu işte..” Nilay bana bakarken gülümsüyordu. Gülüşü çok güzeldi.. Bir an için bu gülüşü her sabah görebilme ihtimali gözümün önünden geçmişti. Sessizce onun gülüşünü izlemeye başladım. “Güzel gülüyorsun..”

Şu anki halimizi düşündüğümde o dönemki Uğur’a diyeceğim tek şey kazandın olurdu. Gülüşüne, gözlerine aşık olduğum kadın benim sevgilimdi. Teğmen Uğur Kutlu kedi olalı bir fare tutmuştu. Geri dönüp koridoru geri yürümeye başladım. Dışarı çıktığımda eğitim alanına doğru yürümeye başladım. Fatih eğitim alanında beni bekliyordu. “Evet Fatih. Standart eğitim. Başla!” Fatih koşmaya başladığında bütün bedenimi eğitim alanına çevirip ellerimi arkamda birleştirdim. “Fatih on tur!”

O on turluk koşusunu tamamlarken dikkatli bir şekilde onu izlemeye devam ettim. “Bordo bereli parkuru!” Fatih koşuyu bitirdiği gibi yere çöküp ipin altından sürünmeye başlamıştı. Fatih tırmanma ipine koşarken bahçenin diğer ucunda görünen Kerem komutanla Defne yengeye baktım. “Komutanım?” Bedenimi komutanıma çevirip onlara gülümserken Kerem komutan çektiği sivillerle güneş gözlüklerini takmış bana bakıyordu. Arkamı dönmeden Fatih’e seslendim. “Durma Fatih! Koş Fatih koş!” Kerem komutanım başını eğip arkamda büyük ihtimalle tırmanma rampasına koşan Fatih’e baktı. “Sen dön cezana. Biz Defne’yle havaalanına gidiyoruz. Cezasını bir an önce hallet sonra duşa yolla şu salağı.”

“Emredersiniz komutanım.” Kerem komutan Defne yengeyle beraber alaydan çıktı. “Fatih süren azaldı. Bir saatte her şeyi bitir sonra duşa!” Fatih koşarken timin geri kalanları da izlemeye gelmişti. Onlara bakıp kaşlarımı çattım. “Başka spor yapmak isteyen var mı? Varsa geçsin Fatih’in yanına eşlik etsin.” Tim benim cümlemi duyduğu gibi bir anda dağılmıştı. Gülüp Fatih’i izlemeye devam ettim.

🩺

Odamda önümdeki dosyanın detaylarını inceliyordum. Gerard denilen herif oldukça salakça adımlar atıyordu. Masadaki not kağıdını alıp birkaç not almaya başladım. Araştırdığımız adam utanmadan tanıştığı ilk kişi Defne olmuştu ve daha ilk adımından yaş tahtaya basmıştı. Kapım çaldığında başımı dosyadan kaldırıp "Gir." dedim.

Cemil içeri girip selam verdiğinde arkama yaslanıp Cemil'e baktım. "Komutanım, Mevlüt albay sizi odasına çağırıyor." Kaşlarımı çattım. Cemil'e bakmaya devam ettim. "Bir detay verdi mi?" Cemil başını sağa sola salladığında hiçbir detay bilmediği belliydi. Kalemimi birkaç kez masaya vurdum. Derin bir nefes verip ayaklandım. Sandalyemi düzeltip odadan çıktım. Cemil benim arkamdan geliyordu. Albayın odasına geldiğimde kapıyı çalıp albayın cevabını bekledim.

"Gir." Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım. "Gel Kuzey gel." Masanın önünde hazır olda beklemeye başladım. Mevlüt albayın yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. "Bir gelişme mi var?" Mevlüt albay başını sallayarak beni onaylamıştı. Sol bileğindeki saatine bakıp bekledi. Bir iki dakika geçti yada geçmemişti ki Mevlüt albay ayaklanıp kapıya ilerledi. "Takip et beni." Başımı sallayıp odadan çıkan Mevlüt albayı takip etmeye başladım.

"Albayım bir sorun mu var?" Beraber harekat merkezini geçmiştik. Harekat merkezine girmeyeceksek nereye gidiyorduk bir türlü anlamıyorum. Yemekhaneye girdiğimiz anda yükselen aşina olduğum türkü sesi ile gözlerimi kapattım. Karşımda gördüğüm Deniz ile olan biteni anlamıştım. Bugün benim doğum günümdü. Haziran'ın ne ara başladığını bile unuttum. Deniz ise benim unutmamı fırsat bilmişti. Elindeki pasta ile yıllardır yapmadığı bir şeyi tekrardan yapıyordu.

Alayda komutanlarımın cezası ile yemekleri yapmak için yemekhaneye girdim. "Mavişim mavilendim. Kapına kilitlendim." Karşımda Deniz duruyordu. Üstünde kabanı vardı. Yeni geldikleri her hallerinden belliydi. Elinde kocaman bir pasta, yanında Güney ve Nehir duruyordu. Arkalarında ise asker arkadaşlarım. Deniz elindeki halay mendilini sallarken Nehir pastayı düşürmesinden endişeleniyordu.

"Göz bebeğim." Deniz şarkıyı söylemeye başladığında asker arkadaşlarım hep bir ağızdan "Mavişim." diye bağırmışlardı.

"Tek dileğim." Deniz yirmi dokuz yıl sonra bir dönem ayrı kaldığı kocasına böyle bir doğum gününü layık görmüştü. Yirmi dokuz yıl önce sadece bir yıllık sevgilimken şu an arkasında üç kızım, damatlarım ve torunlarımla beraber duruyordu. Elindeki pasta ise hiç değişmemişti. Meyveli, kremalı pasta..

"Mavişim." Kızlarım Deniz'in arkasında annelerine eşlik ediyordu. Ellerimi belime yerleştirip gülmeye başladım. Deniz sol elinde tuttuğu pasta ile oynaya oynaya bana yaklaşıyordu.

"Sensizlikten."

"Mavişim." O bana geldikçe bende ona bir adım atıyordum. Hep olduğu gibi.. Hiç birbirimizden kaçmadan onun gözleri benim gözlerime mühürlüyken.. Onun gözlerinin içi gülüyordu. Bunca yıl ayrı kaldığımız dönemin acısını çıkarıyordu. "Öleceğim." Elindeki halay mendili bile aynıydı. Uçları yeşil süslenmiş mavi mendil. "Kır çiçeğim."

Yemekhanenin ortasında buluşmuştuk. Deniz gülen gözleri ile bana bakıyordu. Sonrasında bütün devrelerimin diline sakız olacağıma adım kadar emindim ama en azından Deniz'le olan tek anımı değerlendirmem gerekiyordu. Deniz komutanlarımı bile ayarlamıştı. Komutanlarım sırf sevgilimi kırmamak için bana ceza vermişti.

"Mavişim." Deniz tam önümde dururken başını kaldırmıştı. “Tek dileğim.” Pastayı gösterip üflememi işaret etti. “Mavişim.” Ben mumlara üfleyecekken biri arkadan "Dilek tut Kuzey." demişti. Ona bakıp tekrardan Deniz'e döndüm. "Gerçi ne dileyeceksin? Baksana en güzel aileyi kapmışsın."

En güzel aile.. O dönem sadece dört kişiden oluşan çekirdek ailem şu anda kocaman bir geniş aileye dönmüştü. Gözlerimi Deniz'den çekip arkada gülerek şarkıya eşlik eden aileme baktım. Güney ve Nehir'de oradaydı. Nehir'i kolunun altına almış gülüyordu. Defne, Defin ve Denef annelerinin arkasında en az anneleri kadar güler gözlerle şarkıya eşlik ediyorlardı. Ali kucağında Efe ile duruyordu. Efe babasının kucağında etrafındakilere eşlik edebiliyormuş gibi kımıl kımıldı. Asya annesinin önünde duruyordu.

"Komutanım dilek tutmayı unutmayın." Fatih'e dönüp baktığımda güldüğünü görmüştüm. Deniz'de Fatih'e dönmüştü. "Ula ben sağa ne dedum? Devam et ula türküye. Ritmi kaçuranu vuracum dedim ha." Deniz yine herkesi tehdit ile toplamıştı. Fatih türküye eşlik etmeye devam ederken Deniz sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar bana dönmüş ve gülümsemişti.

Yıllar önce hiçbir şeyi olmayan Kzuey değildim artık. Yıllar geçtikçe Güney'in de benimde bir ailem olmuştu. Benim ailem genişledikçe genişlemişti. Gözlerimi Poyraz ve Barut'ta gezdirdim. Hepsi benim için çocuklarım gibi olmuşlardı. Deniz türküyü bitirdiğinde onun gözlerine bakarak mumları üfledim. Deniz gülerek benim boynuma sarılırken Nehir hemen yanımızda pastayı Deniz'in elinden alıyordu.

"Bana olan güvenimi yaşarttı Nehir." Nehir omuz silkerek gülümsedi. Deniz ise pastanın alınmasını fırsat bilerek boynuma daha sıkı sarılmıştı. Belini sarıp onu kaldırdım ve döndürmeye başladım.

Deniz ile ayrıldığımızda Deniz hızlıca yanıma geçti. Kızlarıma bakıp kollarımı açtım. İşaretimi anlayan kızların üçü de aynı anda bana koştular. Üçünü de sarıp saçlarını okşadım. Defne ve Denef'i öperken Defin biraz geride kalmıştı. Başını tutup onu da çektim ve saçlarının arasında bir öpücük kondurdum. "Bebeklerim benim.."

Kızlar çekildiğinde sıra torunlarıma gelmişti. Sol dizimin üstüne çöküp Asya'ya baktım. Ali, Asya'nın gözünün önünden saçlarını çekip hafif ittiğinde Asya "Dede!" diyerek hızlıca bana koşup kucağıma atlamıştı. Onu kucağıma alıp Ali'lere doğru yaklaştım. Efe'nin başından öperken Asya kucağımdaydı. "Doğum günün kutlu olsun baba." Ali'ye bakıp gülümsedim. "Sağ ol evlat."

Kerem hemen Ali'nin arkasında duruyordu. Başı ile selam verdi. "Komutanım doğum gününüz kutlu olsun." Altan'da hemen yanındaydı. Bütün damatlarım bir arada duruyorlardı. Altan'ı da damadım olarak alacağım bundan adım kadar eminim. Onlara göz kırpıp Güney'e döndüm. "Mavişim, sana da mum üflettiler mi?" Güney kahkaha attığında yaklaşıp bana sarıldı. Sırtına bir iki vururken Nehir'e döndüm. "Kocana mum üflettin mi kız?" Nehir pastaları ayarlaması için Servet'e vermişti. "Onun için de üfleteceğiz elbette ama buranın yıldızı sensin. Deniz'in kesin emri var." Güldüm. Hanım diyorsa doğrudur ama Güney'i bırakmam. Asya'yı kucağımdan indirip kesilmemiş pastayı aldım ve iki mum diktim. Elimdeki pasta ile Güney'e döndüğümde gülüyordu. Başı ile pastayı gösterdi. "Yine çaldın mı?"

"Kuzey pastayı nasıl soktun buraya?" Gizli saklı, kameraların olmadığı tek noktaya oturmuşlardı. Güney kardeşinin elindeki pastaya baktı. "Aşağıdaki fırından aldım." Güney biraz durup düşündü. İkisinin de hiç parası olmamıştı ki nasıl alabilirdi? Kardeşine bakıp kaşlarını kaldırdı.

"Parayı nereden buldun?" Kuzey omuz silkti. Oldum olası sorgulanmayı sevmiyordu. Güney ise her sorunun cevabını almaya çalışıyordu. "Güney hadi lan. Geçen sene görmüştük hatırlasana. Doğum günlerinde böyle yapıyorlardı. Gördüm sende dikkatli bakıyordun. Kıyamadım çaldım işte."

Güney bir süre düşündü. Hatırlamıştı. Geçen sene okuldaki arkadaşlarını ailesi ile birlikte bir pastanede görmüşlerdi. Herkes yeni kıyafetleri ile arkadaşlarına şarkılar söylüyorlardı. Arkadaşları ise önündeki mumlarla süslenmiş pastayı üflüyordu.

"Ne demek çaldım?" Kuzey kardeşinin şu an şu durumda takıldığı konuya göz devirdi. "Güney bu konuyu sonra tartışalım. Şimdi sadece şu ana odaklanalım. Yakalanmadan?" Güney kardeşine baktı. Arkadaşları gibi güzel kıyafetleri yoktu. Okuldan sonra yurda geliyor yurt işlerinde yardım ediyorlardı. Kuzey'in üstü okulun sıvasını yaparken yırtılmıştı. Elindeki pasta bayattı ama iki kardeşte bunu bilmiyordu.

Güney etrafa baktı. Yetiştirme yurdunun depo merdivenlerine inmiş orada duruyorlardı. Üstleri berbat bir haldeydi. Onlar için şarkı söyleyecek kimseleri yoktu. Ellerindeki pasta bayattı ve kardeşi onu pastaneden çalıp yurda kaçak sokmuştu.

Kuzey kardeşinin dolan gözlerini anında fark etmişti. Yanlış bir şey mi yaptım diye düşünse de bunun için çok geçti. Neyi unuttuğunu düşünmeye başladı. Bugün ikisinin doğum günüydü, pasta da almıştı. Şarkı! Yutkunup kardeşine baktı. "İyi ki doğdun Güney. İyi ki doğdun Güney." Güney gözünden akan bir damla yaş ile karşısındaki kardeşine baktı. Arkadaşlarını ilk gördüğünde heveslenmişti ama bunun sadece ailesi olanlar için olduğunu düşünmüştü. Şimdi ise bütün olayı çözmüştü. Aile olmak için anne, babaya gerek yoktu. Kuzey zaten onun diğer yarısıydı. Kardeşi, aynı gün doğduğu aynı gün yurda terk edilen tek ailesiydi. O gün orada bayat olduğunu bilmedikleri pastayı mutluluk ile yediler. İleride sahip olacakları şeylerin farkında bile değillerdi.

Güney'in imasını anında kapıp sırıtmaya başladım. "Yok, bu sefer hanım almış. Ama istersen iki sokak ötede fırın var." Güney ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. “Sakın. Hiç gerek yok Kuzey.” Kahkaha attım. Güney tabii ki de benim yapabileceklerimin farkındaydı. Ona gülüp mumları gösterdim. İkimiz aynı anda mumlara üfledik. "İyi ki doğdun kardeşim."

"İyi ki doğdun Güney." Elimdeki pastayı hemen yakınımızda duran masaya koyduktan sonra kardeşime sıkıca sarıldım. Deniz elindeki tabaklar ile yanımıza geldiğinde askerleri gösterdim. Deniz anında anlayıp önce askerlerin pastalarının verilmesi için tabakları yanından geçen Gökhan'ın eline tutuşturdu. Gülüp onu kolumun altına aldım ve elini sıkıca kavradım. "Sende iyi ki doğdun enişte bey." Güney güldü. "Sağ olun gelin hanım." Mevlüt albay ile göz göze geldiğimde gülümseyip pastasını göstererek yemekhaneden çıktı.

"Ne zaman geldiniz siz?" Nehir pastasını yerken bir yandan da etrafa bakıyordu. "Sabah geldik işte. Kerem aldı bizi Defne'yle. Hazırlıkları burada Altan'a yıkmışlar." Köşede Kerem ile sohbet ederek pasta yiyen Altan'a baktım. Harıl harıl konuşurken bile gözü Denef'in yanında oturan Defin'deydi. "Hala koruma içgüdüsünü bırakmamış. Küçükken çocuğa ne dediysen artık." Güney'e baktığımda onun da Altan'ın Defin'e olan bakışlarını fark ettiğini anladım. "Aslında hiç bir şey söylemedim ama.."

"Baba noluy Altan da benimle olucaak." Kucağımda Altan'la at binmeye gitmek isteyen Defin'e baktım. Gözlerimi Defin'den ayırıp kapının diğer tarafında ayakta bekleyen Altan'a baktım. Kızıma baktım. Büyük mavi gözleriyle bana bakıyordu. "Ya düşersen Defin?" Dudaklarını büzdü. Defin'i kolay kolay böyle göremezdim. Bilerek gözlerini doldurmaya çalışıyordu. Bunu Defne'den öğrendiğine adım kadar eminim.

"Altan benimle olucak baba.. Noluy.." Saçlarını omzundan geriye itip okşadım. Deniz'e baktığımda onun da onay verdiğini görüp gülümsedim. Defin'i kucağımdan indirdim. "Tamam git ama üstünü değiştir. Kalın giyin ama.." Poposuna hafifçe vurdum. Defin mutlulukla olduğu yerde zıpladı ve merdivenleri hızlıca çıkmaya başladı. Ayağa kalkıp kapının önündeki Altan'a ilerledim. "Altan." Altan bakışlarını bana çevirdiğinde bana bakıyordu. "Kızıma dikkatli bakacaksın tamam mı? Düşmesin, kucağında sıkıca tut." Altan beni başıyla hızlıca onayladı.

"Merak etmeyin Kuzey amca. Ben Defin'e zarar gelmesin diye her şeyi yaparım." Altan'ın başını okşayıp gülümsedim. "Göreceğiz." Defin aşağı indiğinde benim yanıma gelip Altan'a baktı. "Altan'ın yanından ayrılmıyorsun Defin." Altan'ın elini sıkıca tuttuğunu gördüğümde kaşlarım havalandı. Onlar bahçeden çıkarken bende ellerimi cebime yerleştirip onların gidişini izledim.

"Güney.." Güney'in bakışları bana döndüğünde ben bakışlarımı Altan'dan çekmedim. "Onlara baktığında ne görüyorsun?" Güney bakışlarını tekrardan Altan'a çevirdi. Yanımdan gelen gülme sesiyle gülümsedim. "Çocukluğundan beri beraber olan, beraber büyüyen iki arkadaş. Yavaş yavaş yanan alevler görüyorum Kuzey. Onların arasında yavaş yavaş yanan ve gittikçe korlanan alevler görüyorum."

Defin'e baktığımda onunda belli etmeden Altan'a baktığını görmüştüm. Babalardan kaçmaz. Hayatının belli bir döneminde ayrı kalsalar da aralarındaki ateş hiç sönmemişti. Arkadaşlığın arasında dönen temasların arkadaşlıktan öte olduğunu görüyordum. Deniz'e baktığımda onunda bazı şeylerin farkında olduğunu biliyordum.

"Kızlarını vermeyeceğini söyleyen Kuzey daha küçücük Defin'ini Altan'a emanet etti." Güldüm. Kızlarımı vermeme konusunda kararlıydım yalan söyleyemem. "Vermem ama ilk kez bu kadar doğru kişileri bulduklarını hissediyorum Güney."

Kardeşim elindeki pastayı yemeden tutuyordu. "Niye yemiyorsun?" Güney elindeki pastaya baktı. "Benden daha fazla yemek isteyenler olabilir." Yalan söylüyordu. Elis yanında olmadığı için yemiyordu. Boğazından geçmediğine emindim. Defne bir köşede Kerem ile Asya'ya pasta yediriyordu. Kendi pastaları öylece dururken Asya'ya pastayı yediriyorlardı. "Defne bırak kocaman kız oldu. Yer kendisi."

"Ula rahat bırak kızı. Belli teyzesine nazlanmak istiyor." Defne, Asya'yla birlikte cevabını aldın mı dercesine kımıldanıyorlardı. Deniz kolumun altında kızlarına gülüyordu. Asya pastasını yedikten sonra Kerem'in dizinden kalkıp Defin'in yanına doğru koşmaya başladı. Etrafta bıcır bıcır koşturuyordu.

Ali kucağındaki Efe’yi yere indirip ellerinden tuttu. “Koş dedeye.” Efe gülerek bana doğru birkaç adım atarken Ali sıkıca ellerinden tutuyordu. Önüme gelen Efe’yi kucağıma aldım. “Baba, biz senin adına bir şey yapmıştık ama tabii sen bunu biliyorsundur.” Ali ve Denef’e bakıp gülümsedim. Kızlarımın yanında olamadığım dönemlerde ne yaptıklarını elbette biliyordum. Yine de Ali sanki ilk kez söyleyecekmiş gibi cebinden bir kimlik çıkardı. Uzattığı kimliğin Efe’ye ait olduğunu biliyordum. Kucağımdaki Efe’yle beraber Ali’nin elindeki kimliği aldım. “Kuzey Efe..” Güldüm. Kucağımdaki sarı saçlı torunumun başından öptüm. Denef gülümseyerek Ali’nin beline sarılmıştı. “Biliyordun değil mi baba?” Denef’e bakıp göz kırptım. Elbette biliyordum. Babalar her şeyi bilir ama susarlar. Susmazlar mı Güney? Güney’e baktığımda başıyla beni onayladığını gördüm. Doğruymuş, babalar bilip sessiz kalırlarmış.

🩺

Bugün Kuzey komutanın doğum günüydü. Tezgahın önünde pastasını yiyen Defin’e bakıyordum. Defin saçlarını bu sefer salmıştı. Saçlarını geriye doğru itip sessizce pastasını yiyordu. Kerem Defne’yle beraber Asya’ya pasta yediriyordu. Elimdeki tabağı alıp tezgaha doğru ilerlemeye başladım. “Pasta güzelmiş.” Defin yaslandığı tezgahta başını kaldırıp bana bakmıştı. Elimdeki tabağı tezgaha bıraktım.

“Her zamanki pasta. Sen yemeyeli baya olmuş olmalı ama..” Gülümsedim. Haklıydı. Ben yemeyeli on beş, on yedi yıl olmuştu. Defin kendi tabağını kenara koyduğunda onu dikkatle izlemeye başladım. “Teyze.. Teyze..” Hemen dibimize gelen Asya’ya bakıp gülümsedim. Onu kaldırıp tabakları geriye ittim. Asya’yı tezgaha oturttum. “Teyzem söyle bakalım ne istiyorsun? Yedin mi pastanı?” Asya, Defin teyzesine bakıp sarı saçlarını geriye itmişti. Dışarıdan bakıldığında Asya’nın nazı, cilvesi Defne teyzesine benzemişti. “Yedim. Kerem abiyle teyzem yedirdi.” Bakışlarını bana çevirip gülümsedi. “Altan abi nasılsın?” Saçlarını kulağının arkasına itip gülümsedim. “İyiyim abim. Sen nasılsın?” Asya eteğini düzeltip bana baktı.

Defin şaşkınlıkla Asya’yla aramızdaki diyaloğa bakıyordu. İlk başta sormak istemese de en sonunda dayanamamış Asya’nın saçlarını geriye itip sormuştu. “Siz ne ara bu kadar yakınlaştınız bakayım?” Asya’ya bakıp göz kırptım. Asya ile ilk tanışmamız birkaç yıl öncesine dayanıyordu.

Bahçede dolaşırken geçen sürünün ardından koşan küçük kıza baktım. Başındaki yazması ile kuzuların peşinde koşuyordu. Kapıya yaklaşıp demire yaslandım. “De bagayım bağa kimin kızısın sen?” Küçük kız elindeki sopası ile durup bana baktı. Önüne gelen sarı saçlarını geriye itti. Küçük kız çok tanıdığım birine benziyordu ama kime? “Ben bu köyün kızlarından biriyim.” Küçük kızın konuşması yavaştı. Kesik kesik konuşuyordu. Üç yaşında falan anca vardı. “Kızlarından biriyim demek. Kimlerdensin? Anan kim baban kim?” Küçük kızın kahkülleri vardı. Sevimliliği karşısında gülümsemeden edemedim. Kesinlikle çok güzel bir kız olacaktı.

“Benim anneannem Deniz.” Deniz? Asi’nin annesi Deniz mi? Şimdi tanıdım işte. Bu küçük kız kesinlikle Defin’in küçüklüğüne benziyordu. Ama hangisinin kızıydı. Defin’in olamazdı, olsa bilirdim. “Ula bildum şimdi. Sen burda nabaysun? Anan biliy mi guzularun peşinden goştuğunu?” Asya elindeki sopasıyla kuzuları gösterip omuz silkmişti. “Biliyor. Bunlar benim kuzularım.” Kuzulara bakıp birini gösterdim. “Birini bağa verir misun?” Kız elbisesinin ona uzun gelen kolunu sıyırdı. Beni umursamadan kuzuların peşinden ilerlemeye devam etti. Arkasından bakıp güldüm.

Baltayı alıp odunları kırmaya başladım. Biraz da çalı çırpı toplasam iyi olacak. Aytaç gelmeden evi ısıtmam gerekiyor. Aytaç sınavlarından sonra buraya gelmek istedi diye buraya geldim. Yarım saat sonra içeri girip tişörtümü değiştirdim ve çalı çırpı toplamak için evden dışarı çıktım. Köyden biraz dışarı çıktım ve ormanlık alana doğru ilerlemeye başladım. Cevizin yakınlarına geldiğimde cevizin hemen altında oturan bir beden gördüm. Sabah evimin önünden kuzuların peşinde koşturan sarı saçlı kız elinde kocaman karışık bir ip yumağıyla oturuyordu. Sakince yanına yaklaştım. Defin gibi ısırganların arasında oturuyordu. Eteğinin altındaki taytından bacaklarını kaşıyordu. “Orada oturmaya devam edersen daha çok kaşınırsın?” Küçük kız anında başını kaldırıp bana bakmıştı. Başında yine kırmızı bir yazma vardı. Üstündeki kabanı çok yakından tanıyordum. Defin’in kabanıydı. Elindeki yumağa bakıp ağaca yaslandım. “Nehir teyzenin ceza sistemi hiç değişmemiş.”

“Sana da mı vermişti aynısını?” Gülümsedim elindeki yumağı alıp çözmesine yardım etmeye başladım. “Bana değil ama Asi teyzene vermişti. Okul aynı, öğretmen aynı ceza da aynı. Teyzen hiç yapamazdı bunu.” Dizlerimin üstüne çöküp yumağı çözmeye devam ettim. “Cevizin altına da oturulmaz. Uzun süre oturursan hasta olursun.” Küçük kıza yumağı çözmenin bütün inceliklerini göstermeye başladım. “Sen buralı değil misin?” Çok güzel bir kızdı. Defne’nin kızı mıydı acaba? “Buralıyım ağız yapmayınca şaşırdın mı? Adın ne senin?”

“Asya!” Uzaktan gelen sesle etrafa baktım. Yanımdaki kız hareketlenip ayağa kalktı. “Demek adın Asya..” Yumağı çözmeyi bitirdim ve önümde dikilen kıza uzattım. “Asya!” Küçük kız yumağı alıp bana baktı. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Asi teyzene benim çözdüğümü anlat olur mu?” Asya başıyla beni onaylarken sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Arkasından yavaş adımlarla ilerleyip güvenli bir şekilde ona seslenen kişiye ulaşıp ulaşamadığını kontrol etmeye başladım. Yokuşun en üstünden Asya’ya bakmaya devam ettim. Küçük kız hızlıca birinin kucağına atlamıştı. “Defin teyze!” Yutkundum. Yaklaşıp Defin’i biraz görmeye çalıştım. Kahverengi saçlarını azıcık ucundan olsa da görebilmiştim. Kahverengi uzun eteği yine üstündeydi. Yeğenini kucağına almış ilerlemeye başlamıştı. Bende arkalarından onları izlemeye başladım. Yıllar sonra onu görmek bana iyi gelmişti.

“Biz mi? Yeni tanıştık gibi düşün ya.” Asya gülerek bana baktı. “Tabii ya. Sen bana biriyle tanıştığını demiştin değil mi Asya hanım? O Altan’dı dimi?” Asya gülerek Defin teyzesinin saçlarını oynamaya başladı.

“Uuu teyzen çok güzel değil mi? Ben şahsen bayılıyrım teyzene..” Defin şaşkınlıkla yüzüme baktığında kolumu tezgaha yaslayıp sırıttım. Asya da gülüp boynuma sarılmıştı. “Bence de benim teyzem çok güzel..” Kuzey komutana baktığımda yanına gelen Cemil’e bakıp konuştu. “Hayırdır Cemil?” Asya teyzesinin yanına sokulduğunda Defin yeğenini sarmıştı. Dikkatlice komutana bakmaya başladım. “Hiçbiriniz bir yere gitmiyorsunuz. Mevlüt komutanın emriyle kimse alaydan çıkmıyor. Servet etleri hazırlat. Akşam mangal yapıyoruz.” Yemekhanede herkesten sesler bir anda yükselmişti. Fatih komutana bakıp “Komutanım siz hep mi doğsanız ya? Sizin doğum gününüz hep böyle bereketli mi geçer?” demişti. Kuzey komutan Fatih’in yorumuna gülmeden edememişti. Defin’e baktığımda sakince babasını izlediğini gördüm.

“Babamı tekrar böyle görmek çok güzel.” Senin gibi.. Defin’i izlerken Asya’ya yakalandım. Asya bana bakıp gülüyordu. “Ağrıların nasıl gidiyor asi?” Defin duraksayıp bakışlarını bana çevirdi. Defin’in bileklerinin ne kadar hassas olduğunu biliyordum. Küçüklüğünden beri bileklerini çok hızlı burkuyordu. Şu anlık işine, askeriyeye engel olmadığından emindim. “Arada bir ağrım artıyor.” İç çektim. Yaslandığım yerden çekilip üniformamın iç cebinden krem kutusunu çıkardım. Bu onun devamlı kullandığı ve bileklerinin ağrısını geçiren tek kremdi. Kremi tutarken tekrardan tezgaha yaslandım ve kremi ona uzattım. Defin ona uzattığım kreme baktı. Hala şaşırıyor olması beni güldürüyordu. “Hala hatırlıyor musun?” Gülümsedim. Asya hızlıca aramızdan çekilirken ona yaklaşıp fısıldadım. “Şaşırdığın nokta benim hatırlamam mı oldu yani asi?” Defin direkt karşısına bakıyordu. Yutkunduğunu gördüğümde gülümsemem iyice genişledi. “Senin hakkında hiçbir detayı unutmadım asi.” Bakışlarını benim dışımda herkeste tek tek dolaştırıyordu.

“Unutmadığım bir şey daha var.” Kulağının dibine yaklaştım. Nefesinin hızlandığını anlayabiliyordum. Bakışlarını yine bana çeviremiyordu. Gülümsedim. “Heyecanlandığında gözlerini asla bana çeviremediğin..”

🩺

Hava kararmıştı. Hepimiz bahçede bir yerlere dağılmıştık. Defne hemen yanımda kardeşi ile sohbet ediyordu. Barut elindeki köfte ekmekle bana doğru yaklaşıp yanıma oturdu. Mangalın başında üniforması ve önünde takılı olan beyaz önlüğü ile Mevlüt albay vardı. Akşam için epey bir hazırlık yaptırmış hatta Uğur’a kızı Nilay’ı alıp yanına getirmesini bile söylemişti.

“Deniz abla senin hamilelik de böyle rahat mıydı?” Deniz anne hemen bakışlarını kendi kızlarına çevirip tekrardan Ayda’ya baktı. “Ne rahatı kızım ya? Burnumdan getirdiler. Fazla hareketlilerdi.” Ayda’nın daha belli olmayan karnına bakıp elini yasladı. “Daha hareketlenmedi tabii seninki ama benim mide bulantım da çoktu. Neyse ki işime karışmadılar.” Ayda anlamamış olacaktı ki Deniz anne ona açıklamaya başladı. “Yani işte ben doğuma kadar ki erken geldiler, hastanede işime devam edebildim. O dönem asistandım, benim kızlar o yüzden koşturmaya dayanıklılar.” Defne başıyla annesini gösterip onaylamıştı. Gülüp onu sardım ve kendime çektim. Başından öperken Defne’nin kıkırdadığı kulaklarıma dolmuştu. “Senin dayanıklılığını yerim.”

“Lan haytalar ben doymadım az geldi bana diyen varsa gelin buraya.” Mevlüt albay elindeki kartonu sallıyordu. Defne’yi bırakmadan başımı biraz eğip sordum. “İster misin doydun mu?” Defne başını sağa sola sallarken barut timinin yegane üyeleri yavaş adımlarla albayın önüne dikildiler. Barut’a baktığımda arada Defin’e attığı o kaçamak bakışlardan birini yakaladım. Başımı Defne’nin yanında oturan Defin’e çevirdiğimde asla Barut’a bakmadığını fark ettim. Elimle Barut’u dürtüp göz kırptığımda başını yavaşça kaldırıp gülümsemişti. Demek ki işler yolunda..

“Valla ben alırım komutanım.” Gökhan ve Sarp arkalı önlü olarak mangalın önünde dizildiler. Arkalarında ise Fatih vardı. Servet de diğer mangalın başındaydı. Gökhan aldıktan sonra Sarp elindeki açtığı ekmeği ile bekliyordu. “Komutanım..” Mevlüt albay etleri kontrol ederken ona seslenen Sarp’a kısa bir şekilde “He.” demişti. “Ya ben eti görünce ekmeğimi yemeyi unuttum. İçine biraz daha alabilir miyim acaba?” Barut eliyle alnını ovuştururken biz gülmemizi bastırmaya çalışıyorduk. Mevlüt albay gülerek karşısındaki Sarp’a baktı. “Alırsın tabi Sarp, alırsın.” Maşayla iki üç köfteyi ekmeğin arasına yerleştirdi. Defne eliyle ağzını hafifçe kapatmış gülmesini bastırmaya çalışıyordu. “Teşekkür ederim komutanım.” Başını ekmekten kaldırıp Mevlüt albaya baktı. “Yalnız komutanım hakikaten ellerinize sağlık, çok güzel olmuş ya.” Mevlüt albay gülmeye başladığında yanımıza gelen Kuzey yarbay için ayağa kalkmaya hazırlandık. Oturduğumuz yerden biraz havalanırken Kuzey yarbay eliyle oturun emri vermişti. Sarp’ı gösterip “Eski kurdu övgülerle tavlıyor. Doğru yolda.” demişti. Hepimiz Sarp’la Mevlüt albayı izliyorduk.

“Komutanım, size bir şey diyebilir miyim?”

“Söyle.” Barut, Sarp’a dikkatle bakıyordu. “Hah yarbayım, Kerem bakın şimdi çam nasıl devrilir iyi izleyin.” Sarp aldığı gazla birlikte konuşmaya devam ediyordu. Dikkatimizi onlara verirken ekmeğimden bir lokma daha aldım. “Valla yüzbaşım herhalde bu sefer Mevlüt albayın üstüne devrilecek.” Defin’in de olaya dahil olması Barut’u ve Kuzey komutanımı aynı anda gülümsetmişti. “Hakikaten çok güzel yapmışsınız. Aynı annemin gibi, babam gelse ayırt edemez yani.” Sarp’ın boşboğaz olduğunu bütün alay biliyordu. Bizde Fatih, Bartu timinde Sarp demekti. Susmaları gerektiği yeri bilmiyorlardı. Kuzey komutanım olduğu yerde gülmeye başladığında bizde gülmeye başladık. Sarp şu anda da susması gerektiği yeri bilmiyordu. “İnce ince soğanları doğrardı. İçine ekmek atardı.” Defne de Sarp’ın albaya köfte tarifi vermesine daha fazla dayanamamış ve gülmeye başlamıştı. “Vallahi billahi iki saattir size bakıyorum da..” İşte geliyor. Artık çoktan susması gereken sınırı aştı. “Aynı anacığım ya.” Mevlüt albayın son ana kadar gülen ifadesi bir anda donup kalmıştı. Adam neye uğradığını şaşırmıştı resmen. “Anacığın mı?”

Sarp en son cümlesinde sıçtığını Mevlüt albayın değişen ifadesi ile sonunda idrak edebilmişti. Ama geç kaldı. “Yok komutanım..” Sıvama işlemi başlatılıyor. “Lezzet olarak. Tip olarak değil.” İşlem başarılı. Mevlüt albayın yüzüne yeniden bir gülümseme yerleşiyordu. “Yoksa bu kıyafetle aynı anneanneme benzemişsiniz.” Mevlüt albay tekrardan yüzüne yerleşen sinirli ifadesi ile Sarp’ı önünden kovdu. Kuzey komutanla birlikte üçümüzde gülmeye başladık. “Yürü git lan. Köfteni başka yerde ye köftehor.” Sarp neye uğradığını şaşırmıştı. “Git köfteni binanın arkasında ye.” Defne başını göğsüme yaslamış Sarp’a gülüyordu. Sarp’a baktığımda elindeki ekmeği ile binanın arkasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

“Mevlüt albayım her şey için elinize sağlık da tatlımız yok mu?” Deniz anne özgüvenli bir şekilde sorusunu sormuştu. Kadının komutanmış, albaymış diye bi çekincesi yoktu. Mevlüt albay bakışlarını Deniz anneme çevirdi. “Olmaz olur mu? Özel olarak aldırdım. Dedim benim yıllardır görmediğim askerim doğmuş. Kucağında bıcır bıcır tuttuğu kızları eşek kadar olmuş. Deli gelinimiz de burda. Bir revanimiz var bi de.. Neydi lan onun adı?” Servet albayın sorusunu yanıtladı. “Sütlü nuriye komutanım.” Albay adını hatırlamış gibi tekrardan Deniz anneye döndü. “Heh ondanımız var bide.”

“Komutanım..” Mevlüt albay Gökhan’a dönüp “He?” dedi. Gökhan tepsisiyle gelen tatlılara bakıp konuşmaya başladı. “Bu tatlı isimleri niye böyle garip oluyor? Nuriye, Safiye falan?” Barut derin nefes alıp bakışlarını yere çevirdi. “Nasıl oluyor lan?”

“Böyle bi iç gıcıklayıcı, böyle tuhaf..” Barut eliyle başını ovuşturdu. İşte bunu biliyorum neden bu dangalaklar benim timimde duruşu bu. Hamza da konuya dahil olup “Hanım göbeği?” demişti. “Şeker, şeker değil mi dayıoğlu o?” Emirhan, Ali’nin sorusunu anında “Tatlısı da var.” diyerek yanıtlamıştı. Hamza ayakta beklediği yerden “Bülbül yuvası..” diyerek konuya dahil oldu.

“Şıllık tatlısı da var.” Fatih’in söylediği tatlı ile uzağımızda oturan Sarp “Allah allah onunda mı tatlısını yaptılar?” diyerek sordu. Murat Sarp’ı yanıtsız bırakmadı. “Var.”

“Hem de pek güzel oluyor.” Mevlüt albay elindeki maşa ile bize baktı. “Kuzey.” Kuzey komutanımın bakışları anında Mevlüt albaya döndü. “Al bak adamlarına. Görüyorsun dimi adamlarını. Tanı, boş muhabbet, geyik gevezelik dedin mi aha böyle oluyorlar.” Kuzey komutan timini ezbere biliyormuş gibi oturduğu yerde albaya bakmaya devam etti. “Zaten öyle olmaz mı komutanım.”

“Komutanım artık revaniye dalsak mı ya?”

“Kim tutuyor sizi gelin yiyin.” Timden birkaç kişi kalkıp revaniden yemeye başladı. Deniz anne bir kaba Denef ve Ali için yemek ayırmıştı. Ali’ler çocuklar iyice yorulduğu için Defne’nin evine geçmişlerdi.

Defne’yi kolumun altından çekip ayağa kalktım. Elimi uzattığımda Defne başını kaldırıp bana baktı. Ne yapacağımızı gayet iyi biliyordu. Gülümseyip elimi tuttu ve ayağa kalktı. Onun elini tutarken arkaya doğru ilerlemeye başladım. Üniformamın cebindeki anahtarla arabayı açtım. Bagajı açıp örtüyü aldım ve Defne’nin oturmasını bekledim. Defne bagaja otururken bende onun yanına oturdum ve örtüyü bacaklarına örttüm. Arka koltuğa yaslanıp Defne’yi kolumun altına aldım. Defne göğsüme iyice yerleşirken onun yerleşmesini sağlayıp saçlarını okşadım. “Neden asker oldun?” Defne’nin bu sorusunu beklemiyordum. Neden asker oldum..

“Yıllar önce ben köydeyken.. Bir olay olmuştu. Beni çok etkileyen bir olaydı, on yaşındaydım sanırım. Haberlere çıkmıştı. Şırnak’ta koskoca bir tim şehit düşmüştü. Beş asker şehit, biri de yaralı. O olaydan sonra çok düşündüm. Ben burada otururken onların orada şehit düşmesi beni üzmüştü.” Defne sessizce göğsümde duruyordu. Bunu beklemediğini anlamıştım. Onu sıkıca sarıp saçlarını okşadım. “Elbruz.. Babamla annem gibi olmayacağız dimi?” Korkusu sesine vurmaya başlamıştı. Defne’nin saçlarını okşamaya devam ettim, başına bir öpücük kondurdum. “Defne korkularını anlayabiliyorum ama korkma. En yakın zamanda düğünümüzü de yapacağız. Beraber bir ömür geçireceğiz.” Defne belime sıkıca sarılıydı. Kolunu sıvazlayıp okşadım. “Üşümüyorsun değil mi?” Başını salladı.

“Önce Gerard’dan kurtulacağız. Önce ondan kurtulmalıyız ki düğünümüzü rahatça yapalım. Sonra bir balayı.. Sahi Defne?” Biraz geri çekildim. Defne benim geri çekilmemle başını göğsümden kaldırıp baktı. “Gerard denilen herife neden sen pansuman yaptın ve konuştun?” Defne sakince oturduğu yerde dikleşti. Bana bakıp düşünmeye başladı. “Konuştum.. Öyle ajana falan da benzemiyordu.” Kaşlarımı çatıp ona baktım. Sanki çok fazla ajan görmüş gibi özgüvenle konuşuyordu. “Ajan neye benziyor Defne’m?” Defne oturduğu yerde dudaklarını büzüp kendini anlatmaya çalıştı ama aklındaki cümleleri tamamlayamadığı belliydi. Büzdüğü dudaklarına bakıp bende dudaklarımı büzdüm. Dudaklarımı büzerek ona yaklaştım ve dudaklarından öptüm. Defne gözlerini kapatıp üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emmeye başladı. Elimi onun boynuna sarıp onu kendime çektim. Bir süre sonra Defne soluk soluğa kalmış bir şekilde çekilmişti. Onun dudaklarını okşayıp gülümsedim. “Defne’m..” Yüzünü dikkatlice izlemeye başladım. Defne titrek bir nefes alıp gözlerini araladı. Mavi gözleri gözlerimin içine bakıyordu.

“Komutanım.” Cemil’in sesi ile Defne’den ayrılmak zorunda kaldım. Bagajdan inip kapının arkasında bekleyen Cemil’e baktım. “Söyle Cemil.”

“Komutanım Kuzey komutanım çağırıyor. Bir gelişme olmuş.” Defne’ye bakıp arabanın anahtarını ona verdim. Bu kısaca sen ortalığı toparla demekti. Cemil’le birlikte harekât merkezine ilerlemeye başladım. “Başka bir şey söyledi mi?” Cemil başını sağa sola salladı. Şifreyi girip açılan kapıdan içeri girdim. Çoktan Barut ve Kuzey komutan yerlerini almıştı. Selam verip oturdum. “Komutanım ne oldu?”

“Gerard’ın yanındaki unsurlarımızdan teyitli bir bilgi aldık. Gerard’ın planladığı bütün planlarda başarısız olduğu duyuldu.” Barut komutana doğru baktı. “Bu durumda şirket onun infazını onaylayacaktır.” Kuzey komutan da başıyla Barut’u onayladı. “Vahir’i de alabiliriz o zaman.” Kuzey komutan bu sefer beni onaylamıştı. Ellerini masaya yaslayıp konuşmaya başladı.

“Gerard ölecektir. Asıl sorumuz şu. Yerine kim geçecek?”

Bölüm sonu.

Geçen hafta yeni bölümü paylaşamadım kusura bakmayın. Mezuniyet, ödevler, finaller derken anca yazabildim ve paylaşıyorum. Bugün de kep törenim var. Siz bölümü okurken bende hazırlanmaya kaçayım. Haftaya da bir hafta aksama olabilir çünkü o hafta da komple finallerim var. İnşallah finallerden sonra beraberiz, öyle düşünelim şimdilik. Tekrardan affınıza sığınıyorum ve kaçıyorum.

Öpüldünüz, haftaya Cuma görüşürüz. İyi okumalar.

39. Bölüm

Hakkari’ye de bahar çoktan gelmeye başlamıştı. Güneş yeni yeni yatak odamı aydınlatıyordu. Bugün ikimizde izinli olduğumuz için rahat rahat uyuyorduk. Daha doğrusu ben uyanmıştım ama Elbruz yanımda yastığa gömülmüş uyuyordu. Sağ kolu yastığın altındaydı, sol kolu ise benim belimi sıkıca sarmıştı. Bütün gece saçlarımın arasında nefeslerini hissetmiştim. Şimdi ise uyandıktan sonra ona döndüm ve onu uyurken izlemeye başladım. Yanağını okşamaya başladığımda Elbruz gülümsemişti. Beni daha sıkı sardığında nefesimi kesmesi bir olmuştu. Gözlerini araladığında o uykulu çelik mavisi gözleri gördüm. Bu adamın gözlerini seviyorum. Gözleri, bakışları beni kendine çekiyordu. Elbruz beni kendine çekiyordu. “Günaydın sevgilim..”

Elbruz gülümsemeye devam ediyordu. Başını kaldırıp alnıma bir öpücük kondurmuştu. “Günaydın güzelim.” Derin sesi içimi titretiyordu. Elbruz beni baştan aşağı titretiyordu zaten. Heybetiyle, bakışlarıyla, dokunuşuyla, sevişiyle beni benden alıyordu. Elbruz beni kollarından ayırmadan belimdeki elini çekip gerindi. Ben onu izlerken Elbruz gözünü ovuşturdu. Göğsüne vurup kalktım. “Hadi koca adam kalkıp kahvaltı yapalım.” Kalktım pijamamın önü biraz açılmıştı. Sandalyenin üstündeki sütyenimi aldım ve gömleğimi çıkardım. Ben sütyenimi giyerken Elbruz arkama geçip kopçamı takmıştı. Ben pijamamın gömleğini giyip önünü iliklerken beraber odadan çıkıp mutfağa ilerledim.

Mutfağa geçtiğimde camı açıp temiz havayı içime çektim. Elbruz da mutfağa girip dolabı açtı. Dolaptan kahvaltılıkları çıkarmaya başladı. “Bugün artık düğünümüz için hazırlıklara başlayalım. Bana geçelim, evimiz için eksiklere bakalım.” Onun evini kendi evimiz yapacaktık. Evde neler yapılabilir, ne eksikler var diye bakacaktık. Elbruz’u onaylayıp dolaptan çıkardığım yumurtaları pişirmeye başladım. Elbruz sofrayı hazırlarken bende çayı hazırlamaya başladım. Bütün her şeyi hazırladığımızda Elbruz oturdu. Çayını doldurup karşısına yerleştim. “Yeni mobilya almamıza gerek var mı?” Elbruz ağzına attığı zeytinin çekirdeğini çıkarırken bende çatalımı bıraktım. “Hayır bence gerek yok. Hem burada ne kadar rahat mobilya bulabiliriz ki?” Elbruz onaylamıştı. Burada istediğimiz gibi bir mobilya bulmak çok zordu. Hatta ev aletlerini bile istediğimiz gibi bulmamıza engel olabilirdi. “Çanakkale’den ya da bizimkilerle hallederiz onu. Konya’dan kargoyla yollarlar.” Elbruz’u başımla onayladım.

“Nikah için de tarih belirlesek iyi olur gibi Elbruz.” Elbruz kahvaltısına devam ederken bende onunla beraber kahvaltıma devam ettim. “Yaza denk getirmek mantıklı, düğünü Çanakkale’de yaptıktan sonra nikahı da orada yapabiliriz. Temmuz?” Elbruz’un bu dediklerini düşünüp aklımda tarttım. Mantıklıydı. Başımla onu onayladım. “Temmuz iyi bir fikir.” Önümüzde tahmini üç ayımız vardı. Bütün hazırlıkları tamamlayabilir miydik bilmiyorum ama bunun bizim için çok bir önemi yoktu. Tek isteğimiz, hayatımızı birleştirmek.

Kahvaltımızı bitirdikten sonra Elbruz mutfağı toplamama izin vermeden elimdeki bardağı almıştı. “Sen geç hazırlan. Burayı ben hallederim.” Yanağından öpüp odaya geçtim. Yatağı toparlayıp üstümü giyindim. Ben yatak odamda makyajımı yaparken Elbruz mutfağı toparlıyordu. Makineyi doldurduğunu duyabiliyorum. Nişanımızda takılan takıları güvenli bir yere koyduktan sonra odamdan çıktım. “Sevgilim..” Elbruz mutfaktan başını çıkarıp bana baktı. Beni gözleriyle süzdükten sonra gülümsemişti. Kendi etrafımda dönüp ona göz kırptım. “Yine göz kamaştırıyorsun güzellik.”

“He he. Bir kızın olsun beni nasıl unutuyorsun göreceğim ben seni.” Elbruz ellerini belime sarıp beni kendine çekmişti. Onun kollarına sarılıp gülümsedim. “Hadi çıkıyoruz.” Ceketimi giyip dışarı çıktıktan sonra Elbruz’un çıkmasını bekledim. O da çıktıktan sonra kapıyı kapatıp kilitledim. Ben kapıyı kilitlerken Elbruz asansörü çağırmıştı. Beraber onun dairesine girdiğimizde ilk işim camları açmak olmuştu. Ev birkaç gündür kapalı olduğu için havasız kalmıştı. Elbruz önce ceketini ardından da tek eliyle tişörtünü çıkarmıştı. Elindeki tişörtü buruşturup eline sıkıştırmıştı. “Ben duşa giriyorum. Katılmak ister misin?” Arsız arsız gülüyordu. Onun bu teklifine güldüm. “Sen gir benim kıyafetim yok.” Elbruz başını boynuma gömerken belimi sarıp mırıldandı. “Benden giyinirsin olmaz mı?”

“Olurdu ama şu an işimiz var o yüzden sen gir sevgilim.” Elbruz başını geri çekti ve banyoya ilerledi. Ben odalara bakmaya başlamıştım. Neyse ki evi tam benim tarzım bir evdi. Bizim zevklerimiz çok benziyordu. “Çok masraf yapmayacağız neyse ki.” Mutfağa ilerlediğimde mutfaktaki küçük ev aletlerine baktım. Birkaç şey dışında hiçbir eksiği yoktu.

Elbruz banyodan çıkmıştı. Kapının sesini duyabiliyordum. “Baktın mı güzelim?” Duyduğum kalın, derin sesle Elbruz’a döndüm. Mutfağın pervazına yaslanmıştı. Sadece belinde havlu vardı. Islak saçları kıvır kıvırdı. Bende bedenimi tezgaha yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. “Baktım. Çok fazla eksik yok gibi.” Onun saçlarını gösterdim. “Saçlarını kurutmayacak mısın?” Elbruz gülümsedi. Yaklaşıp beni kucağına aldığında bacaklarımı beline doladım. Banyoya girdiğimizde beni lavaboya oturtmuştu. Dolaptan fön makinesini çıkarıp elime tutuşturdu. Fön makinesini fişe takıp çalıştırdığımda Elbruz iki elini hemen yanıma sabitleyip bana doğru eğilmişti. Ben onun saçlarını kuruturken o beni büyük bir sabırla bekliyordu.

Kurutmayı bitirdiğimde makineyi kapatıp yanağından öptüm. “Bir an önce resmi olarak da evlenebilir miyiz?” Güldüm. “Neden?” Elbruz üzerime doğru eğilip saçlarımın arasına bir öpücük kondurmuştu. “Senden ayrı uyumak istemiyorum artık Defne. Ellerim yanaklarına yerleştiğinde yeni traş olmuş yüzünde kaymıştı. Sakallı halini çok görmesem de en sevdiğim hali kesinlikle sakallı haliydi. Normalde erkekte sakalı sevmezdim ama Elbruz her konuda olduğu gibi bu konuda da tabularımı yıkmıştı.

“Dağda olduğunda ne yapacaksın sen?” Yanağımdan öptü. Anında gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya odaklandım. “Senin hayalini kuracağım.” Burnumun ucuna bir öpücük daha kondurdu. “Kollarımın arasındaymışsın gibi düşüneceğim.” Dudağımın kenarından öptü. “Sonra sana geleceğim.” Bir süre beklesem de o istediğim öpücük gelmemişti. Gözlerimi yavaşça aralayıp ona baktım. Sırıtarak bana bakıyordu. Bakışları tekrar dudaklarıma düştüğünde onu izlemeye devam ettim. Bana yaklaştığında gözlerim istemsiz kapanmıştı. Aramızdaki çekim devreye girmiş beni komple onun ellerine bırakmıştı. “Sana bakacağım. Kucağıma alıp bütün gece ya da gündüz oradan ayrılmamanı sağlayacağım.” Dudaklarımda hissettiğim dolgun dudakları ile yutkundum. Ellerimi yanaklarına yerleştirip ona karşılık vermeye başladım.

Oturma odasından gelen telefon sesi aramıza girmeyi başarmıştı. Elbruz geri çekildiğinde sinirli olduğunu nefes alışverişlerinden anlayabiliyordum. Gözlerimi açmaya cesaret edemedim. “Sikeyim telefonunu da..” Nefesi giderek benden uzaklaşmıştı. Gözlerimi açtığımda Elbruz’un olduğu bacak aram boştu. Lavabodan inip banyoyu toparladım. Banyodan çıkıp oturma odasına ilerlerken Elbruz’un keskin sesi geliyordu. “Emredersiniz komutanım.” Kapının pervazına yaslanıp onu izlemeye başladım. Sağ elini beline yerleştirmişti. Kaslı vücudu süzülmeye, saatlerce izlenmeye değerdi. Telefonu kapatıp koltuğa fırlatırken bana dönüp bakmıştı. “Dur tahmin edeyim, gitmen gerekiyor. Çünkü babam çağırdı.”

Elbruz çaresizce başını sağa sola sallamıştı. İçinden babama küfürler ettiğine emindim. Hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçip odasına ilerlemeye başladı. “Giyinmem gerekiyor.” Gülmemi bastırmaya çalışıyordum. “Gülme doktor.” Zar zor gülmemi bastırıp kendimi biraz geriye attım. Onun odasına bakarken “Beni de hastaneye atar mısın?” İlk başta cevap gelmemişti. Ben yeniden seslenmeye hazırlanırken yatak odasından kalın sesi yükseldi. “Giy ceketini!” Koltuğun üstüne bıraktığım ceketimi giyip eve girer girmez açtığım camları tek tek kapattım. Arkamı döndüğümde Elbruz çoktan kapıda beni bekliyordu. Giydiği siyah kotu bacaklarını ön plana çıkarmıştı. Siyah tişörtünden belli olan kol kasları ben buradayım diyordu resmen. Yutkundum. Botlarımı giyip evden çıktım. Elbruz ceketini giyip çıktı ve kapıyı kilitledi.

Arabaya bindiğimizde hala sinirli olduğu belliydi. Kendi kendine mırıldanıyordu. Ne dediğini anlamasam da üstüne çok düşmemiştim. “Anlamıyorum izinli değil miyiz biz ya? Eğitim yapacakmışız.” Güldüm. Babam normale dönen hayatımızda Elbruz’la uğraşmaya başlamıştı. Ona güvense de sevse de onunla uğraşıyordu. “Kolay gelsin. Babam sizin canınıza okuyacak demek ki bugün.” Omuz silkti. “Ali’ye Denef’i verirken bile canına okumuş, belli şartlar sunmuştu. Ali, Denef’i babamdan uzaklaştıramadı. Dövüş eğitimi altında Ali’yi mahvettiydi.” Elbruz tekrardan omuz silkti. Bana bakıp elimi kavradı. “Ben aldım. Ayrıca almam için arkamda duran da babandı. Dini nikahımızı bile kıydırttı.” Göz kırptı.

Doğru babam beni elleriyle ona vermişti ama bu.. Babamın canını yakacağı da kaçınılmaz bir gerçekti.

🩺

“Bebeğiniz gayet sağlıklı. İki aylık.” Heyecanlıydık. Hakan’da bende ilk kez deneyimleyeceğimiz bu şey tam olarak bir mucizeydi. Hakan da bende ebeveyn olacağımız için gergindik. Gözlerimi cihazdan ayıramıyordum. Küçücüktü. Bize nerede olduğunu doktor göstermişti. Hakan hemen yanımda elimi tutuyordu. “Bulantıların var mı?” Bakışlarımı cihazdan çevirip doktora baktım. “Hayır. Öyle çok bulantım olmadı benim.”

Doktor bana bakarken gülümsüyordu. “Çok şanslısın o zaman. Çoğu kadın bulantılarından yataktan bile kımıldayamayabiliyor.” Hakan doktora bakıp dimdik bir hale geldi. “Asker benim karım. O kadar kolay yataklara düşmez.” Onun bu dediği doktoru da beni de güldürdü. Hakan yanımda gururlu bir şekilde bana bakıyordu. Doktor eşime gülerken cihazı çekti ve bende karnımdaki jeli temizleyip kalktım. Doktor kendi masasına geçmişti. Hakan ile beraber doktorun masasının önündeki sandalyelere oturduk. “Bir süre beslenmene dikkat etmek zorundasın. Görevlerinin ağır olduğunu düşünerek sana diyebileceğim tek bir şey var. Bir süre geri görevde durmanı öneririm.”

“Bende dedim de dinlemiyor doktor hanım.” Hakan’a ters ters baktım. Bugünlerde Hakan’la asıl kavgamız bu konuydu. Görevlerde geri durmamı söyleyip, görev sırasında bile beni geride tutmaya çalışıyordu. Ben ise bu konuda tam tersini düşünüyorum. Göreve gidebilirim aynı anda da bebeğimi koruyabilirim. “Asker, polis gibi biraz daha tehlikeli görevlerde düşük yapma ihtimalin yüksek olabilir. Bunun sizin ilk bebeğiniz olduğunu biliyorum. O yüzden bunu senin için söylüyorum.” Sıkıntılı bir nefesi içime çekip doktora gülümsedim. “Yeterince dikkat ediyorum.” Doktor çaresiz bir şekilde beni onaylamak zorunda kalmıştı. Tekrardan önündeki dosyaya döndü. Yanımdan gelen derin nefes alışının Hakan’a olduğunu biliyordum. Sessiz kalıp göz devirdim. “Bunun dışında beslenmen için de bir liste vereceğim. Listeye uymaya çalış olur mu?” Doktoru başımı sallayarak onayladım. Bir liste çıkardığında listeyi bana uzattı.

Listemi de alıp Hakan’la beraber kalktık. Doktorun elini sıktım. Beraber hastaneden çıktık. Listeyi katlayıp çantamın içine attım. Hakan elimi sıkıca tutuyordu. Alaya doğru gidiyorduk. “Bebek için bir şeyler bakmalıyız. Ankara’ya mı gitsek günübirlik?” Hakan’ın bu halleri hoşuma gidiyordu. Baba olacağını anladığı andan beri heyecanlıydı. Ama iki aylık bebeğimiz için henüz bir şey almamız tamamen saçmalıktı. Ona bakıp gülümsedim. “Saçmalama Hakan daha küçücük bebek için ne alışverişi?”

“Şöyle düşün Ayda’m eğer olurda ben görevde olursam hazırlıksız gelmesin bebeğimiz. Birlikte olduğumuz her an bebeğimiz için bir şeyler almak istiyorum.” Gülümsedim. Aslında haklıydı. Göreve çıkmadığımız sürece beraber vakit geçiremiyorduk. Şimdi ise benim göreve çıkmam da kısıtlanacaktı. Hakan’a bakıp gözlerimi büyüttüm. Bakışları bana döndüğünde gülümsedi. Tabii ki bu bakışımın ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Son iki haftadır tuhaf bir biçimde fazla yiyordum. “Anladım. Rotamız restorana çevriliyor Ayda hanım.” Yemek yemek için bir yere girdiğimizde onunla beraber oturdum. “Ne yemek istersin?”

“Kebap? Kebap güzel olabilir.” Hakan garsonu çağırıp siparişleri verdi. Biz yemeğimizi beklerken Hakan elimi tutup ufak bir öpücük kondurdu. Masadaki suyu açıp yudumlayışını izledim. Suyu bana uzattığında şişeyi alıp yudumladım. “Bir ara izin alalım da beşik bakmaya çıkalım.” Hakan başıyla onayladı. Karnımdaki bebek ikimizin bebeğiydi. Hakan’la aynı timde göreve başlayalı dört yıl olmuştu ve o dönemki halimize bakılırsa bu halimiz oldukça tuhaf geliyordu. Resmiyet korkumuzdan kaç sene birbirimize açılamamıştık. Şimdi ise evliydik ve bir bebeğimiz olacaktı. Hakan telefonunu çıkarıp internetten alışveriş yapmak için bir siteye girdi. Bebek odası takımlarına baktığına adım gibi emindim. Nitekim telefonunu bana çevirdiğinde karşımda ahşap bir bebek odası takımı vardı. “Renkli bir şey mi seçseydik? Ne bileyim ahşap çok renksiz gibi geldi.” Hakan telefonunu çevirip ekranı kaydırmaya başladı. Birkaç kez daha kaydırdıktan sonra telefonu tekrardan bana çevirdi. Beyaz bebek odası takımı dikkatimi çekmişti, hoşuma gitmişti. “Bak bunu sevdim.” Gülümsedi. Siparişler geldiğinde sakince yerleştirmelerini bekledik.

Hakan telefonunu geri kendine çevirdi. “O zaman ben siparişi veriyorum.” Hakan beşiğin siparişini vermeye karar vermişti. Mis gibi yemek kokusunu içime çekip çatalımı aldım. Ben direkt yemeğe odaklanırken Hakan benim bu halimi gülerek izliyordu. Sessizce yemeğimi yemeye başladım. “Bebeğimiz için güzel bir bebek odasın takımı da sipariş ettiğimize göre.. Sırada cinsiyet öğreneceğimiz ana kadar birkaç kıyafet almakta..” Bebeğimizin ilk alışverişini de yapmıştık.

🩺

“Ben Uğur komutanıma laf söyleyen dilimi sikeyim.” Yemekhaneye girdiğimde Fatih akşam yemeğini hazırlığındaydı. Ellerimi arkamda birleştirip ayağa kalkan askerlere elimle oturmalarını işaret ettim. Fatih’in arkasına dikilip onu dinlemeye başladım. “Çenem sikileydi de laf dahi etmeyeydim.” Başımı salladım. İt herif hala akıllanmamış ve konuşuyordu. Patatesleri doğru düzgün soymuyordu. Derin bir nefes alıp kafasına vurdum.

“Lan!” Fatih ayaklanıp arkasını döndü. Beni gördüğü gibi lan lafını yutmuştu. “K-Komutanım..” Bıçağı saklayıp yutkundu. “Kolay gelsin Fatih.” Sessizce bana bakıp başıyla onayladı. “Sağ olun komutanım.”

“Yemekten sonra on tur koşu.” Fatih’e sırıtarak onu izlemeye devam ettim. “Emredersiniz komutanım!”

Yemekhaneden çıkıp koridorda yürümeye başladım. Karşımdan gelen Nilay’a bakıp gülümsedim. Beremi elime birkaç kere vurup Nilay’a yaklaştım. “Mevlüt albayıma mı geldin?” Nilay bana bakıp gülümseyip yaklaştı ve saçlarının ucuyla oynamaya başladı. “Hm hm.. Ama seni de görmem gerekiyor.” Ellerimi kemerime yaslayıp kaşlarımı kaldırdım. “Demek beni de görmen gerekiyor? Nedenmiş?” Nilay sarı saçlarını geriye itip en sevdiğim bakışlarıyla bana bakıyordu. Yaklaşıp saçlarının ucuyla oynamaya başladım. “Çünkü babam da seni görmek istiyor.” Nilay’ın saçlarını oynayan parmaklarım durdu.

Benim vurulduğum gün albay Mevlüt’ün her şeyi öğrendiğini söylemişlerdi ama Mevlüt albay benimle bir kere konuşmuştu. Bir daha da benimle konuşmamıştı. İlişkimiz konusunda da tuhaf bir biçimde rahattı. Ben, beni süründüreceğini düşünmüştüm. Nilay benim duraksadığımı fark ettiği gibi sırıttı. “Ne o korktun mu babam seni de çağırdı diye?” Derin bir nefes alıp durduğum yerde dikleştim. “Korkmadım güzelim. Sadece şaşırdım.”

Nilay gülümseyerek yanımdan geçti ve babasının odasına ilerlemeye devam etti. Biraz ilerledikten sonra köşeyi dönmeden durup tekrardan bana döndü. İşaret parmağıyla beni gösterip gelmem için elini salladı. Başımı sallayıp albayın odasına doğru ilerledim. Koridoru takip ederken ister istemez gerildim. Koridorun sonunda sola döndüğümde sağ kolumda kalan albayın odasının kapısında durdum. Derin bir nefes alıp Nilay’ın arkasından odaya girdim.

Albay’a selam durup “Komutanım.” dedim. Mevlüt albay önce Nilay’a sonra bana bakmıştı. “Babacığım..” Nilay gülümseyerek Mevlüt albaya sarıldı. Nilay’ın Mevlüt albaya olan sevgisini biliyordum. Sessizce beklemeye başladım. Benim ardımdan çok geçmeden kapı çalmıştı. “Gir.”

Kuzey yarbay odaya girdiğinde selam verip beklemeye devam ettim. “Geç Kuzey, otur.” Kuzey yarbay masanın hemen yanındaki sandalyeye oturdu. “Nilay ne kadar büyümüş komutanım.” Mevlüt albay Nilay’a bakıp gülümsedi. Başıyla Kuzey yarbayı onayladı. “En son gördüğümde daha küçücük kızdı. Hastalığı ne durumda?” Nilay masanın hemen yanında Kuzey yarbaya bakıyordu. Kuzey yarbaya şaşkın şaşkın bakıyordu. Büyükçe açtığı yeşil gözleri ister istemez beni gülümsetti. “Hastalığımı bildiğinizi bilmiyordum.”

Kuzey komutan gülümsedi. Elindeki dosyayı Mevlüt albayın önüne koyup arkasına rahatça yaslandı. “Sekiz yaşındaydın sanırım ameliyat olduğunda. Mevlüt albay o dönem binbaşıydı ve bir süre bizimle görevdeydi. O gün az daha ölüyordun ameliyatta.” Mevlüt albay sanırım o anları hatırlamıştı. Kalemini alıp dosyayı incelemeye başladı. Ama dosyayı inceleyen bakışlarında burukluğu görülüyordu. Gözleri dolmuştu bile. Nilay kalp yetmezliği rahatsızlığına sahipti. Bana söylediğine göre de kalp nakli bile olmuştu. Kuzey yarbayın bahsettiği de bu ameliyat olmalıydı.

“Benim kızlarla lojman parkında kavga ederdiniz. Yaşıttınız, çok az gelirlerdi ama geldiklerinde de parkta kavga ederdiniz.” Nilay Defne’den büyüktü. Kuzey komutan aklına gelen anıyla gülmeye başlamıştı. “Defin sana vurmasın diye seni sakınmaktan yorulmuştuk. Defin de çok sağlam değildi ama senin kalbin daha önemliydi.” Mevlüt albay da dayanamayıp gülmüştü. Nilay’ın bir şey hatırlamadığı belliydi. Sessizce bakışları babasıyla, Kuzey komutan arasında dolanıyordu. Kuzey komutanın bakışları bana döndüğünde bakışlarımı Nilay’dan çektim. “Komutanım, Uğur’un cezasını kestiniz mi?” Yutkundum. Mevlüt albayla hastanede ben yatarken konuşmuştuk aslında.

“Ben konuştum onunla da kızımı oyalayıp oyalamadığını çözemedim.” Başımı kaldırıp şaşkın şaşkın Mevlüt albaya baktım. Kendimi açıklamak için yutkundum Mevlüt albaya izin ister gibi baktım. Mevlüt albay beni onayladığında ağzımı açtım. “Komutanım aslında ben..” Üniformamın cebindeki yüzük kutusunu cebimden çıkardığımda Mevlüt albay şaşkınlıkla yüzüme baktı. Bakışlarımı Nilay’a çevirdiğimde Nilay’ın yeşil gözleri kocaman açılmıştı. Beklemediği kesindi.

“Hahaha..” Ortamda yankılanan kahkaha sesi Kuzey komutandan gelmişti. Kuzey komutanım oturduğu yerde kahkahalarla gülüyordu. “Sok lan onu cebine.” Sessizce sağ elimde tuttuğum yüzük kutusunu indirdim. Sessizce yutkundum. Kuzey komutan eliyle bacağını sıvazlayıp Mevlüt albaya baktı. “Komutanım, kusura bakmayın gülüyorum ama aklıma Elbruz’un hali aklıma geldi.” Gülmeye devam ediyordu. Sessizce onlara bakıp gözlerimi Nilay’a çevirdim. O da sessizce izliyordu. “Elbruz Defne’ye evlenme teklifi edeceğinde benim kızlara sormuş. Nasıl yüzük alacağını falan. O aklıma geldi.”

“Ne ara aldın lan onu?” Nilay’ın meraklı bakışlarını gördüğümde gülümsemeden edemedim. Ne zaman aldığımı merak ettiği belliydi.

“Komutanım hep beraber kahvaltıya gidiyoruz değil mi?” Kerem komutana baktım. Timin en arkasında yürüyordum. Sessizce ilerlemeye devam ettim. “Komutanım kahvaltı için mekanı ayarladınız değil mi?

“Fatih sus da yürü lan.” Timle kahvaltıdan sonra kaçıp Nilay’ı görmeye gitsem iyi olacak. “Uğur komutanım biz kahvaltıdan sonra hamama gideceğiz. Siz de gelmek ister misiniz?” Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Çarşının içindeki mekana ilerlerken dikkatimi çeken bir dükkanın önünde durdum. Vitrinde gördüğüm tek taş oldukça dikkatimi çekmişti.

“Uğur?” Kerem komutanın sesini duyduğumda gözlerimi vitrinden çekip Kerem komutana baktım. “Kahvaltıya gelmiyor musun?” Sessizce gözlerimi çekmeden yanıtladım. “Geliyorum komutanım. Bir işim var. Onu halledip geliyorum.” Tim önden ilerlemeye başladığında tekrardan vitrindeki yüzüğe baktım. Yüzüğü gördüğüm anda Nilay gözümün önüne gelmişti. Ona kesinlikle çok yakışacaktı. Gülümsedim.

“Selamın aleyküm.” Ellerimi cebime yerleştirip kuyumcuya baktım. “Aleyküm selam.” Vitrini gösterdim. “Vitrindeki tek taşın fiyatını öğrenebilir miyim?” Adam vitrine yaklaşıp beğendiğim tek taşı çıkarıp benim önüme koymuştu. Tek taşı elime alıp daha yakından baktım. Nilay’a evlenme teklifi edeceğim yüzük kesinlikle buydu. Zarif parmaklarında oldukça zarif duracaktı. Daha tanışalı bir ay olmasına rağmen Nilay’la evleneceğim. Bunu o kadar net biliyordum ki.. Nilay benim kaderimdi.

“Bu yüzüğün fiyatı 30.000 lira.”

“Alacağım bunu. Paketler misiniz?” Zamanı geldiğinde Nilay’a vereceğim.

Alırken bahsettiğim zaman bu değildi. Kesinlikle bu değildi. Nilay’ın gülen gözlerini görüyordum. Utanmıştı ki bende utandım. Böyle yakalanmış olmak hiç hoş değildi. Kuzey komutan büyük bir keyifle ayaklandığında onun yüzünden yakalanmış olsam da tepki veremeyeceğim için saygıyla çıkmasını bekledim. Kuzey komutan çıktıktan sonra Mevlüt albay bana baktı. “Çık lan sende odadan. Haytaya bak. Gelmiş kızıma gözümün önünde yüzük çıkarıyor.” Başımla selam verip odadan çıktım. Beremi çıkarıp terimi sildim.

“Bu ne lan? Kan ter içinde kalmışsın.” Hakan komutanıma bakıp yutkundum. Başımı hafifçe yatırıp içeriyi gösterdim. “Ne bok yedin de Mevlüt albay çağırdı?” Derin bir nefes alıp cebimdeki yüzük kutusunu çıkardım. Hakan üsteğmen kocaman açtığı gözleriyle bana bakıyordu. Eliyle ağzını kapattı. “Oha! Lan sen albayın kızına evlenme teklifi mi yaptın?!” Hızlıca başımı sağa sola salladım. “Hayır komutanım hayır.” Beremi sıkıca tutarken Hakan komutanıma olan biteni anlatmaya başladım. “Mevlüt albay çağırdı. İşte biraz konuştular. Kuzey komutan geldi. Sen Nilay’ı oyalıyor musun diye ortaya soru attı. Bende toparlayayım derken boşluğuma denk geldi yüzüğü çıkardım.” Hakan komutanın kahkahası koridorda yankılanmaya başladı. “Komutanım.. Gülmeyin ama ya..” Hakan komutan hiç beni umursamadan gülüyordu.

Koridorun diğer ucunda bir hareketlilik vardı. Başımı çevirip baktığımda koridorun diğer ucunda elinde dosyayla Kerem komutan görünmüştü. Başını elindeki dosyadan kaldırmış ve bize bakmıştı. Tekrardan elindeki dosyaya dönüp kapattı. Dosyayı yanındaki Rahmi’ye verip bize doğru gelmeye başlamıştı. İşte bu alayın diline dolanacağımın kanıtıdır. Sessizce yanımıza yaklaşan Kerem komutana baktım. “Ne oluyor Hakan?” Hakan kahkahasını bastırmaya çalışırken eliyle beni gösterdi. “Komutanım..” Kahkaha atıyordu. Kerem komutanım bana bakıp beni gözleriyle süzmüştü. Elimdeki yüzük kutusunu gördüğünde kaşları çatılmıştı. Elimdeki kutuyu alıp açtığında Nilay için seçtiğim yüzüğü görmüştü. “Sen Mevlüt albayın kızı için yüzük mü aldın?” Komutanımın sorusunu anında başımı sallayıp onayladım. “Hayırlı olsun.”

“Sağ olun komutanım..” Kerem komutanım gülümseyip bana göz kırptı. “Ne zaman?” Umutsuz bir şekilde başımı eğdim. Ne demek istediğini elbette anlayabiliyordum. “Cenazem, değil mi komutanım?” Kerem komutanım benim çaresizliğime rağmen gülümsemeye devam etti. Kerem komutanım sırtıma hafif hafif vurdu. “Düğünün lan düğünün. O yüzüğü görmesine rağmen o odadan çıkabildiysen cenazen değil, düğünün var demektir.” Düğünüm.. Nilay’la benim evlenmeme izin verecek miydi? Komutanım sırtımı sıvazlarken “Dur oğlum heyecanlanma. Önce güzel bir evlilik teklifi yap. Gidelim isteyelim kızı.” Komutanıma bakıp gülümsedim. Ne kadar heyecanlanma dese de heyecanlanmıştım bir kere. “Dağılın hadi. Uğur sende git Fatih’in cezasını hallet ama iyi hallet.” Kerem komutanı onaylayıp koridorda ilerlemeye başladım.

Yemekhaneye girdiğimde yemekler hazırdı. Fatih’e bakıp sırıttım. “Yemekten yarım saat sonra spor salonunda ol.” Fatih bunun ne demek olduğunu biliyordu. Senin canına okuyacağım demekti. Önce yutkundu ardından bana bir cevap vermediğini hatırlamış olacaktı ki hazır ola geçti. “Emredersiniz komutanım.” Askerler yavaştan toparlanmaya başladığında Fatih askerlerin tabldotlarını doldurmaya başlamıştı. Komutanlar yavaş yavaş yemekhaneye gelmeye başladığında hepimiz ayağa kalkıp beklemeye başladık. Mevlüt albay önden girdi. Arkasından Kuzey yarbay, Kerem ve Altan yüzbaşı girdi. Onlar da yerine geçtiğinde hepimiz ayakta bekliyorduk. “Oturun.” Mevlüt albayın eliyle oturmamızı işaret ettiğinde askerlerle oturduk. “Başlayabilirsiniz.”

Yemeğimize başlayıp yavaş yavaş yemeye başladık. Bugün yemekte sulu patates, çorba ve yoğurt vardı. Hakan komutanım yemek yemiş olmalarına rağmen Ayda komutanıma yoğurt yedirmeye çalışıyordu. “Yoğurdunu bitir Ayda. Hatta bitir ki ikinciyi alalım.” Hakan komutanım, Ayda komutanımın yediklerini sıkıca denetliyordu. Hamza yemeğini yerken bakışlarını Hakan komutana çevirmişti. “Komutanım doktora gittiniz mi bugün?” Hakan komutanım başıyla onaylarken suyunu içip konuşmaya başladı. “Gittik. Maşallah çok iyi.” Ayda komutanım yoğurdunu yemeye devam ederken Hakan komutanımı başı ile onaylıyordu. Burak, başını kaldırıp Hakan komutanıma baktı. “Yeni evliydiniz değil mi komutanım?” Hakan başıyla onaylayıp gülümsedi. “Ayda komutanın da iki aylık hamile. İnşallah Kerem komutanımda yakında evlenecek, onlar da yakında çocuk haberi de gelir.” Burak time tek tek bakıp “Hepinizin sevgilileri var mı yani?” diye sormuştu. “Kerem komutanımı biliyorum, sizi de biliyorum. Uğur komutanım?” Mevlüt albayın bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Keskin bakışlarıyla bana bakıyordu. Az önce Nilay’la olan biten her şeyden sonra Burak’ın sorusu ile yutkundum. “Onun da var. Alırsın yakında haberini.”

Gözlerim etrafta Nilay’ı arasa da Mevlüt albayın onu çoktan postaladığını anlamıştım. Bende Nilay’ın burada yemesini istemezdim açıkçası. Hamza bana doğru eğilip fısıldadı. “Komutanım, Nilay yenge revirde Defne yenge ile yemek yiyor. Az önce Kerem komutanım Cemil ile ikisine yemek gönderdi.” Hamza’ya bakıp başımla onayladım. Sessizce yemeğimi yemeye devam ettim. Mevlüt albaya baktığımda çatık kaşlarıyla bana baktığını görüp tekrardan başımı yemeğime çevirdim. Yemeğimi bitirdikten sonra kalkıp revire ilerlemeye başladım. Revire yaklaştığımda Nilay’la Defne yengenin sesi geliyordu.

“Cebinde mi taşıyormuş yüzüğü?” Defne yengemin şaşkın sesini duymuştum. Herkesin yüzüğü cebimde taşımama şaşırması bana oldukça saçma geliyordu. “Ama biliyor musun? Seni ilk gördüğü anda eşi olacağını biliyormuş demek ki. Yoksa başka türlü yüzüğü direkt almazdı veya cebinde taşımazdı.” Gülümsedim Defne yenge haklıydı.

Okulun kapısını itip içeri girdim. Nilay öğretmen kapının önünde biriken karları kürüyordu. Karlar adımlarımın altında sıkışırken öğretmen hanım adım seslerimi duyup başını kaldırdı, bana baktı. Elindeki küreğe yaslanıp bana bakmaya devam etti. “Hoş geldiniz teğmenim.” Gülümseyip yanına yaklaştım. “Hoş bulduk öğretmen hanım. Yaralarım biraz iyileştikten sonra size teşekkür etmeye geldim.” Nilay hanım kaşlarını kaldırıp bana bakarken vücudumu süzmüştü.

“Yaralarınız daha iyi demek ki.” Onu onaylayıp göz kırptım. Elindeki küreği bana gösterip gülümsedim. “Bende öğrencilerim gelmeden önce düşmesinler diye kapının önünü kürüyordum.” Elimi uzatıp gözlerimle küreği gösterdim. Nilay elindeki küreği geri çekip “Olmaz öyle şey. Siz içeri geçin ben geliyorum.” Göz devirip elindeki küreği tutup çektim. Nilay bir iki adım geri çekilirken sessizce karları kenara doğru kürümeye başladım. “İçeride sobayı yakman gerekiyorsa sen içeri gir yak öğretmen hanım.” Nilay ellerini arkasında birleştirip olduğu yerde sallanıyordu. Başını hafifçe sağa yatırıp “Emin misin teğmenim?” demişti. Yeşil gözleri ile alttan alttan bana bakıyordu. Küremeyi yarım bırakıp küreğe yaslandım. Elimi cebime yerleştirip ona baktım. “Eminim öğretmen hanım. Sen geç içerideki işlerini hallet.” Nilay onaylayıp içeri girdiğinde küremeye devam ettim.

Okulun dış kapısına kadar bütün karları küremekte fayda vardı. “Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen..” Karları kenara doğru atıp çocuklara oynayabilecekleri alan da açmaya başladım. “Söyle kumralım..” Karı kenara attım. “İçin sızlamaz mı?” Bütün kar küreme işlerini bitirip küreği okulun hemen yanındaki duvara yasladım. Cam açıldığında bakışlarımı camdan bana bakan Nilay’a çevirdim. “Teğmenim çay koydum. Gelin de için, içiniz ısınsın.” Ellerimi birbirine sürtüp içeri girdim. Sınıfa girdiğimde sobanın sıcaklığı çoktan sınıfı ısıtmıştı. Ben okula girerken Nilay camı kapatmıştı. Sobanın üstündeki çaydanlığı alıp bardaklara çay doldurmaya başladı. “Teşekkür ederim bu arada.. Sen olmasan hem karları küreyip hem de sınıfı ısıtamazdım.”

“Rica ederim, ne demek.” Nilay, Mevlüt albayın kızıydı. Tam olarak babasının kızı değildi. Nilay daha naif biriydi. “Seni babam mı gönderdi?” Teknik olarak öyle sayılırdı. Mevlüt albay direkt beni odasına çağırmış, kızının yanına gidip ihtiyaçlarını gidermemi söylemişti. Nilay’a bakıp yutkundum. “Yalan söyleme teğmenim.” Gülümsedim. Başımı sallayıp onu onayladım. “Evet beni Mevlüt albay gönderdi.” Saçlarını geriye itip göz devirdi. Bardağı alıp bana uzatacağında kalkıp onun elinden bardağı aldım. O oturduktan sonra bende yanına oturdum.

“Sen şimdi babamın timinde misin?” Çayımdan bir yudum alıp onun çayını yudumlayışını izledim. “Teknik olarak timlerinden birindeyim. Babanın emrinde olan üç tim var. Bende onlardan birindeyim.” Nilay başıyla beni onaylayıp gülümsedi. “Timlerden hangisindesin?” Olduğum yerde biraz dikleştim. Timimden bahsetme düşüncesi bile beni gururlandırıyordu. “Poyraz timindeyim. Yıllardır da bu timde görev yapıyorum. Yani biz komutanlarımla.. Beraber büyüdük gibi oldu işte..” Nilay bana bakarken gülümsüyordu. Gülüşü çok güzeldi.. Bir an için bu gülüşü her sabah görebilme ihtimali gözümün önünden geçmişti. Sessizce onun gülüşünü izlemeye başladım. “Güzel gülüyorsun..”

Şu anki halimizi düşündüğümde o dönemki Uğur’a diyeceğim tek şey kazandın olurdu. Gülüşüne, gözlerine aşık olduğum kadın benim sevgilimdi. Teğmen Uğur Kutlu kedi olalı bir fare tutmuştu. Geri dönüp koridoru geri yürümeye başladım. Dışarı çıktığımda eğitim alanına doğru yürümeye başladım. Fatih eğitim alanında beni bekliyordu. “Evet Fatih. Standart eğitim. Başla!” Fatih koşmaya başladığında bütün bedenimi eğitim alanına çevirip ellerimi arkamda birleştirdim. “Fatih on tur!”

O on turluk koşusunu tamamlarken dikkatli bir şekilde onu izlemeye devam ettim. “Bordo bereli parkuru!” Fatih koşuyu bitirdiği gibi yere çöküp ipin altından sürünmeye başlamıştı. Fatih tırmanma ipine koşarken bahçenin diğer ucunda görünen Kerem komutanla Defne yengeye baktım. “Komutanım?” Bedenimi komutanıma çevirip onlara gülümserken Kerem komutan çektiği sivillerle güneş gözlüklerini takmış bana bakıyordu. Arkamı dönmeden Fatih’e seslendim. “Durma Fatih! Koş Fatih koş!” Kerem komutanım başını eğip arkamda büyük ihtimalle tırmanma rampasına koşan Fatih’e baktı. “Sen dön cezana. Biz Defne’yle havaalanına gidiyoruz. Cezasını bir an önce hallet sonra duşa yolla şu salağı.”

“Emredersiniz komutanım.” Kerem komutan Defne yengeyle beraber alaydan çıktı. “Fatih süren azaldı. Bir saatte her şeyi bitir sonra duşa!” Fatih koşarken timin geri kalanları da izlemeye gelmişti. Onlara bakıp kaşlarımı çattım. “Başka spor yapmak isteyen var mı? Varsa geçsin Fatih’in yanına eşlik etsin.” Tim benim cümlemi duyduğu gibi bir anda dağılmıştı. Gülüp Fatih’i izlemeye devam ettim.

🩺

Odamda önümdeki dosyanın detaylarını inceliyordum. Gerard denilen herif oldukça salakça adımlar atıyordu. Masadaki not kağıdını alıp birkaç not almaya başladım. Araştırdığımız adam utanmadan tanıştığı ilk kişi Defne olmuştu ve daha ilk adımından yaş tahtaya basmıştı. Kapım çaldığında başımı dosyadan kaldırıp "Gir." dedim.

Cemil içeri girip selam verdiğinde arkama yaslanıp Cemil'e baktım. "Komutanım, Mevlüt albay sizi odasına çağırıyor." Kaşlarımı çattım. Cemil'e bakmaya devam ettim. "Bir detay verdi mi?" Cemil başını sağa sola salladığında hiçbir detay bilmediği belliydi. Kalemimi birkaç kez masaya vurdum. Derin bir nefes verip ayaklandım. Sandalyemi düzeltip odadan çıktım. Cemil benim arkamdan geliyordu. Albayın odasına geldiğimde kapıyı çalıp albayın cevabını bekledim.

"Gir." Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım. "Gel Kuzey gel." Masanın önünde hazır olda beklemeye başladım. Mevlüt albayın yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. "Bir gelişme mi var?" Mevlüt albay başını sallayarak beni onaylamıştı. Sol bileğindeki saatine bakıp bekledi. Bir iki dakika geçti yada geçmemişti ki Mevlüt albay ayaklanıp kapıya ilerledi. "Takip et beni." Başımı sallayıp odadan çıkan Mevlüt albayı takip etmeye başladım.

"Albayım bir sorun mu var?" Beraber harekat merkezini geçmiştik. Harekat merkezine girmeyeceksek nereye gidiyorduk bir türlü anlamıyorum. Yemekhaneye girdiğimiz anda yükselen aşina olduğum türkü sesi ile gözlerimi kapattım. Karşımda gördüğüm Deniz ile olan biteni anlamıştım. Bugün benim doğum günümdü. Haziran'ın ne ara başladığını bile unuttum. Deniz ise benim unutmamı fırsat bilmişti. Elindeki pasta ile yıllardır yapmadığı bir şeyi tekrardan yapıyordu.

Alayda komutanlarımın cezası ile yemekleri yapmak için yemekhaneye girdim. "Mavişim mavilendim. Kapına kilitlendim." Karşımda Deniz duruyordu. Üstünde kabanı vardı. Yeni geldikleri her hallerinden belliydi. Elinde kocaman bir pasta, yanında Güney ve Nehir duruyordu. Arkalarında ise asker arkadaşlarım. Deniz elindeki halay mendilini sallarken Nehir pastayı düşürmesinden endişeleniyordu.

"Göz bebeğim." Deniz şarkıyı söylemeye başladığında asker arkadaşlarım hep bir ağızdan "Mavişim." diye bağırmışlardı.

"Tek dileğim." Deniz yirmi dokuz yıl sonra bir dönem ayrı kaldığı kocasına böyle bir doğum gününü layık görmüştü. Yirmi dokuz yıl önce sadece bir yıllık sevgilimken şu an arkasında üç kızım, damatlarım ve torunlarımla beraber duruyordu. Elindeki pasta ise hiç değişmemişti. Meyveli, kremalı pasta..

"Mavişim." Kızlarım Deniz'in arkasında annelerine eşlik ediyordu. Ellerimi belime yerleştirip gülmeye başladım. Deniz sol elinde tuttuğu pasta ile oynaya oynaya bana yaklaşıyordu.

"Sensizlikten."

"Mavişim." O bana geldikçe bende ona bir adım atıyordum. Hep olduğu gibi.. Hiç birbirimizden kaçmadan onun gözleri benim gözlerime mühürlüyken.. Onun gözlerinin içi gülüyordu. Bunca yıl ayrı kaldığımız dönemin acısını çıkarıyordu. "Öleceğim." Elindeki halay mendili bile aynıydı. Uçları yeşil süslenmiş mavi mendil. "Kır çiçeğim."

Yemekhanenin ortasında buluşmuştuk. Deniz gülen gözleri ile bana bakıyordu. Sonrasında bütün devrelerimin diline sakız olacağıma adım kadar emindim ama en azından Deniz'le olan tek anımı değerlendirmem gerekiyordu. Deniz komutanlarımı bile ayarlamıştı. Komutanlarım sırf sevgilimi kırmamak için bana ceza vermişti.

"Mavişim." Deniz tam önümde dururken başını kaldırmıştı. “Tek dileğim.” Pastayı gösterip üflememi işaret etti. “Mavişim.” Ben mumlara üfleyecekken biri arkadan "Dilek tut Kuzey." demişti. Ona bakıp tekrardan Deniz'e döndüm. "Gerçi ne dileyeceksin? Baksana en güzel aileyi kapmışsın."

En güzel aile.. O dönem sadece dört kişiden oluşan çekirdek ailem şu anda kocaman bir geniş aileye dönmüştü. Gözlerimi Deniz'den çekip arkada gülerek şarkıya eşlik eden aileme baktım. Güney ve Nehir'de oradaydı. Nehir'i kolunun altına almış gülüyordu. Defne, Defin ve Denef annelerinin arkasında en az anneleri kadar güler gözlerle şarkıya eşlik ediyorlardı. Ali kucağında Efe ile duruyordu. Efe babasının kucağında etrafındakilere eşlik edebiliyormuş gibi kımıl kımıldı. Asya annesinin önünde duruyordu.

"Komutanım dilek tutmayı unutmayın." Fatih'e dönüp baktığımda güldüğünü görmüştüm. Deniz'de Fatih'e dönmüştü. "Ula ben sağa ne dedum? Devam et ula türküye. Ritmi kaçuranu vuracum dedim ha." Deniz yine herkesi tehdit ile toplamıştı. Fatih türküye eşlik etmeye devam ederken Deniz sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar bana dönmüş ve gülümsemişti.

Yıllar önce hiçbir şeyi olmayan Kzuey değildim artık. Yıllar geçtikçe Güney'in de benimde bir ailem olmuştu. Benim ailem genişledikçe genişlemişti. Gözlerimi Poyraz ve Barut'ta gezdirdim. Hepsi benim için çocuklarım gibi olmuşlardı. Deniz türküyü bitirdiğinde onun gözlerine bakarak mumları üfledim. Deniz gülerek benim boynuma sarılırken Nehir hemen yanımızda pastayı Deniz'in elinden alıyordu.

"Bana olan güvenimi yaşarttı Nehir." Nehir omuz silkerek gülümsedi. Deniz ise pastanın alınmasını fırsat bilerek boynuma daha sıkı sarılmıştı. Belini sarıp onu kaldırdım ve döndürmeye başladım.

Deniz ile ayrıldığımızda Deniz hızlıca yanıma geçti. Kızlarıma bakıp kollarımı açtım. İşaretimi anlayan kızların üçü de aynı anda bana koştular. Üçünü de sarıp saçlarını okşadım. Defne ve Denef'i öperken Defin biraz geride kalmıştı. Başını tutup onu da çektim ve saçlarının arasında bir öpücük kondurdum. "Bebeklerim benim.."

Kızlar çekildiğinde sıra torunlarıma gelmişti. Sol dizimin üstüne çöküp Asya'ya baktım. Ali, Asya'nın gözünün önünden saçlarını çekip hafif ittiğinde Asya "Dede!" diyerek hızlıca bana koşup kucağıma atlamıştı. Onu kucağıma alıp Ali'lere doğru yaklaştım. Efe'nin başından öperken Asya kucağımdaydı. "Doğum günün kutlu olsun baba." Ali'ye bakıp gülümsedim. "Sağ ol evlat."

Kerem hemen Ali'nin arkasında duruyordu. Başı ile selam verdi. "Komutanım doğum gününüz kutlu olsun." Altan'da hemen yanındaydı. Bütün damatlarım bir arada duruyorlardı. Altan'ı da damadım olarak alacağım bundan adım kadar eminim. Onlara göz kırpıp Güney'e döndüm. "Mavişim, sana da mum üflettiler mi?" Güney kahkaha attığında yaklaşıp bana sarıldı. Sırtına bir iki vururken Nehir'e döndüm. "Kocana mum üflettin mi kız?" Nehir pastaları ayarlaması için Servet'e vermişti. "Onun için de üfleteceğiz elbette ama buranın yıldızı sensin. Deniz'in kesin emri var." Güldüm. Hanım diyorsa doğrudur ama Güney'i bırakmam. Asya'yı kucağımdan indirip kesilmemiş pastayı aldım ve iki mum diktim. Elimdeki pasta ile Güney'e döndüğümde gülüyordu. Başı ile pastayı gösterdi. "Yine çaldın mı?"

"Kuzey pastayı nasıl soktun buraya?" Gizli saklı, kameraların olmadığı tek noktaya oturmuşlardı. Güney kardeşinin elindeki pastaya baktı. "Aşağıdaki fırından aldım." Güney biraz durup düşündü. İkisinin de hiç parası olmamıştı ki nasıl alabilirdi? Kardeşine bakıp kaşlarını kaldırdı.

"Parayı nereden buldun?" Kuzey omuz silkti. Oldum olası sorgulanmayı sevmiyordu. Güney ise her sorunun cevabını almaya çalışıyordu. "Güney hadi lan. Geçen sene görmüştük hatırlasana. Doğum günlerinde böyle yapıyorlardı. Gördüm sende dikkatli bakıyordun. Kıyamadım çaldım işte."

Güney bir süre düşündü. Hatırlamıştı. Geçen sene okuldaki arkadaşlarını ailesi ile birlikte bir pastanede görmüşlerdi. Herkes yeni kıyafetleri ile arkadaşlarına şarkılar söylüyorlardı. Arkadaşları ise önündeki mumlarla süslenmiş pastayı üflüyordu.

"Ne demek çaldım?" Kuzey kardeşinin şu an şu durumda takıldığı konuya göz devirdi. "Güney bu konuyu sonra tartışalım. Şimdi sadece şu ana odaklanalım. Yakalanmadan?" Güney kardeşine baktı. Arkadaşları gibi güzel kıyafetleri yoktu. Okuldan sonra yurda geliyor yurt işlerinde yardım ediyorlardı. Kuzey'in üstü okulun sıvasını yaparken yırtılmıştı. Elindeki pasta bayattı ama iki kardeşte bunu bilmiyordu.

Güney etrafa baktı. Yetiştirme yurdunun depo merdivenlerine inmiş orada duruyorlardı. Üstleri berbat bir haldeydi. Onlar için şarkı söyleyecek kimseleri yoktu. Ellerindeki pasta bayattı ve kardeşi onu pastaneden çalıp yurda kaçak sokmuştu.

Kuzey kardeşinin dolan gözlerini anında fark etmişti. Yanlış bir şey mi yaptım diye düşünse de bunun için çok geçti. Neyi unuttuğunu düşünmeye başladı. Bugün ikisinin doğum günüydü, pasta da almıştı. Şarkı! Yutkunup kardeşine baktı. "İyi ki doğdun Güney. İyi ki doğdun Güney." Güney gözünden akan bir damla yaş ile karşısındaki kardeşine baktı. Arkadaşlarını ilk gördüğünde heveslenmişti ama bunun sadece ailesi olanlar için olduğunu düşünmüştü. Şimdi ise bütün olayı çözmüştü. Aile olmak için anne, babaya gerek yoktu. Kuzey zaten onun diğer yarısıydı. Kardeşi, aynı gün doğduğu aynı gün yurda terk edilen tek ailesiydi. O gün orada bayat olduğunu bilmedikleri pastayı mutluluk ile yediler. İleride sahip olacakları şeylerin farkında bile değillerdi.

Güney'in imasını anında kapıp sırıtmaya başladım. "Yok, bu sefer hanım almış. Ama istersen iki sokak ötede fırın var." Güney ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. “Sakın. Hiç gerek yok Kuzey.” Kahkaha attım. Güney tabii ki de benim yapabileceklerimin farkındaydı. Ona gülüp mumları gösterdim. İkimiz aynı anda mumlara üfledik. "İyi ki doğdun kardeşim."

"İyi ki doğdun Güney." Elimdeki pastayı hemen yakınımızda duran masaya koyduktan sonra kardeşime sıkıca sarıldım. Deniz elindeki tabaklar ile yanımıza geldiğinde askerleri gösterdim. Deniz anında anlayıp önce askerlerin pastalarının verilmesi için tabakları yanından geçen Gökhan'ın eline tutuşturdu. Gülüp onu kolumun altına aldım ve elini sıkıca kavradım. "Sende iyi ki doğdun enişte bey." Güney güldü. "Sağ olun gelin hanım." Mevlüt albay ile göz göze geldiğimde gülümseyip pastasını göstererek yemekhaneden çıktı.

"Ne zaman geldiniz siz?" Nehir pastasını yerken bir yandan da etrafa bakıyordu. "Sabah geldik işte. Kerem aldı bizi Defne'yle. Hazırlıkları burada Altan'a yıkmışlar." Köşede Kerem ile sohbet ederek pasta yiyen Altan'a baktım. Harıl harıl konuşurken bile gözü Denef'in yanında oturan Defin'deydi. "Hala koruma içgüdüsünü bırakmamış. Küçükken çocuğa ne dediysen artık." Güney'e baktığımda onun da Altan'ın Defin'e olan bakışlarını fark ettiğini anladım. "Aslında hiç bir şey söylemedim ama.."

"Baba noluy Altan da benimle olucaak." Kucağımda Altan'la at binmeye gitmek isteyen Defin'e baktım. Gözlerimi Defin'den ayırıp kapının diğer tarafında ayakta bekleyen Altan'a baktım. Kızıma baktım. Büyük mavi gözleriyle bana bakıyordu. "Ya düşersen Defin?" Dudaklarını büzdü. Defin'i kolay kolay böyle göremezdim. Bilerek gözlerini doldurmaya çalışıyordu. Bunu Defne'den öğrendiğine adım kadar eminim.

"Altan benimle olucak baba.. Noluy.." Saçlarını omzundan geriye itip okşadım. Deniz'e baktığımda onun da onay verdiğini görüp gülümsedim. Defin'i kucağımdan indirdim. "Tamam git ama üstünü değiştir. Kalın giyin ama.." Poposuna hafifçe vurdum. Defin mutlulukla olduğu yerde zıpladı ve merdivenleri hızlıca çıkmaya başladı. Ayağa kalkıp kapının önündeki Altan'a ilerledim. "Altan." Altan bakışlarını bana çevirdiğinde bana bakıyordu. "Kızıma dikkatli bakacaksın tamam mı? Düşmesin, kucağında sıkıca tut." Altan beni başıyla hızlıca onayladı.

"Merak etmeyin Kuzey amca. Ben Defin'e zarar gelmesin diye her şeyi yaparım." Altan'ın başını okşayıp gülümsedim. "Göreceğiz." Defin aşağı indiğinde benim yanıma gelip Altan'a baktı. "Altan'ın yanından ayrılmıyorsun Defin." Altan'ın elini sıkıca tuttuğunu gördüğümde kaşlarım havalandı. Onlar bahçeden çıkarken bende ellerimi cebime yerleştirip onların gidişini izledim.

"Güney.." Güney'in bakışları bana döndüğünde ben bakışlarımı Altan'dan çekmedim. "Onlara baktığında ne görüyorsun?" Güney bakışlarını tekrardan Altan'a çevirdi. Yanımdan gelen gülme sesiyle gülümsedim. "Çocukluğundan beri beraber olan, beraber büyüyen iki arkadaş. Yavaş yavaş yanan alevler görüyorum Kuzey. Onların arasında yavaş yavaş yanan ve gittikçe korlanan alevler görüyorum."

Defin'e baktığımda onunda belli etmeden Altan'a baktığını görmüştüm. Babalardan kaçmaz. Hayatının belli bir döneminde ayrı kalsalar da aralarındaki ateş hiç sönmemişti. Arkadaşlığın arasında dönen temasların arkadaşlıktan öte olduğunu görüyordum. Deniz'e baktığımda onunda bazı şeylerin farkında olduğunu biliyordum.

"Kızlarını vermeyeceğini söyleyen Kuzey daha küçücük Defin'ini Altan'a emanet etti." Güldüm. Kızlarımı vermeme konusunda kararlıydım yalan söyleyemem. "Vermem ama ilk kez bu kadar doğru kişileri bulduklarını hissediyorum Güney."

Kardeşim elindeki pastayı yemeden tutuyordu. "Niye yemiyorsun?" Güney elindeki pastaya baktı. "Benden daha fazla yemek isteyenler olabilir." Yalan söylüyordu. Elis yanında olmadığı için yemiyordu. Boğazından geçmediğine emindim. Defne bir köşede Kerem ile Asya'ya pasta yediriyordu. Kendi pastaları öylece dururken Asya'ya pastayı yediriyorlardı. "Defne bırak kocaman kız oldu. Yer kendisi."

"Ula rahat bırak kızı. Belli teyzesine nazlanmak istiyor." Defne, Asya'yla birlikte cevabını aldın mı dercesine kımıldanıyorlardı. Deniz kolumun altında kızlarına gülüyordu. Asya pastasını yedikten sonra Kerem'in dizinden kalkıp Defin'in yanına doğru koşmaya başladı. Etrafta bıcır bıcır koşturuyordu.

Ali kucağındaki Efe’yi yere indirip ellerinden tuttu. “Koş dedeye.” Efe gülerek bana doğru birkaç adım atarken Ali sıkıca ellerinden tutuyordu. Önüme gelen Efe’yi kucağıma aldım. “Baba, biz senin adına bir şey yapmıştık ama tabii sen bunu biliyorsundur.” Ali ve Denef’e bakıp gülümsedim. Kızlarımın yanında olamadığım dönemlerde ne yaptıklarını elbette biliyordum. Yine de Ali sanki ilk kez söyleyecekmiş gibi cebinden bir kimlik çıkardı. Uzattığı kimliğin Efe’ye ait olduğunu biliyordum. Kucağımdaki Efe’yle beraber Ali’nin elindeki kimliği aldım. “Kuzey Efe..” Güldüm. Kucağımdaki sarı saçlı torunumun başından öptüm. Denef gülümseyerek Ali’nin beline sarılmıştı. “Biliyordun değil mi baba?” Denef’e bakıp göz kırptım. Elbette biliyordum. Babalar her şeyi bilir ama susarlar. Susmazlar mı Güney? Güney’e baktığımda başıyla beni onayladığını gördüm. Doğruymuş, babalar bilip sessiz kalırlarmış.

🩺

Bugün Kuzey komutanın doğum günüydü. Tezgahın önünde pastasını yiyen Defin’e bakıyordum. Defin saçlarını bu sefer salmıştı. Saçlarını geriye doğru itip sessizce pastasını yiyordu. Kerem Defne’yle beraber Asya’ya pasta yediriyordu. Elimdeki tabağı alıp tezgaha doğru ilerlemeye başladım. “Pasta güzelmiş.” Defin yaslandığı tezgahta başını kaldırıp bana bakmıştı. Elimdeki tabağı tezgaha bıraktım.

“Her zamanki pasta. Sen yemeyeli baya olmuş olmalı ama..” Gülümsedim. Haklıydı. Ben yemeyeli on beş, on yedi yıl olmuştu. Defin kendi tabağını kenara koyduğunda onu dikkatle izlemeye başladım. “Teyze.. Teyze..” Hemen dibimize gelen Asya’ya bakıp gülümsedim. Onu kaldırıp tabakları geriye ittim. Asya’yı tezgaha oturttum. “Teyzem söyle bakalım ne istiyorsun? Yedin mi pastanı?” Asya, Defin teyzesine bakıp sarı saçlarını geriye itmişti. Dışarıdan bakıldığında Asya’nın nazı, cilvesi Defne teyzesine benzemişti. “Yedim. Kerem abiyle teyzem yedirdi.” Bakışlarını bana çevirip gülümsedi. “Altan abi nasılsın?” Saçlarını kulağının arkasına itip gülümsedim. “İyiyim abim. Sen nasılsın?” Asya eteğini düzeltip bana baktı.

Defin şaşkınlıkla Asya’yla aramızdaki diyaloğa bakıyordu. İlk başta sormak istemese de en sonunda dayanamamış Asya’nın saçlarını geriye itip sormuştu. “Siz ne ara bu kadar yakınlaştınız bakayım?” Asya’ya bakıp göz kırptım. Asya ile ilk tanışmamız birkaç yıl öncesine dayanıyordu.

Bahçede dolaşırken geçen sürünün ardından koşan küçük kıza baktım. Başındaki yazması ile kuzuların peşinde koşuyordu. Kapıya yaklaşıp demire yaslandım. “De bagayım bağa kimin kızısın sen?” Küçük kız elindeki sopası ile durup bana baktı. Önüne gelen sarı saçlarını geriye itti. Küçük kız çok tanıdığım birine benziyordu ama kime? “Ben bu köyün kızlarından biriyim.” Küçük kızın konuşması yavaştı. Kesik kesik konuşuyordu. Üç yaşında falan anca vardı. “Kızlarından biriyim demek. Kimlerdensin? Anan kim baban kim?” Küçük kızın kahkülleri vardı. Sevimliliği karşısında gülümsemeden edemedim. Kesinlikle çok güzel bir kız olacaktı.

“Benim anneannem Deniz.” Deniz? Asi’nin annesi Deniz mi? Şimdi tanıdım işte. Bu küçük kız kesinlikle Defin’in küçüklüğüne benziyordu. Ama hangisinin kızıydı. Defin’in olamazdı, olsa bilirdim. “Ula bildum şimdi. Sen burda nabaysun? Anan biliy mi guzularun peşinden goştuğunu?” Asya elindeki sopasıyla kuzuları gösterip omuz silkmişti. “Biliyor. Bunlar benim kuzularım.” Kuzulara bakıp birini gösterdim. “Birini bağa verir misun?” Kız elbisesinin ona uzun gelen kolunu sıyırdı. Beni umursamadan kuzuların peşinden ilerlemeye devam etti. Arkasından bakıp güldüm.

Baltayı alıp odunları kırmaya başladım. Biraz da çalı çırpı toplasam iyi olacak. Aytaç gelmeden evi ısıtmam gerekiyor. Aytaç sınavlarından sonra buraya gelmek istedi diye buraya geldim. Yarım saat sonra içeri girip tişörtümü değiştirdim ve çalı çırpı toplamak için evden dışarı çıktım. Köyden biraz dışarı çıktım ve ormanlık alana doğru ilerlemeye başladım. Cevizin yakınlarına geldiğimde cevizin hemen altında oturan bir beden gördüm. Sabah evimin önünden kuzuların peşinde koşturan sarı saçlı kız elinde kocaman karışık bir ip yumağıyla oturuyordu. Sakince yanına yaklaştım. Defin gibi ısırganların arasında oturuyordu. Eteğinin altındaki taytından bacaklarını kaşıyordu. “Orada oturmaya devam edersen daha çok kaşınırsın?” Küçük kız anında başını kaldırıp bana bakmıştı. Başında yine kırmızı bir yazma vardı. Üstündeki kabanı çok yakından tanıyordum. Defin’in kabanıydı. Elindeki yumağa bakıp ağaca yaslandım. “Nehir teyzenin ceza sistemi hiç değişmemiş.”

“Sana da mı vermişti aynısını?” Gülümsedim elindeki yumağı alıp çözmesine yardım etmeye başladım. “Bana değil ama Asi teyzene vermişti. Okul aynı, öğretmen aynı ceza da aynı. Teyzen hiç yapamazdı bunu.” Dizlerimin üstüne çöküp yumağı çözmeye devam ettim. “Cevizin altına da oturulmaz. Uzun süre oturursan hasta olursun.” Küçük kıza yumağı çözmenin bütün inceliklerini göstermeye başladım. “Sen buralı değil misin?” Çok güzel bir kızdı. Defne’nin kızı mıydı acaba? “Buralıyım ağız yapmayınca şaşırdın mı? Adın ne senin?”

“Asya!” Uzaktan gelen sesle etrafa baktım. Yanımdaki kız hareketlenip ayağa kalktı. “Demek adın Asya..” Yumağı çözmeyi bitirdim ve önümde dikilen kıza uzattım. “Asya!” Küçük kız yumağı alıp bana baktı. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Asi teyzene benim çözdüğümü anlat olur mu?” Asya başıyla beni onaylarken sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Arkasından yavaş adımlarla ilerleyip güvenli bir şekilde ona seslenen kişiye ulaşıp ulaşamadığını kontrol etmeye başladım. Yokuşun en üstünden Asya’ya bakmaya devam ettim. Küçük kız hızlıca birinin kucağına atlamıştı. “Defin teyze!” Yutkundum. Yaklaşıp Defin’i biraz görmeye çalıştım. Kahverengi saçlarını azıcık ucundan olsa da görebilmiştim. Kahverengi uzun eteği yine üstündeydi. Yeğenini kucağına almış ilerlemeye başlamıştı. Bende arkalarından onları izlemeye başladım. Yıllar sonra onu görmek bana iyi gelmişti.

“Biz mi? Yeni tanıştık gibi düşün ya.” Asya gülerek bana baktı. “Tabii ya. Sen bana biriyle tanıştığını demiştin değil mi Asya hanım? O Altan’dı dimi?” Asya gülerek Defin teyzesinin saçlarını oynamaya başladı.

“Uuu teyzen çok güzel değil mi? Ben şahsen bayılıyrım teyzene..” Defin şaşkınlıkla yüzüme baktığında kolumu tezgaha yaslayıp sırıttım. Asya da gülüp boynuma sarılmıştı. “Bence de benim teyzem çok güzel..” Kuzey komutana baktığımda yanına gelen Cemil’e bakıp konuştu. “Hayırdır Cemil?” Asya teyzesinin yanına sokulduğunda Defin yeğenini sarmıştı. Dikkatlice komutana bakmaya başladım. “Hiçbiriniz bir yere gitmiyorsunuz. Mevlüt komutanın emriyle kimse alaydan çıkmıyor. Servet etleri hazırlat. Akşam mangal yapıyoruz.” Yemekhanede herkesten sesler bir anda yükselmişti. Fatih komutana bakıp “Komutanım siz hep mi doğsanız ya? Sizin doğum gününüz hep böyle bereketli mi geçer?” demişti. Kuzey komutan Fatih’in yorumuna gülmeden edememişti. Defin’e baktığımda sakince babasını izlediğini gördüm.

“Babamı tekrar böyle görmek çok güzel.” Senin gibi.. Defin’i izlerken Asya’ya yakalandım. Asya bana bakıp gülüyordu. “Ağrıların nasıl gidiyor asi?” Defin duraksayıp bakışlarını bana çevirdi. Defin’in bileklerinin ne kadar hassas olduğunu biliyordum. Küçüklüğünden beri bileklerini çok hızlı burkuyordu. Şu anlık işine, askeriyeye engel olmadığından emindim. “Arada bir ağrım artıyor.” İç çektim. Yaslandığım yerden çekilip üniformamın iç cebinden krem kutusunu çıkardım. Bu onun devamlı kullandığı ve bileklerinin ağrısını geçiren tek kremdi. Kremi tutarken tekrardan tezgaha yaslandım ve kremi ona uzattım. Defin ona uzattığım kreme baktı. Hala şaşırıyor olması beni güldürüyordu. “Hala hatırlıyor musun?” Gülümsedim. Asya hızlıca aramızdan çekilirken ona yaklaşıp fısıldadım. “Şaşırdığın nokta benim hatırlamam mı oldu yani asi?” Defin direkt karşısına bakıyordu. Yutkunduğunu gördüğümde gülümsemem iyice genişledi. “Senin hakkında hiçbir detayı unutmadım asi.” Bakışlarını benim dışımda herkeste tek tek dolaştırıyordu.

“Unutmadığım bir şey daha var.” Kulağının dibine yaklaştım. Nefesinin hızlandığını anlayabiliyordum. Bakışlarını yine bana çeviremiyordu. Gülümsedim. “Heyecanlandığında gözlerini asla bana çeviremediğin..”

🩺

Hava kararmıştı. Hepimiz bahçede bir yerlere dağılmıştık. Defne hemen yanımda kardeşi ile sohbet ediyordu. Barut elindeki köfte ekmekle bana doğru yaklaşıp yanıma oturdu. Mangalın başında üniforması ve önünde takılı olan beyaz önlüğü ile Mevlüt albay vardı. Akşam için epey bir hazırlık yaptırmış hatta Uğur’a kızı Nilay’ı alıp yanına getirmesini bile söylemişti.

“Deniz abla senin hamilelik de böyle rahat mıydı?” Deniz anne hemen bakışlarını kendi kızlarına çevirip tekrardan Ayda’ya baktı. “Ne rahatı kızım ya? Burnumdan getirdiler. Fazla hareketlilerdi.” Ayda’nın daha belli olmayan karnına bakıp elini yasladı. “Daha hareketlenmedi tabii seninki ama benim mide bulantım da çoktu. Neyse ki işime karışmadılar.” Ayda anlamamış olacaktı ki Deniz anne ona açıklamaya başladı. “Yani işte ben doğuma kadar ki erken geldiler, hastanede işime devam edebildim. O dönem asistandım, benim kızlar o yüzden koşturmaya dayanıklılar.” Defne başıyla annesini gösterip onaylamıştı. Gülüp onu sardım ve kendime çektim. Başından öperken Defne’nin kıkırdadığı kulaklarıma dolmuştu. “Senin dayanıklılığını yerim.”

“Lan haytalar ben doymadım az geldi bana diyen varsa gelin buraya.” Mevlüt albay elindeki kartonu sallıyordu. Defne’yi bırakmadan başımı biraz eğip sordum. “İster misin doydun mu?” Defne başını sağa sola sallarken barut timinin yegane üyeleri yavaş adımlarla albayın önüne dikildiler. Barut’a baktığımda arada Defin’e attığı o kaçamak bakışlardan birini yakaladım. Başımı Defne’nin yanında oturan Defin’e çevirdiğimde asla Barut’a bakmadığını fark ettim. Elimle Barut’u dürtüp göz kırptığımda başını yavaşça kaldırıp gülümsemişti. Demek ki işler yolunda..

“Valla ben alırım komutanım.” Gökhan ve Sarp arkalı önlü olarak mangalın önünde dizildiler. Arkalarında ise Fatih vardı. Servet de diğer mangalın başındaydı. Gökhan aldıktan sonra Sarp elindeki açtığı ekmeği ile bekliyordu. “Komutanım..” Mevlüt albay etleri kontrol ederken ona seslenen Sarp’a kısa bir şekilde “He.” demişti. “Ya ben eti görünce ekmeğimi yemeyi unuttum. İçine biraz daha alabilir miyim acaba?” Barut eliyle alnını ovuştururken biz gülmemizi bastırmaya çalışıyorduk. Mevlüt albay gülerek karşısındaki Sarp’a baktı. “Alırsın tabi Sarp, alırsın.” Maşayla iki üç köfteyi ekmeğin arasına yerleştirdi. Defne eliyle ağzını hafifçe kapatmış gülmesini bastırmaya çalışıyordu. “Teşekkür ederim komutanım.” Başını ekmekten kaldırıp Mevlüt albaya baktı. “Yalnız komutanım hakikaten ellerinize sağlık, çok güzel olmuş ya.” Mevlüt albay gülmeye başladığında yanımıza gelen Kuzey yarbay için ayağa kalkmaya hazırlandık. Oturduğumuz yerden biraz havalanırken Kuzey yarbay eliyle oturun emri vermişti. Sarp’ı gösterip “Eski kurdu övgülerle tavlıyor. Doğru yolda.” demişti. Hepimiz Sarp’la Mevlüt albayı izliyorduk.

“Komutanım, size bir şey diyebilir miyim?”

“Söyle.” Barut, Sarp’a dikkatle bakıyordu. “Hah yarbayım, Kerem bakın şimdi çam nasıl devrilir iyi izleyin.” Sarp aldığı gazla birlikte konuşmaya devam ediyordu. Dikkatimizi onlara verirken ekmeğimden bir lokma daha aldım. “Valla yüzbaşım herhalde bu sefer Mevlüt albayın üstüne devrilecek.” Defin’in de olaya dahil olması Barut’u ve Kuzey komutanımı aynı anda gülümsetmişti. “Hakikaten çok güzel yapmışsınız. Aynı annemin gibi, babam gelse ayırt edemez yani.” Sarp’ın boşboğaz olduğunu bütün alay biliyordu. Bizde Fatih, Bartu timinde Sarp demekti. Susmaları gerektiği yeri bilmiyorlardı. Kuzey komutanım olduğu yerde gülmeye başladığında bizde gülmeye başladık. Sarp şu anda da susması gerektiği yeri bilmiyordu. “İnce ince soğanları doğrardı. İçine ekmek atardı.” Defne de Sarp’ın albaya köfte tarifi vermesine daha fazla dayanamamış ve gülmeye başlamıştı. “Vallahi billahi iki saattir size bakıyorum da..” İşte geliyor. Artık çoktan susması gereken sınırı aştı. “Aynı anacığım ya.” Mevlüt albayın son ana kadar gülen ifadesi bir anda donup kalmıştı. Adam neye uğradığını şaşırmıştı resmen. “Anacığın mı?”

Sarp en son cümlesinde sıçtığını Mevlüt albayın değişen ifadesi ile sonunda idrak edebilmişti. Ama geç kaldı. “Yok komutanım..” Sıvama işlemi başlatılıyor. “Lezzet olarak. Tip olarak değil.” İşlem başarılı. Mevlüt albayın yüzüne yeniden bir gülümseme yerleşiyordu. “Yoksa bu kıyafetle aynı anneanneme benzemişsiniz.” Mevlüt albay tekrardan yüzüne yerleşen sinirli ifadesi ile Sarp’ı önünden kovdu. Kuzey komutanla birlikte üçümüzde gülmeye başladık. “Yürü git lan. Köfteni başka yerde ye köftehor.” Sarp neye uğradığını şaşırmıştı. “Git köfteni binanın arkasında ye.” Defne başını göğsüme yaslamış Sarp’a gülüyordu. Sarp’a baktığımda elindeki ekmeği ile binanın arkasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

“Mevlüt albayım her şey için elinize sağlık da tatlımız yok mu?” Deniz anne özgüvenli bir şekilde sorusunu sormuştu. Kadının komutanmış, albaymış diye bi çekincesi yoktu. Mevlüt albay bakışlarını Deniz anneme çevirdi. “Olmaz olur mu? Özel olarak aldırdım. Dedim benim yıllardır görmediğim askerim doğmuş. Kucağında bıcır bıcır tuttuğu kızları eşek kadar olmuş. Deli gelinimiz de burda. Bir revanimiz var bi de.. Neydi lan onun adı?” Servet albayın sorusunu yanıtladı. “Sütlü nuriye komutanım.” Albay adını hatırlamış gibi tekrardan Deniz anneye döndü. “Heh ondanımız var bide.”

“Komutanım..” Mevlüt albay Gökhan’a dönüp “He?” dedi. Gökhan tepsisiyle gelen tatlılara bakıp konuşmaya başladı. “Bu tatlı isimleri niye böyle garip oluyor? Nuriye, Safiye falan?” Barut derin nefes alıp bakışlarını yere çevirdi. “Nasıl oluyor lan?”

“Böyle bi iç gıcıklayıcı, böyle tuhaf..” Barut eliyle başını ovuşturdu. İşte bunu biliyorum neden bu dangalaklar benim timimde duruşu bu. Hamza da konuya dahil olup “Hanım göbeği?” demişti. “Şeker, şeker değil mi dayıoğlu o?” Emirhan, Ali’nin sorusunu anında “Tatlısı da var.” diyerek yanıtlamıştı. Hamza ayakta beklediği yerden “Bülbül yuvası..” diyerek konuya dahil oldu.

“Şıllık tatlısı da var.” Fatih’in söylediği tatlı ile uzağımızda oturan Sarp “Allah allah onunda mı tatlısını yaptılar?” diyerek sordu. Murat Sarp’ı yanıtsız bırakmadı. “Var.”

“Hem de pek güzel oluyor.” Mevlüt albay elindeki maşa ile bize baktı. “Kuzey.” Kuzey komutanımın bakışları anında Mevlüt albaya döndü. “Al bak adamlarına. Görüyorsun dimi adamlarını. Tanı, boş muhabbet, geyik gevezelik dedin mi aha böyle oluyorlar.” Kuzey komutan timini ezbere biliyormuş gibi oturduğu yerde albaya bakmaya devam etti. “Zaten öyle olmaz mı komutanım.”

“Komutanım artık revaniye dalsak mı ya?”

“Kim tutuyor sizi gelin yiyin.” Timden birkaç kişi kalkıp revaniden yemeye başladı. Deniz anne bir kaba Denef ve Ali için yemek ayırmıştı. Ali’ler çocuklar iyice yorulduğu için Defne’nin evine geçmişlerdi.

Defne’yi kolumun altından çekip ayağa kalktım. Elimi uzattığımda Defne başını kaldırıp bana baktı. Ne yapacağımızı gayet iyi biliyordu. Gülümseyip elimi tuttu ve ayağa kalktı. Onun elini tutarken arkaya doğru ilerlemeye başladım. Üniformamın cebindeki anahtarla arabayı açtım. Bagajı açıp örtüyü aldım ve Defne’nin oturmasını bekledim. Defne bagaja otururken bende onun yanına oturdum ve örtüyü bacaklarına örttüm. Arka koltuğa yaslanıp Defne’yi kolumun altına aldım. Defne göğsüme iyice yerleşirken onun yerleşmesini sağlayıp saçlarını okşadım. “Neden asker oldun?” Defne’nin bu sorusunu beklemiyordum. Neden asker oldum..

“Yıllar önce ben köydeyken.. Bir olay olmuştu. Beni çok etkileyen bir olaydı, on yaşındaydım sanırım. Haberlere çıkmıştı. Şırnak’ta koskoca bir tim şehit düşmüştü. Beş asker şehit, biri de yaralı. O olaydan sonra çok düşündüm. Ben burada otururken onların orada şehit düşmesi beni üzmüştü.” Defne sessizce göğsümde duruyordu. Bunu beklemediğini anlamıştım. Onu sıkıca sarıp saçlarını okşadım. “Elbruz.. Babamla annem gibi olmayacağız dimi?” Korkusu sesine vurmaya başlamıştı. Defne’nin saçlarını okşamaya devam ettim, başına bir öpücük kondurdum. “Defne korkularını anlayabiliyorum ama korkma. En yakın zamanda düğünümüzü de yapacağız. Beraber bir ömür geçireceğiz.” Defne belime sıkıca sarılıydı. Kolunu sıvazlayıp okşadım. “Üşümüyorsun değil mi?” Başını salladı.

“Önce Gerard’dan kurtulacağız. Önce ondan kurtulmalıyız ki düğünümüzü rahatça yapalım. Sonra bir balayı.. Sahi Defne?” Biraz geri çekildim. Defne benim geri çekilmemle başını göğsümden kaldırıp baktı. “Gerard denilen herife neden sen pansuman yaptın ve konuştun?” Defne sakince oturduğu yerde dikleşti. Bana bakıp düşünmeye başladı. “Konuştum.. Öyle ajana falan da benzemiyordu.” Kaşlarımı çatıp ona baktım. Sanki çok fazla ajan görmüş gibi özgüvenle konuşuyordu. “Ajan neye benziyor Defne’m?” Defne oturduğu yerde dudaklarını büzüp kendini anlatmaya çalıştı ama aklındaki cümleleri tamamlayamadığı belliydi. Büzdüğü dudaklarına bakıp bende dudaklarımı büzdüm. Dudaklarımı büzerek ona yaklaştım ve dudaklarından öptüm. Defne gözlerini kapatıp üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emmeye başladı. Elimi onun boynuna sarıp onu kendime çektim. Bir süre sonra Defne soluk soluğa kalmış bir şekilde çekilmişti. Onun dudaklarını okşayıp gülümsedim. “Defne’m..” Yüzünü dikkatlice izlemeye başladım. Defne titrek bir nefes alıp gözlerini araladı. Mavi gözleri gözlerimin içine bakıyordu.

“Komutanım.” Cemil’in sesi ile Defne’den ayrılmak zorunda kaldım. Bagajdan inip kapının arkasında bekleyen Cemil’e baktım. “Söyle Cemil.”

“Komutanım Kuzey komutanım çağırıyor. Bir gelişme olmuş.” Defne’ye bakıp arabanın anahtarını ona verdim. Bu kısaca sen ortalığı toparla demekti. Cemil’le birlikte harekât merkezine ilerlemeye başladım. “Başka bir şey söyledi mi?” Cemil başını sağa sola salladı. Şifreyi girip açılan kapıdan içeri girdim. Çoktan Barut ve Kuzey komutan yerlerini almıştı. Selam verip oturdum. “Komutanım ne oldu?”

“Gerard’ın yanındaki unsurlarımızdan teyitli bir bilgi aldık. Gerard’ın planladığı bütün planlarda başarısız olduğu duyuldu.” Barut komutana doğru baktı. “Bu durumda şirket onun infazını onaylayacaktır.” Kuzey komutan da başıyla Barut’u onayladı. “Vahir’i de alabiliriz o zaman.” Kuzey komutan bu sefer beni onaylamıştı. Ellerini masaya yaslayıp konuşmaya başladı.

“Gerard ölecektir. Asıl sorumuz şu. Yerine kim geçecek?”

Bölüm sonu.

Geçen hafta yeni bölümü paylaşamadım kusura bakmayın. Mezuniyet, ödevler, finaller derken anca yazabildim ve paylaşıyorum. Bugün de kep törenim var. Siz bölümü okurken bende hazırlanmaya kaçayım. Haftaya da bir hafta aksama olabilir çünkü o hafta da komple finallerim var. İnşallah finallerden sonra beraberiz, öyle düşünelim şimdilik. Tekrardan affınıza sığınıyorum ve kaçıyorum.

Öpüldünüz, haftaya Cuma görüşürüz. İyi okumalar.

39. Bölüm

Hakkari’ye de bahar çoktan gelmeye başlamıştı. Güneş yeni yeni yatak odamı aydınlatıyordu. Bugün ikimizde izinli olduğumuz için rahat rahat uyuyorduk. Daha doğrusu ben uyanmıştım ama Elbruz yanımda yastığa gömülmüş uyuyordu. Sağ kolu yastığın altındaydı, sol kolu ise benim belimi sıkıca sarmıştı. Bütün gece saçlarımın arasında nefeslerini hissetmiştim. Şimdi ise uyandıktan sonra ona döndüm ve onu uyurken izlemeye başladım. Yanağını okşamaya başladığımda Elbruz gülümsemişti. Beni daha sıkı sardığında nefesimi kesmesi bir olmuştu. Gözlerini araladığında o uykulu çelik mavisi gözleri gördüm. Bu adamın gözlerini seviyorum. Gözleri, bakışları beni kendine çekiyordu. Elbruz beni kendine çekiyordu. “Günaydın sevgilim..”

Elbruz gülümsemeye devam ediyordu. Başını kaldırıp alnıma bir öpücük kondurmuştu. “Günaydın güzelim.” Derin sesi içimi titretiyordu. Elbruz beni baştan aşağı titretiyordu zaten. Heybetiyle, bakışlarıyla, dokunuşuyla, sevişiyle beni benden alıyordu. Elbruz beni kollarından ayırmadan belimdeki elini çekip gerindi. Ben onu izlerken Elbruz gözünü ovuşturdu. Göğsüne vurup kalktım. “Hadi koca adam kalkıp kahvaltı yapalım.” Kalktım pijamamın önü biraz açılmıştı. Sandalyenin üstündeki sütyenimi aldım ve gömleğimi çıkardım. Ben sütyenimi giyerken Elbruz arkama geçip kopçamı takmıştı. Ben pijamamın gömleğini giyip önünü iliklerken beraber odadan çıkıp mutfağa ilerledim.

Mutfağa geçtiğimde camı açıp temiz havayı içime çektim. Elbruz da mutfağa girip dolabı açtı. Dolaptan kahvaltılıkları çıkarmaya başladı. “Bugün artık düğünümüz için hazırlıklara başlayalım. Bana geçelim, evimiz için eksiklere bakalım.” Onun evini kendi evimiz yapacaktık. Evde neler yapılabilir, ne eksikler var diye bakacaktık. Elbruz’u onaylayıp dolaptan çıkardığım yumurtaları pişirmeye başladım. Elbruz sofrayı hazırlarken bende çayı hazırlamaya başladım. Bütün her şeyi hazırladığımızda Elbruz oturdu. Çayını doldurup karşısına yerleştim. “Yeni mobilya almamıza gerek var mı?” Elbruz ağzına attığı zeytinin çekirdeğini çıkarırken bende çatalımı bıraktım. “Hayır bence gerek yok. Hem burada ne kadar rahat mobilya bulabiliriz ki?” Elbruz onaylamıştı. Burada istediğimiz gibi bir mobilya bulmak çok zordu. Hatta ev aletlerini bile istediğimiz gibi bulmamıza engel olabilirdi. “Çanakkale’den ya da bizimkilerle hallederiz onu. Konya’dan kargoyla yollarlar.” Elbruz’u başımla onayladım.

“Nikah için de tarih belirlesek iyi olur gibi Elbruz.” Elbruz kahvaltısına devam ederken bende onunla beraber kahvaltıma devam ettim. “Yaza denk getirmek mantıklı, düğünü Çanakkale’de yaptıktan sonra nikahı da orada yapabiliriz. Temmuz?” Elbruz’un bu dediklerini düşünüp aklımda tarttım. Mantıklıydı. Başımla onu onayladım. “Temmuz iyi bir fikir.” Önümüzde tahmini üç ayımız vardı. Bütün hazırlıkları tamamlayabilir miydik bilmiyorum ama bunun bizim için çok bir önemi yoktu. Tek isteğimiz, hayatımızı birleştirmek.

Kahvaltımızı bitirdikten sonra Elbruz mutfağı toplamama izin vermeden elimdeki bardağı almıştı. “Sen geç hazırlan. Burayı ben hallederim.” Yanağından öpüp odaya geçtim. Yatağı toparlayıp üstümü giyindim. Ben yatak odamda makyajımı yaparken Elbruz mutfağı toparlıyordu. Makineyi doldurduğunu duyabiliyorum. Nişanımızda takılan takıları güvenli bir yere koyduktan sonra odamdan çıktım. “Sevgilim..” Elbruz mutfaktan başını çıkarıp bana baktı. Beni gözleriyle süzdükten sonra gülümsemişti. Kendi etrafımda dönüp ona göz kırptım. “Yine göz kamaştırıyorsun güzellik.”

“He he. Bir kızın olsun beni nasıl unutuyorsun göreceğim ben seni.” Elbruz ellerini belime sarıp beni kendine çekmişti. Onun kollarına sarılıp gülümsedim. “Hadi çıkıyoruz.” Ceketimi giyip dışarı çıktıktan sonra Elbruz’un çıkmasını bekledim. O da çıktıktan sonra kapıyı kapatıp kilitledim. Ben kapıyı kilitlerken Elbruz asansörü çağırmıştı. Beraber onun dairesine girdiğimizde ilk işim camları açmak olmuştu. Ev birkaç gündür kapalı olduğu için havasız kalmıştı. Elbruz önce ceketini ardından da tek eliyle tişörtünü çıkarmıştı. Elindeki tişörtü buruşturup eline sıkıştırmıştı. “Ben duşa giriyorum. Katılmak ister misin?” Arsız arsız gülüyordu. Onun bu teklifine güldüm. “Sen gir benim kıyafetim yok.” Elbruz başını boynuma gömerken belimi sarıp mırıldandı. “Benden giyinirsin olmaz mı?”

“Olurdu ama şu an işimiz var o yüzden sen gir sevgilim.” Elbruz başını geri çekti ve banyoya ilerledi. Ben odalara bakmaya başlamıştım. Neyse ki evi tam benim tarzım bir evdi. Bizim zevklerimiz çok benziyordu. “Çok masraf yapmayacağız neyse ki.” Mutfağa ilerlediğimde mutfaktaki küçük ev aletlerine baktım. Birkaç şey dışında hiçbir eksiği yoktu.

Elbruz banyodan çıkmıştı. Kapının sesini duyabiliyordum. “Baktın mı güzelim?” Duyduğum kalın, derin sesle Elbruz’a döndüm. Mutfağın pervazına yaslanmıştı. Sadece belinde havlu vardı. Islak saçları kıvır kıvırdı. Bende bedenimi tezgaha yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. “Baktım. Çok fazla eksik yok gibi.” Onun saçlarını gösterdim. “Saçlarını kurutmayacak mısın?” Elbruz gülümsedi. Yaklaşıp beni kucağına aldığında bacaklarımı beline doladım. Banyoya girdiğimizde beni lavaboya oturtmuştu. Dolaptan fön makinesini çıkarıp elime tutuşturdu. Fön makinesini fişe takıp çalıştırdığımda Elbruz iki elini hemen yanıma sabitleyip bana doğru eğilmişti. Ben onun saçlarını kuruturken o beni büyük bir sabırla bekliyordu.

Kurutmayı bitirdiğimde makineyi kapatıp yanağından öptüm. “Bir an önce resmi olarak da evlenebilir miyiz?” Güldüm. “Neden?” Elbruz üzerime doğru eğilip saçlarımın arasına bir öpücük kondurmuştu. “Senden ayrı uyumak istemiyorum artık Defne. Ellerim yanaklarına yerleştiğinde yeni traş olmuş yüzünde kaymıştı. Sakallı halini çok görmesem de en sevdiğim hali kesinlikle sakallı haliydi. Normalde erkekte sakalı sevmezdim ama Elbruz her konuda olduğu gibi bu konuda da tabularımı yıkmıştı.

“Dağda olduğunda ne yapacaksın sen?” Yanağımdan öptü. Anında gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya odaklandım. “Senin hayalini kuracağım.” Burnumun ucuna bir öpücük daha kondurdu. “Kollarımın arasındaymışsın gibi düşüneceğim.” Dudağımın kenarından öptü. “Sonra sana geleceğim.” Bir süre beklesem de o istediğim öpücük gelmemişti. Gözlerimi yavaşça aralayıp ona baktım. Sırıtarak bana bakıyordu. Bakışları tekrar dudaklarıma düştüğünde onu izlemeye devam ettim. Bana yaklaştığında gözlerim istemsiz kapanmıştı. Aramızdaki çekim devreye girmiş beni komple onun ellerine bırakmıştı. “Sana bakacağım. Kucağıma alıp bütün gece ya da gündüz oradan ayrılmamanı sağlayacağım.” Dudaklarımda hissettiğim dolgun dudakları ile yutkundum. Ellerimi yanaklarına yerleştirip ona karşılık vermeye başladım.

Oturma odasından gelen telefon sesi aramıza girmeyi başarmıştı. Elbruz geri çekildiğinde sinirli olduğunu nefes alışverişlerinden anlayabiliyordum. Gözlerimi açmaya cesaret edemedim. “Sikeyim telefonunu da..” Nefesi giderek benden uzaklaşmıştı. Gözlerimi açtığımda Elbruz’un olduğu bacak aram boştu. Lavabodan inip banyoyu toparladım. Banyodan çıkıp oturma odasına ilerlerken Elbruz’un keskin sesi geliyordu. “Emredersiniz komutanım.” Kapının pervazına yaslanıp onu izlemeye başladım. Sağ elini beline yerleştirmişti. Kaslı vücudu süzülmeye, saatlerce izlenmeye değerdi. Telefonu kapatıp koltuğa fırlatırken bana dönüp bakmıştı. “Dur tahmin edeyim, gitmen gerekiyor. Çünkü babam çağırdı.”

Elbruz çaresizce başını sağa sola sallamıştı. İçinden babama küfürler ettiğine emindim. Hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçip odasına ilerlemeye başladı. “Giyinmem gerekiyor.” Gülmemi bastırmaya çalışıyordum. “Gülme doktor.” Zar zor gülmemi bastırıp kendimi biraz geriye attım. Onun odasına bakarken “Beni de hastaneye atar mısın?” İlk başta cevap gelmemişti. Ben yeniden seslenmeye hazırlanırken yatak odasından kalın sesi yükseldi. “Giy ceketini!” Koltuğun üstüne bıraktığım ceketimi giyip eve girer girmez açtığım camları tek tek kapattım. Arkamı döndüğümde Elbruz çoktan kapıda beni bekliyordu. Giydiği siyah kotu bacaklarını ön plana çıkarmıştı. Siyah tişörtünden belli olan kol kasları ben buradayım diyordu resmen. Yutkundum. Botlarımı giyip evden çıktım. Elbruz ceketini giyip çıktı ve kapıyı kilitledi.

Arabaya bindiğimizde hala sinirli olduğu belliydi. Kendi kendine mırıldanıyordu. Ne dediğini anlamasam da üstüne çok düşmemiştim. “Anlamıyorum izinli değil miyiz biz ya? Eğitim yapacakmışız.” Güldüm. Babam normale dönen hayatımızda Elbruz’la uğraşmaya başlamıştı. Ona güvense de sevse de onunla uğraşıyordu. “Kolay gelsin. Babam sizin canınıza okuyacak demek ki bugün.” Omuz silkti. “Ali’ye Denef’i verirken bile canına okumuş, belli şartlar sunmuştu. Ali, Denef’i babamdan uzaklaştıramadı. Dövüş eğitimi altında Ali’yi mahvettiydi.” Elbruz tekrardan omuz silkti. Bana bakıp elimi kavradı. “Ben aldım. Ayrıca almam için arkamda duran da babandı. Dini nikahımızı bile kıydırttı.” Göz kırptı.

Doğru babam beni elleriyle ona vermişti ama bu.. Babamın canını yakacağı da kaçınılmaz bir gerçekti.

🩺

“Bebeğiniz gayet sağlıklı. İki aylık.” Heyecanlıydık. Hakan’da bende ilk kez deneyimleyeceğimiz bu şey tam olarak bir mucizeydi. Hakan da bende ebeveyn olacağımız için gergindik. Gözlerimi cihazdan ayıramıyordum. Küçücüktü. Bize nerede olduğunu doktor göstermişti. Hakan hemen yanımda elimi tutuyordu. “Bulantıların var mı?” Bakışlarımı cihazdan çevirip doktora baktım. “Hayır. Öyle çok bulantım olmadı benim.”

Doktor bana bakarken gülümsüyordu. “Çok şanslısın o zaman. Çoğu kadın bulantılarından yataktan bile kımıldayamayabiliyor.” Hakan doktora bakıp dimdik bir hale geldi. “Asker benim karım. O kadar kolay yataklara düşmez.” Onun bu dediği doktoru da beni de güldürdü. Hakan yanımda gururlu bir şekilde bana bakıyordu. Doktor eşime gülerken cihazı çekti ve bende karnımdaki jeli temizleyip kalktım. Doktor kendi masasına geçmişti. Hakan ile beraber doktorun masasının önündeki sandalyelere oturduk. “Bir süre beslenmene dikkat etmek zorundasın. Görevlerinin ağır olduğunu düşünerek sana diyebileceğim tek bir şey var. Bir süre geri görevde durmanı öneririm.”

“Bende dedim de dinlemiyor doktor hanım.” Hakan’a ters ters baktım. Bugünlerde Hakan’la asıl kavgamız bu konuydu. Görevlerde geri durmamı söyleyip, görev sırasında bile beni geride tutmaya çalışıyordu. Ben ise bu konuda tam tersini düşünüyorum. Göreve gidebilirim aynı anda da bebeğimi koruyabilirim. “Asker, polis gibi biraz daha tehlikeli görevlerde düşük yapma ihtimalin yüksek olabilir. Bunun sizin ilk bebeğiniz olduğunu biliyorum. O yüzden bunu senin için söylüyorum.” Sıkıntılı bir nefesi içime çekip doktora gülümsedim. “Yeterince dikkat ediyorum.” Doktor çaresiz bir şekilde beni onaylamak zorunda kalmıştı. Tekrardan önündeki dosyaya döndü. Yanımdan gelen derin nefes alışının Hakan’a olduğunu biliyordum. Sessiz kalıp göz devirdim. “Bunun dışında beslenmen için de bir liste vereceğim. Listeye uymaya çalış olur mu?” Doktoru başımı sallayarak onayladım. Bir liste çıkardığında listeyi bana uzattı.

Listemi de alıp Hakan’la beraber kalktık. Doktorun elini sıktım. Beraber hastaneden çıktık. Listeyi katlayıp çantamın içine attım. Hakan elimi sıkıca tutuyordu. Alaya doğru gidiyorduk. “Bebek için bir şeyler bakmalıyız. Ankara’ya mı gitsek günübirlik?” Hakan’ın bu halleri hoşuma gidiyordu. Baba olacağını anladığı andan beri heyecanlıydı. Ama iki aylık bebeğimiz için henüz bir şey almamız tamamen saçmalıktı. Ona bakıp gülümsedim. “Saçmalama Hakan daha küçücük bebek için ne alışverişi?”

“Şöyle düşün Ayda’m eğer olurda ben görevde olursam hazırlıksız gelmesin bebeğimiz. Birlikte olduğumuz her an bebeğimiz için bir şeyler almak istiyorum.” Gülümsedim. Aslında haklıydı. Göreve çıkmadığımız sürece beraber vakit geçiremiyorduk. Şimdi ise benim göreve çıkmam da kısıtlanacaktı. Hakan’a bakıp gözlerimi büyüttüm. Bakışları bana döndüğünde gülümsedi. Tabii ki bu bakışımın ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Son iki haftadır tuhaf bir biçimde fazla yiyordum. “Anladım. Rotamız restorana çevriliyor Ayda hanım.” Yemek yemek için bir yere girdiğimizde onunla beraber oturdum. “Ne yemek istersin?”

“Kebap? Kebap güzel olabilir.” Hakan garsonu çağırıp siparişleri verdi. Biz yemeğimizi beklerken Hakan elimi tutup ufak bir öpücük kondurdu. Masadaki suyu açıp yudumlayışını izledim. Suyu bana uzattığında şişeyi alıp yudumladım. “Bir ara izin alalım da beşik bakmaya çıkalım.” Hakan başıyla onayladı. Karnımdaki bebek ikimizin bebeğiydi. Hakan’la aynı timde göreve başlayalı dört yıl olmuştu ve o dönemki halimize bakılırsa bu halimiz oldukça tuhaf geliyordu. Resmiyet korkumuzdan kaç sene birbirimize açılamamıştık. Şimdi ise evliydik ve bir bebeğimiz olacaktı. Hakan telefonunu çıkarıp internetten alışveriş yapmak için bir siteye girdi. Bebek odası takımlarına baktığına adım gibi emindim. Nitekim telefonunu bana çevirdiğinde karşımda ahşap bir bebek odası takımı vardı. “Renkli bir şey mi seçseydik? Ne bileyim ahşap çok renksiz gibi geldi.” Hakan telefonunu çevirip ekranı kaydırmaya başladı. Birkaç kez daha kaydırdıktan sonra telefonu tekrardan bana çevirdi. Beyaz bebek odası takımı dikkatimi çekmişti, hoşuma gitmişti. “Bak bunu sevdim.” Gülümsedi. Siparişler geldiğinde sakince yerleştirmelerini bekledik.

Hakan telefonunu geri kendine çevirdi. “O zaman ben siparişi veriyorum.” Hakan beşiğin siparişini vermeye karar vermişti. Mis gibi yemek kokusunu içime çekip çatalımı aldım. Ben direkt yemeğe odaklanırken Hakan benim bu halimi gülerek izliyordu. Sessizce yemeğimi yemeye başladım. “Bebeğimiz için güzel bir bebek odasın takımı da sipariş ettiğimize göre.. Sırada cinsiyet öğreneceğimiz ana kadar birkaç kıyafet almakta..” Bebeğimizin ilk alışverişini de yapmıştık.

🩺

“Ben Uğur komutanıma laf söyleyen dilimi sikeyim.” Yemekhaneye girdiğimde Fatih akşam yemeğini hazırlığındaydı. Ellerimi arkamda birleştirip ayağa kalkan askerlere elimle oturmalarını işaret ettim. Fatih’in arkasına dikilip onu dinlemeye başladım. “Çenem sikileydi de laf dahi etmeyeydim.” Başımı salladım. İt herif hala akıllanmamış ve konuşuyordu. Patatesleri doğru düzgün soymuyordu. Derin bir nefes alıp kafasına vurdum.

“Lan!” Fatih ayaklanıp arkasını döndü. Beni gördüğü gibi lan lafını yutmuştu. “K-Komutanım..” Bıçağı saklayıp yutkundu. “Kolay gelsin Fatih.” Sessizce bana bakıp başıyla onayladı. “Sağ olun komutanım.”

“Yemekten sonra on tur koşu.” Fatih’e sırıtarak onu izlemeye devam ettim. “Emredersiniz komutanım!”

Yemekhaneden çıkıp koridorda yürümeye başladım. Karşımdan gelen Nilay’a bakıp gülümsedim. Beremi elime birkaç kere vurup Nilay’a yaklaştım. “Mevlüt albayıma mı geldin?” Nilay bana bakıp gülümseyip yaklaştı ve saçlarının ucuyla oynamaya başladı. “Hm hm.. Ama seni de görmem gerekiyor.” Ellerimi kemerime yaslayıp kaşlarımı kaldırdım. “Demek beni de görmen gerekiyor? Nedenmiş?” Nilay sarı saçlarını geriye itip en sevdiğim bakışlarıyla bana bakıyordu. Yaklaşıp saçlarının ucuyla oynamaya başladım. “Çünkü babam da seni görmek istiyor.” Nilay’ın saçlarını oynayan parmaklarım durdu.

Benim vurulduğum gün albay Mevlüt’ün her şeyi öğrendiğini söylemişlerdi ama Mevlüt albay benimle bir kere konuşmuştu. Bir daha da benimle konuşmamıştı. İlişkimiz konusunda da tuhaf bir biçimde rahattı. Ben, beni süründüreceğini düşünmüştüm. Nilay benim duraksadığımı fark ettiği gibi sırıttı. “Ne o korktun mu babam seni de çağırdı diye?” Derin bir nefes alıp durduğum yerde dikleştim. “Korkmadım güzelim. Sadece şaşırdım.”

Nilay gülümseyerek yanımdan geçti ve babasının odasına ilerlemeye devam etti. Biraz ilerledikten sonra köşeyi dönmeden durup tekrardan bana döndü. İşaret parmağıyla beni gösterip gelmem için elini salladı. Başımı sallayıp albayın odasına doğru ilerledim. Koridoru takip ederken ister istemez gerildim. Koridorun sonunda sola döndüğümde sağ kolumda kalan albayın odasının kapısında durdum. Derin bir nefes alıp Nilay’ın arkasından odaya girdim.

Albay’a selam durup “Komutanım.” dedim. Mevlüt albay önce Nilay’a sonra bana bakmıştı. “Babacığım..” Nilay gülümseyerek Mevlüt albaya sarıldı. Nilay’ın Mevlüt albaya olan sevgisini biliyordum. Sessizce beklemeye başladım. Benim ardımdan çok geçmeden kapı çalmıştı. “Gir.”

Kuzey yarbay odaya girdiğinde selam verip beklemeye devam ettim. “Geç Kuzey, otur.” Kuzey yarbay masanın hemen yanındaki sandalyeye oturdu. “Nilay ne kadar büyümüş komutanım.” Mevlüt albay Nilay’a bakıp gülümsedi. Başıyla Kuzey yarbayı onayladı. “En son gördüğümde daha küçücük kızdı. Hastalığı ne durumda?” Nilay masanın hemen yanında Kuzey yarbaya bakıyordu. Kuzey yarbaya şaşkın şaşkın bakıyordu. Büyükçe açtığı yeşil gözleri ister istemez beni gülümsetti. “Hastalığımı bildiğinizi bilmiyordum.”

Kuzey komutan gülümsedi. Elindeki dosyayı Mevlüt albayın önüne koyup arkasına rahatça yaslandı. “Sekiz yaşındaydın sanırım ameliyat olduğunda. Mevlüt albay o dönem binbaşıydı ve bir süre bizimle görevdeydi. O gün az daha ölüyordun ameliyatta.” Mevlüt albay sanırım o anları hatırlamıştı. Kalemini alıp dosyayı incelemeye başladı. Ama dosyayı inceleyen bakışlarında burukluğu görülüyordu. Gözleri dolmuştu bile. Nilay kalp yetmezliği rahatsızlığına sahipti. Bana söylediğine göre de kalp nakli bile olmuştu. Kuzey yarbayın bahsettiği de bu ameliyat olmalıydı.

“Benim kızlarla lojman parkında kavga ederdiniz. Yaşıttınız, çok az gelirlerdi ama geldiklerinde de parkta kavga ederdiniz.” Nilay Defne’den büyüktü. Kuzey komutan aklına gelen anıyla gülmeye başlamıştı. “Defin sana vurmasın diye seni sakınmaktan yorulmuştuk. Defin de çok sağlam değildi ama senin kalbin daha önemliydi.” Mevlüt albay da dayanamayıp gülmüştü. Nilay’ın bir şey hatırlamadığı belliydi. Sessizce bakışları babasıyla, Kuzey komutan arasında dolanıyordu. Kuzey komutanın bakışları bana döndüğünde bakışlarımı Nilay’dan çektim. “Komutanım, Uğur’un cezasını kestiniz mi?” Yutkundum. Mevlüt albayla hastanede ben yatarken konuşmuştuk aslında.

“Ben konuştum onunla da kızımı oyalayıp oyalamadığını çözemedim.” Başımı kaldırıp şaşkın şaşkın Mevlüt albaya baktım. Kendimi açıklamak için yutkundum Mevlüt albaya izin ister gibi baktım. Mevlüt albay beni onayladığında ağzımı açtım. “Komutanım aslında ben..” Üniformamın cebindeki yüzük kutusunu cebimden çıkardığımda Mevlüt albay şaşkınlıkla yüzüme baktı. Bakışlarımı Nilay’a çevirdiğimde Nilay’ın yeşil gözleri kocaman açılmıştı. Beklemediği kesindi.

“Hahaha..” Ortamda yankılanan kahkaha sesi Kuzey komutandan gelmişti. Kuzey komutanım oturduğu yerde kahkahalarla gülüyordu. “Sok lan onu cebine.” Sessizce sağ elimde tuttuğum yüzük kutusunu indirdim. Sessizce yutkundum. Kuzey komutan eliyle bacağını sıvazlayıp Mevlüt albaya baktı. “Komutanım, kusura bakmayın gülüyorum ama aklıma Elbruz’un hali aklıma geldi.” Gülmeye devam ediyordu. Sessizce onlara bakıp gözlerimi Nilay’a çevirdim. O da sessizce izliyordu. “Elbruz Defne’ye evlenme teklifi edeceğinde benim kızlara sormuş. Nasıl yüzük alacağını falan. O aklıma geldi.”

“Ne ara aldın lan onu?” Nilay’ın meraklı bakışlarını gördüğümde gülümsemeden edemedim. Ne zaman aldığımı merak ettiği belliydi.

“Komutanım hep beraber kahvaltıya gidiyoruz değil mi?” Kerem komutana baktım. Timin en arkasında yürüyordum. Sessizce ilerlemeye devam ettim. “Komutanım kahvaltı için mekanı ayarladınız değil mi?

“Fatih sus da yürü lan.” Timle kahvaltıdan sonra kaçıp Nilay’ı görmeye gitsem iyi olacak. “Uğur komutanım biz kahvaltıdan sonra hamama gideceğiz. Siz de gelmek ister misiniz?” Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Çarşının içindeki mekana ilerlerken dikkatimi çeken bir dükkanın önünde durdum. Vitrinde gördüğüm tek taş oldukça dikkatimi çekmişti.

“Uğur?” Kerem komutanın sesini duyduğumda gözlerimi vitrinden çekip Kerem komutana baktım. “Kahvaltıya gelmiyor musun?” Sessizce gözlerimi çekmeden yanıtladım. “Geliyorum komutanım. Bir işim var. Onu halledip geliyorum.” Tim önden ilerlemeye başladığında tekrardan vitrindeki yüzüğe baktım. Yüzüğü gördüğüm anda Nilay gözümün önüne gelmişti. Ona kesinlikle çok yakışacaktı. Gülümsedim.

“Selamın aleyküm.” Ellerimi cebime yerleştirip kuyumcuya baktım. “Aleyküm selam.” Vitrini gösterdim. “Vitrindeki tek taşın fiyatını öğrenebilir miyim?” Adam vitrine yaklaşıp beğendiğim tek taşı çıkarıp benim önüme koymuştu. Tek taşı elime alıp daha yakından baktım. Nilay’a evlenme teklifi edeceğim yüzük kesinlikle buydu. Zarif parmaklarında oldukça zarif duracaktı. Daha tanışalı bir ay olmasına rağmen Nilay’la evleneceğim. Bunu o kadar net biliyordum ki.. Nilay benim kaderimdi.

“Bu yüzüğün fiyatı 30.000 lira.”

“Alacağım bunu. Paketler misiniz?” Zamanı geldiğinde Nilay’a vereceğim.

Alırken bahsettiğim zaman bu değildi. Kesinlikle bu değildi. Nilay’ın gülen gözlerini görüyordum. Utanmıştı ki bende utandım. Böyle yakalanmış olmak hiç hoş değildi. Kuzey komutan büyük bir keyifle ayaklandığında onun yüzünden yakalanmış olsam da tepki veremeyeceğim için saygıyla çıkmasını bekledim. Kuzey komutan çıktıktan sonra Mevlüt albay bana baktı. “Çık lan sende odadan. Haytaya bak. Gelmiş kızıma gözümün önünde yüzük çıkarıyor.” Başımla selam verip odadan çıktım. Beremi çıkarıp terimi sildim.

“Bu ne lan? Kan ter içinde kalmışsın.” Hakan komutanıma bakıp yutkundum. Başımı hafifçe yatırıp içeriyi gösterdim. “Ne bok yedin de Mevlüt albay çağırdı?” Derin bir nefes alıp cebimdeki yüzük kutusunu çıkardım. Hakan üsteğmen kocaman açtığı gözleriyle bana bakıyordu. Eliyle ağzını kapattı. “Oha! Lan sen albayın kızına evlenme teklifi mi yaptın?!” Hızlıca başımı sağa sola salladım. “Hayır komutanım hayır.” Beremi sıkıca tutarken Hakan komutanıma olan biteni anlatmaya başladım. “Mevlüt albay çağırdı. İşte biraz konuştular. Kuzey komutan geldi. Sen Nilay’ı oyalıyor musun diye ortaya soru attı. Bende toparlayayım derken boşluğuma denk geldi yüzüğü çıkardım.” Hakan komutanın kahkahası koridorda yankılanmaya başladı. “Komutanım.. Gülmeyin ama ya..” Hakan komutan hiç beni umursamadan gülüyordu.

Koridorun diğer ucunda bir hareketlilik vardı. Başımı çevirip baktığımda koridorun diğer ucunda elinde dosyayla Kerem komutan görünmüştü. Başını elindeki dosyadan kaldırmış ve bize bakmıştı. Tekrardan elindeki dosyaya dönüp kapattı. Dosyayı yanındaki Rahmi’ye verip bize doğru gelmeye başlamıştı. İşte bu alayın diline dolanacağımın kanıtıdır. Sessizce yanımıza yaklaşan Kerem komutana baktım. “Ne oluyor Hakan?” Hakan kahkahasını bastırmaya çalışırken eliyle beni gösterdi. “Komutanım..” Kahkaha atıyordu. Kerem komutanım bana bakıp beni gözleriyle süzmüştü. Elimdeki yüzük kutusunu gördüğünde kaşları çatılmıştı. Elimdeki kutuyu alıp açtığında Nilay için seçtiğim yüzüğü görmüştü. “Sen Mevlüt albayın kızı için yüzük mü aldın?” Komutanımın sorusunu anında başımı sallayıp onayladım. “Hayırlı olsun.”

“Sağ olun komutanım..” Kerem komutanım gülümseyip bana göz kırptı. “Ne zaman?” Umutsuz bir şekilde başımı eğdim. Ne demek istediğini elbette anlayabiliyordum. “Cenazem, değil mi komutanım?” Kerem komutanım benim çaresizliğime rağmen gülümsemeye devam etti. Kerem komutanım sırtıma hafif hafif vurdu. “Düğünün lan düğünün. O yüzüğü görmesine rağmen o odadan çıkabildiysen cenazen değil, düğünün var demektir.” Düğünüm.. Nilay’la benim evlenmeme izin verecek miydi? Komutanım sırtımı sıvazlarken “Dur oğlum heyecanlanma. Önce güzel bir evlilik teklifi yap. Gidelim isteyelim kızı.” Komutanıma bakıp gülümsedim. Ne kadar heyecanlanma dese de heyecanlanmıştım bir kere. “Dağılın hadi. Uğur sende git Fatih’in cezasını hallet ama iyi hallet.” Kerem komutanı onaylayıp koridorda ilerlemeye başladım.

Yemekhaneye girdiğimde yemekler hazırdı. Fatih’e bakıp sırıttım. “Yemekten yarım saat sonra spor salonunda ol.” Fatih bunun ne demek olduğunu biliyordu. Senin canına okuyacağım demekti. Önce yutkundu ardından bana bir cevap vermediğini hatırlamış olacaktı ki hazır ola geçti. “Emredersiniz komutanım.” Askerler yavaştan toparlanmaya başladığında Fatih askerlerin tabldotlarını doldurmaya başlamıştı. Komutanlar yavaş yavaş yemekhaneye gelmeye başladığında hepimiz ayağa kalkıp beklemeye başladık. Mevlüt albay önden girdi. Arkasından Kuzey yarbay, Kerem ve Altan yüzbaşı girdi. Onlar da yerine geçtiğinde hepimiz ayakta bekliyorduk. “Oturun.” Mevlüt albayın eliyle oturmamızı işaret ettiğinde askerlerle oturduk. “Başlayabilirsiniz.”

Yemeğimize başlayıp yavaş yavaş yemeye başladık. Bugün yemekte sulu patates, çorba ve yoğurt vardı. Hakan komutanım yemek yemiş olmalarına rağmen Ayda komutanıma yoğurt yedirmeye çalışıyordu. “Yoğurdunu bitir Ayda. Hatta bitir ki ikinciyi alalım.” Hakan komutanım, Ayda komutanımın yediklerini sıkıca denetliyordu. Hamza yemeğini yerken bakışlarını Hakan komutana çevirmişti. “Komutanım doktora gittiniz mi bugün?” Hakan komutanım başıyla onaylarken suyunu içip konuşmaya başladı. “Gittik. Maşallah çok iyi.” Ayda komutanım yoğurdunu yemeye devam ederken Hakan komutanımı başı ile onaylıyordu. Burak, başını kaldırıp Hakan komutanıma baktı. “Yeni evliydiniz değil mi komutanım?” Hakan başıyla onaylayıp gülümsedi. “Ayda komutanın da iki aylık hamile. İnşallah Kerem komutanımda yakında evlenecek, onlar da yakında çocuk haberi de gelir.” Burak time tek tek bakıp “Hepinizin sevgilileri var mı yani?” diye sormuştu. “Kerem komutanımı biliyorum, sizi de biliyorum. Uğur komutanım?” Mevlüt albayın bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Keskin bakışlarıyla bana bakıyordu. Az önce Nilay’la olan biten her şeyden sonra Burak’ın sorusu ile yutkundum. “Onun da var. Alırsın yakında haberini.”

Gözlerim etrafta Nilay’ı arasa da Mevlüt albayın onu çoktan postaladığını anlamıştım. Bende Nilay’ın burada yemesini istemezdim açıkçası. Hamza bana doğru eğilip fısıldadı. “Komutanım, Nilay yenge revirde Defne yenge ile yemek yiyor. Az önce Kerem komutanım Cemil ile ikisine yemek gönderdi.” Hamza’ya bakıp başımla onayladım. Sessizce yemeğimi yemeye devam ettim. Mevlüt albaya baktığımda çatık kaşlarıyla bana baktığını görüp tekrardan başımı yemeğime çevirdim. Yemeğimi bitirdikten sonra kalkıp revire ilerlemeye başladım. Revire yaklaştığımda Nilay’la Defne yengenin sesi geliyordu.

“Cebinde mi taşıyormuş yüzüğü?” Defne yengemin şaşkın sesini duymuştum. Herkesin yüzüğü cebimde taşımama şaşırması bana oldukça saçma geliyordu. “Ama biliyor musun? Seni ilk gördüğü anda eşi olacağını biliyormuş demek ki. Yoksa başka türlü yüzüğü direkt almazdı veya cebinde taşımazdı.” Gülümsedim Defne yenge haklıydı.

Okulun kapısını itip içeri girdim. Nilay öğretmen kapının önünde biriken karları kürüyordu. Karlar adımlarımın altında sıkışırken öğretmen hanım adım seslerimi duyup başını kaldırdı, bana baktı. Elindeki küreğe yaslanıp bana bakmaya devam etti. “Hoş geldiniz teğmenim.” Gülümseyip yanına yaklaştım. “Hoş bulduk öğretmen hanım. Yaralarım biraz iyileştikten sonra size teşekkür etmeye geldim.” Nilay hanım kaşlarını kaldırıp bana bakarken vücudumu süzmüştü.

“Yaralarınız daha iyi demek ki.” Onu onaylayıp göz kırptım. Elindeki küreği bana gösterip gülümsedim. “Bende öğrencilerim gelmeden önce düşmesinler diye kapının önünü kürüyordum.” Elimi uzatıp gözlerimle küreği gösterdim. Nilay elindeki küreği geri çekip “Olmaz öyle şey. Siz içeri geçin ben geliyorum.” Göz devirip elindeki küreği tutup çektim. Nilay bir iki adım geri çekilirken sessizce karları kenara doğru kürümeye başladım. “İçeride sobayı yakman gerekiyorsa sen içeri gir yak öğretmen hanım.” Nilay ellerini arkasında birleştirip olduğu yerde sallanıyordu. Başını hafifçe sağa yatırıp “Emin misin teğmenim?” demişti. Yeşil gözleri ile alttan alttan bana bakıyordu. Küremeyi yarım bırakıp küreğe yaslandım. Elimi cebime yerleştirip ona baktım. “Eminim öğretmen hanım. Sen geç içerideki işlerini hallet.” Nilay onaylayıp içeri girdiğinde küremeye devam ettim.

Okulun dış kapısına kadar bütün karları küremekte fayda vardı. “Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen..” Karları kenara doğru atıp çocuklara oynayabilecekleri alan da açmaya başladım. “Söyle kumralım..” Karı kenara attım. “İçin sızlamaz mı?” Bütün kar küreme işlerini bitirip küreği okulun hemen yanındaki duvara yasladım. Cam açıldığında bakışlarımı camdan bana bakan Nilay’a çevirdim. “Teğmenim çay koydum. Gelin de için, içiniz ısınsın.” Ellerimi birbirine sürtüp içeri girdim. Sınıfa girdiğimde sobanın sıcaklığı çoktan sınıfı ısıtmıştı. Ben okula girerken Nilay camı kapatmıştı. Sobanın üstündeki çaydanlığı alıp bardaklara çay doldurmaya başladı. “Teşekkür ederim bu arada.. Sen olmasan hem karları küreyip hem de sınıfı ısıtamazdım.”

“Rica ederim, ne demek.” Nilay, Mevlüt albayın kızıydı. Tam olarak babasının kızı değildi. Nilay daha naif biriydi. “Seni babam mı gönderdi?” Teknik olarak öyle sayılırdı. Mevlüt albay direkt beni odasına çağırmış, kızının yanına gidip ihtiyaçlarını gidermemi söylemişti. Nilay’a bakıp yutkundum. “Yalan söyleme teğmenim.” Gülümsedim. Başımı sallayıp onu onayladım. “Evet beni Mevlüt albay gönderdi.” Saçlarını geriye itip göz devirdi. Bardağı alıp bana uzatacağında kalkıp onun elinden bardağı aldım. O oturduktan sonra bende yanına oturdum.

“Sen şimdi babamın timinde misin?” Çayımdan bir yudum alıp onun çayını yudumlayışını izledim. “Teknik olarak timlerinden birindeyim. Babanın emrinde olan üç tim var. Bende onlardan birindeyim.” Nilay başıyla beni onaylayıp gülümsedi. “Timlerden hangisindesin?” Olduğum yerde biraz dikleştim. Timimden bahsetme düşüncesi bile beni gururlandırıyordu. “Poyraz timindeyim. Yıllardır da bu timde görev yapıyorum. Yani biz komutanlarımla.. Beraber büyüdük gibi oldu işte..” Nilay bana bakarken gülümsüyordu. Gülüşü çok güzeldi.. Bir an için bu gülüşü her sabah görebilme ihtimali gözümün önünden geçmişti. Sessizce onun gülüşünü izlemeye başladım. “Güzel gülüyorsun..”

Şu anki halimizi düşündüğümde o dönemki Uğur’a diyeceğim tek şey kazandın olurdu. Gülüşüne, gözlerine aşık olduğum kadın benim sevgilimdi. Teğmen Uğur Kutlu kedi olalı bir fare tutmuştu. Geri dönüp koridoru geri yürümeye başladım. Dışarı çıktığımda eğitim alanına doğru yürümeye başladım. Fatih eğitim alanında beni bekliyordu. “Evet Fatih. Standart eğitim. Başla!” Fatih koşmaya başladığında bütün bedenimi eğitim alanına çevirip ellerimi arkamda birleştirdim. “Fatih on tur!”

O on turluk koşusunu tamamlarken dikkatli bir şekilde onu izlemeye devam ettim. “Bordo bereli parkuru!” Fatih koşuyu bitirdiği gibi yere çöküp ipin altından sürünmeye başlamıştı. Fatih tırmanma ipine koşarken bahçenin diğer ucunda görünen Kerem komutanla Defne yengeye baktım. “Komutanım?” Bedenimi komutanıma çevirip onlara gülümserken Kerem komutan çektiği sivillerle güneş gözlüklerini takmış bana bakıyordu. Arkamı dönmeden Fatih’e seslendim. “Durma Fatih! Koş Fatih koş!” Kerem komutanım başını eğip arkamda büyük ihtimalle tırmanma rampasına koşan Fatih’e baktı. “Sen dön cezana. Biz Defne’yle havaalanına gidiyoruz. Cezasını bir an önce hallet sonra duşa yolla şu salağı.”

“Emredersiniz komutanım.” Kerem komutan Defne yengeyle beraber alaydan çıktı. “Fatih süren azaldı. Bir saatte her şeyi bitir sonra duşa!” Fatih koşarken timin geri kalanları da izlemeye gelmişti. Onlara bakıp kaşlarımı çattım. “Başka spor yapmak isteyen var mı? Varsa geçsin Fatih’in yanına eşlik etsin.” Tim benim cümlemi duyduğu gibi bir anda dağılmıştı. Gülüp Fatih’i izlemeye devam ettim.

🩺

Odamda önümdeki dosyanın detaylarını inceliyordum. Gerard denilen herif oldukça salakça adımlar atıyordu. Masadaki not kağıdını alıp birkaç not almaya başladım. Araştırdığımız adam utanmadan tanıştığı ilk kişi Defne olmuştu ve daha ilk adımından yaş tahtaya basmıştı. Kapım çaldığında başımı dosyadan kaldırıp "Gir." dedim.

Cemil içeri girip selam verdiğinde arkama yaslanıp Cemil'e baktım. "Komutanım, Mevlüt albay sizi odasına çağırıyor." Kaşlarımı çattım. Cemil'e bakmaya devam ettim. "Bir detay verdi mi?" Cemil başını sağa sola salladığında hiçbir detay bilmediği belliydi. Kalemimi birkaç kez masaya vurdum. Derin bir nefes verip ayaklandım. Sandalyemi düzeltip odadan çıktım. Cemil benim arkamdan geliyordu. Albayın odasına geldiğimde kapıyı çalıp albayın cevabını bekledim.

"Gir." Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım. "Gel Kuzey gel." Masanın önünde hazır olda beklemeye başladım. Mevlüt albayın yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. "Bir gelişme mi var?" Mevlüt albay başını sallayarak beni onaylamıştı. Sol bileğindeki saatine bakıp bekledi. Bir iki dakika geçti yada geçmemişti ki Mevlüt albay ayaklanıp kapıya ilerledi. "Takip et beni." Başımı sallayıp odadan çıkan Mevlüt albayı takip etmeye başladım.

"Albayım bir sorun mu var?" Beraber harekat merkezini geçmiştik. Harekat merkezine girmeyeceksek nereye gidiyorduk bir türlü anlamıyorum. Yemekhaneye girdiğimiz anda yükselen aşina olduğum türkü sesi ile gözlerimi kapattım. Karşımda gördüğüm Deniz ile olan biteni anlamıştım. Bugün benim doğum günümdü. Haziran'ın ne ara başladığını bile unuttum. Deniz ise benim unutmamı fırsat bilmişti. Elindeki pasta ile yıllardır yapmadığı bir şeyi tekrardan yapıyordu.

Alayda komutanlarımın cezası ile yemekleri yapmak için yemekhaneye girdim. "Mavişim mavilendim. Kapına kilitlendim." Karşımda Deniz duruyordu. Üstünde kabanı vardı. Yeni geldikleri her hallerinden belliydi. Elinde kocaman bir pasta, yanında Güney ve Nehir duruyordu. Arkalarında ise asker arkadaşlarım. Deniz elindeki halay mendilini sallarken Nehir pastayı düşürmesinden endişeleniyordu.

"Göz bebeğim." Deniz şarkıyı söylemeye başladığında asker arkadaşlarım hep bir ağızdan "Mavişim." diye bağırmışlardı.

"Tek dileğim." Deniz yirmi dokuz yıl sonra bir dönem ayrı kaldığı kocasına böyle bir doğum gününü layık görmüştü. Yirmi dokuz yıl önce sadece bir yıllık sevgilimken şu an arkasında üç kızım, damatlarım ve torunlarımla beraber duruyordu. Elindeki pasta ise hiç değişmemişti. Meyveli, kremalı pasta..

"Mavişim." Kızlarım Deniz'in arkasında annelerine eşlik ediyordu. Ellerimi belime yerleştirip gülmeye başladım. Deniz sol elinde tuttuğu pasta ile oynaya oynaya bana yaklaşıyordu.

"Sensizlikten."

"Mavişim." O bana geldikçe bende ona bir adım atıyordum. Hep olduğu gibi.. Hiç birbirimizden kaçmadan onun gözleri benim gözlerime mühürlüyken.. Onun gözlerinin içi gülüyordu. Bunca yıl ayrı kaldığımız dönemin acısını çıkarıyordu. "Öleceğim." Elindeki halay mendili bile aynıydı. Uçları yeşil süslenmiş mavi mendil. "Kır çiçeğim."

Yemekhanenin ortasında buluşmuştuk. Deniz gülen gözleri ile bana bakıyordu. Sonrasında bütün devrelerimin diline sakız olacağıma adım kadar emindim ama en azından Deniz'le olan tek anımı değerlendirmem gerekiyordu. Deniz komutanlarımı bile ayarlamıştı. Komutanlarım sırf sevgilimi kırmamak için bana ceza vermişti.

"Mavişim." Deniz tam önümde dururken başını kaldırmıştı. “Tek dileğim.” Pastayı gösterip üflememi işaret etti. “Mavişim.” Ben mumlara üfleyecekken biri arkadan "Dilek tut Kuzey." demişti. Ona bakıp tekrardan Deniz'e döndüm. "Gerçi ne dileyeceksin? Baksana en güzel aileyi kapmışsın."

En güzel aile.. O dönem sadece dört kişiden oluşan çekirdek ailem şu anda kocaman bir geniş aileye dönmüştü. Gözlerimi Deniz'den çekip arkada gülerek şarkıya eşlik eden aileme baktım. Güney ve Nehir'de oradaydı. Nehir'i kolunun altına almış gülüyordu. Defne, Defin ve Denef annelerinin arkasında en az anneleri kadar güler gözlerle şarkıya eşlik ediyorlardı. Ali kucağında Efe ile duruyordu. Efe babasının kucağında etrafındakilere eşlik edebiliyormuş gibi kımıl kımıldı. Asya annesinin önünde duruyordu.

"Komutanım dilek tutmayı unutmayın." Fatih'e dönüp baktığımda güldüğünü görmüştüm. Deniz'de Fatih'e dönmüştü. "Ula ben sağa ne dedum? Devam et ula türküye. Ritmi kaçuranu vuracum dedim ha." Deniz yine herkesi tehdit ile toplamıştı. Fatih türküye eşlik etmeye devam ederken Deniz sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar bana dönmüş ve gülümsemişti.

Yıllar önce hiçbir şeyi olmayan Kzuey değildim artık. Yıllar geçtikçe Güney'in de benimde bir ailem olmuştu. Benim ailem genişledikçe genişlemişti. Gözlerimi Poyraz ve Barut'ta gezdirdim. Hepsi benim için çocuklarım gibi olmuşlardı. Deniz türküyü bitirdiğinde onun gözlerine bakarak mumları üfledim. Deniz gülerek benim boynuma sarılırken Nehir hemen yanımızda pastayı Deniz'in elinden alıyordu.

"Bana olan güvenimi yaşarttı Nehir." Nehir omuz silkerek gülümsedi. Deniz ise pastanın alınmasını fırsat bilerek boynuma daha sıkı sarılmıştı. Belini sarıp onu kaldırdım ve döndürmeye başladım.

Deniz ile ayrıldığımızda Deniz hızlıca yanıma geçti. Kızlarıma bakıp kollarımı açtım. İşaretimi anlayan kızların üçü de aynı anda bana koştular. Üçünü de sarıp saçlarını okşadım. Defne ve Denef'i öperken Defin biraz geride kalmıştı. Başını tutup onu da çektim ve saçlarının arasında bir öpücük kondurdum. "Bebeklerim benim.."

Kızlar çekildiğinde sıra torunlarıma gelmişti. Sol dizimin üstüne çöküp Asya'ya baktım. Ali, Asya'nın gözünün önünden saçlarını çekip hafif ittiğinde Asya "Dede!" diyerek hızlıca bana koşup kucağıma atlamıştı. Onu kucağıma alıp Ali'lere doğru yaklaştım. Efe'nin başından öperken Asya kucağımdaydı. "Doğum günün kutlu olsun baba." Ali'ye bakıp gülümsedim. "Sağ ol evlat."

Kerem hemen Ali'nin arkasında duruyordu. Başı ile selam verdi. "Komutanım doğum gününüz kutlu olsun." Altan'da hemen yanındaydı. Bütün damatlarım bir arada duruyorlardı. Altan'ı da damadım olarak alacağım bundan adım kadar eminim. Onlara göz kırpıp Güney'e döndüm. "Mavişim, sana da mum üflettiler mi?" Güney kahkaha attığında yaklaşıp bana sarıldı. Sırtına bir iki vururken Nehir'e döndüm. "Kocana mum üflettin mi kız?" Nehir pastaları ayarlaması için Servet'e vermişti. "Onun için de üfleteceğiz elbette ama buranın yıldızı sensin. Deniz'in kesin emri var." Güldüm. Hanım diyorsa doğrudur ama Güney'i bırakmam. Asya'yı kucağımdan indirip kesilmemiş pastayı aldım ve iki mum diktim. Elimdeki pasta ile Güney'e döndüğümde gülüyordu. Başı ile pastayı gösterdi. "Yine çaldın mı?"

"Kuzey pastayı nasıl soktun buraya?" Gizli saklı, kameraların olmadığı tek noktaya oturmuşlardı. Güney kardeşinin elindeki pastaya baktı. "Aşağıdaki fırından aldım." Güney biraz durup düşündü. İkisinin de hiç parası olmamıştı ki nasıl alabilirdi? Kardeşine bakıp kaşlarını kaldırdı.

"Parayı nereden buldun?" Kuzey omuz silkti. Oldum olası sorgulanmayı sevmiyordu. Güney ise her sorunun cevabını almaya çalışıyordu. "Güney hadi lan. Geçen sene görmüştük hatırlasana. Doğum günlerinde böyle yapıyorlardı. Gördüm sende dikkatli bakıyordun. Kıyamadım çaldım işte."

Güney bir süre düşündü. Hatırlamıştı. Geçen sene okuldaki arkadaşlarını ailesi ile birlikte bir pastanede görmüşlerdi. Herkes yeni kıyafetleri ile arkadaşlarına şarkılar söylüyorlardı. Arkadaşları ise önündeki mumlarla süslenmiş pastayı üflüyordu.

"Ne demek çaldım?" Kuzey kardeşinin şu an şu durumda takıldığı konuya göz devirdi. "Güney bu konuyu sonra tartışalım. Şimdi sadece şu ana odaklanalım. Yakalanmadan?" Güney kardeşine baktı. Arkadaşları gibi güzel kıyafetleri yoktu. Okuldan sonra yurda geliyor yurt işlerinde yardım ediyorlardı. Kuzey'in üstü okulun sıvasını yaparken yırtılmıştı. Elindeki pasta bayattı ama iki kardeşte bunu bilmiyordu.

Güney etrafa baktı. Yetiştirme yurdunun depo merdivenlerine inmiş orada duruyorlardı. Üstleri berbat bir haldeydi. Onlar için şarkı söyleyecek kimseleri yoktu. Ellerindeki pasta bayattı ve kardeşi onu pastaneden çalıp yurda kaçak sokmuştu.

Kuzey kardeşinin dolan gözlerini anında fark etmişti. Yanlış bir şey mi yaptım diye düşünse de bunun için çok geçti. Neyi unuttuğunu düşünmeye başladı. Bugün ikisinin doğum günüydü, pasta da almıştı. Şarkı! Yutkunup kardeşine baktı. "İyi ki doğdun Güney. İyi ki doğdun Güney." Güney gözünden akan bir damla yaş ile karşısındaki kardeşine baktı. Arkadaşlarını ilk gördüğünde heveslenmişti ama bunun sadece ailesi olanlar için olduğunu düşünmüştü. Şimdi ise bütün olayı çözmüştü. Aile olmak için anne, babaya gerek yoktu. Kuzey zaten onun diğer yarısıydı. Kardeşi, aynı gün doğduğu aynı gün yurda terk edilen tek ailesiydi. O gün orada bayat olduğunu bilmedikleri pastayı mutluluk ile yediler. İleride sahip olacakları şeylerin farkında bile değillerdi.

Güney'in imasını anında kapıp sırıtmaya başladım. "Yok, bu sefer hanım almış. Ama istersen iki sokak ötede fırın var." Güney ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. “Sakın. Hiç gerek yok Kuzey.” Kahkaha attım. Güney tabii ki de benim yapabileceklerimin farkındaydı. Ona gülüp mumları gösterdim. İkimiz aynı anda mumlara üfledik. "İyi ki doğdun kardeşim."

"İyi ki doğdun Güney." Elimdeki pastayı hemen yakınımızda duran masaya koyduktan sonra kardeşime sıkıca sarıldım. Deniz elindeki tabaklar ile yanımıza geldiğinde askerleri gösterdim. Deniz anında anlayıp önce askerlerin pastalarının verilmesi için tabakları yanından geçen Gökhan'ın eline tutuşturdu. Gülüp onu kolumun altına aldım ve elini sıkıca kavradım. "Sende iyi ki doğdun enişte bey." Güney güldü. "Sağ olun gelin hanım." Mevlüt albay ile göz göze geldiğimde gülümseyip pastasını göstererek yemekhaneden çıktı.

"Ne zaman geldiniz siz?" Nehir pastasını yerken bir yandan da etrafa bakıyordu. "Sabah geldik işte. Kerem aldı bizi Defne'yle. Hazırlıkları burada Altan'a yıkmışlar." Köşede Kerem ile sohbet ederek pasta yiyen Altan'a baktım. Harıl harıl konuşurken bile gözü Denef'in yanında oturan Defin'deydi. "Hala koruma içgüdüsünü bırakmamış. Küçükken çocuğa ne dediysen artık." Güney'e baktığımda onun da Altan'ın Defin'e olan bakışlarını fark ettiğini anladım. "Aslında hiç bir şey söylemedim ama.."

"Baba noluy Altan da benimle olucaak." Kucağımda Altan'la at binmeye gitmek isteyen Defin'e baktım. Gözlerimi Defin'den ayırıp kapının diğer tarafında ayakta bekleyen Altan'a baktım. Kızıma baktım. Büyük mavi gözleriyle bana bakıyordu. "Ya düşersen Defin?" Dudaklarını büzdü. Defin'i kolay kolay böyle göremezdim. Bilerek gözlerini doldurmaya çalışıyordu. Bunu Defne'den öğrendiğine adım kadar eminim.

"Altan benimle olucak baba.. Noluy.." Saçlarını omzundan geriye itip okşadım. Deniz'e baktığımda onun da onay verdiğini görüp gülümsedim. Defin'i kucağımdan indirdim. "Tamam git ama üstünü değiştir. Kalın giyin ama.." Poposuna hafifçe vurdum. Defin mutlulukla olduğu yerde zıpladı ve merdivenleri hızlıca çıkmaya başladı. Ayağa kalkıp kapının önündeki Altan'a ilerledim. "Altan." Altan bakışlarını bana çevirdiğinde bana bakıyordu. "Kızıma dikkatli bakacaksın tamam mı? Düşmesin, kucağında sıkıca tut." Altan beni başıyla hızlıca onayladı.

"Merak etmeyin Kuzey amca. Ben Defin'e zarar gelmesin diye her şeyi yaparım." Altan'ın başını okşayıp gülümsedim. "Göreceğiz." Defin aşağı indiğinde benim yanıma gelip Altan'a baktı. "Altan'ın yanından ayrılmıyorsun Defin." Altan'ın elini sıkıca tuttuğunu gördüğümde kaşlarım havalandı. Onlar bahçeden çıkarken bende ellerimi cebime yerleştirip onların gidişini izledim.

"Güney.." Güney'in bakışları bana döndüğünde ben bakışlarımı Altan'dan çekmedim. "Onlara baktığında ne görüyorsun?" Güney bakışlarını tekrardan Altan'a çevirdi. Yanımdan gelen gülme sesiyle gülümsedim. "Çocukluğundan beri beraber olan, beraber büyüyen iki arkadaş. Yavaş yavaş yanan alevler görüyorum Kuzey. Onların arasında yavaş yavaş yanan ve gittikçe korlanan alevler görüyorum."

Defin'e baktığımda onunda belli etmeden Altan'a baktığını görmüştüm. Babalardan kaçmaz. Hayatının belli bir döneminde ayrı kalsalar da aralarındaki ateş hiç sönmemişti. Arkadaşlığın arasında dönen temasların arkadaşlıktan öte olduğunu görüyordum. Deniz'e baktığımda onunda bazı şeylerin farkında olduğunu biliyordum.

"Kızlarını vermeyeceğini söyleyen Kuzey daha küçücük Defin'ini Altan'a emanet etti." Güldüm. Kızlarımı vermeme konusunda kararlıydım yalan söyleyemem. "Vermem ama ilk kez bu kadar doğru kişileri bulduklarını hissediyorum Güney."

Kardeşim elindeki pastayı yemeden tutuyordu. "Niye yemiyorsun?" Güney elindeki pastaya baktı. "Benden daha fazla yemek isteyenler olabilir." Yalan söylüyordu. Elis yanında olmadığı için yemiyordu. Boğazından geçmediğine emindim. Defne bir köşede Kerem ile Asya'ya pasta yediriyordu. Kendi pastaları öylece dururken Asya'ya pastayı yediriyorlardı. "Defne bırak kocaman kız oldu. Yer kendisi."

"Ula rahat bırak kızı. Belli teyzesine nazlanmak istiyor." Defne, Asya'yla birlikte cevabını aldın mı dercesine kımıldanıyorlardı. Deniz kolumun altında kızlarına gülüyordu. Asya pastasını yedikten sonra Kerem'in dizinden kalkıp Defin'in yanına doğru koşmaya başladı. Etrafta bıcır bıcır koşturuyordu.

Ali kucağındaki Efe’yi yere indirip ellerinden tuttu. “Koş dedeye.” Efe gülerek bana doğru birkaç adım atarken Ali sıkıca ellerinden tutuyordu. Önüme gelen Efe’yi kucağıma aldım. “Baba, biz senin adına bir şey yapmıştık ama tabii sen bunu biliyorsundur.” Ali ve Denef’e bakıp gülümsedim. Kızlarımın yanında olamadığım dönemlerde ne yaptıklarını elbette biliyordum. Yine de Ali sanki ilk kez söyleyecekmiş gibi cebinden bir kimlik çıkardı. Uzattığı kimliğin Efe’ye ait olduğunu biliyordum. Kucağımdaki Efe’yle beraber Ali’nin elindeki kimliği aldım. “Kuzey Efe..” Güldüm. Kucağımdaki sarı saçlı torunumun başından öptüm. Denef gülümseyerek Ali’nin beline sarılmıştı. “Biliyordun değil mi baba?” Denef’e bakıp göz kırptım. Elbette biliyordum. Babalar her şeyi bilir ama susarlar. Susmazlar mı Güney? Güney’e baktığımda başıyla beni onayladığını gördüm. Doğruymuş, babalar bilip sessiz kalırlarmış.

🩺

Bugün Kuzey komutanın doğum günüydü. Tezgahın önünde pastasını yiyen Defin’e bakıyordum. Defin saçlarını bu sefer salmıştı. Saçlarını geriye doğru itip sessizce pastasını yiyordu. Kerem Defne’yle beraber Asya’ya pasta yediriyordu. Elimdeki tabağı alıp tezgaha doğru ilerlemeye başladım. “Pasta güzelmiş.” Defin yaslandığı tezgahta başını kaldırıp bana bakmıştı. Elimdeki tabağı tezgaha bıraktım.

“Her zamanki pasta. Sen yemeyeli baya olmuş olmalı ama..” Gülümsedim. Haklıydı. Ben yemeyeli on beş, on yedi yıl olmuştu. Defin kendi tabağını kenara koyduğunda onu dikkatle izlemeye başladım. “Teyze.. Teyze..” Hemen dibimize gelen Asya’ya bakıp gülümsedim. Onu kaldırıp tabakları geriye ittim. Asya’yı tezgaha oturttum. “Teyzem söyle bakalım ne istiyorsun? Yedin mi pastanı?” Asya, Defin teyzesine bakıp sarı saçlarını geriye itmişti. Dışarıdan bakıldığında Asya’nın nazı, cilvesi Defne teyzesine benzemişti. “Yedim. Kerem abiyle teyzem yedirdi.” Bakışlarını bana çevirip gülümsedi. “Altan abi nasılsın?” Saçlarını kulağının arkasına itip gülümsedim. “İyiyim abim. Sen nasılsın?” Asya eteğini düzeltip bana baktı.

Defin şaşkınlıkla Asya’yla aramızdaki diyaloğa bakıyordu. İlk başta sormak istemese de en sonunda dayanamamış Asya’nın saçlarını geriye itip sormuştu. “Siz ne ara bu kadar yakınlaştınız bakayım?” Asya’ya bakıp göz kırptım. Asya ile ilk tanışmamız birkaç yıl öncesine dayanıyordu.

Bahçede dolaşırken geçen sürünün ardından koşan küçük kıza baktım. Başındaki yazması ile kuzuların peşinde koşuyordu. Kapıya yaklaşıp demire yaslandım. “De bagayım bağa kimin kızısın sen?” Küçük kız elindeki sopası ile durup bana baktı. Önüne gelen sarı saçlarını geriye itti. Küçük kız çok tanıdığım birine benziyordu ama kime? “Ben bu köyün kızlarından biriyim.” Küçük kızın konuşması yavaştı. Kesik kesik konuşuyordu. Üç yaşında falan anca vardı. “Kızlarından biriyim demek. Kimlerdensin? Anan kim baban kim?” Küçük kızın kahkülleri vardı. Sevimliliği karşısında gülümsemeden edemedim. Kesinlikle çok güzel bir kız olacaktı.

“Benim anneannem Deniz.” Deniz? Asi’nin annesi Deniz mi? Şimdi tanıdım işte. Bu küçük kız kesinlikle Defin’in küçüklüğüne benziyordu. Ama hangisinin kızıydı. Defin’in olamazdı, olsa bilirdim. “Ula bildum şimdi. Sen burda nabaysun? Anan biliy mi guzularun peşinden goştuğunu?” Asya elindeki sopasıyla kuzuları gösterip omuz silkmişti. “Biliyor. Bunlar benim kuzularım.” Kuzulara bakıp birini gösterdim. “Birini bağa verir misun?” Kız elbisesinin ona uzun gelen kolunu sıyırdı. Beni umursamadan kuzuların peşinden ilerlemeye devam etti. Arkasından bakıp güldüm.

Baltayı alıp odunları kırmaya başladım. Biraz da çalı çırpı toplasam iyi olacak. Aytaç gelmeden evi ısıtmam gerekiyor. Aytaç sınavlarından sonra buraya gelmek istedi diye buraya geldim. Yarım saat sonra içeri girip tişörtümü değiştirdim ve çalı çırpı toplamak için evden dışarı çıktım. Köyden biraz dışarı çıktım ve ormanlık alana doğru ilerlemeye başladım. Cevizin yakınlarına geldiğimde cevizin hemen altında oturan bir beden gördüm. Sabah evimin önünden kuzuların peşinde koşturan sarı saçlı kız elinde kocaman karışık bir ip yumağıyla oturuyordu. Sakince yanına yaklaştım. Defin gibi ısırganların arasında oturuyordu. Eteğinin altındaki taytından bacaklarını kaşıyordu. “Orada oturmaya devam edersen daha çok kaşınırsın?” Küçük kız anında başını kaldırıp bana bakmıştı. Başında yine kırmızı bir yazma vardı. Üstündeki kabanı çok yakından tanıyordum. Defin’in kabanıydı. Elindeki yumağa bakıp ağaca yaslandım. “Nehir teyzenin ceza sistemi hiç değişmemiş.”

“Sana da mı vermişti aynısını?” Gülümsedim elindeki yumağı alıp çözmesine yardım etmeye başladım. “Bana değil ama Asi teyzene vermişti. Okul aynı, öğretmen aynı ceza da aynı. Teyzen hiç yapamazdı bunu.” Dizlerimin üstüne çöküp yumağı çözmeye devam ettim. “Cevizin altına da oturulmaz. Uzun süre oturursan hasta olursun.” Küçük kıza yumağı çözmenin bütün inceliklerini göstermeye başladım. “Sen buralı değil misin?” Çok güzel bir kızdı. Defne’nin kızı mıydı acaba? “Buralıyım ağız yapmayınca şaşırdın mı? Adın ne senin?”

“Asya!” Uzaktan gelen sesle etrafa baktım. Yanımdaki kız hareketlenip ayağa kalktı. “Demek adın Asya..” Yumağı çözmeyi bitirdim ve önümde dikilen kıza uzattım. “Asya!” Küçük kız yumağı alıp bana baktı. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Asi teyzene benim çözdüğümü anlat olur mu?” Asya başıyla beni onaylarken sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Arkasından yavaş adımlarla ilerleyip güvenli bir şekilde ona seslenen kişiye ulaşıp ulaşamadığını kontrol etmeye başladım. Yokuşun en üstünden Asya’ya bakmaya devam ettim. Küçük kız hızlıca birinin kucağına atlamıştı. “Defin teyze!” Yutkundum. Yaklaşıp Defin’i biraz görmeye çalıştım. Kahverengi saçlarını azıcık ucundan olsa da görebilmiştim. Kahverengi uzun eteği yine üstündeydi. Yeğenini kucağına almış ilerlemeye başlamıştı. Bende arkalarından onları izlemeye başladım. Yıllar sonra onu görmek bana iyi gelmişti.

“Biz mi? Yeni tanıştık gibi düşün ya.” Asya gülerek bana baktı. “Tabii ya. Sen bana biriyle tanıştığını demiştin değil mi Asya hanım? O Altan’dı dimi?” Asya gülerek Defin teyzesinin saçlarını oynamaya başladı.

“Uuu teyzen çok güzel değil mi? Ben şahsen bayılıyrım teyzene..” Defin şaşkınlıkla yüzüme baktığında kolumu tezgaha yaslayıp sırıttım. Asya da gülüp boynuma sarılmıştı. “Bence de benim teyzem çok güzel..” Kuzey komutana baktığımda yanına gelen Cemil’e bakıp konuştu. “Hayırdır Cemil?” Asya teyzesinin yanına sokulduğunda Defin yeğenini sarmıştı. Dikkatlice komutana bakmaya başladım. “Hiçbiriniz bir yere gitmiyorsunuz. Mevlüt komutanın emriyle kimse alaydan çıkmıyor. Servet etleri hazırlat. Akşam mangal yapıyoruz.” Yemekhanede herkesten sesler bir anda yükselmişti. Fatih komutana bakıp “Komutanım siz hep mi doğsanız ya? Sizin doğum gününüz hep böyle bereketli mi geçer?” demişti. Kuzey komutan Fatih’in yorumuna gülmeden edememişti. Defin’e baktığımda sakince babasını izlediğini gördüm.

“Babamı tekrar böyle görmek çok güzel.” Senin gibi.. Defin’i izlerken Asya’ya yakalandım. Asya bana bakıp gülüyordu. “Ağrıların nasıl gidiyor asi?” Defin duraksayıp bakışlarını bana çevirdi. Defin’in bileklerinin ne kadar hassas olduğunu biliyordum. Küçüklüğünden beri bileklerini çok hızlı burkuyordu. Şu anlık işine, askeriyeye engel olmadığından emindim. “Arada bir ağrım artıyor.” İç çektim. Yaslandığım yerden çekilip üniformamın iç cebinden krem kutusunu çıkardım. Bu onun devamlı kullandığı ve bileklerinin ağrısını geçiren tek kremdi. Kremi tutarken tekrardan tezgaha yaslandım ve kremi ona uzattım. Defin ona uzattığım kreme baktı. Hala şaşırıyor olması beni güldürüyordu. “Hala hatırlıyor musun?” Gülümsedim. Asya hızlıca aramızdan çekilirken ona yaklaşıp fısıldadım. “Şaşırdığın nokta benim hatırlamam mı oldu yani asi?” Defin direkt karşısına bakıyordu. Yutkunduğunu gördüğümde gülümsemem iyice genişledi. “Senin hakkında hiçbir detayı unutmadım asi.” Bakışlarını benim dışımda herkeste tek tek dolaştırıyordu.

“Unutmadığım bir şey daha var.” Kulağının dibine yaklaştım. Nefesinin hızlandığını anlayabiliyordum. Bakışlarını yine bana çeviremiyordu. Gülümsedim. “Heyecanlandığında gözlerini asla bana çeviremediğin..”

🩺

Hava kararmıştı. Hepimiz bahçede bir yerlere dağılmıştık. Defne hemen yanımda kardeşi ile sohbet ediyordu. Barut elindeki köfte ekmekle bana doğru yaklaşıp yanıma oturdu. Mangalın başında üniforması ve önünde takılı olan beyaz önlüğü ile Mevlüt albay vardı. Akşam için epey bir hazırlık yaptırmış hatta Uğur’a kızı Nilay’ı alıp yanına getirmesini bile söylemişti.

“Deniz abla senin hamilelik de böyle rahat mıydı?” Deniz anne hemen bakışlarını kendi kızlarına çevirip tekrardan Ayda’ya baktı. “Ne rahatı kızım ya? Burnumdan getirdiler. Fazla hareketlilerdi.” Ayda’nın daha belli olmayan karnına bakıp elini yasladı. “Daha hareketlenmedi tabii seninki ama benim mide bulantım da çoktu. Neyse ki işime karışmadılar.” Ayda anlamamış olacaktı ki Deniz anne ona açıklamaya başladı. “Yani işte ben doğuma kadar ki erken geldiler, hastanede işime devam edebildim. O dönem asistandım, benim kızlar o yüzden koşturmaya dayanıklılar.” Defne başıyla annesini gösterip onaylamıştı. Gülüp onu sardım ve kendime çektim. Başından öperken Defne’nin kıkırdadığı kulaklarıma dolmuştu. “Senin dayanıklılığını yerim.”

“Lan haytalar ben doymadım az geldi bana diyen varsa gelin buraya.” Mevlüt albay elindeki kartonu sallıyordu. Defne’yi bırakmadan başımı biraz eğip sordum. “İster misin doydun mu?” Defne başını sağa sola sallarken barut timinin yegane üyeleri yavaş adımlarla albayın önüne dikildiler. Barut’a baktığımda arada Defin’e attığı o kaçamak bakışlardan birini yakaladım. Başımı Defne’nin yanında oturan Defin’e çevirdiğimde asla Barut’a bakmadığını fark ettim. Elimle Barut’u dürtüp göz kırptığımda başını yavaşça kaldırıp gülümsemişti. Demek ki işler yolunda..

“Valla ben alırım komutanım.” Gökhan ve Sarp arkalı önlü olarak mangalın önünde dizildiler. Arkalarında ise Fatih vardı. Servet de diğer mangalın başındaydı. Gökhan aldıktan sonra Sarp elindeki açtığı ekmeği ile bekliyordu. “Komutanım..” Mevlüt albay etleri kontrol ederken ona seslenen Sarp’a kısa bir şekilde “He.” demişti. “Ya ben eti görünce ekmeğimi yemeyi unuttum. İçine biraz daha alabilir miyim acaba?” Barut eliyle alnını ovuştururken biz gülmemizi bastırmaya çalışıyorduk. Mevlüt albay gülerek karşısındaki Sarp’a baktı. “Alırsın tabi Sarp, alırsın.” Maşayla iki üç köfteyi ekmeğin arasına yerleştirdi. Defne eliyle ağzını hafifçe kapatmış gülmesini bastırmaya çalışıyordu. “Teşekkür ederim komutanım.” Başını ekmekten kaldırıp Mevlüt albaya baktı. “Yalnız komutanım hakikaten ellerinize sağlık, çok güzel olmuş ya.” Mevlüt albay gülmeye başladığında yanımıza gelen Kuzey yarbay için ayağa kalkmaya hazırlandık. Oturduğumuz yerden biraz havalanırken Kuzey yarbay eliyle oturun emri vermişti. Sarp’ı gösterip “Eski kurdu övgülerle tavlıyor. Doğru yolda.” demişti. Hepimiz Sarp’la Mevlüt albayı izliyorduk.

“Komutanım, size bir şey diyebilir miyim?”

“Söyle.” Barut, Sarp’a dikkatle bakıyordu. “Hah yarbayım, Kerem bakın şimdi çam nasıl devrilir iyi izleyin.” Sarp aldığı gazla birlikte konuşmaya devam ediyordu. Dikkatimizi onlara verirken ekmeğimden bir lokma daha aldım. “Valla yüzbaşım herhalde bu sefer Mevlüt albayın üstüne devrilecek.” Defin’in de olaya dahil olması Barut’u ve Kuzey komutanımı aynı anda gülümsetmişti. “Hakikaten çok güzel yapmışsınız. Aynı annemin gibi, babam gelse ayırt edemez yani.” Sarp’ın boşboğaz olduğunu bütün alay biliyordu. Bizde Fatih, Bartu timinde Sarp demekti. Susmaları gerektiği yeri bilmiyorlardı. Kuzey komutanım olduğu yerde gülmeye başladığında bizde gülmeye başladık. Sarp şu anda da susması gerektiği yeri bilmiyordu. “İnce ince soğanları doğrardı. İçine ekmek atardı.” Defne de Sarp’ın albaya köfte tarifi vermesine daha fazla dayanamamış ve gülmeye başlamıştı. “Vallahi billahi iki saattir size bakıyorum da..” İşte geliyor. Artık çoktan susması gereken sınırı aştı. “Aynı anacığım ya.” Mevlüt albayın son ana kadar gülen ifadesi bir anda donup kalmıştı. Adam neye uğradığını şaşırmıştı resmen. “Anacığın mı?”

Sarp en son cümlesinde sıçtığını Mevlüt albayın değişen ifadesi ile sonunda idrak edebilmişti. Ama geç kaldı. “Yok komutanım..” Sıvama işlemi başlatılıyor. “Lezzet olarak. Tip olarak değil.” İşlem başarılı. Mevlüt albayın yüzüne yeniden bir gülümseme yerleşiyordu. “Yoksa bu kıyafetle aynı anneanneme benzemişsiniz.” Mevlüt albay tekrardan yüzüne yerleşen sinirli ifadesi ile Sarp’ı önünden kovdu. Kuzey komutanla birlikte üçümüzde gülmeye başladık. “Yürü git lan. Köfteni başka yerde ye köftehor.” Sarp neye uğradığını şaşırmıştı. “Git köfteni binanın arkasında ye.” Defne başını göğsüme yaslamış Sarp’a gülüyordu. Sarp’a baktığımda elindeki ekmeği ile binanın arkasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

“Mevlüt albayım her şey için elinize sağlık da tatlımız yok mu?” Deniz anne özgüvenli bir şekilde sorusunu sormuştu. Kadının komutanmış, albaymış diye bi çekincesi yoktu. Mevlüt albay bakışlarını Deniz anneme çevirdi. “Olmaz olur mu? Özel olarak aldırdım. Dedim benim yıllardır görmediğim askerim doğmuş. Kucağında bıcır bıcır tuttuğu kızları eşek kadar olmuş. Deli gelinimiz de burda. Bir revanimiz var bi de.. Neydi lan onun adı?” Servet albayın sorusunu yanıtladı. “Sütlü nuriye komutanım.” Albay adını hatırlamış gibi tekrardan Deniz anneye döndü. “Heh ondanımız var bide.”

“Komutanım..” Mevlüt albay Gökhan’a dönüp “He?” dedi. Gökhan tepsisiyle gelen tatlılara bakıp konuşmaya başladı. “Bu tatlı isimleri niye böyle garip oluyor? Nuriye, Safiye falan?” Barut derin nefes alıp bakışlarını yere çevirdi. “Nasıl oluyor lan?”

“Böyle bi iç gıcıklayıcı, böyle tuhaf..” Barut eliyle başını ovuşturdu. İşte bunu biliyorum neden bu dangalaklar benim timimde duruşu bu. Hamza da konuya dahil olup “Hanım göbeği?” demişti. “Şeker, şeker değil mi dayıoğlu o?” Emirhan, Ali’nin sorusunu anında “Tatlısı da var.” diyerek yanıtlamıştı. Hamza ayakta beklediği yerden “Bülbül yuvası..” diyerek konuya dahil oldu.

“Şıllık tatlısı da var.” Fatih’in söylediği tatlı ile uzağımızda oturan Sarp “Allah allah onunda mı tatlısını yaptılar?” diyerek sordu. Murat Sarp’ı yanıtsız bırakmadı. “Var.”

“Hem de pek güzel oluyor.” Mevlüt albay elindeki maşa ile bize baktı. “Kuzey.” Kuzey komutanımın bakışları anında Mevlüt albaya döndü. “Al bak adamlarına. Görüyorsun dimi adamlarını. Tanı, boş muhabbet, geyik gevezelik dedin mi aha böyle oluyorlar.” Kuzey komutan timini ezbere biliyormuş gibi oturduğu yerde albaya bakmaya devam etti. “Zaten öyle olmaz mı komutanım.”

“Komutanım artık revaniye dalsak mı ya?”

“Kim tutuyor sizi gelin yiyin.” Timden birkaç kişi kalkıp revaniden yemeye başladı. Deniz anne bir kaba Denef ve Ali için yemek ayırmıştı. Ali’ler çocuklar iyice yorulduğu için Defne’nin evine geçmişlerdi.

Defne’yi kolumun altından çekip ayağa kalktım. Elimi uzattığımda Defne başını kaldırıp bana baktı. Ne yapacağımızı gayet iyi biliyordu. Gülümseyip elimi tuttu ve ayağa kalktı. Onun elini tutarken arkaya doğru ilerlemeye başladım. Üniformamın cebindeki anahtarla arabayı açtım. Bagajı açıp örtüyü aldım ve Defne’nin oturmasını bekledim. Defne bagaja otururken bende onun yanına oturdum ve örtüyü bacaklarına örttüm. Arka koltuğa yaslanıp Defne’yi kolumun altına aldım. Defne göğsüme iyice yerleşirken onun yerleşmesini sağlayıp saçlarını okşadım. “Neden asker oldun?” Defne’nin bu sorusunu beklemiyordum. Neden asker oldum..

“Yıllar önce ben köydeyken.. Bir olay olmuştu. Beni çok etkileyen bir olaydı, on yaşındaydım sanırım. Haberlere çıkmıştı. Şırnak’ta koskoca bir tim şehit düşmüştü. Beş asker şehit, biri de yaralı. O olaydan sonra çok düşündüm. Ben burada otururken onların orada şehit düşmesi beni üzmüştü.” Defne sessizce göğsümde duruyordu. Bunu beklemediğini anlamıştım. Onu sıkıca sarıp saçlarını okşadım. “Elbruz.. Babamla annem gibi olmayacağız dimi?” Korkusu sesine vurmaya başlamıştı. Defne’nin saçlarını okşamaya devam ettim, başına bir öpücük kondurdum. “Defne korkularını anlayabiliyorum ama korkma. En yakın zamanda düğünümüzü de yapacağız. Beraber bir ömür geçireceğiz.” Defne belime sıkıca sarılıydı. Kolunu sıvazlayıp okşadım. “Üşümüyorsun değil mi?” Başını salladı.

“Önce Gerard’dan kurtulacağız. Önce ondan kurtulmalıyız ki düğünümüzü rahatça yapalım. Sonra bir balayı.. Sahi Defne?” Biraz geri çekildim. Defne benim geri çekilmemle başını göğsümden kaldırıp baktı. “Gerard denilen herife neden sen pansuman yaptın ve konuştun?” Defne sakince oturduğu yerde dikleşti. Bana bakıp düşünmeye başladı. “Konuştum.. Öyle ajana falan da benzemiyordu.” Kaşlarımı çatıp ona baktım. Sanki çok fazla ajan görmüş gibi özgüvenle konuşuyordu. “Ajan neye benziyor Defne’m?” Defne oturduğu yerde dudaklarını büzüp kendini anlatmaya çalıştı ama aklındaki cümleleri tamamlayamadığı belliydi. Büzdüğü dudaklarına bakıp bende dudaklarımı büzdüm. Dudaklarımı büzerek ona yaklaştım ve dudaklarından öptüm. Defne gözlerini kapatıp üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emmeye başladı. Elimi onun boynuna sarıp onu kendime çektim. Bir süre sonra Defne soluk soluğa kalmış bir şekilde çekilmişti. Onun dudaklarını okşayıp gülümsedim. “Defne’m..” Yüzünü dikkatlice izlemeye başladım. Defne titrek bir nefes alıp gözlerini araladı. Mavi gözleri gözlerimin içine bakıyordu.

“Komutanım.” Cemil’in sesi ile Defne’den ayrılmak zorunda kaldım. Bagajdan inip kapının arkasında bekleyen Cemil’e baktım. “Söyle Cemil.”

“Komutanım Kuzey komutanım çağırıyor. Bir gelişme olmuş.” Defne’ye bakıp arabanın anahtarını ona verdim. Bu kısaca sen ortalığı toparla demekti. Cemil’le birlikte harekât merkezine ilerlemeye başladım. “Başka bir şey söyledi mi?” Cemil başını sağa sola salladı. Şifreyi girip açılan kapıdan içeri girdim. Çoktan Barut ve Kuzey komutan yerlerini almıştı. Selam verip oturdum. “Komutanım ne oldu?”

“Gerard’ın yanındaki unsurlarımızdan teyitli bir bilgi aldık. Gerard’ın planladığı bütün planlarda başarısız olduğu duyuldu.” Barut komutana doğru baktı. “Bu durumda şirket onun infazını onaylayacaktır.” Kuzey komutan da başıyla Barut’u onayladı. “Vahir’i de alabiliriz o zaman.” Kuzey komutan bu sefer beni onaylamıştı. Ellerini masaya yaslayıp konuşmaya başladı.

“Gerard ölecektir. Asıl sorumuz şu. Yerine kim geçecek?”

Bölüm sonu.

Geçen hafta yeni bölümü paylaşamadım kusura bakmayın. Mezuniyet, ödevler, finaller derken anca yazabildim ve paylaşıyorum. Bugün de kep törenim var. Siz bölümü okurken bende hazırlanmaya kaçayım. Haftaya da bir hafta aksama olabilir çünkü o hafta da komple finallerim var. İnşallah finallerden sonra beraberiz, öyle düşünelim şimdilik. Tekrardan affınıza sığınıyorum ve kaçıyorum.

Öpüldünüz, haftaya Cuma görüşürüz. İyi okumalar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.05.2025 11:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...