
Carmilla boş gözlerle pencereden dışarı bakıyordu. Güneş henüz doğmamıştı. Ve Cecilion... adeta nefes bile almadan uyuyordu. Hareketsiz, solgun... Bir heykel gibi. Ya da sadecebir ölü... Carmilla, derin bir iç çekti. Açtı ama aynı zamanda midesi bulanıyordu. Karnında bir varlık hissediyordu sanki. İçinde hareketlenen, nefes alan bir şey...
Carmilla’nın eli istemsizce karnına gitti. Derisinin altında bir kıpırtı... Bir dalga... Sanki damarları tersine akıyordu.
“Bu... nedir?” diye fısıldadı.
Ama sesi kendi kulağına bile yabancıydı. Boğuk, karanlık bir yankı gibi. Birden göğsüne bir sancı saplandı. Dizleri çözüldü. Duvara tutundu.
Bir çığlık atacaktı ama sesi çıkmadı. Sanki biri boğazını tutmuştu. Veya... içinden biri bağırıyordu.
---
Bir anda kendini başka bir yerde buldu. Gri bir gökyüzü, kan kırmızısı toprak. Ve tam karşısında... Vladimir. Ama canlı değil. Gölge. Rüya. Bir yansıma.
“Senin kanınla ben geçtim, Carmilla.”
“Ve şimdi sen... benimle taşıyorsun.”
Carmilla geri adım attı. Ama her adımı onu daha da içine çekti.
“Ne taşıyorum?! NE YAPIYORSUN BANA?!”
Vladimir gülümsedi. Ama gözleri acımadan yoksundu.
“Cevap sende değil Carmilla. Cevap... içinde.”
Gözlerini açtı. Ter içinde kalmıştı.Cecilion hâlâ hareketsizdi. Ama onun yüzüne bakınca bir şey fark etti.
Boynunda hâlâ küçük bir kan izi. Sadece birkaç damla. Ama içinden bir ses:
"Bu, onun kanı değil."
Carmilla’nın göz bebekleri küçüldü. Bir şey olmuştu. O, sadece kan içmemişti. Bir tohum almıştı. Ve şimdi o tohum içindeydi.
---
“Cecilion…”
Carmilla'nın sesi fısıltıdan öteye gidemedi. Elini onun soğuk koluna sardı. Titriyordu. Bir dua gibi tekrar etti adını. Sanki o ismin kendisini koruyacağına inanıyordu.
Cecilion’un gözleri aralandı. Zorlukla nefes aldı.
“Ca… Carmilla… Gece… ne oldu?”
Gözleri odada dolaştı. Loş ışık, ağır bir sessizlik… Ve sonra gözleri Carmilla’ya kaydı.
Karnı… büyümüştü. Ama bu bir insanın doğası değildi.Hızlı, düzensiz… ve kıpırdayan bir şey. Cecilion irkildi. Elini geri çekti ama sonra pişman oldu.
“Ne… oldu sana?”
Carmilla gözlerini kaçırdı. Gözyaşları dudaklarına aktı.
“Bilmiyorum… Ama içimde bir şey var. Yaşıyor. Ve ben… ben onun kim olduğunu bilmiyorum.”
---
“Bu kan... yalnızca onunla mühürlenirse, sonsuza dek bağlı kalır.”
Cecilion’un gözleri büyüdü.
“Hayır... hayır bu olamaz...”
Elini Carmilla’nın karnına uzattı. Cilt sıcak değildi. Ama altında atan bir şey vardı. Kalp değil... başka bir şey. Carmilla birden geriye çekildi.
Bir çığlık bastı. Gözleri kıpkırmızı parladı. Ve odadaki aynalar… Kendiliğinden tuzla buz oldu.
"Bu... bu mümkün olamaz..."
Cecilion’un sesi boğulmuştu. İçinden geçen düşünceler o kadar hızlıydı ki hepsi birbirine çarpıyor, kırılıyor, yok oluyordu.
"İblisler taşıyıcı olamaz..."
Neredeyse yalvarır gibiydi. Ellerini başına götürdü. Parmakları saçlarını kavradı. Nefes alamıyormuş gibi.
"Şimdiye kadar... hiçbir Kan İblisi... asla..."
O, bir büyücüydü. Bir bilge. Yüzlerce yıllık bilgiye sahipti. Ama hiçbir kitap, hiçbir efsane... Böyle bir şeyden bahsetmemişti.
---
Carmilla sessizdi. Ama gözleri onun kadar fırtınalıydı. Acısını gizlemeye çalışıyordu ama… gizlenemeyecek kadar büyüktü.
Karnında bir sancı daha yükseldi. Bu sefer içinden değil, derinlikten. Bir gölge gibi uzanan bir his. Sanki içindeki şey… onu dinliyordu. Ve her acı anında... daha da güçleniyordu.
"Cecilion..."
Carmilla’nın sesi titrek, zayıf... ama gerçekti.
"Ben... seni incittim mi?"
---
Cecilion başını kaldırdı. Gözleri, acı ve çaresizlikle doluydu. Ama o bakışların içinde hâlâ bir kıvılcım vardı. Aşk. Korkuya rağmen. Kanına rağmen.
"Hayır..." dedi.
Ama sesi boğuktu. Yutkunmak zorundaydı.
"Ama... seni kim incitti, Carmilla? İçinde taşıdığın şey... kim?"
---
O an...
Camdan bir gölge geçti. Gri bir silüet. Carmilla ve Cecilion irkildi. Ama gölge sadece bir anlığına oradaydı. Ve sonra yok oldu.
Bir fısıltı... Sadece Carmilla duydu.
> "İsmini unuttun. Ama o seni unutmadı. Adı... Nocten."
---
Carmilla'nın gözbebekleri büyüdü.
Ve ardından yere düştü. Karnı kıpırdadı. Ama bu bir bebeğin hareketi değildi.
Bu... bir uyanıştı.
O an... Carmilla’dan bir bebek çıktı. Ama ne bir çığlık… Ne bir nefes… Sadece bir sessizlik.
Teninde renk yoktu. Yanaklarında sıcaklık yoktu. Gözleri kapalıydı. Ve kalbi atmıyordu. Ölüydü... Carmilla'nın gözleri doldu. Kırmızıya döndü. Ama bildiğin kızıl değil...
Bu kanın kızılı değildi. Bu, bir annenin kalbindeki boşluğun rengiydi. Soluk... kırık... paramparça bir kırmızı.
Cecilion yere çöktü. Yüzü bembeyazdı. Yarısı korkudan... Yarısı inançsızlıktan. Bebeğin eline uzandı. Soğuktu. Hiçbir ısı... hiçbir büyü… Onu sıcak yapamıyordu.
---
Carmilla’nın sesi titredi:
> “Ben... ben onu istememiştim. Ama şimdi... Onsuz eksik hissediyorum...”
Kan hâlâ akıyordu. Ama o kan artık hayat değil, kaybın yankısıydı.
---
O an… Bebeğin gözleri hafifçe aralandı. Ama bu, bir “yaşıyor” ifadesi değildi.
Gözbebekleri yoktu. Sadece… aynı Carmilla’nın gözündeki gibi, açık bir kızıl. Ama sanki içeriye değil dışarıya bakıyordu.
Bir ayna gibiydi. Ve o aynada... Cecilion, kendi yansımasını değil, Vladimir’i gördü.
---
Carmilla’nın kucağındaki ölü bebek… bir beden değil, bir mühürdü.
> “Kan bağlarını bozanlar… Kendi kanlarından yeniden doğarlar.”
Vladimir’in sesi sanki binlerce kilometreden değil, Cecilion’un zihninden gelmişti.
Vladimir’in bedeni karanlıktan doğmuş gibi belirdi. Üzerinde siyah tül gibi ince bir sis. Gözleri... görülmeyen geçmişin yükünü taşıyordu. Sanki bin yıllık yalnızlıktan çıkmış bir baba gibi…
“Sen yaşamayı hak ediyorsun evlat... Ama bir lanetli olarak değil.” diye fısıldadı.
Cecilion irkilerek ayağa kalktı.
“Dokunma ona!” diye haykırdı.
Ama Vladimir sadece başını kaldırdı.
"Sana bir hediye verdim Cecilion. Ama sen onu kendi kurbanına bağladın. Aşkın… bu bedeli kaldırabilecek kadar kutsal mıydı gerçekten?"
Bebek onun kollarındayken, Carmilla’nın gözleri parladı. Titreyen sesiyle konuştu:
> “O... bizim çocuğumuz… Lanet olsa da... benim parçam.”
Vladimir gözlerini kapadı. Bir anlığına durdu. Sonra bebeğin alnına dokundu. Ve mühür yandı.
---
Bebek ağlamaya başladı. İlk defa… Gerçek bir ses. Gerçek bir nefes. Ve bu ses, Cecilion’un kalbine çakılmış bir yıldırım gibiydi.
Gözleri Cecilion’un rengini aldı. Derin, parlak bir kırmızı. Yaşayan bir kırmızı… İntikamın, aşkın ve yeniden doğuşun rengi.
Vladimir fısıldadı:
> "Bir gün, büyüdüğünde... Bana teşekkür edeceksin. Ya da... beni öldürmek isteyeceksin."
Ve sonra arkasını döndü. Adımları sessiz ama etkiliydi. Bir gölge gibi geldiği gibi kayboldu.
"Onun adı Zane olsun..." diye fısıldadı Carmilla. Sanki o ismi rüyasında görmüş, ya da yüzyıllar öncesinden duymuş gibiydi.
Parmak uçlarıyla bebeğin ince saçlarına dokundu. Titreyen elleriyle… şefkatle, ama korkuyla.
Cecilion, alnını avuçlarının arasına aldı. Gözleri dolu ama boştu... Bir duygu yığını, ama dışarıya taşan tek şey: sessizlikti.
Başını yavaşça kaldırdı, Carmilla’ya baktı. Zane’e baktı. Ve sonra uzaklara… çok uzaklara.
"Zane..." diye tekrar etti.
Kelime dilinde eridi. Ve zihninde yankılandı. Adeta bir kehanet gibi.
Carmilla usulca konuştu:
> "Bu çocuk... bizim cezamız değil Cecilion. Belki... bizim kefaretimiz."
Cecilion ayağa kalktı. Adımları yavaş ama kararlıydı. Pencereye yürüdü. Gecenin zifiri içinde uzaklara baktı.
Dışarıda bir şey değişmişti. Ay... kırmızıydı. Ama bu bir kan ayı değildi. Bu, Zane’in gelişiyle yeniden yazılan kanlı kaderin ilk ışığıydı.
(...)
Cecilion, dışarı çıkmıştı... Carmilla ise sessizce koltuğa oturmuş, kollarını göğsüne kadar çektiği bacaklarına sarmıştı. Zane'yi izliyordu. Sanki ilk defa ona yabancı bir varlık görmüştü. İlk kez.. küçük bir Kan İblisi doğmuştu. Başka bir Kan İblisinden... Carmilla sessizce onun uyuyuşunu izliyordu.
Uyandığında neyle beslenecekti, minik bedeni nasıl hayatta kalacaktı?
Saatlerce gözlerine uyku girmedi. Bir yanı Zane'yi, diğer tarafı ise Cecilion'u düşünüyordu. Devrilmiş kitaplığa doğru ilerledi ve bir kitap aldı. Kanepeye uzandı sessizce. Loş mum ışığında bir sayfa açtı.
*"Mavi gözleri... O kadar güzel ve masum ki sahneye her çıkışımda sadece onun gözlerinr bakmak istiyorum. Her şeyden kopmuş... Bir deli, aptal bir aşık... Onu gördüğümde sanki kalbimin gerçekten attığını hissediyorum. Gerçekten bir kalbimin var olduğuna inanıyorum.
Neden ona karşı bu hisleri besliyorum bilmiyorum. Yanlış olduğunu hissediyorum. Sonra hislerimin o kadar da önemli olmadığını. Onu lanetime çekemem. O bir insan... Masum, tertemiz.. Onu haketmiyorum."*
Carmilla sayfayı çeviremedi. Parmakları titredi. Bir damla gözyaşı, eski yazıların üzerine düştü. Mavi mürekkep gibi yayıldı. Ama o mektuptaki kelimeleri silemedi.
> “Onu lanetime çekemem... O bir insan... Masum, tertemiz... Onu hak etmiyorum.”
Carmilla, yavaşça defteri kapattı. Kucağına koydu. Bir yandan mırıldandı:
> “Ama şimdi ben de insan değilim, Cecilion... Ve bu çocuk... artık senin lanetinin gölgesinde doğdu.”
---
Bebek hıçkırık gibi bir ses çıkardı. Carmilla irkildi. Zane gözlerini açmamıştı ama bedeni kıpırdıyordu.
Bir şey arıyordu. Bir koku... Bir titreşim.. Bir damla kan.
Carmilla korkuyla ayağa kalktı. Eli titreyerek bileğine gitti. Ama sonra durdu.
> “Hayır... Daha şimdiden ona bunu yapamam.”
Pencereden dışarı baktı. Cecilion hâlâ dönmemişti.
Loş ışıkta mum sönmeye başladı. Zane yeniden hareket etti. Ve bu sefer... gözlerini açtı. Sadece kırmızı değil... Karanlıkla mavi arasında salınan bir renk.
Adeta Vladimir’in verdiği güçle Cecilion’un insanlığının birleşimi.
Zane’in gözleri direkt annesine baktı. Ve ilk kez, çok hafif bir fısıltı duyuldu:
> “Aç…”
Sadece tek kelime. Ama net, keskin ve bilinçliydi.
Carmilla irkildi. Karnına elini götürdü. Sanki yeniden o sancı... Ama bu kez korkudan değil. Zane artık sadece bir bebek değil. İçinde konuşan bir varlık vardı.
---
Tam o anda kapı açıldı. Cecilion geri döndü. Ama yüzü... kanla lekelenmişti. Elinde siyah bir şişe, içinde kıvranan kırmızı bir sıvı: Arınmış Kan.
> “Ona henüz benimkinden vermeyeceğiz.”
“Bu... daha güvenli.”
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 589 Okunma |
66 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |