
"İtiraz istemem, şurada bir kahve içmeden dönmüyoruz Mehpare sultan!" diye diretmiştim yapmacık bir sinirle kaşlarımı çatarken.
"İyi madem deli kız" demişti o her zamanki sevimli gülümsemesi eşliğinde. Şimdilerde ilk zamanlara nispetle daha sık gülüyor olsa da yine de çok gülen birisi değildi. Fakat ne zaman gülse gözleri kısılıyor ve neredeyse görünmez bir hal alıyorken yanakları da utanmış gibi kızarıyordu. Yüzünde sanki mahcup olmuş gibi oluşan ifade ona muazzam bir sevimlilik katıyor ve ben bu ifadeyi görmekten de, izlemekten de bıkmıyordum. Hatta bağımlılık yapıyordu diyebilirim.
Bugün bana karşı ısrar limitini doldurduğunun farkında olarak ya da direnmekten kendisi de yorulduğu içindir bilinmez, çok fazla üstelemeden kahve içme teklifimi kabul etmişti.
Ne mi olmuştu bizi bu denli yoran? Şöyle söyleyeyim, inanması zor ama şu an birlikte bir Avm'deyiz! Sanırım buraya gelmeye onu ikna etmek için neler çekmiş olabileceğimi az buçuk tahmin etmişsinizdir. Hele bir de buraya Yaprak ablamın düğünü için ona kıyafet almaya geldiğimizi söylesem!
Büyük bir mücadele ile getirmiştim onu buraya. Düğün için giyecek bir şeyler bakmam gerektiğini, Yaprak ablam çok meşgul olduğu için bana eşlik edecek kimsem olmadığını söyleyerek saatlerce dil dökmüştüm. Ama onu ikna eden, kurduğum "Zaten ailemin özlemi beni çok zorluyor, şimdi bir de kimsesiz gibi beni tek mi göndereceksin!" cümlem olmuştu. Bu cümleyi kurup biraz tripli rolü yaparak odama geçtiğimde kısa bir süre sonra yanıma gelip "Saat kaç gibi çıkarız evden?" diye sormuştu. Ben onun güzel kalbini seveyim. Dayanamamıştı üzülmeme. Tabi ben de onun yorulmasına dayanamayacağım için hem kendim hem de onun için aslında günler belki de haftalar öncesinden başlamıştım kıyafet bakmaya... Sonunda her ikimiz için de uygun bir kaç modelde karar kılınca direkt o mağazalara giderek kısa sürede tamamlayabileceğimiz bir alışveriş turu hazırlamıştım.
Her şey tamamdı tamam olmasına da onu kendisine yeni bir kıyafet almaya ikna etmek için verdiğim çaba, buraya getirme çabamdan daha zorlayıcı olmuştu tabi ki de. Mağazanın orta yerinde, o kadar insanın içinde bir çocuk gibi ısrarla diretmişti. Gerçi bizimki bir hayli ters bir tabloydu ya. Çocuk almak için diretir, bu almamak... Ayrıca yaş farkı da var tabi... Neyse belki benzetmem uygun olmadı ama gerçekten halimiz görülmeye değerdi. Gerçi almak için direten ben olunca, misaldeki çocuğu ben olarak varsayabilirdik. Neyse neydi. Mağazadan çıkarken her şeye rağmen onu ikna edebilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyordum.
Şimdi ise Avm'de bir kafede kahvelerimizi yudumluyorduk ki bu benim bile gördüğüm halde inanmakta zorlandığım bir tabloydu. E, tabi ben durur muyum, durmadım ve bu anı sonsuza kadar hatırlayacağımız bir anı haline getirmek ve belki biraz da ailesine de gösterebilmek adına fotoğrafımızı çekip altına "Sevginin gücü" yazıp Insta'ya atıverdim.
Çok değil kısa bir zaman sonra Yaprak ablam Toprak'ı da etiketleyerek yorum bırakmıştı. Onu etiketlemişti zira beyimiz hala beni takip etmiyor olduğu için başka türlü bu gönderiyi görme olasılığı yoktu. Gerçi BlueDream'da görürdü ama o hesaptan Yaprak ablamın haberi yoktu muhtemel.
Çok gariptir ki ikimizde birbirimizin gerçek hesaplarını sahte profillerden takip ediyorduk ve bu, ciddi anlamda kafamı karıştırıyordu. Bazen hangi profilimde neyi paylaşacağım, nelere dikkat etmeliyim diye gelgitler yaşıyordum. Aslında açık vermekten çok korktuğum için oluyordu bu denli karmaşa ya, neyse.
"Bunca yıldır sadakatinden şüphe duymadığım gözlerim beni kandırıyor mu yoksa gözlerime inanamamam normal mi? @TprkÇnr" yazınca Yaprak ablam, ben de "Şu kadar söyleyeyim; ben, yaşadığım halde inanmakta zorlanıyorum ablacığım😊" diye cevap attım.
Kısa bir süre sonra da Toprak devreye girip "Photoshop olmasın o" yazarak zekasını konuşturmuştu. Diyorum size benden haz almıyor diye.
"Olayın gerçekçiliğinden şüphe duyanlar kahve keyfimizde bize eşlik etmeye buyursun gelsinler" yazmıştım konumumuzu da bildirerek. Cevap beklemiyordum, vermedi de zaten ama Yaprak ablam Whatsapp'dan devreye girerek "İnanmamak değil de canımcım, bu tarihi olaya şahitlik etmek için geleceğim. Yekta ve ben yakınlardayız zaten hem böylelikle sizi eve biz bırakırız. Az bekleyin geliyoruz😘" yazmıştı.
Onların gelmesini beklerken; etraftaki dükkanları, insanları ve hareketlerini büyük bir şokla seyreden Mehpare teyzemin gözlerindeki şaşkınlığı izliyordum. Hızla değişen zamana ve akımlara ayak uydurmakta biz bile zorlanırken eminin o, geçmişten geleceğe gelen bir zaman yolcusunun travmasını yaşıyordu... Kaldı ki ben bile Konya'dan ilk geldiğimde bu şehrin kalabalığı başımı döndürmüştü. Adapte olmam çok da kolay olmadı doğrusu...
Öylesine dalmıştı ki ortamı seyre, Yaprak ablamların geldiğini fark etmemişti bile. Yaprak ablamın desibeli yüksek bir şekilde "Sürpriiiiz!" demesi üzerine aramıza dönüş yapmış fakat bu kez de güzeller güzeli torununu böyle apansız karşısında gördüğü için yeni bir şoka girmişti. Sanırım neredeyse küçük bir ilçe büyüklüğünde olan böylesi bir mekanda insanların birbirini bu denli kolay bulması bile onun için algılanması zor bir hadiseydi.
İkisi de Mehpare teyzemin elini öpüp sarıldıktan sonra kahvelerini sipariş etmişti. Kahvelerin gelmesini beklerken "Hayırdır Damla! Nasıl oldu ya da neden oldu da geldiniz buraya" Yaprak ablamdan saçma bir soru gelmişti. Sanırım burada olmamızın verdiği şaşkınlığın dozunun yüksekliğini ifade etmek istediği için böyle bir soru sormuştu...
"Sizin düğün için bir şeyler aldık ama sen düğünden önce göremezsin" diyerek takılmıştım ona. O ise babaannesinin, düğünü için hazırlık yapmış olmasının mutluluğuyla "O, düğünden önce damadın gelini görmesi değil miydi ya!" diyerek çantalarımıza yönelmişti. Karşılıklı şakalaşmalar eşliğinde aldıklarımızı göstermiştik. Muhabbetin, Yaprak ablam ve Yekta enişte arasında koltuklarla halının uyumu hakkındaki polemiğe yönelmesinin verdiği rahatlıkla KBD hesabımdan Toprak'la görüşmek için kolları sıvamıştım.
"Selam" yazıp cevabını beklemeye koyuldum. Böyle sebepsiz ve durduk yere üstelik son zamanlarda bu profilden onunla yazışmaktan itina ile kaçarken şimdi iletişim kurma çabam kendime bile değişik gelse de belki bu güzel ortamda yanımızda olmamasının verdiği eksiklikle içimde oluşan onunla görüşme isteğine kayıtsız kalamamıştım.
"Sana da selam da hayırdır!" yazmıştı. Bunu ilk kez yapıyor olduğum için yadırgaması doğaldı, diyorum ya ben bile tuhaf hissediyordum.
"Hiç. Selam veremez miyim? Kendimi çok iyi hissediyorum, güzel bir gün öyle paylaşmak istedim"
"Selam veremezsin demedim de senin uğraşacak başka kimsen yok mu da bana sardın durduk yere"
"Belki hiç biri seninle uğraşmak kadar eğlenceli değildir" yazdım içimden 'Ne eğlence ama' diye söylenip gözlerimi devirerek. Ayrıca selam vermek ne zamandan beri sarmak oluyordu!
"İyi o zaman uğraş bakalım, sen istedin. Mesela bende hala kafalar karışık"
"Şu teşekkür meselesi mi hala?"
"Yok, onun için sanırım biraz daha zamana ihtiyacım var. Aslında kafam değil de duygularım karışık desem daha doğru olur galiba. Belki de duygularımın karışıklığı karıştırıyor düşüncelerimi. Hem biliyor musun, gelecek ay ablamın düğünü olacak, gerçi nerden bileceksen."
Bunu bana neden söylemiş olduğunu anlayabilmiş değildim doğrusu ama bildiğimi de söyleyemezdim ya sonuçta, ben de "Ömür boyu pişman olmayacakları çok mutlu bir evlilikleri olur inşaAllah da anlayamadım, ablan evleniyor diye mi duyguların karışık?" yazmıştım.
Tamamen iyi niyetle dilenmiş bir dilekten nasıl dram çıkartabilmişti anlamış değildim ama çıkartmıştı işte. Zira o, Toprak Çınar’dı.
"Ya, değil mi bir de o var! Uğruna her şeyi ardında bırakıp, ailesinden bile ayrı kalmayı göze aldığı, hayatını birleştirdiği biricik aşkı, insan için bir daha yüzünü görmek istemeyeceği bir düşmana dönüşebiliyor. Ve insan buna rağmen bile bile lades diyor, yine de evlenebiliyor. Tıpkı bir gün bir şekilde kaybedecek olduğunu bildiği halde birilerine bağlanıp, sevebildiği gibi... Bir gün kendisi de gideceği halde birilerine ümit verdiği gibi... İnsanı hayır, insanlığı anlamak gerçekten çok zor değil mi?" yazılı mesaja kaç dakika bakakaldım emin değilim doğrusu.
"Alt tarafı bir tebrik mesajından buralara nasıl gelebildin anlayabilmiş değilim, bence insanı anlamak seni anlamaktan daha zor değil" yine afakanlar basmaya başlamıştı doğrusu.
"Gayet anlaşılır yazdım oysaki. İnsan diyorum, neden her şey bir yalandan ibaretken, hayat finali belli bir film gibiyken yine de duygularına kapılıp peşinden gider ki..."
"He, sen o yüzden mi mutlu olmaya falan inanmıyorsun? Sana göre her şeyin sonu belli ve bu yüzden yaşananlara karşı bir heyecan hissetmek aptalca geliyor öyle mi? Ama bizler ölümlüyüz be, sıradan insanlarız, sen gibi değiliz! Var mı bizler için bir tavsiyen. Ne yapalım biz mesela yaşamayalım mı?" Aslında söylediklerinden etkilenmiştim, doğruluk payı vardı belli ölçüde. Sanırım içimde bir yerlerde ona hak verme dürtümle savaşarak böyle sert bir cevap yazmıştım. Sonuçta söyledikleri doğruydu, yalan değildi ama yanlıştı...
"Neden konuyu çarpıtıyorsun ki."
He, konuyu çarpıtan da benim yani! Gül gibi keyfime limon sıktığı yetmiyor gibi bir de suçlu da ben olmuştum iyi mi. Hakikaten neden bulaşmıştım ki durduk yere ona.
"Konuyu çarpıtmadım, sadece anlamaya çalışıyorum. Sonu belli bir film gibi dedin de bence hiç de öyle değil! Herkesin hikayesi kendine özeldir. Her insan özeldir ve her insanın hikayesi kendi mucizesine gebedir"
"Konuyu çarpıtıyorsun çünkü ben; siz insansınız, ben değilim falan demedim. Ayrıca fark ettiysen 'İnsanlığı' anlayamadığımı yazdım. Yani biliyorum hepimiz insanız ama insan olmak çok garip işte. Sonunda canımız er ya da geç yanacak, bunu biliyoruz ama yine de duygularımıza kapılabiliyoruz. Zaten bu yüzden, ben de insan olduğum için kafam da duygularım da karışık işte..."
'Amma nazlı çıktın sen de, ne can yanmasıymış arkadaş iki cümlenden biri 'can yanması'...' demek istediysem de demedim, diyemedim. Fazla üstüne gitmek istemedim belki. Onun yerine "Bildiğin gibi yaşamaya devam et öyleyse. Madem tüm bunlar sana basit ve aptalca geliyor, sen yine duygularına gem vurarak yaşa o halde." yazdım, belki ufaktan bir sitem etmek istediğim için ama cevabı beni şaşırtmıştı.
"O öyle kolay olmuyor işte çünkü gerek düğün gerekse başka çok güçlü bir etken, duygularımı harekete geçiyor. Bu yüzden karışığım, bu yüzden dağınık..."
Cevap yazamadım zira son yazdıklarıyla bende de durumlar yine karışmıştı. Karışmaya ne kadar müsait bir insandım ben böyle! Ama karışılmayacak gibi de değildi hani. Mesela neydi o 'Güçlü etken' diye nitelediği faktör...
Başımı kaldırıp bizimkilere baktım, Mehpare teyzem etraftakileri seyre fena halde kaptırmıştı kendini, Yaprak ablamların muhabbeti ise halıdan perdelere sarmıştı. Etrafımdakilerden medet bulamayan ben tekrardan telefonuma döndüm.
"Sanırım ne yaşıyor olduğunu anlamam zor. Bazı şeyler yaşanmadan anlaşılamaz sonuçta. Bir de yazışırken uzlaşmak da bazen zorlayıcı oluyor ama bana kızmazsan sana ufak bir tavsiye vermek istiyorum. Yaşamaktan korkma! Canın yansa da... Sevmekten, sevilmekten, hissetmekten korkma... 'İnsan kelimesi Nisyan kelimesinden türemiştir' der babaannem. 'Çünkü insan çokça unutur ama bu nisyan bazen rahmettir, bazen ise gaflet. Rahmettir çünkü bazı acılar vardır ki ilk günkü kadar taze kalsa yaşamaya devam edemezdik. Bazen gaflettir çünkü dünyaya gelme gayemizi, iyi bir birey, düzgün bir insan olmamız gerektiğini, sorumluluklarımızı unutuyoruz' derdi. Demem o ki, unutmaya izin ver, unut bazı şeyleri ve bir şeyleri ilk kez yaşıyor gibi tadını çıkar." yazdım. Göndermeden önce tek endişem babaannemden bahsetmekle kendimi açık etmiş olur muyum korkumdu...
Cevap atmayınca eklemek istedim "Bence sen tüm karışıklıklarını bir kenara bırak ve ablana onu ne kadar sevdiğini, ondan ayrılmanın seni üzdüğünü ama çok da mutlu olmasını istediğini söyle. İnsan, aynı anda bir çok duyguya ev sahipliği yapabilen kocaman bir yüreğe sahip çünkü, bu bir karmaşa değil. Sadece hislerini açıklamaktan kaçtıkça her biri içinde birikiyor ve daha sonra dönüp biriken duygularına baktığında sana karışık gibi görünüyor hepsi bu. He, bir de sana bir şarkı hediye etmek istiyorum" yazarak Candan Erçetin'in 'Elbette' şarkısının linkini gönderdim.
Sanırım o esnada şarkıyı dinlemiş olacak ki mesajıma bir müddet sonra "İyiymiş" diyerek cevap verdi. Kısa bir cevaptı ama bana yetmişti.
Eve dönüş yolunda bir de paylaşım yaptım mı tamamdı... The Best Hit dizisinden bir replikti bu kez.

Altına da "Yorumu size bırakıyorum" yazmıştım...
Çok geçmeden bu paylaşımımı bana Dm'den gönderip "Bu taş bana mıydı?” yazmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 624 Okunma |
387 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |