




Lilith, Carmilla’nın yorgun yüzüne bakarken içinde beliren duygularla boğuşuyordu. "Zavallı kız…" diye mırıldandı. Bir eliyle nazikçe Carmilla’nın saçlarını düzeltti, diğer eliyle üzerine ince bir şal örttü. "Sevginin yükü bazen insanın ruhunu ne kadar da ağırlaştırıyor."
Kendi gençliğini hatırladı; benzer bir umutsuzlukla kollarını çaresizce sevdiği birine uzattığı o zamanları... Ancak şimdi geçmişi sadece uzak bir hatıradan ibaretti. Bu yüzden Carmilla’ya karşı içinde tuhaf bir şefkat gelişmişti.
Raziel, gölgeler arasında sessizce Lilith’in arkasında belirdi. Gözlerinde ciddi bir ifade vardı, karanlık pelerini etrafında dalgalanıyordu. "Bulmamız gerekiyor, Lilith," dedi soğuk ama sakin bir sesle. "Bu iş uzadıkça Cecilion için daha tehlikeli hale geliyor."
Lilith, Raziel’e dönmeden konuştu. "Onu bulacağız. Ama Carmilla daha fazlasını kaldıramaz, Raziel. Ne kadar güçlü görünürse görünsün, o hâlâ kırılgan."
Raziel’in gözleri bir an için Carmilla’nın uyuyan bedenine kaydı. Gözlerindeki soğukluk yerini anlayışlı bir bakışa bıraktı. "Anlıyorum," dedi. "Ama unutma, Cecilion sadece onun için değil, hepimiz için önemli. Onun varlığı, hepimizin kaderine bağlı."
Lilith hafifçe başını salladı. "Ne yapmamızı öneriyorsun? İzleri takip ettik, ipuçlarını topladık. Ama her şey bizi bir çıkmaza sürüklüyor."
Raziel'in yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. "Oyun oynayanlar sonunda iz bırakır, Lilith. Karanlığın derinliklerinde saklanmış olsalar bile."
Lilith, Raziel’in sözlerindeki kesinliğe rağmen hâlâ endişeliydi. "Peki, şimdi ne yapacağız?"
Raziel bir adım atarak karanlıkta bir ışık gibi parlayan gözlerini Lilith’e dikti. "Ben gölgeleri sorgulayacağım. Onlar her şeyi görür ve her şeyi bilir. Cecilion'un gölgeleri hâlâ bizimle bağlı. Bize bir şeyler gösterebilirler."
Lilith, Raziel’in bu kararlılığını takdir etti ama yine de bir an için iç çekti. "Peki, ya Carmilla? Onu burada yalnız bırakamayız."
Raziel başını eğdi ve sessizce düşündü. Sonunda yumuşak ama kesin bir şekilde, "Sen burada kal," dedi. "Ben döneceğim. Cecilion’u bulana kadar durmayacağım."
Lilith sadece başını sallayarak Raziel’in gölgelerin içine karışmasını izledi. Ardından Carmilla’ya döndü ve fısıldadı, "Seni geri getireceğiz, Cecilion. Her ne pahasına olursa olsun."
Cecilion'un kayboluşu hızla Vladimir'in kulağına ulaştığından beri Swain ve kuzgunlarıyla beraber etrafta gizliliklerini koruyarak onu arıyorlardı. Vladimir bir süredir Avalor'u keşfetme fırsatı bulduğundan artık pek çok yere vakıftı. Castle Aberleen'den ayrıldığından beri oraya pek fazla gitmediğini bildiği için orada olmayacağını biliyordu. Kuzgunlar ise büyük bir temkinle Uçurum'un her tarafını arıyorlardı.
Vladimir, karanlık koridorlarda yankılanan adımlarını dikkatle kontrol ederek ilerledi. Gözleri kısılmış, etrafındaki gölgeleri süzüyordu. Swain'in kuzgunları, Uçurum'un en ücra köşelerini bile tararken ona sürekli bilgi taşıyorlardı. Ancak hâlâ Cecilion’un izine rastlamamışlardı. Bu durum, Vladimir'in sabrını giderek tüketiyordu.
"Eğer Alice işin içindeyse, bu bir oyundan ibaret değildir," diye mırıldandı, kaftanının kollarını sıvazlarken. Gözleri, loş ışıkta parlayan kırmızı bir tehdit gibi yanıyordu.
Swain, Vladimir’in yanında sessizce yürüyordu, ancak gözleri sürekli hareket hâlindeydi. Kuzgunlarından biri, kanatlarını çırparak omzuna kondu ve boğuk bir sesle fısıldadı. Swain, başını hafifçe eğerek kuzgunun verdiği bilgiyi dinledi. Ardından, soğuk bir ifadeyle Vladimir’e döndü.
"Uçurum'un kenarında, terkedilmiş bir tapınakta bir hareketlilik var," dedi Swain, kuzgunun gözlerinden gördüğü sahneyi düşünerek. "Orada bir şeyler oluyor. Gölgeler yoğunlaşmış, ama kuzgunlar fazla yaklaşamıyor."
Vladimir, bu habere karşı hafifçe gülümsedi. "Karanlık güçlerin kendilerini gizlediği yerler, en çok sırları açığa çıkaran yerlerdir," dedi. Ardından Swain'e döndü. "O tapınağa gideceğiz. Eğer Cecilion gerçekten oradaysa, onu almadan dönmeyeceğiz."
Swain, kaşlarını hafifçe kaldırarak kuzgununu tekrar havalandırdı. "Alice’in gölgeleri, orada bir şeyler saklıyor olabilir," diye uyardı. "Hazırlıklı ol."
Vladimir hafifçe güldü. "Karanlığa hazırlıklı olan biri varsa, o da benim, Swain. Alice'in oyunları beni korkutmaz. Ama eğer Cecilion'a gerçekten zarar verdiyse, o zaman karşısında sadece bir vampiri değil, Avalor'un tüm dehşetini bulacak."
Swain başını hafifçe eğdi. "Öyleyse vakit kaybetmeyelim," dedi ve adımlarını hızlandırdı.
Gölgeler içinde kaybolarak tapınağa doğru ilerlediler. Ama her ikisi de biliyordu ki, orada onları bekleyen sadece Cecilion'un kayboluşunun sırrı değil, aynı zamanda çok daha büyük bir tehdit olabilirdi.
"Ah, Swain.. Tatlım... Hiçbir diyar Noxus kadar tehlikeli ve karanlık olamaz." Vladimir, eğilip elini toprakta gezdirdi. Bu kokuyu nerede duysa tanırdı. Dudaklarının kenarı kıvrıldı ve dudaklarını yaladı. Swain kaşlarını çatarak Vladimir'e bakıyordu. "Kan... Doğru yerdeyiz General..." diye fısıldadı Vladimir. Çok yaklaşmıştı...
Swain, Vladimir’in sözlerine karşılık yalnızca gözlerini kıstı. Onun bu aşırı teatral hâllerine alışkındı, ama yine de kanın kokusunu böylesine keyifle içine çekmesi, Swain’in sabrını her zaman sınırların eşiğine getirirdi.
"Eğer burada kan varsa, bu yalnızca bir şeyin kanıtıdır," dedi Swain, sert ve kesin bir sesle. "Ya Cecilion hâlâ savaşıyor ya da artık çok geç."
Vladimir, Swain’in pragmatik yaklaşımına hafifçe güldü, ancak gözleri keskin bir şekilde çevreyi tarıyordu. Kanın kokusu tazeydi; bu, onların burada yalnız olmadığını gösteriyordu.
"Ah, General... Fazla karamsarsın," dedi, zarif bir hareketle ayağa kalkarken. "Kan, her zaman bir sonun değil, bazen de bir başlangıcın habercisidir."
Swain, Vladimir’in oyunbaz tavırlarına karşı soğukkanlılığını koruyarak ileriye doğru bir adım attı. Kuzgunları, tapınağın girişinin üzerinde dönüp duruyor, karanlığın derinliklerinden gelen uğursuz fısıltıları taşıyorlardı.
"Ne görüyorsun?" diye sordu Swain, kuzgunlarından birinin gözlerinden bakarak.
Vladimir, dudaklarını yalayarak loş tapınağa doğru ilerledi. "Gölgeler hareket ediyor," dedi alçak bir sesle. "Bu sadece eski bir harabe değil. Burada bir şey yaşıyor... Ve kanı çağırıyor."
Swain’in gözleri hafifçe parladı. "Bu bir tuzak olabilir."
Vladimir başını yana eğerek alaycı bir ifadeyle gülümsedi. "Elbette öyle. Ama tuzaklar yalnızca korkakları hapseder. Ben ise..." Bir adım daha attı, gölgelerin içine dalarken sesi melodik bir tonda yankılandı. "...tuzaklarla dans etmeyi severim."
Swain iç çekti, ama bir şey söylemeden Vladimir’i takip etti. Gölgeler onları içine çekerken, tapınaktan gelen uğursuz fısıltılar giderek daha yüksek sesle yankılanıyordu.
Cecilion buradaysa, ya hâlâ savaşıyordu… ya da çoktan düşmüştü.
(...)
Cecilion vücudundan damlayan kanı umursamadan zincirlerinden kurtulmayı başarır başarmaz bir çıkış yolu aradı. Etrafında dolaşan gölgeler ve lanetli ruhların çığlıkları kulaklarında yankı yapıyordu. Bu onu her ne kadar çılgına çevirse de bu oyundan sağ çıkması gerektiğini biliyordu.
Cecilion derin bir nefes aldı, gölgeler etrafında dans ederken vücudundaki acıyı bastırmaya çalıştı. Zincirlerinden kurtulmuştu, ancak bu sadece ilk adımdı. Burası bir hapishaneydi—yalnızca bedenini değil, zihnini de esir almak isteyen bir tuzak.
Gölgelerin arasında bir çıkış yolu ararken, etrafında yankılanan çığlıklar zihnine hançer gibi saplanıyordu. Lanetli ruhların fısıltıları, karanlık bir melodi gibi kulaklarında çınlıyordu.
"Bizi terk ettin… Unutulduk… Bizi özgür bırak!"
Cecilion dişlerini sıktı, sesi zihninden atmaya çalıştı. "Siz benim yüküm değilsiniz," diye fısıldadı. "Ben sizinle zincirlenmeyeceğim."
Bir adım attığında ayaklarının altındaki taşlar inceden çatırdadı. Etrafı, gölgelerin iç içe geçtiği bir labirente dönüşmüştü. Buradan nasıl çıkacağını bilmiyordu ama bir şeyden emindi: Alaric ve Alice'in onu burada sonsuza kadar tutmasına izin vermeyecekti.
Uzakta soluk bir ışık huzmesi fark etti. Belki bir çıkış, belki de yeni bir tuzak… Ama bekleyemezdi.
Son gücünü toplayarak ışığa doğru ilerlemeye başladı. Her adımı, gölgeleri daha da huzursuz ediyordu. Zincirlerin hayaletleri bile hâlâ bileklerinde hissettiriyordu kendini. Ama o devam etti.
"Beni buraya hapsettiniz… Ama unutmayın," diye mırıldandı, sesi neredeyse bir şarkı kadar melodikti. "Her tutsak, bir gün zincirlerinden kurtulmayı öğrenir."
Çıkışta pusuya yatmış bekleyen kan iblislerini görünce Cecilion'un yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Doğru yerdeydi... Bu genç iblisleri nasıl geçebileceğini biliyordu. Kan akacaktı ve önüne çıkanı sömürecekti.
Cecilion'un gözleri karanlıkta parladı, dudaklarında sinsice beliren gülümseme kan iblislerine meydan okurcasınaydı. Onlar, Alice’in sadık köleleriydi—genç, aç ve kana susamış. Ancak Cecilion da kanı ve onun çağrısını herkesten iyi bilirdi.
Önünde sıralanmış iblislerin gözlerindeki açlığı hissedebiliyordu. Parmaklarını hafifçe kıpırdattı, etrafındaki hava değişti. Gölge ile kanın iç içe geçtiği bir dans başlamıştı.
"Ah… Alice sizi benim için mi gönderdi?" diye mırıldandı alaycı bir tonda. "Ne büyük bir cömertlik! Açlığımı dindirmemi bizzat kendisi mi istedi?"
İblislerden biri öne çıktı, kırmızı gözleri Cecilion'un üzerinde gezindi. "Senin kanın onun hediyesi olacak," diye tısladı.
Cecilion kahkaha attı, sesi mağaranın soğuk duvarlarında yankılandı. "Benim kanım mı?" Adımlarını ağır ve zarifçe attı, üzerindeki kurumuş kanı umursamadan. "Siz, benim kanımı tatmadan önce… Benim açlığımın neye benzediğini tatmalısınız."
Bir anda etrafındaki gölgeler kıvrılarak yükseldi, Cecilion'un elleri karanlık bir parıltıyla ışıldadı. İblisler ne olduğunu anlamadan, Cecilion yıldırım gibi hareket etti. Parmağını havada zarifçe gezdirirken, en öndeki iblisin göğsünden yukarıya doğru bir kan dalgası yükseldi. İblisin çığlığı boğazında kısılıp kalırken, bedeni anında soldu, tüm yaşam gücü Cecilion’a akıyordu.
Geriye kalan iblisler bir anlık tereddütle geri çekildi. Ama artık çok geçti.
Cecilion'un gözleri şimdi tamamen karanlıkla doluydu, sesi soğuk ve melodikti. "Yolumda durmaya cüret eden herkesin kaderi budur. Kanım sizin olmayacak… ama sizin kanınız bana ait olacak!"
Ve o an iblislerin çığlıkları karanlığa karıştı.
Vladimir, Cecilion'u bulduğunda beklenmedik bir manzarayla karşılaştı. Dudakları aralandı, kızıl gözleri parlıyordu. Yerdeki solgun bedenlere ve Cecilion'a baktı. Dudağının kenarı birden kıvrıldı ve hafifçe gülümsedi.
Vladimir, gözlerini yerdeki solgun bedenlerden Cecilion’a kaydırırken derin bir nefes aldı. Havada asılı kalan kan kokusu, onun için bir davet kadar cezbediciydi. Dudakları kıvrıldı, kızıl gözleri açlığın ve hayranlığın birleşimiyle parladı.
"Ah… Cecilion," diye mırıldandı, sesi bir melodinin tatlı akışı gibiydi. "Gerçekten de zarif bir iş çıkarmışsın. Kanı böylesine sanata dönüştürebilen çok az kişi var."
Cecilion, hâlâ etrafında dönen gölgelerin arasından Vladimir'e baktı. Gözlerinde yorgunluk vardı ama özgüveni asla sarsılmamıştı. "Sanat mı diyorsun, Vladimir?" dedi, elini yavaşça kaldırıp parmaklarına bulaşan kanı inceledi. "Bu sadece hayatta kalmanın kaçınılmaz bir gerekliliğiydi."
Vladimir hafifçe başını eğerek bir adım attı. Pelerini arkasında dalgalandı, yerde yatan cansız bedenlere bakarak iç geçirdi. "Gereklilik mi? Ah, sevgili dostum, kanın şarkısını dinlemeyi unutmuş gibisin," dedi alaycı bir ifadeyle. "Ona şekil vermek, onu hissetmek… Hayatta kalmak için değil, üstünlük kurmak için yapılır."
Cecilion, zincirlerden kurtulmuş olmanın getirdiği ağırlıkla derin bir nefes aldı ve gözlerini kıstı. "Buraya beni bulmaya mı geldin, yoksa kanın tadını çıkarmaya mı?"
Vladimir kahkaha attı, sesi mağaranın duvarlarında yankılandı. "Neden ikisi birden olmasın?"
Cecilion, gözlerini kırpmadan Vladimir’i süzdü. "Eğer buradaysan, demek ki Alice de bir şeylerin farkında. Ve bu, işlerimizi hızlandırmamız gerektiği anlamına geliyor."
Vladimir, parmaklarını şıklatarak havadaki kan damlacıklarını toplayıp bir küre haline getirdi, gözleri kısılmış bir şekilde Cecilion'a baktı. "O halde, sevgili dostum… Gideceğimiz yer neresi?"
Cecilion, son kez arkasında bıraktığı yıkıma bakıp Vladimir'e döndü. "Carmilla'nın yanına dönmeliyiz. Bu savaş daha yeni başlıyor."
Vladimir gülümsedi, gözleri açlık ve merakla parlıyordu. "O halde, hadi göster bana… Kanın dansı henüz bitmedi."
"Bir selam vermeden mi gidiyorsun? Ne kadar da kaba..." diye tısladı Dyrroth, gözleri aç bir avcı gibi parlıyordu.
Cecilion, Dyrroth'un tıslayarak söylediği sözlere karşı sadece kısa bir bakış attı. Gözlerinde bir anlığına yorgun ama kararlı bir parıltı belirdi. Burada oyalanamazdı.
"Zaman kaybedemem," dedi, Vladimir’in kendinden emin duruşunu görünce hafifçe gülümsedi. "Ama eminim ki senin kanın da en az diğerleri kadar güzel akacaktır, Dyrroth."
Dyrroth'un gözleri aç bir avcının parıltısını taşıyordu, dudakları gerildi ve keskin dişleri göründü. "Beni hafife alıyorsun, kan emici…" diye hırladı, tırnaklarını toprağa saplayarak. "Ama bu hata seni hayal kırıklığına uğratır."
Vladimir, Cecilion’a kısa bir bakış atarak elini salladı. "Sen git, sevgili dostum. Gelmişken bu ufaklıkla biraz… eğleneyim."
Dikleşerek uzun boyunu daha belirgin hale getirdi, kollarını açıp sıvayıp kırmızı pelerinini geriye savurdu. Dyrroth, onun karşısında bir çocuk gibi duruyordu ama içindeki öfke ve savaş arzusu hiç de çocuksu değildi.
Cecilion, Vladimir'in kanla oynarken ne kadar acımasız olabileceğini biliyordu. Gözlerini kısa bir süre Dyrroth ve Vladimir’in arasında gezdirdi, ardından tek bir kelime etmeden arkasını dönüp uzaklaştı.
Vladimir, Cecilion’un arkasından gitmesini izlerken başını yana eğdi ve Dyrroth’a döndü. "Ah, genç ve öfkeli... Senin gibi savaşçılarla vakit geçirmek her zaman keyifli olmuştur," dedi alaycı bir ifadeyle.
Dyrroth, dişlerini sıkarak ileri atıldı. "O zaman görelim bakalım, kimin kanı daha güzel akıyor!"
Vladimir, gözlerinde açgözlü bir pırıltıyla dilini dudaklarının arasından geçirdi. "Memnuniyetle, küçük canavar…"
Ve kan dansı başlamıştı.
Vladimir, her hareketinde adeta bir sanatçı gibi süzülüyordu. Dyrroth'un güçlü ama düşüncesiz saldırılarını ustalıkla savuşturuyor, etrafındaki kanı bir perde gibi kullanarak onun hamlelerini boşa çıkarıyordu. Dyrroth her ileri atıldığında, Vladimir'in kanı dalgalanarak bir bariyer gibi yükseliyor, onu geri püskürtüyordu.
Dyrroth hırlayarak yere sapladığı pençeleriyle dengesini yeniden kazandı. Nefes alışı hızlanmış, vücudundaki kaslar öfkeyle gerilmişti. "Seninle çocuk oyunu oynamaya gelmedim, ihtiyar!" diye kükredi.
Vladimir başını yana eğerek hafifçe güldü. "Ama sen tam da bir çocuk gibi saldırıyorsun," dedi. Elleriyle zarif bir hareket yaparak havaya kan sıçrattı ve sıvı, kıvrılarak Dyrroth’un üzerine yağmaya başladı. "Sana güzel bir ders vermek istiyorum. Gerçek bir savaş, yalnızca güçle kazanılmaz."
Dyrroth, kanın cildine yapışmasını hissettiğinde bir anlığına duraksadı. O anda Vladimir'in gözleri parladı ve kan, Dyrroth'un hareketlerini kısıtlayan ince ipliklere dönüştü. Dyrroth kaslarını gererek zincirleri parçalamaya çalıştı ama her kıpırdanışında Vladimir’in büyüsü daha da sıkılaşıyordu.
Vladimir ona yaklaşarak gözlerini kısıp alaycı bir gülümsemeyle eğildi. "Kıvrandıkça daha da sıkılaşacak. Kanının tadına bakmak isterdim ama…" Derin bir nefes aldı, burnunu hafifçe kırıştırarak. "Kaba ve kontrolsüz bir savaşçının kanı... Zevkime pek hitap etmiyor."
Dyrroth'un gözleri nefretle parladı. Bütün vücudunu bir anda iradesiyle ateş gibi bir enerjiyle doldurdu ve kaslarını şiddetle kasarak Vladimir'in kan bağlarını parçaladı. Bir patlamayla serbest kaldı ve göz açıp kapayıncaya kadar ileri atıldı, pençeleri Vladimir’e ulaşmak üzereydi—
Ancak, Vladimir’in bedeni bir anda sıvıya dönüşerek onun darbesinden kaçındı. Kızıl kan havuzunun içinden yeniden ortaya çıktığında, sesi sakin ve melodikti. "Ah, ne yazık. Çok yavaşsın."
Dyrroth'un dişleri gıcırdadı. "Benimle alay etmeyi kes!"
Vladimir'in gözleri bir an ciddileşti. "Peki," dedi ve elini hızla savurdu. Bir anda kan, Dyrroth'un etrafında bıçak keskinliğinde dikenlere dönüştü ve üstüne çökerek ona gerçek bir savaşın ne demek olduğunu göstermeye hazırlandı.
Vladimir’in yumruğu sıkılmasıyla birlikte etraftaki kan bıçak gibi keskinleşerek Dyrroth’un etrafını sardı. Kan, bir an için havada asılı kaldı, sonra aniden içe doğru daralarak onu tuzağa düşürdü.
Dyrroth'un yüzü öfkeyle gerildi. Tırnaklarını kan bariyerine geçirmeye çalıştı ama her hamlesi, Vladimir'in büyüsünün ne kadar ince işlendiğini gösteriyordu. Kendi gücüyle saldırdıkça, kan duvarları daha da sıkılaşıyordu.
Vladimir’in kahkahası loş savaş alanında yankılandı. "Ahh, ne güzel çırpınıyorsun! Biraz daha devam et, hadi! Belki de biraz daha sıkarsam tatlı bir çığlık duyabilirim?"
Dyrroth dişlerini sıktı. "Senin hastalıklı oyunlarına piyon olmam, vampir!" diye kükredi. İçindeki iblis kanı kaynıyordu. Kasları şiddetle kasıldı ve içindeki ilkel öfke kabardıkça, gözleri şeytani bir kızıllıkla parladı.
Vladimir başını yana eğerek onu izledi. "İşte böyle," diye mırıldandı. "Kendi içindeki gerçek doğanı serbest bırak. Öfkelen, parçala, yok et… Bana daha çok eğlence ver!"
Dyrroth içindeki vahşi gücü serbest bıraktığında, etrafında karanlık bir aura yayıldı. Aniden, büyük bir enerji patlamasıyla Vladimir’in kan zincirlerini paramparça etti.
Vladimir birkaç adım geriye süzüldü, gözleri parlıyordu. "Ahh… Güzel," dedi ve parmaklarını kanla silerek dudaklarına götürdü. Hafifçe yaladı, gözleri zevkle kısıldı. "İşte, tadını almaya değer bir öfke."
Dyrroth ileri atıldı, ama bu sefer Vladimir olduğu yerde kalmış, kollarını açmıştı. "Gel bakalım, tatlı oyuncağım," diye fısıldadı. "Bana gerçekten neler yapabileceğini göster."
Dyrroth’un görüşü bulanıklaşırken Vladimir’in siluetini zor seçiyordu. O, mağrur ve zarif duruşuyla tepeden aşağıya bakıyor, zaferin tadını çıkarıyordu.
"Ahh, tatlım…" Vladimir eğilip Dyrroth’un kanla kaplı yüzüne hafifçe dokundu. Parmaklarını çenesinin altına yerleştirerek başını kaldırdı. "Bu kadar çabuk pes mi ettin? Oysa daha yeni ısınmaya başlamıştık."
Dyrroth dişlerini sıktı, ama vücudu hareket etmiyordu. Vladimir’in büyüsü damarlarına kadar işlemiş, kanını adeta onun iradesine bağlamıştı. Ne kadar debelense de, sanki kendine ait değilmiş gibi hissediyordu.
Vladimir dudaklarını yalayarak başını yana eğdi. "Kanının tadı... ilginç. Saf bir iblisin vahşiliğini taşıyor, ama hâlâ yontulmamış, ham bir güç. Ah, ne yazık… Daha fazla oynamayı isterdim, ama zamanım dar. Cecilion çoktan yol aldı bile."
Dyrroth’un gözleri bir anlığına açıldı, ama hemen ardından karanlık onu çekmeye başladı. Vladimir bir kahkaha daha patlatırken, ayaklarının dibinde yatan genç iblisin bilinci tamamen karanlığa gömüldü.
Vladimir, yere düşen bedene son bir kez baktı, ardından pelerinini savurarak gölgelerin arasına karıştı. "Eğlenceliydin, ufaklık… Ama şimdi daha önemli işlerim var."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 589 Okunma |
66 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |