Kapıyı açtığında geleceğimden habersiz olan annem, beni karşısında görünce coşku ve şaşkınlıkla haykırdı "Damlam! Yavrum sen nerden çıktın?"
Aylardır görmemiştik birbirimizi, dokunmamıştık... İçimizde biriken özlemle; hasretle sarıldık, kokularımızı çektik içimize. Ne çok özlemiştim dünya üzerindeki hiçbir şeye değişmeyeceğim biricik annemin şefkatli kolları arasında kendimi güvende hissetmeyi. Anneme sarılınca fark ettim de ne çok yorulmuştu ruhum ondan, onlardan uzakta...
"Geldim annem!" diyebildim sadece. Zaten şuan kelimelerin ne önemi vardı ki?
Annemin beni kapıda gördüğündeki haykırışı sebebiyle ev halkı toplanmıştı başımıza. Annemin kollarından ayrılıp bana sarılmayı sevinçle bekleyen kardeşceğizimi teğet geçerek babaannemin pamuk ellerine yumuldum. Ne kadar da özlemişim. Ellerini kokusunu içime çekerek öptükten sonra yüzünü gözünü öperek sarıldım. "Babaannem! Pamuğum benim!" diye fısıldadım kulağına.
"Kuzum! Can parçam! Babaannesinin gülüdür gülü" bunlar babaannemin her zamanki sözleriydi belki ve ben her konuşmamızda telefonda bunları duyuyordum ondan ama şöyle direkt yüzüme söylemesinin tadı bir başka güzeldi doğrusu.
Babaannem benim kıymetlimdi, canımdı... Onun yanında olmak, beraber vakit geçirmek benim için çok değerliydi. Her sene havalar soğuyana kadar köydeki evinde kalır, çok soğuklarda dört ay kadar şehre gelirdi. Bu dört ayın iki ayını bizde, iki ayı da amcamda geçirir, yazları ise biz köye gidip kalırız. Yani ondan çok fazla uzak kalmaya alışkın değilim. Bu yüzen olsa gerek onu çok özlemiştim. Neyse ki doya doya hasret giderebilelim diye bizde kalacağı iki ayı benim dönem arası tatilime denk getirmiş olduğu için şuan bizdeydi.
Ailem, evim, hayatım, geçmişim, her şeyimdi benim Konya... Ve eğer nasip olursa geleceğim de olsun istediğim güzel şehir... İstanbul'da yaşamaya alışmıştım, her şey yolunda ve güzel gidiyordu ama yine de insanın doğup büyüdüğü yer gibi olmuyordu doğrusu. Sanki uzun zamandır emanet yaşıyormuşum da şimdi kendi bedenime, benliğime geri dönmüşüm gibi hissediyorum.
Odamı da ayrı bir özlemişim hani. Her şeyiyle bana ait eşyalarım, yaşanmışlıklarım... Göz ucumla yatağıma bakıp derin bir 'oh' çekmedim değil. Ne de olsa aylardır çekyatta uyuyordum...
Neden haber vermeden geldim diye annemlerden yediğim sitemlere akşam eve gelince babamın kızgınlığı da eklenmişti. Hoş geldin bile demeden "Kızım neden yalnız geliyorsun! Ben gelip alırdım seni. Senin şu yaptığın iş mi!" diye çıkışmasaydı iyiydi. Biliyorum beni düşündüğü için diyor, ne yaparsın onun da mizacı bu. Duygularını yanlış yerde yanlış şekilde ifade ediyor. Şimdi böyle söyleyince aklıma çok tanıdık biri geldi. Toprak babama çekmiş olabilir miydi ya? Ne de olsa akrabayız. Genetik geçişlilik...
"Sürpriz yapmak istedim babacığım. Yorulmanı da istemedim. Hem boş ver şimdi onu bunu, özlemedin mi beni?"
"Kızım tabi özledim. Hoş da geldin de. Ama neden böyle yaptın?"
Bu sitem faslı uzayıp gidecekti, belliydi, kendimi savunmam, durumu açıklamaya çalışmam yersizdi... Bana susmak düşmüştü. En iyisi susup "Haklısın babacığım" demekti.
Ailecek sohbet ederek yenilen bir yemeğin yerini hangi yemek tutar ki? En lüks restoranlar ya da en pahalı yiyecekler vız gelirdi doğrusu. Nasıl özlemişim annemin içine sevgisini katarak yaptığı yemeklerini. Sanki aylardır mideme bir lokma yemek gitmemiş gibi öyle iyi gelmişti ki anlatamam.
Bu güzel sofra karnımı doyursa da çok özlediğim biricik aileme doyamamıştım hala ama bir o kadar da yorgun olduğum için yemekten sonra yine özlem gidermeye ihtiyaç duyduğum biricik odama geçiş yapmıştım.
Yatağımın üzerine uzanıp, kulaklıklarımı takmış şarkı dinlerken bir yandan da Toprak'tan mesaj gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Gerçi aramızdaki muhabbet nişan akşamına kadar yavaş yavaş güzel bir arkadaşlığa doğru ilerliyorduysa da o akşamdan sonra araya mesafe koymuştu, pek bir konuşmuyorduk. Ben yine de bir kontrol etmek maksadıyla telefonumla uğraşıyordum ki aniden kapım açılıp büyük bir coşkuyla içeri kuzitolarım giriş yaptı.
Kübra ve Büşra, amcamın ikiz kızları. Kardeş cansa, onlar canan... İnsanın kendi kanından, canından olan dostlara sahip olması kocaman bir şükür sebebiydi doğrusu, bunu sevgili Çınar ailesinin yalnızlığını gördüğümde daha da iyi anlamıştım. Onları uzun bir aradan sonra hem de böyle beklemediğim anda karşımda görünce en az ben geldiğimde annemin verdiği tepki kadar yüksek olmuştu şaşkınlığım. Şaşkınlığın da etkisiyle henüz yerimden doğrulmamıştım ki üzerime çullandılar. Bu sevgi yumağından mahrum olmak istemeyen canım kardeşim de atlayınca üstümüze bu karşılama merasiminin benim için bir işkenceye dönüşmesine ramak kalmıştı... Şaka bir yana ne kadar da özlemişim onları ve çılgınlıklarını. Canlarım benim!
Kızlarla hasret gidermek ve muhabbet kazanını kurmak için odama kapanmadan önce amcam ve yengemle görüşmeye misafir odasına gittim. Amcamdan İstanbul'da okumamdan buraya tek başıma gelmeme kadar bir çok sebeple zılgıt yedikten sonra görevini tamamlayan bir emir erinin gönül rahatlığıyla artık odama geçebilirdik.
Çisil'in de desteğiyle kızların bizde kalması için amcamı zor bela ikna edebilmiştik. Tüm yorgunluğuma rağmen sabah ezanlarına kadar da muhabbetin gözüne vermiştik. Bizim kızlarla "Cevap bekleniyor" adında bir Whatsapp grubumuz vardı ve oradan sürekli olarak görüşüyorduk ama böylesi bir başkaydı doğrusu. Öyle çok özlemiştim ki onlarla yüz yüze konuşmayı, görerek, varlıklarını hissederek... Ne kadar iyi gelmişti bu saatler süren muhabbet anlatamam.
İstanbul'dan, okuldan, bana kucak açan Çınar ailesinden, başlarda Mehpare sultanla yaşamanın zorluklarından, sonralarda aramızda oluşan muhabbetten, bu muhabbetin nasıl oluştuğundan, Yaprak ablamın nişanından... Belki birazda Toprak'tan... Daha sayamayacağım kadar çok şeyden konuşmuştuk tüm gece. Ve tabi ertesi gün öğle ezanlarıyla uyanmıştık. Uzun zaman üzerine evde olmam sebebiyle müsamaha gösterilen bu durum tekrarlanacak olsa eminim babaannem bacaklarımızı kırardı o ayrı mevzu tabi. Bir de teheccüd namazı için kalktığında uyanık olduğumuzu fark edip, sabah namazını kılmadan yatmayacağımıza dair bizden söz alması onu frenlemişti muhtemel.
Babaannem diğer tüm ibadetlerinde olduğu gibi namaz konusunda da çok dikkatliydi ve onunla aynı çatı altındayken namaz kaçırmanıza asla göz yummazdı. Çok şükür bize de bu bilinci küçük yaştan itibaren adeta nakşetmişti. Belki her vakit onun kadar titizlik gösteremiyorsak da sabah ezanlarına kadar oturup, ardından bu çağrıya kulak kapatıp, dönüp yatacak da değildik. Demem o ki; o göz yumacak olsa da biz göz yummazdık...
Şu zaman kavramı ne değişik bir olgudur değil mi? Bazen bir saat bir asır olur da bazen su gibi akıp geçer... Göz açıp kapayıncaya kadar bitivermişti tatilim. Şimdi yeniden uzun bir hasret kollarını açmış bekliyordu beni. Gerçi sarılacak bir hasretinin olması bile güzel, özleyeceğin birilerinin olması... Özlediğine kavuşmak güzel... Kavuşabilmek güzel...
Aileme doyamamış olsam da yavaş yavaş tatilimin sonuna geliyordum. Ve bizim evin gündemi beni İstanbul'a kimin götüreceğiydi. Ben tatilimi son gününe kadar burada geçirmek istiyordum fakat babam benim döneceğim tarihte işlerinde yoğunluk olacak olduğundan dolayı birkaç gün erken gitmeyi teklif ediyordu. Ben ısrarla kendim gidebileceğimi savunurken tabi ki babam buna müsaade etmiyordu. Üstelik aynı gün dönmeyi düşündüğü için uzun süre araba kullanmanın yorucu olacağı düşüncesiyle yine otobüsle gidecektik. Özel arabayla gidemedikten sonra neden birlikte gitmeliydik. Korumacı davranmaya çalışmasını anlıyorum da Konya-İstanbul arası öyle çok uzun bir mesafe değildi sonuçta. Sabah binsem akşam olmadan orada olurdum.
Ah şu bizim evin gereksiz gündemleri! Aynı konu bilmem ki kaçıncı kez konuşuluyordu. Gerçekten ruhen yorulmuştum. Kaçan huzurumu bulmak için diğer odada namaz kılmakta olan babaannemin yanına gittim. Selam vermesi için beklerken bir yandan da huşu ile kılışını izliyordum. Nasıl başarıyordu bunu, nasıl bu kadar dünyadan soyutlanıp durabiliyordu namaza. Onu gören, bu kadının hiçbir derdi yok sanır, hiç acı çekmemiş, zorluk yaşamamış der...
O selam verdiğinde gidip dizlerine başımı koydum. Ruhum daraldığında, bir şeyler üzerime üzerime geliyormuş gibi hissettiğimde, olayların içinden çıkamadığımda bana en iyi gelen yerdi onun dizleri. Şuan tespih çekiyordu ve namaz sonrası duasını etmeden öldürsen bakmazdı bana, okşamazdı saçlarımı ama ben onun bu halini çok seviyordum zaten. Rabbiyle arsına hiçbir şeyin giremeyeceğini hissettiğiniz o anlarda sanki siz de o manevi halkanın bir parçasıymışsınız hissine kapılırdınız ve bu inanılmaz güzel bir duyguydu. Kendinizi dünya üzerinde hiçbir yerde olamayacağınız kadar güvende hissederdiniz...
O, tüm samimiyetiyle ve teslimiyetiyle ellerini semaya açmış gözlerini yummuş dua ederken ben, geçen her bir yılın bir çizik oluşturduğu halde perdeleyemediği güzel yüzünü seyrediyor ve bir yandan da bu kadar zorluklar yaşadığı halde hala nasıl dimdik ayakta durup, hayata tutunabiliyor olduğunu düşünüyordum.
Benim dedem çok genç yaşta vefat etmiş, dar gelirli bir adam olarak da ardında gencecik bir eş ve biri kundakta diğeri henüz yeni yürüyen iki çocuktan başka hiçbir şey bırakamamış. Babaannem de eli mahkum, iki çocuğuyla baba evine dönmüş. Şükür ki büyük dedemiz yani babaannemin babası çok erdemli bir insanmış, babaannemi de torunlarını da rahat ettirmek için elinden geleni ardına koymamış. Baba görmeyen babam ve amcam, baba sevgisini onda tatmışlar.
Böyle bakınca babaannem çok mağdur olmamış gibi görünse de yine de bu, yaşadıklarının kolay olduğu anlamına gelmiyor. Ama o, bir kez olsun şikayetlenmez, dert yanmaz, daima şükür eder. Hayatından ve yaşamaktan da hiç kopmadı. Onun bu gücüne ve duruşuna hayranım doğrusu.
Babaannemin yüzünü seyrederek tüm bunları düşünürken istemsizce Mehpare teyzeme takılmaya başlamıştı düşüncelerim. Onun yaşadıkları da zordu. Hem benim bildiğim ve bilmediğim daha neler yaşamıştı kim bilir. Tabi ki sorgulamak bana düşmüyor ama yine de onun hayata karşı güçsüzlüğü, her şeyden vaz geçmişliği beni çok üzüyor. Ben belki babaannemden öyle gördüğüm içindir, bilmiyorum ama bana göre büyükler, küçüklerin hayata karşı sağlam bir şekilde dimdik durabilmesini sağlayan direklerdi. Yorulduğunda, korktuğunda durup soluklanabileceğin, sırtını dayayabileceğin, gölgesinde ruhunun tüm yükünden arınabileceğin... Ama Mehpare teyzeme bakınca tam tersini görüyordum maalesef.
"Dert etme gülüm! Baban da haklı kuzum! Sıkıntı etcek bir durum yok, üzme sen o güzel canını yavrum!" diyerek okşayınca saçlarımı her bir cümlesinin sonundaki şefkat nidalarının da etkisiyle benim gözler yine açmıştı muslukları. Allah'ım ya! Gören de çok büyük bir olay yaşıyorum zanneder. Bir de Mehpare teyzeme diyorum hayata karşı güçsüz diye.
"Biliyorum babaannem, biliyorum. Mesele babamın göndermemesi değil de sanırım sizden ayrılacak olmak biraz duygularımı harekete geçirdi. Hem ben daha sana doyamadım ki. Hiç değilse biraz daha dizinde yatayım?" diyerek öptüm elini.
"Tamam yat ama ben Kur'an okuyacağım önce kalk da bana Kur'an'ımı getir kuzum"
O, öyle söyleyince hemen doğrulup, yüzüme kocaman bir sırıtma ekleyerek "Tamam ama gidene kadar her gece senle uyumama müsaade edeceksin" diyerek pazarlık etmeyi de ihmal etmedim.
Babaanneme Kur'an götürürken bir yandan da aklıma, Kur'an okuduğunda ahirete yolculadığı sevdikleri için bir hediye göndermenin, onlar için hiç olmazsa bunu yapabiliyor olmanın ona ne kadar iyi hissettirdiğinden bahsedişi gelmişti. Ve tabi bu, bende yeni yeni fikirlerin uyanmasına sebep olmuştu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
566 Okunma |
388 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |