
Gözlerimi açtığım anda vücudumu saran keskin acıyla irkildim. Kollarım ve ayak bileklerim gerilmiş, soğuk metal kelepçelerle çarmıha bağlanmıştı. Her hareketimde, bileklerimden yayılan acı zihnimin berraklaşmasını sağladı. Bulunduğum oda karanlık, nemli ve dayanılmaz bir sessizlik içindeydi. Nefes alırken ciğerlerime dolan havanın taş duvarlardan gelen soğukluğu, içimi ürpertiyordu.
Carmilla. İlk düşüncem oydu. İçimde onu aradım, kalbimiz arasında hep hissettiğim o bağı bulmaya çalıştım. Ama... Sönük. Neredeyse hiç yok. Bu yokluk, içimde bir bıçak gibi döndü, ama ne kadar acıtsa da panik yapmamam gerekiyordu. Eğer hissedemiyorsam, hala hayatta olmalıydı.
Gülünç bir ironiyle dudaklarımın köşesi yukarı kıvrıldı, sonra kahkahalar döküldü. Histerik, alaycı, ve tam da bu duruma uygun. "Seni görmeyeli uzun zaman oldu, Alice!" diye bağırdım. Sesim, odanın karanlığında yankılanırken, zayıf düşmüş halime inat, eski kibirimle parladı. Onu görmeme gerek yoktu; buradaki nefreti, karanlığı ve derin öfkeyi tanıyordum. O buradaydı.
Bir süre sessizlik oldu. O kadar ki, bu sessizlik etrafımı daha da boğucu bir hale getirdi. Sonra o tiz ve zehirli ses, tam beklediğim gibi yankılandı. "Ah, Cecilion... Ne büyük bir onur, adımı hala unutmamışsın."
Gözlerimi karanlığa diktim, ve orada, gölgelerin içinden adeta bir hayalet gibi süzülen Alice'i gördüm. Siyah ve kırmızı tonlardaki elbisesi, bir zamanlar bana çekici gelen zarafetini taşıyordu. Ama şimdi o zarafetin arkasındaki nefreti ve tehlikeyi açıkça görebiliyordum.
Gözlerindeki şeytani parıltıya dikkatimi verdim. Eskiden bu kadar güçlü değildi, bu kadar yıkıcı da... Ama şimdi? Gözlerim onun gözlerindeyken, karanlığın beni yutmaya çalıştığını hissediyordum. Ve ben, hala başımı dik tutarak, ona olan öfkemle mücadele etmeye hazırdım.
"Bir yere varmak için mi buradasın, yoksa sadece geçmişteki zaferlerini kutlamaya mı geldin, Alice?" diye sordum, alaycı bir tonla. Bunu söylerken, içimdeki her şey ona yenilmeme izin vermeyeceğimi haykırıyordu. Ne yaparsa yapsın, bu benim sonum olmayacaktı.
Neden buradasın, Alice? Neden beni rahatsız etmek için bunca yıl bekledin? Bu soruyu sormak istemiyordum. Ama o karanlık, o zehirli kadın karşımdaki havayı öyle ağırlaştırıyordu ki, sessizliği bozmak zorunda kaldım. Sakin kalmalıydım. Her zaman olduğu gibi, Alice'in tehlikeli niyetlerini anlamak zordu, ama bir şekilde onun kurnazlığını yenebilirdim, yenmeliydim.
Bana doğru adım attı, zarif hareketleriyle etrafımda dolanmaya başladı. Her adımı, geçmişin hayaletlerini peşimde sürüklüyordu. "Rahatsız mı ettim? Aksine," dedi alaycı bir yumuşaklıkla. "Geçmişte yarım bıraktığımız bir oyunu tamamlamak için geldim." Durdu. Gözleri beni baştan aşağı süzerken yüzünde yayılan o sırıtış, göğsüme saplanan bir hançerden farksızdı. "O kadar uzun zamandır bir maskenin arkasına saklanıyorsun ki... neredeyse seni unutacaktım. Ama sonra sevgili Carmilla’nın seninle dans ettiğini gördüm. İşte o an hatırladım, Cecilion. Senden çaldığın her şeyi geri almanın vakti geldi."
Carmilla’nın adını dudaklarından işittiğim anda içimdeki karanlık alevlendi. "Carmilla'ya dokunamazsın!" diye haykırdım, sesim odadaki kasveti yaran bir kılıç gibi yankılandı. Zincirlerin soğuk ağırlığına rağmen bedenim gerildi, kaçmaya, savaşmaya hazırdı. Ama Alice sadece güldü. O kahkahası... keskin bir bıçak gibi beynimde yankılanıyordu.
"Endişelenme," dedi, sesi tatlı ama ölümcül bir fısıltı gibiydi. "Henüz ona ihtiyacım yok. Ama sen... sen eski gücüne kavuşmadan önce biraz eğlenmek istiyorum. Hadi, eski dostum, dans edelim. Karanlık bir dans…"
Parmaklarının şıklamasıyla odadaki karanlık bir anda kıpkırmızı alevlere dönüştü. Çevremdeki her şey kayboldu, yalnızca onun bana zorla hatırlattığı kabuslar kaldı. Beni geçmişime, en zayıf anıma çekiyordu. Bu onun oyunu. Ve ben... ben buna kapılmamalıyım. Ama zihnimdeki zincirler... bu kadar kolay kırılacak gibi değildi.
"Ah, Kraliçe…" dedim, sesim alaycı bir yankı gibi odada dolaştı. Zincirlerin soğuk baskısını hissederken bile yüzümdeki ifadeyi değiştirmedim. Alice'in gözlerindeki öfkeyi körüklemek, onu kendi silahıyla alt etmek istiyordum. "Senin gibi Kan İblislerinin bile nefretini kazandığını unutmadım. O kadar güçlüydün ki kendi halkın bile seni terk etti, değil mi? Herkes sana sırt çevirdi, Alice. Geriye yalnızca ben kaldım."
Zincirlerin arasında hafifçe kıpırdandım, yüzümdeki özgüven bir an bile silinmedi. "Ve şimdi…" diye devam ettim, sesime küçümseyici bir tını ekleyerek, "bunca yıl sonra beni hatırlayıp intikam almak için mi döndün? Ne yazık ki korkarım, geç kaldın."
Sözlerim onu duraklattı. Gözlerindeki şeytani parıltı bir anlığına karanlık bir öfkeye dönüştü. Ama bu öfke bir zayıflık değil, aksine keskinleşmiş bir bıçak gibiydi. Alice’in bir adım daha bana yaklaşırken topuklarının yankılanışı odadaki sessizliği kırdı.
"Geç mi kaldım?" dedi, sesi buz gibi bir melodi gibiydi, sakin ama tehditkar. "Ah, sevgili Cecilion... Geç kalan benim intikamım değil, senin gerçek yüzünü hatırlaman."
Elini kaldırdı ve havadaki enerjiyi hissettim. O karanlık güç... yıllar önce tanık olduğum, bir zamanlar parçası olduğum o tehlikeli enerjinin yankısıydı. Etrafımı saran karanlık dalgalar, bedenimde bir ürperti yayıyor, geçmişin unutulmuş gölgelerini zihnime geri getiriyordu. Oysa bu güç kontrolsüzdü, düzensizdi.
Ve ben, zincirlerin arasında bu karanlığa direnirken, eski bir duyguyu hissettim: saf bir meydan okuma. Alice’in kurallarını kabul etmeyecektim. Karşımda bir kraliçe vardı belki, ama o kraliçe yalnızca yıkıntılarının üstünde hüküm sürüyordu. Ve ben, onun oyununu alt üst edecektim.
"Sana ihanet edenlerin en başında kim vardı, Cecilion?" Alice'in sesi, bir bıçak gibi ruhumu kesiyordu. Ama ben onun oyunlarını, zehirli sözlerinin ardındaki niyetleri biliyordum. Yine de, devam etti. "Hatırlamana yardım edeyim... Ben değilim." Eğildi, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Neredeyse bir fısıltıydı ama içimde yankılanan bir çığlık gibiydi."Herkes sana ihanet etti, hatta sevdiğin kişi bile. Ve senin bunca yıl gözünü kör eden şey, o aşkın laneti oldu."
Dişlerimi sıktım. Söyledikleri zihnime sızmaya çalışıyordu ama ben bunlara boyun eğmeyecektim. Alice ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, Carmilla'ya olan inancımı sarsamayacaktı. "Carmilla'ya asla dokunamayacaksın," dedim, sesimdeki öfkeyi saklamadan."O, senin anlayamayacağın kadar saf bir sevgiye sahip."
Alice yalnızca gülümsedi. Başını hafifçe yana eğdi, tıpkı bir avcının avını son bir kez süzmesi gibi. "Saf mı?" dedi, sesi dalga geçercesine yumuşaktı."Aşkın hiç saf olmadığını senden daha iyi kim bilebilir, Cecilion?" Parmaklarını şıklattığında, karanlık alevler bir kez daha etrafımızı sardı. Oyununu sürdürecekti, ama ben bu oyunun sonunu biliyordum.
Tam o anda, gölgelerin arasından bir figür belirdi. Bir hayalet gibi, geçmişin laneti gibi… Alaric. Başını yana eğdi, gri teni ve siyah kıyafetleri loş ışıkta soğuk bir tehdit gibi parlıyordu. Ellerini birbirine kenetleyerek bana doğru bir adım attı. "Uzun zaman oldu, Cecilion… Beni özlemiş olmalısın."
Derin bir nefes aldım, başımı yavaşça kaldırarak ona baktım. Gözlerim, yıllar önce gömdüğüm bir geçmişi görüyordu. Sonra hafifçe gülümsedim, alaycı bir ifadeyle. "Ah, Alaric," dedim, zincirlerimin şıngırtısıyla biraz hareket ederek."Elbette seni özledim. Hayatımı mahvetmeye çalıştığın o güzel günleri nasıl unutabilirim ki?"
O da gülümsedi. Ama bu gülümsemenin içinde yalnızca soğuk bir tehdit vardı. Bir adım daha attı, sanki her hareketi kaçınılmaz bir sona doğru ilerliyormuş gibi. "Seninle uğraşmak, benim için her zaman özel bir zevk oldu, eski dostum," dedi, sözlerine o tanıdık, ince tehdit tonunu ekleyerek. "Ama bu sefer işler biraz daha farklı. Şimdi yanımda o aptal duygularını savunacak kimse yok. Burada sadece sen ve ben varız."
Gülümsemem yavaşça soldu. Gözlerimdeki alay yerini ciddiyete bıraktı."Eğer Carmilla’ya bir zarar verdiysen, Alaric…" Sesim düşüktü ama içinde bastırılmış bir fırtına taşıyordu.
Alaric omuzlarını silkti, ellerini açarak rahat bir ifadeyle konuştu."Sakin ol, sevgili Cecilion," dedi, sanki bu bir oyunmuş gibi. "Carmilla’ya dokunmadım. Henüz. Ama ona ulaşmak için sabırsızlanıyorum. Tabii ki önce seninle ilgilenmem gerek."
Gözlerim bir anda karardı. Karanlık damarlarımda yankılanıyor, zincirler tenime baskı yapsa da güçlerim uyanıyordu. Derin bir nefes aldım, içimdeki öfkenin kontrolünü sağlamaya çalışarak. Sonra, sessizce fısıldadım: "Beni kışkırtmaya devam et, Alaric. Bu çarmıha bağlı olmam, seni parçalamamı engelleyemez."
Alaric’in kahkahası odada yankılandı, ama bende uyandırdığı tek şey öfkeydi. Yine de hislerimi gizlemeyi tercih ettim. Onun gibi biri, zaafları koklayarak güçlenen bir yılandı. Ona bunu vermeyecektim.
"Görelim bakalım, sevgili dostum," dedi, gözlerini doğrudan bana dikerek. "Kim gerçekten zincirlenmiş, kim özgür... Bunun kararını bu gece vereceğiz."
Ben sadece gülümsedim, alaycı bir edayla başımı hafifçe yana eğdim. "Alice’ten kaçıp bana sığınan sendin!" dedim, her kelimeyi bilerek keskinleştirerek. "Şimdi onun oyuncağı mı oldun?"
Sözlerim, Alaric’in yüzünde bir anlığına bir çatlak oluşturdu. O her zaman soğukkanlıydı, ama ben onun geçmişini benden daha iyi bilen biri değildim. Gözlerinde bir anlık öfke parladı, o eski kibriyle çelişen bir duyguydu bu. Ama hızlıydı, kendini toparladı ve yüzüne o sahte gülümsemeyi geri yerleştirdi.
"Ah, Cecilion," dedi, sesi alaycıydı ama içinde bastırdığı bir şeyler vardı. "Ne kadar da küstahsın. Ama ne yazık ki, seni hayal kırıklığına uğratacağım. Kimsenin oyuncağı olmadım, hele Alice’in asla."
Gülümsemem genişledi. O anlık öfkesini fark etmiş, zayıf noktasını yakalamıştım. Zincirler bedenimi kısıtlasa da kendimi dikleştirdim, bu sahte özgüven gösterisine karşı daha sağlam durarak.
"Yalanların bile güçsüzleşmiş, Alaric," dedim, sesime sahte bir hayal kırıklığı ekleyerek. "Bir zamanlar o kadar korkak ve zayıftın ki, kendini kurtarmak için bana geldin. O eski günleri unuttun mu? Çünkü ben unutmadım. Gözlerindeki o çaresizliği hâlâ hatırlıyorum."
Onun için ne ifade ettiğimi biliyordum. Hatırlatılmak istemediği geçmişin bir kanıtıydım ben. Alaric derin bir nefes aldı, sakin görünmeye çalışıyordu ama sesi artık eskisi kadar pürüzsüz değildi.
"O günler çok geride kaldı," dedi, kelimeleri daha sert ve daha soğuktu. "Evet, bir zamanlar bir müttefike ihtiyaç duydum. Ama o günlerde bile bir zaafın vardı: Carmilla. Ve şimdi bu zaafını sonuna kadar kullanacağım."
Gülümsemem bir anlığına dondu. İçimde bir şey, bir alev gibi yanmaya başladı. Gözlerim Alaric’in üzerine kilitlendi, sesim alçaldı ama içindeki tehdit çelik kadar keskindi.
"Carmilla'ya yaklaşmayı aklından bile geçirme, Alaric," dedim, zincirlerin varlığını unutarak. "Eğer ona dokunursan, seni tarihten silerim. Bunu bir kez yaptım, yine yaparım."
Alaric yalnızca güldü, sesinde arsız bir meydan okuma vardı.
"Senin beni yok edebileceğini mi sanıyorsun? Ah, eski dostum," dedi, başını hafifçe yana eğerek. "Senin zincirlerin, senin çaresizliğin… Bana güç veriyor. Karanlık artık benimle. Alice mi? O sadece bir araç. Benim asıl hedefim, her zaman sensin."
Gözlerim karardı. Alaric, eski günlerin hayaletlerinden beslenmeye çalışıyordu ama bir şeyi unutuyordu. Ben geçmişime tutsak değildim. Onu ve Alice’i alt edebilmek için hala sahip olduğum bir şey vardı: Gerçek güç, yalnızca karanlığa ait değildi.
(...)
Cecilion, zincirleri daha sıkı çekerek Alaric'e doğru eğildi. "Beni zincirlemiş olabilirsin, ama içimdeki karanlığı asla dizginleyemezsin. O karanlık seni er ya da geç yutacak, Alaric. Bekle ve gör."
Alaric, gözlerini Cecilion'un kararlılığından kaçırmadan, sinsi bir gülümsemeyle başını eğdi. "Öyle olsun, Cecilion. Ama önce, seni biraz kırmam gerekecek." dedi ve gölgeler yeniden odayı sardı.
Cecilion'un alaycı kahkahası, zincirlerinin yankısını bile bastırarak loş odayı doldurdu. Alaric'in yüzündeki soğuk ifadeyi ince bir zevkle izliyordu. Ardından, sesi beklenmedik bir melodik tona büründü. "Ah, sevgili Alaric... hatırlıyor musun? Hani şu şarkıyı dinlerken nasıl titrerdin?"
Derin ve tiz bir alayla, bir zamanlar Alaric’in tüm zaaflarını hatırlatan o melodiyi mırıldanmaya başladı:
"Karanlıkta yalnız bir gölge,
Bir fısıltı kadar güçsüz,
Bir nefes kadar kısa,
Yalnızlığında boğulan bir ruh..."
Cecilion'un sesi, hem keskin hem melodikti. Sözler odada yankılanırken Alaric’in yüzündeki sakin maskesi çatırdamaya başladı. Cecilion, Alaric'in gerilimini fark etmişti. Şarkısına daha da yoğun bir alayla devam etti:
"Gölgeler sana dost, ama seni de yutar.
Karanlık krallar gölgeye mahkûm olur.
Ah, zavallı Alaric,
Kendi korkularında boğulurken…"
Alaric, Cecilion’a bir adım yaklaştı, ama yüzünde öfkenin izleri vardı. Cecilion, zincirlerin acısını görmezden gelerek, nefesini kontrol etti ve daha da cesur bir sesle şarkıyı bitirdi:
"Bir zamanlar diz çökmüştün,
Şimdi ayağa kalkmayı unutmuş gibisin.
Karanlık seni sardığında,
Gerçekten kim olduğunu hatırlarsın."
Alaric’in nefesi hızlandı, gözlerinde kontrolsüz bir öfke parladı. "Kes sesini!" diye tısladı, ama Cecilion durmadı. Şarkının her kelimesi, Alaric'in en karanlık anılarını gün yüzüne çıkarıyordu.
Cecilion alayla güldü. "Ah, Alaric. Şarkı hâlâ etkili, değil mi? Hâlâ seni tedirgin ediyor, hâlâ kabuslarında yankılanıyor. Ama merak etme... Bu şarkıyı senin cenazende de söyleyeceğim."
Alaric'in elleri öfkeyle sıktı, gölgeler etrafında daha da yoğunlaşırken, Cecilion'un dudaklarındaki alaycı gülümseme silinmiyordu. "Ne oldu, Alaric? Alice'in oyuncağı olarak bile, hala bu kadar zayıf mısın?"
Alaric, öfkeyle dolmuş gözlerini Cecilion'un üzerine dikti. Gölgeleri Cecilion'u sardı, ama ne kadar sıkılaşsalar da ona zarar veremiyorlardı. Bu başarısızlık, Alaric'in sabrını taşırmıştı. Bir anlık karanlık bir yoğunlaşmayla elinde siyah, damarlı bir zehirli hançer belirdi. "O gülümsemeyi suratından silmek için ne gerekiyorsa yaparım!" diyerek hançeri tüm gücüyle Cecilion'un omzuna sapladı.
Cecilion'un zincirlenmiş bedeni bir anlık bir sarsıntıyla irkildi, ama yüzündeki alaycı gülümseme yerinden kıpırdamadı. Hatta, daha da genişledi. Bakışları, hançerden damlayan koyu kırmızı kana kaydı. "Akan kanımın sana bir faydası dokunmaz, Alaric..." dedi, sesi karanlık bir melodiyi andırıyordu.
Alaric, nefes nefese kalmıştı. Hançer saplanmış halde titriyordu, ama Cecilion'un sözleri sinirlerini daha da bozuyordu. Cecilion, derin bir nefes aldı ve bir kahkaha patlattı. "Ah, Alaric... Her zamanki gibi... güçsüzsün. Seninle uğraşmayı özlemişim."
Alaric, hançeri yerinde bırakıp bir adım geri çekildi. Gölgeler Cecilion'un etrafında dönüyor, ama bir türlü onu zayıflatamıyordu. Cecilion, zincirlerine rağmen dimdik duruyor, gözlerini Alaric'in deliye dönen yüzüne dikiyordu.
"Zehir, lanet, gölgeler... Ne denersen dene, Alaric," dedi Cecilion, gözleri bir anda karanlık bir parıltıyla dolarak, "ben senden daha karanlık bir yerde doğdum."
Alaric, hiddetle dişlerini sıktı. Hançeri çıkarmayı düşündü, ama Cecilion'un kanı, hançerin üzerinde neredeyse ışıldayan bir yoğunlukla akıyordu. Ve kanla birlikte bir şeyler fısıldar gibiydi. Alaric'in kafasında yankılanan o fısıltılar, onu hem korkutuyor hem de delirtmek üzereydi.
Alaric, bu güçsüz suretinden sıyrılıp Cecilion'un arkasına geçti. Keskin tırnakları sırtında kaydı. "Bir zamanlar Avalor'un ihtişamlı opera salonunda gösteriler yapan bir yabancı varmış. Bu yabancı bir prensesin aklını çelmiş. Prenses bu yabancıyı merak etmiş... Aralarında bir elektiriklenme başlamış. Ve bu şeytani yabancı prensesten faydalanıp onu terk etmiş." Alaric'in yüzünde histerik ve acımasız bir kahkaha belirdi. "Ne duygusal..."
Cecilion, Alaric'in sözlerini sessizce dinlerken yüzündeki alaycı gülümseme yavaş yavaş kayboldu. Yerine, derin bir karanlık ve soğukkanlı bir ifade yerleşti. Zincirlerle bağlı olmasına rağmen, duruşundaki tehditkar aura bir an bile azalmamıştı. Alaric'in tırnakları sırtında izler bırakırken, Cecilion’un karanlık mavi gözleri, hafifçe parlayarak yanıt verdi.
"Ah, Alaric," dedi sakin ama zehirli bir tonda. "Hikayelerle aranın bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Fakat unuttuğun bir detay var…"
Başını hafifçe yana çevirip Alaric’in bulunduğu tarafa göz ucuyla baktı. "O yabancı, prensesin ruhunu çelmedi… Onun kaderini değiştirdi."
Alaric'in yüzündeki histerik kahkaha bir an için dondu, ardından daha da büyüdü. "Kaderini değiştirdi, öyle mi? Peki ya kendi kaderin, Cecilion? Şimdi burada, zincirlere mahkumsun. O prenses de artık senden uzakta. Bunu bir zafer mi sanıyorsun?"
Cecilion, zincirlerinden gelen gıcırtıyla hafifçe gerindi, ama o tehditkar sakinliğini korudu. "Alaric, seni neyin bu kadar acımasız bir soytarıya dönüştürdüğünü merak ediyorum."
Bir anlık sessizlik oldu. Cecilion’un sözleri Alaric’in zihninde yankılanıyordu. Cecilion bu boşluğu fırsat bilerek devam etti:
"O prenses," dedi, sesi derin bir özlemle yüklü, "ne bana ihanet etti ne de ben ona. Fakat senin gölgelerinden farklı olarak, onun ışığı karanlığıma ulaşabildi. Ve bu seni deliye çeviriyor, değil mi? Asla birine böyle bağlanamadığın için."
Alaric'in histerik kahkahası bir anda kesildi. Gözleri öfkeyle doldu, gölgeler yeniden Cecilion'un etrafında titreşti. Ancak, Cecilion'un söyledikleri bir hançer gibi kalbine saplanmıştı. "Sus!" diye bağırdı, sesi odada yankılandı. "O ışık dediğin şey seni kurtarmaya gelmeyecek, Cecilion! Bu karanlıkta yalnızsın!"
Cecilion, sessizce gülümsedi, ama bu kez alaycı değil, sanki bir sır saklayan birinin gülümsemesiydi. "Bundan emin misin, Alaric?" dedi, sesi yankılanarak odanın karanlık köşelerine yayıldı.
"Bu kadar sohbet yeter..." dedi Terizla, bir anda belirip Cecilion'u bayıltarak. "Onun bedeni kraliçeye lazım. Yeterince eğlendin..." Cecilion, Terizla’nın ani hamlesine karşı koymaya fırsat bulamadan, sert bir darbe ile bilincini kaybetti. Kafası yana düşerken zincirlerden gelen metalik ses, odadaki sessizliği doldurdu.
Terizla, Cecilion’un hareketsiz bedenine bakarak yüzünde soğuk bir memnuniyet ifadesiyle başını Alaric’e çevirdi. "Kraliçenin emirlerini unutma, Alaric," dedi, derin ve tok bir sesle. "Bu kadar oyalanma, yoksa sabrı tükenir."
Alaric’in ifadesi bir an için dondu. Karanlık, nefretle karışık bir memnuniyetsizlikle yüzüne yayıldı. Ama kendini hemen toparladı, yüzünde yine o kibirli, soğuk gülümseme belirdi.
"Kraliçe her zaman sabırsızdır," dedi alaycı bir tonda. "Ama bir eğlenceden mahrum kalmak ona zarar vermezdi."
Terizla, omuz silkerek Cecilion'un baygın bedenine yaklaştı. "Bunu ona sen anlatırsın. Şimdi onun bedeni lazım. Ama zihni... Senin aptal oyunlarınla dolup taşmamalı. Kraliçe ona başka bir şey için ihtiyaç duyuyor."
Gölgeler Cecilion’un etrafında toplanmaya başlarken, Alaric derin bir nefes aldı ve karanlık odanın köşelerine baktı. Gözleri bir an için düşüncelere daldı; Cecilion’un her kelimesi beyninde yankılanıyordu.
"Onu götür," dedi Alaric, soğuk bir tonda. "Ama bu hikaye burada bitmeyecek."
Terizla, Cecilion’u omuzlarına aldı, ağır adımlarla karanlığa doğru ilerledi. Arkalarından Alaric’in gölgeleri dağılırken, loş ışık odada yalnızca boş bir sessizlik bıraktı. Alaric, karanlık içinde yalnız başına dururken, Cecilion’un söylediklerinin kendi içindeki çatlakları daha da derinleştirdiğini fark etti.
"Bu kadar kolay olmayacak..." diye fısıldadı, odada yankılanan sessizliğe. "Karanlık, ışığın zayıflığını her zaman yenecek."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 582 Okunma |
65 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |