23. Bölüm

AÇLIK - Fasıl XIX

Kamer AK
bloodtiger

Carmilla gözlerini açtığında odada hâlâ loş bir karanlık hâkimdi. Güneş, kalın kadife perdelerin arkasında sinsice parlıyordu ama o ışık, ona hiçbir zaman sıcaklık getirmemişti.

Cecilion yanında derin bir uykudaydı. Huzurlu. Masum. Tehlikenin bizzat kendisi olan bir adamın bu kadar savunmasız olabilmesi, Carmilla'nın içindeki açlığa tokat gibi çarptı.

Açlık.

İç organlarına kazınmış gibiydi. Aylarca bastırılmış, dizginlenmiş, unutturulmaya çalışılmış bir hayvan gibi yeniden doğruluyordu. Nefes aldıkça, teninin altını kemiren o tanıdık yanma artıyordu.

Carmilla dudaklarını ısırdı. Cecilion’un boynuna kaydı bakışları.

“Hayır…” diye fısıldadı kendi kendine.

Ama içindeki şey — artık sadece bir vampir açlığı değil, karanlığın yankısıydı.

Carmilla'nın gözleri doldu, zihnindeki düşüncelere hakim olamıyordu. "Sadece bir damla alsam..." Cecilion'un kapalı gözlerine baktı. Soluk tenine, zarif bedenindeki kaslarına. Sonra yine boynuna kaydı. Zihni ve kalbi artık çatışıyordu.

Carmilla’nın dudakları aralandı. Dişleri, ucu zar zor görünecek kadar dışarı çıkmıştı. O lanetli açlık, sabrını tüketmiş bir canavar gibi içini kemiriyordu. Kalbi hızlı atıyordu ama bu, yaşamakla değil... avlanmakla ilgiliydi.

"Sadece bir damla..."

İç sesi titreyen bir çocuğun yalvarışı gibiydi.

Parmak uçlarıyla Cecilion’un boynuna dokundu. Nabzını hissetti. Yavaş... derin... güven içinde. Bu onu daha da mahvetti.

"Bu ona ihanet olur..."

Zihnindeki ikinci ses, bu kez daha sertti. Soğuk. Kararlı. Ama zayıflıyordu.

Carmilla başını eğdi. Dudakları, boynuna sadece bir nefes uzaklıktaydı. Cecilion’un kokusu sarhoş ediciydi. Güç, aşk ve kan — hepsi oradaydı. Ebedi lanetini paylaşan ruh eşinin sıcaklığı içini dağladı.

Birden…

Cecilion’un kirpiklerinde bir kıpırtı oldu.

Carmilla dondu.

"Carmilla…"

Adamın sesi uykuyla gerçeklik arasındaydı.

"Yine o kabus mu?"

Gözlerinden yaş süzüldü Carmilla'nın. "Hayır…" dedi içinden. "Bu kabus değil… bu ben."

Ama o anda, içeride bir şey çıtırdadı.

Sanki ruhunun içinde bir kilit açılmıştı.

Pencereden gelen karanlık bir gölge, odaya süzüldü.

Bilinçli bir varlık gibi şekilsiz ama niyet yüklü. Carmilla hemen doğruldu, gözleri kırmızıya çalıyordu.

Cecilion artık uyanıktı. Gözlerini açmıştı. Gölgeyi fark etti.

Ve Carmilla’ya baktı. Uzun. Sessiz.

Anlamıştı.

Cecilion’un avucu, Carmilla’nın gözlerini örttüğünde dünya sanki birkaç saniyeliğine sustu. Karanlık, sanki onun sıcaklığından korkmuş gibi geri çekildi.

"Düşünme..."

Cecilion’un sesi rüzgar gibi yumuşaktı.

"Düşünürsen acı çekersin."

Carmilla’nın dudakları titredi. Parmakları, onun elini sıkıca kavradı.

"Ama üşüyorum..."

Cecilion başını eğdi. Alnı Carmilla’nın alnına değdi. Gözlerini kapattı.

"İnsan olduğun zamanı düşün..."

Sessizliği, Carmilla'nın zihninden geçen anılar deldi.

Operadaki loş ışıklar...

Kırmızı kadife koltukların arasında göz göze gelişleri…

Ve her gece penceresinin pervazına bırakılan o biricik kırmızı gül.

Bestelenmiş melodiler... sadece onun için.

Sahnedeki kadının sesi sustuğunda bile, Cecilion’un bakışı şarkı söylemeye devam ederdi.

O an bir şey oldu.

Kalbinde eski bir şey titreşti. Isınan, hatırlayan, belki de affeden bir şey.

Ama...

Tam o sırada, Carmilla’nın gözleri yeniden kızardı. Açlık… onu tekrar ele geçiriyordu. Şefkatin yumuşattığı duvarlardan içeri sızmıştı. Kalbine dokunan anıların ardından, şimdi damarlarında kan çağırıyordu.

Cecilion bunu fark etti. Elini Carmilla’nın boynuna koydu, nazikçe.

"Al." dedi.

"Sonsuz karanlığa düşmektense, seninle yanmayı seçerim."

Carmilla'nın dudakları titredi. Bir damla... ya da her şey.

O an, seçim onun değildi artık. Açlık, aşkı yutmaya hazırlanıyordu. "Yapamam... Ya sana zarar verirsem?"

Carmilla'nın sesi titriyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, Cecilion’un çıplak tenine sarıldı. Soğuktu… ama onun kollarında hep sıcaktı.

Bir zamanlar yaşamış, hissetmiş, sevmişti. Ama şimdi, ölümle hayatın tam ortasında, sadece Cecilion vardı.

"Sen yoksan..."

Cecilion’un dudakları Carmilla’nın kulağına değdi.

"...benim için yaşamanın anlamı yok."

Ve bir anda...

Hiç düşünmeden, bileğini kaldırdı ve bir kesik attı.

Carmilla'nın gözleri büyüdü. Açlık bir fırtına gibi içini sardı. Kanın kokusu, odayı doldurdu. İçindeki yaratık çığlık atmaya başladı.

"Hayır... hayır!"

Geri çekilmek istedi ama ayakları onu taşımaz oldu.

Cecilion’un kanı, damarlarından süzülüp parmaklarına doğru aktı. Mor, kadim bir parıltı taşıyordu. Onun özüydü bu. Onun hayatı. Onun sevgisi.

"Al... Carmilla. Bu sadece kan değil. Bu benim sana olan bağlılığım."

"Bu senin iradenle birleşirse, seni sonsuza dek açlıktan özgür kılabilir."

Carmilla, gözyaşları arasında başını salladı.

"Ya seni kaybedersem?"

Cecilion gülümsedi.

"Sen beni içindeki karanlığa kaybedersen, ben zaten çoktan yok olmuşum demektir."

Ve o an...

Carmilla, bileğini tuttu. Dudaklarını hafifçe yaklaştırdı.

Carmilla'nın dudakları, Cecilion'un kolundaki yara izine bastırıldığında içini bir yanma sardı. Ama bu acı, korkunç bir işkenceden çok...

Tanıdık bir yankıydı.

Bir zamanlar Cecilion’un kanı onu diriltmişti. Şimdi o kan, onu ayakta tutmaya çalışıyordu.

Dili, yavaşça o sıvıya değdi.

İlk damla, dudaklarının arasından geçerken zaman durdu.

Cecilion’un gözleri karardı.

Derin. Göz kamaştıran bir kırmızı.

Sanki kalbinden değil, başka bir diyardan gelen bir güç harekete geçti.

Carmilla birden irkildi. Kanı içtikçe, göğsünden yukarı doğru bir sıcaklık yayılıyordu.

Ama bu sıradan bir açlık giderimi değildi.

Bu bir bağdı.

Bir mühürdü.

Ve bu mühür şimdi... uyanıyordu.

Cecilion, Carmilla’nın başını ellerinin arasına aldı. Parmakları titriyordu.

"Durma..."

Sesi hem şefkatliydi, hem de karanlıkla karışık.

Carmilla'nın göz bebekleri genişledi. Kalbi daha önce hiç bu kadar hızlı atmamıştı. Damarlarında dolaşan kan artık sadece hayat değil, aynı zamanda güç taşıyordu. İçinde bir şey değişiyordu.

Tırnakları uzadı.

Teninde kırmızı siyah desenler belirmeye başladı.

Gözlerinde yıldızsız bir gecenin soğukluğu vardı.

Ve o an — Cecilion’un alnına hafifçe dokundu.

"Sonsuza kadar..." diye fısıldadı.

Carmilla yavaşça geri çekildi. Dudaklarında hâlâ onun kanının sıcaklığı vardı ama ruhu, buz gibi bir pişmanlıkla doluydu.

Cecilion’un bedeni heykel gibi hareketsizdi. Nefesi vardı… ama çok derindi, çok yavaştı.

Kolundaki kesik hafifçe kapanmıştı.

Ama iz kalmıştı.

Tıpkı kalplerinde bıraktığı o yarık gibi. Sessiz ve derin.

Carmilla'nın gözleri doldu.

"Özür dilerim..."

Sesi bir fısıltı bile değildi, neredeyse bir dua gibi.

Titreyen parmakları, onun alnına uzandı ama dokunamadı.

Cecilion’un gözleri açıktı.

Koyu kırmızıydı ama öfke yoktu.

Yargı yoktu.

Sadece bir bakış:

"Sakın pişman olma..."

Carmilla'nın kalbi sıkıştı.

Yüzüne dokundu, parmak uçlarıyla.

"Beni hâlâ böyle sevebiliyor musun?" diye sormadı…

Ama Cecilion başını çok hafifçe eğdi.

Ve cevap gibi dudaklarını kıpırdattı:

"Sana her şeyimi verdim, çünkü sen benim her şeyimsin."

Dışarıda rüzgar camı titretti.

Gökyüzü kızılın en koyu tonuna boyanıyordu.

Ve uzaklarda, eski zamanlardan gelen bir melodi esiyordu.

Operada çalan o şarkının yankısı gibiydi.

Sessiz ama unutulmaz.

Cecilion sessizce ayağa kalktı.

Tenindeki solgunluk, gözlerindeki kırmızı pırıltıyla zıt bir uyum içindeydi.

Gardırobun kenarından siyah, sade bir gömlek aldı.

Gösterişli yakalıklar, gümüş işlemeler yoktu bu sefer.

Sade… ve neredeyse veda edercesine sessizdi.

Üzerine siyah kapüşonlu pelerinini geçirdi.

Kafasını eğerken şapkasını taktı.

Gölgeler ona dokundu.

Karanlık onu tanıdı.

"Dönerim… çok sürmez."

Sesinin tonu bir rüzgarın hışırtısı gibiydi.

Ne kadar sürerse sürsün, bu sözün içinde saklı bir “ama” vardı.

Kapı aralandı.

Cecilion arkasına bile bakmadan çıktı.

Ve kapı, sessizce kapanırken, Carmilla'nın içinden bir şey koptu.

O sadece kapıya bakmadı…

Sanki içindeki bir yola da baktı.

Ve sonra yavaşça eline çevirdi.

Avucundaki o damla kana…

Cecilion’un kanına.

Karanlık o anda fısıldadı.

İçinde bir şey… çatırdadı.

Kırılmadı. Henüz değil.

Ama ilk çatlak açılmıştı.

Ve artık hiçbir şey aynı olmayacaktı.

(...)

"Sen cidden delirmişsin!"

Raziel’in sesi odayı kesti.

Yüzünde öfkeyle karışık bir hayal kırıklığı vardı.

Parmaklarını sinirle saçlarına geçirdi.

"Henüz bedenin bu güce alışmamışken kanını vermek mi?!"

Cecilion başını çevirdi.

Sesi alaycıydı ama gözleri... boştu.

"Tuzağa düşecek aptal çok... Telafi ederim."

Sözcükler dudaklarından döküldü ama...

Kendisi bile inanmıyordu.

Raziel gözlerini kıstı.

"Crimson Reaper yok."

Sanki bu cümleyi kurmak bile ciğerini yakıyordu.

"Nasıl telafi edeceksin?! Bizim büyülerimiz onunki kadar gelişmiş değil.

Senin elindeki güç... onun yanında çocuk oyuncağıydı.

Ve Crimson Reaper bir daha Avalor'a gelmeyecek."

Oda bir anda sessizleşti.

Cecilion’un gözleri hafifçe kısıldı.

"Bunu nereden biliyorsun?"

Raziel dişlerini sıktı.

"Çünkü onu Avalor'dan ayrılırken gördüm..."

Yüzündeki pişmanlık mıydı, yoksa gurur mu? Anlaşılmıyordu.

"Ben onun adını buradan silmek zorundaydım. Ama sen... sen o kız için geri kalan her şeyi yakmaya niyetlisin."

Cecilion kapüşonunu indirdi.

Solgun teninde kızıl damarlar parlıyordu.

"Carmilla sadece bir kız değil artık.

O... Crimson’un mirasına dokundu.

Ve onun kanı artık yalnız benim değil."

Raziel bir adım geri çekildi.

Gözleri büyüdü.

"Sen... sen mühürü kırdın."

Cecilion başını eğdi.

"Hayır..." dedi karanlık bir tonda.

"Ben sadece... kilidi çevirdim."

(...)

Noxus

Soğuk taş duvarlara çarpan adımlar yankılanıyordu.

Kızıl gölgeler odayı süzüyor, rüzgarın bile kan koktuğu bu yerde zaman… sanki duruyordu.

Vladimir başını çevirdi. Beyaz duvarda çizili kırmızı mühür…

Çatladı. İkiye bölündü. Bir kalp gibi… Bir yemin gibi...

Parmakları mühür üzerinde gezindi. İnce, zarif... ama ölümcül.

"Ah şu aşk..."

Sesinde alay değil, sanki eski bir acının pası vardı.

"Anlaşılan bu çocuk... ona ne armağan ettiğimi unutmuş. Anlaşmaya sadık kalamadı..."

Bir an durdu. Bakışları boşluğa kaydı... Sanki orada biri vardı. Sanki biri dinliyordu.

"Umarım çözüm yolu bulabilecek kadar akıllısındır."

Cümlesi bir tehdit değildi, bir mahkeme kararı gibiydi.

O anda... Swain’in kuzgunlarından biri tiz bir çığlıkla odaya daldı.

Kanatları kırmızı alev gibi titreşirken, simsiyah gagasında boş bir parşömen taşıyordu.

Vladimir başını kaldırdı.

Gülümsedi... Tehlikeli. Cazibeli. Sonsuz gibi duran bir gülümseme.

"Cecilion’a bir mektup mu yazayım?"

Kaşlarını hafifçe kaldırdı.

"Ah tatlım... keşke o çocuk da sizin kadar akıllı olabilseydi."

Parmaklarını uzattı. Kağıdı zarifçe aldı. Ve mührü olmayan bir kalemle yazmaya başladı. Kan mürekkep olurken… Her kelime, bir lanetin yankısıydı.

Avalor

Sabah, sisin gri bir tül gibi sarıldığı bir zaman dilimiydi.

Cecilion, odasındaki camdan dışarıya baktı.

Gökyüzü, sanki kanla yıkanmış gibiydi.

Ve siyah bir kuzgun, pencereye tünemişti.

Gagasında kıvrılmış bir mektup.

Parşömen, kanla mühürlenmişti.

"Crimson Reaper" mührü...

Cecilion gözlerini kısmadan aldı mektubu.

Titremedi.

Ama içi... fırtına gibiydi.

"Sevgili Cecilion..."

Vladimir’in tanıdık sesi, kelimelerden taşarak zihnine fısıldadı. Yumuşak, melodik ve zehirle dolu.

---

"Kulağıma gelen bazı söylentiler var. Ah, belki de fazla mütevazı olmamalıyım... İşittiğim ve haberdar olduğum bazı meseleler oldu.

Sana istediğin gibi güneşe çıkabileceğini söylemiştim… Ölümsüzlüğünden hiçbir şey kaybetmeden.D aha uzun süre aç kalabilmen için sana bir fırsat sundum."

"Ama şu aşk... Görünüşe göre insanı aptallaştırabiliyor."

---

Cecilion’un parmakları kâğıdı sıktı. Ama devam etti.

---

"Kanla mühürlenen bir bağ asla susmaz, Cecilion.

Ve şimdi kalbinin attığı her saniye, sana neleri feda ettiğini hatırlatacak."

— Crimson Reaper

---

Carmilla odanın kapısında durmuştu.

Gözleri Cecilion’un yüzüne kilitlenmişti.

"Ne oldu?" dedi, sesi titrekti.

Cecilion gözlerini mektuptan ayırmadı.

Ama yüzü, bin yıllık bir acıyla donmuştu.

"Biz... borçluyuz."

Bölüm : 03.06.2025 02:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...