20. Bölüm
BlowBreeze / Küçük Bir Dokunuş / Dualarda Buluşalım...

Dualarda Buluşalım...

BlowBreeze
blowbreeze

Düşüncelerimden, içeriden gelen 'Amin!' sesiyle sıyrıldım. Öylesine dalmışım ki hocanın Kur'an okumayı bitirip, duaya başladığının dahi farkına varamamışım. Koşturmacadan içerideki okuma faslına katılamamıştık ama en azından duaya iştirak edebilmeyi umuyordum doğrusu. Maalesef bu da mümkün olmamıştı. Nitekim duanın akabinde ikramları servise başlayacaktık. Bu yüzden Yaprak ablamla birlikte adeta seri üretime geçmişçesine tabakları hazırlıyorduk. Zira içeri de epeyi bir kalabalık vardı. Komşular, tanıdıklar, eş, dost, akrabalar... Sonuçta İstanbul'da Hasan enişte için düzenlenen ilk mevlitti ve bu sebeple olsa gerek davet edilen herkes katılmıştı. O değil de komşuları davet ettiğimizde böyle bir toplantıya alışkın olmadıkları için "Hafta sonu mevlidimiz var, sizi de bekleriz" cümlemize büyük bir üzüntüyle "Ya! Teyze vefat mı etti?" diye tepki vermeleri ortaya ziyadesiyle trajikomik bir tablo çıkmasına neden olmuştu...1

Aslında bu kadar yorgun olmasam takılır mıydım bilmiyorum ama şuanda sinir sistemime sürekli uyarı gönderilmesine sebep bir durumdan ziyadesiyle rahatsızlık duyuyordum. Biz burada elimiz ayağımıza dolaşmış bir şekilde koştururken Nevra'nın oturduğu yerde telefonundan video izleyip, pişkin pişkin gülmesine acayip sinir olmuştum. Yardım etmemesini, hatta yardım etmeyi teklif etmemesini bile görmezden gelecektim ama yanımızda oturmasını pek de hazmedemiyordum doğrusu. Hayır yani, bugün en son ne zaman oturmuştum onu bile hatırlamıyorum...2

Bu kız fazla mı rahat ne! Hayır, bir işin ucundan tutmuyorsun da bari git içerde Kur'an dinle!

İçimden sakin olmam konusunda verdiğim telkinler eşliğinde hazırladığım tabağı üstende boşluk bulunan tepsilerden birine bıraktım. Duanın sona ermesiyle birlikte hazırlamış olduğumuz tepsilerden birini alıp servis için mutfak kapısından çıkmaya yeltendiğim anda Kayra gelip tepsiyi elimden aldı ve erkekler bölümüne servisi yapacağını söyledi.

Bu çocuk çok mu kibar ne!1

Hazırladığımız diğer tepsiyi almak için tekrar mutfağa döndüğümde Toprak beyimiz de arkamdan gelmiş ve "Abla! Neden çağırmıyorsun!" diye sitemde bulunmuştu. Sanırım Kayra'yı azıcık kıskanmıştı. Ya da ondan etkilenmişti...2

"Çağırmaya gerek mi var ablam! Görmüyor musun sabahtan beri koşturduğumuzu. Bir işin ucundan tutmayı akıl edemiyor musun! Al şu tepsiyi de anneme götür, servisi o yapar" diye çok yerinde bir çıkışla onu bozmuştu Yaprak ablam.

Hayır yani, gerçekten çağırmaya, yardım istemeye gerek var mıydı? Aslında bu çıkışta Nevra'ya da bir sitem vardı bence ama anlayana tabi...1

Elindeki son tabağı tatlılarını koymam için bana uzattıktan sonra Yaprak ablam kendisini köşeli mutfak sedirine adeta bir kum torbası gibi bıraktı. Ben de işimi bitirince eliyle sedire vurarak beni yanına davet etti. Ama ben direkt yanına değil de biraz daha Nevra'nın uzatmakta olduğu ayaklarına doğru oturmayı tercih ettim doğrusu.

Çok mu fenayım ne!2

İkram faslı bitip, Kayra boş tepsiyle mutfağa dönünce "Kayra! Kusura bakma canım ama kendi tabağını hazırlayabilir misin?" dedi Yaprak ablam.

O ise "Aşk olsun yenge, ne kusuru!" diyerek tencerenin başına geçti.

Yorgunluktan mıydı, yoksa için için ona hayranlık duyduğumdan mı bilmem ama kendimi aval aval diye tanımlayabileceğim bir bakışla onu seyrederken yakalamıştım. Sanırım en çok da aralarında iki yaş olmasına rağmen Yaprak ablama yenge demesi, ona saygı çerçevesinde yaklaşması beni etkilemişti. Hayır, yenge demesi bana kıro gelmemiş bilakis ona duyduğu saygıdan kaynaklandığını hissettirmişti. Son yaptığı hareketle de kalbime taht kurmadı desem yalan olurdu. Ben kendisine hazırlıyor diye düşünürken hazırladığı tabakları Yaprak ablam ve benim önüme bıraktı bir de "Afiyet olsun! Kendiniz yapmış gibi yiyin" diyerek göz kırpmadı mı... Ya! Ama çok sevimli değil mi? Öylesine yorgunduk ki bu belki çok küçük olan hareket bana çok büyük bir jest gibi gelmişti.

"Bana yok mu abiş?" diye sevimliliğini konuşturmuştu Nevra!

Hayır anlamıyorum, her hitabın sonuna 'Ş' harfi eklemek on sekiz yaşında bir kız için sevimlilik miydi gerçekten!1

"Kalk da kendin al" dedi Kayra Toprak'ın önüne tabak bırakırken kız kardeşine gözlerini devirerek. İçim mi soğumuştu ne! Bana ne oluyordu anlamış değildim ya! Ben bu kızla daha önceki karşılaşmalarımızda her ne kadar şımarık olduğunu düşünsem de bir şekilde uzlaşabilmiştim de şimdi ne oluyordu bana, neden takmıştım bu akşam bu kıza bu kadar?

O değil de ben gerçekten, Toprak'ın bize ayran vermek için kalktığına dair yeşeren ümitlerime yanıyorum. Yanmayı bırakın ağlayasım gelmedi desem yalan olur. Çok mu hassastım bu akşam bilmiyorum ama gerçekten onun dedesi için bu kadar koşturmuşken zerre umurunda olmamam ve geldiğinden beri oturmaktan başka bir iş yapmayan Nevra'ya tabak hazırlaması ağırıma gitmişti. Ya, tamam ben yaptıklarımı ondan bir beklentim olduğu için yapmıyorum da... Hayır yani madem bu kadar düşünceleydin neden bizim tabaklarımızı Kayra hazırladı, neden ayranımız olmadığını fark etmedin! Çok sinir olmuştum, öyle ki tabağımdaki zavallı etlere hunharca attığım çatal darbeleriyle hıncımı almaya çalışıyordum.1

O, itina ile hazırladığı tabağı Nevra'ya uzatırken Kayra çoktan bize ayran servisini yapmıştı. Ben yaptığı incelik karşısında Kayra'ya iltifat yağdırırken tıpkı Nevra'ya uzatılan tabaktan duyduğum rahatsızlık gibi Toprak'ın da benim sözlerimden rahatsızlık duymasını istediğim için birazcık abartmış olabileceğimi kabul ediyorum. Ama o kaşındı...

"Teşekkürler Topiş!" Nevra'nın ağzından dökülen bu cümleyle birlikte Toprak'ın gözlerinden adeta alev çıkmış, yüksek ve sert bir sesle "Kes sesini de zıkkımlan Nevra!" demişti.

Bu çocuk ciddi ciddi dengesizdi ya! O nasıl bir ses tonu, o nasıl sert bakışlar, ne kadar nahoş sözler... Şuan Nevra'nın yerinde olmak istemezdim doğrusu. Tamam, Toprak'ın Kayra'nın centilmenliğini kıskanarak verdiği göze girme çabası sebebiyle Nevra'ya haddinden fazla ilgi göstermesi canımı sıkmış olabilir ama yine de hemcinsime böyle kaba konuşmasından hoşlanacağım anlamına gelmiyordu.

"Tamam aslanım! Sakin ol!" diyerek Toprak'ı yatıştırmak için omzunu sıvazlarken diğer yandan da kardeşine göz devirip eklemişti Kayra "Bana öyle seslenme diye kaç kere söyledi bu çocuk sana, ben şahidim"

Demek bu, aralarında daha önceden de sorun olan bir mevzuydu. Toprak gibi birinin böyle bir sırnaşıklığa tahammülü olacağına ihtimal veremem zaten ama yine de bu öfke patlamasının altında bence Kayra'nın aldığı iltifatlar karşısında ona sadece 'Teşekkürler Topiş' denilmiş olmasını hazmedememesi yatıyor olabilirdi.2

Zaten yorgun olmamız sebebiyle yerinde olmayan tadımızı Toprak da gerek az önceki çıkışı gerek yemek boyu somurtmasıyla kökünden alıp götürmüştü. Halbuki az sonra yıkamaya girişeceğimiz dağ gibi bulaşık faslından önce azıcık motivasyona ihtiyacımız vardı ya, neyse...

"Babaannemdeki huzuru sen de fark ettin mi Toprak? Onu uzun zamandır bu kadar iyi görmemiştim. Hatta en son ne zaman böyle gördüğümü hatırlamıyorum bile... Biz bu kadının iyiliğini düşünürken meğer ona çok kötülük yapmışız. Biz üzülmesin diye itina ile onu geçmişinden kaçırırken hem ona kötülük, hem de dedeme çok ayıp etmişiz..." dedi Yaprak ablam hayıflanarak.

Düşünceli bir şekilde ablasını tasdiklemek için başını sallamakla yetindi. O andan itibaren de adeta transa geçmişçesine zaten normalde de çok ilgi alanına girmeyen bizlerle irtibatı kopartıp eli başında derin düşüncelere dalmıştı. Son zamanlarda onun dışa vuramadığı yanının bilincinde olsam da bu akşam yorgunluğun da etkisiyle irdeleyecek değildim. Her ne kadar bu geceyi Mehpare teyzem için tertiplemiş olsam da aslında onun duygularını da çok önemsiyordum ama belki bana karşı son derece duyarsız davranıyor olduğundan dolayı bende hafif bir kırgınlık oluştuğu için onunla ilgilenmek istemiyor olabilirdim. Sanırım ruh halimin izahı tamamen buydu...

Ayrıca o an bir gerçeğin daha farkına varmıştım. Mehpare teyzemi kabristana götürmedikleri için biraz bozulduğum Çınar ailesi aslında yersiz iyi niyetlerinin kurbanı olmuşlardı. Zira Mehpare teyzem memleketten bile bahsedilince ziyadesiyle hüzünleniyordu, onlar ona kıyamadığı için bırak gitmeyi mevzusunu bile açmıyorlar, o ise hayatının elinden alınmasına müdahale edemeyecek kadar kendine küskün olduğu için en doğal hakkı olan isteklerini dahi dile getiremiyordu... Acaba Toprak bu saçma kısır döngünün bilincinde olduğu için mi birine iyilik yapmayı bencillik olarak yorumluyordu. Aklımda deli sorular. Gözlerimi kendime sinirlenerek devirmiştim. İçimden beynime "İki dakika boş duramaz mısın?" diye sesleniyordum ama doğal olarak kendim söylüyor kendim işitiyordum. Bu kendi kendine sitem etme işi de böyle bir çıkmazdı işte...

~~~~~~~~~~~~~~~~~

Günlerdir süren koşturmacamızı bu akşam zirveye taşıyarak taçlandırıp, sonunda finali yapmıştık. En son Hakkı amca ve familyasını uğurlayıp kapattığım kapıya yaslanarak soluklandım. Tüm kalabalık dağılmış yine küçük evimizde yalnızlaşmıştık. Bir farkla, Yaprak ablam bu gece yalnızlığımıza ortak olacaktı. Böylesi bir akşamda babaannesinin yanında olmak istemişti. Ne de güzel düşünmüştü...

Ayrıca bence Hasan eniştenin ruhu da bu gece bizimle beraberdi... Duruma çok mu paranormal yaklaşıyorum dersiniz? Yapacak bir şey yok, ben inanıyorum böyle şeylere sonuçta. Bence sevdiğin kişi için dua etmek iki gönlü birbirine bağlayan manevi bir köprü inşa etmek gibiydi, gönüllerin buluşma noktası... Hem de öyle bir köprü ki mesafe, uzaklık tanımayan, sevdiğin nerede olursa olsun ulaşabileceğin... İşte bence bu gece onun için yapılanlar, o kurulan köprü vasıtasıyla ona ulaşmış ve o da o köprüyü kullanıp yanımıza gelmişti...

Şimdi onları baş başa bırakmalıydım ki birlikte bu atmosferin tadını çıkartabilsinler. Saat epeyi geç olduğu ve ziyadesiyle yorgun olduğum için yatacağımı söyleyerek odama çekildim. Cılkı çıkmış bedenimi çekyatın üzerine bıraktığımda daha önce hiç hissetmediğim kadar yüksek bir konfor hissetmiştim doğrusu. Meğer benim ne rahat bir yatağım varmış...

Yorucu bir günün ardından sıcacık bir yatağa uzanabilmek, seni sarıp sarmalayan bir eve sahip olmak... Hele de bu yorgunluk çok ama çok kıymetli bir uğraş içinse değmeyin yaşadığınız huzura...

Çok mu huzurluydum ne!1

Şu huzuru birazda Mike'ı görerek nirvanaya mı ulaştırsaydım acaba. Tamam biraz da sosyal medya hesaplarımı merak etmiyor değilim, kabul.

Tabi ki önce şahsi hesabımı açtım ve bingo! Tam da beklediğim paylaşımla karşılaştım.

Sevgili Mike’cığımın fotosu...

Ay! Hayat şu andan itibaren gözüme biraz daha güzel görünmeye başladı desem yersiz olmazdı hani.

Bir müddet daha timeline'ımda dolandıktan sonra beklediğim diğer bir paylaşımla daha karşılaşmıştım. BlueDream'dan bahsediyorum tabi ki...

"İnsan yaşadıkça yeni şeyler öğrenir derler. Ben de bugün, öğrenecek çok şeyim olduğunu öğrendim. Hayatta başka duygular da varmış mesela... Yaşadıkça öğreneceğin, ezberini bozan... Hayatının en acı hatırasına ait olan bir günü, o acıyı huzura çevirebiliyormuşsun mesela..." yazarak paylaşmıştı ve kesinlikle bu akşamdan bahsediyordu.

Ya, demek dedesinin vefatı 'En acı günüm' diye nitelendireceği bir acıydı onun için. Bu akşam pek de belli etmese de... Belki de Nevra'ya karşı gereksiz asabiyeti de o yüzdendi. Gerçi her ne olursa olsun bu kabul edilebilir bir davranış, geçerli bir neden değildi ve bence böyle davranmayı acilen bırakmalıydı. Hayatı boyunca etrafındakilerin onu anlamasını bekleyerek yaşayamazdı.

Ona buradan cevap yazacak değildim, malum ilgilenmiyordu. Ben de KBD'dan paylaşım yapıp iletişim kurmak için kolları sıvadım...

O değil de resmen karakter bölünmesi yaşıyordum onun yüzünden. Sanalda ve reelde birbirinden farklı iki karakter yansıtıyor olduğu için ona karşı olan duygularım sürekli değişiyor, ne hissedeceğime, nasıl bir tavır sergileyeceğime karar veremiyordum. Gerçekte kızıyor olsam da orada öylesine mazlum olabiliyordu ki ayrıca yazışırken benim kim olduğumu bilmemesi ve anlamaması için benim elimden geleni yapıyor olmamın da etkisiyle ben de başka bir kimliğe bürünüyordum ve bu artık bende ufaktan bir korkuya sebep olmuyor desem yalan olurdu. Çocuğun psikolojisini çözeyim derken ben tırlatmasaydım iyiydi...

Senai Demirci'nin 'Unuttuk' şiirinden bir kısmı aldım.

Altına da "Ölüm, ancak sevgiyi kalıplayan ve sınırlayanlar için bir ayrılıktır... Zira ölüm, kişinin sonsuz hayatının başlangıcına attığı ilk adımıdır. O halde bizden önce gidenleri sanki bir boşlukta kaybetmişiz gibi yokluğa hapsetmek ne kadar mantıklı. Er yada geç yanlarına gidecek değil miyiz? Öyleyse onlara hediyeler göndermeye, iletişimi kesmemeye ne dersiniz? Mesela dua etmek gibi... Çünkü dua; kapsama alanı en geniş, sınırsız çekim gücüne sahip olan tek iletişim aracıdır..." yazdım yazmasına, paylaşmaya da hazırdım da çok mu kendimi ele veriyorum diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum.

Bu düşünce içimi kemire kemire de olsa yine de basmıştım paylaş butonuna...

Kısa bir süre sonra beklediğim beğeni ve yorum gelmişti.

"Yorumsuz..." yazmıştı.

Birazcık hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olurdu ama az biraz sonra dm'den mesaj atınca 'Tamam' dedim, yemi yuttu...

"Bu paylaşımın, içinde bulunduğum duruma cuk diye oturdu. Bazen bazı şeyler rastlantı değil demek ki. Anlayacağın bende hala kafalar karışık... Hem kafam hem de duygularım..."

"Sende bir şeyler karışık onu biliyorum da hala neyin olduğunu söylemediğin için ne diyeceğimi bilmiyorum" diye hızlıca cevap verdim. Gecikirsem vazgeçebilirdi yazışmaktan.

"Boş ver" yazmıştı bu konu her açıldığında yaptığı gibi...

"Sen ne değişik bir insansın? Madem neyin olduğunu ısrarla gizleyeceksin neden ikide bir 'kafam karışık' falan yazıyorsun?"

Gerçekten sıkmıştı bu karışık kafa muhabbeti!

"Bilmem, paylaşmak iyi hissettiriyor sanırım" yazmıştı.

Ay bu çocuk ve halleri...

"Paylaşmak tabi ki iyi hissettirir de bu senin yaptığın pek de paylaşmak olmuyor. Yani o iyi gelen paylaşmak bu değil, diyeyim ben sana..." yazdım ama beyimiz her zaman ki gibi kaçmayı tercih etti ve "İyi geceler" yazıp konuyu da muhabbeti de kapattı.

O kadar yorgundum ki bu yaptığını umursayacak halim yoktu. Hatta iyi ki bu konuşma uzayıp gitmemişti. Ne kadar da hasrettim dinlenmeye... Zaten epeydir onun ruh halini analiz edip, dışa vuramadığı duygularını keşfedip ona yardımcı olma eğilimim de bu yüzden sekteye uğramıştı. Ondan ve duygularını anlama serüvenimden yorulmuştum galiba. Şuan gözüm uykudan başka bir şey görmüyordu zaten...

 

 

Bölüm : 04.04.2025 22:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...