22. Bölüm
BlowBreeze / Küçük Bir Dokunuş / Küçük Mutluluklar...

Küçük Mutluluklar...

BlowBreeze
blowbreeze

Bence Toprak depresyon geçiriyordu. Hatta geçirmiyor depresyonun dibine vurmuş durumdaydı. Ya da ailesinin farkında olmadığı bir çocukluk travmasına sahipti. Çocukluğundan beri içine kapanık bir tip olduğunu göz önünde bulundurursak ikinci şık daha ağır basıyordu sanırım. Allah aşkınıza mutlu olmayı aptalca görmek nedir ya! Hayır, asla da konuşmak istemediği bir konuyu konuşamıyorum ki onunla. Ortaya bir konu atıyor ve daha sonra gündemi bir daha o konuya dönememek üzere değiştirebiliyordu. Yoruldum mu ne!

Sanırım onun psikolojisini çözebilmem için mezun olmayı beklemeliyim. Aslına bakarsanız mezun olmak da yeterli değil zira her şeyden önce onun bana terapiye gelmesi şart ve bu neredeyse imkansız bir durum çünkü bırakın bana tedavi için gelmeyi sebebini bilmediğim bir şekilde normal hayatında bile etrafında olmamdan rahatsız olduğu kesin. Halbuki bazen yaptığı paylaşımlardan kendime pay çıkarıyorduysam da artık gerçeklerle yüzleşmiştim ki benden pek de haz almıyor. Hepsi bir yana bir de tedavi olmayı istemesi gerekiyor ki bunu da hiç zannetmiyorum, ilginçtir ki mutsuzluğu içinde mutlu olan bir insan... Yani halinden gayet memnun her ne kadar ara ara aklının karıştığını dile getiriyor olsa da... Bu yüzden ne yaşadığını sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğim...

Onu anlamaya çalışmayı bir kenara bırakmak geliyor içimden artık. Zira yaklaşan sınavlar ve ağırlaşan dersler de bana bu kararı vermem hususunda tam destek. Zaten başından beri mantıksızdı değişime ve değişmesi gerektiğine inancı olmayan bir insan için uğraşmam. Aylardır boşa kürek çekmişim resmen.

Yaşadığım ufak çaplı hayal kırıklığı içinde hala daha mutlu olabiliyorsam o da şuan seyretmekte olduğum eserimin sebebiyledir...

Baharın kendini hissettirdiği şu günlerde güneşin saklandığı bulutların ardından kendini göstermesini fırsat bilip dersten sonra caminin bahçesindeki banklarda ders arkadaşıyla koyu bir sohbete girişen Mehpare sultandan bahsediyorum tabi ki de... Onunla aynı yaşlarda dört kadın daha katılıyordu derse ve Mehpare teyzemin anlattıklarından anladığım kadarıyla gayet iyi anlaşıyorlardı, birlikte sohbet etmek onlara iyi geliyordu.

Yaklaşık on beş dakikadır burada olmama rağmen bu güzel muhabbeti bozmak istemediğim için varlığımı belli etmemiş uzaktan onları seyre koyulmuştum. Onları izlerken içten içe kendimle gurur duymuyor değildim hani. Derse katılması, evden dışarı çıkıyor olması, öğrendikleri sebebiyle bir çocuk kadar mutlu olup her akşam büyük bir coşkuyla bana neler öğrendiğini defalarca anlatması, arkadaş edinmesi... Bütün bunları yapmasında payım olması ve onun bunları yapıyor olmasının bende oluşturduğu sevinçler adeta içimde bir rekabet halindeydiler. Ve biliyor musunuz, galip gelen Mehpare teyzemin yüzünün güldüğünü gördüğümde hissettiğim duyguydu... O duyguyu başka hiç bir duyguya değişmem doğrusu.

Ben uzaktan izlemeye devam ederken konuştuğu hanım teyze beni fark edip "Torunun gelmiş Mehpare hanım" deyiverdi. Sevinçten ağzım kulaklarıma varmış kalbim baharla beraber etrafta uçuşan kelebeklere eşlik etmeye başlamıştı. Torunu olduğumu mu zannetmişlerdi gerçekten. O değil de Mehpare teyzemin hiç bozmadan "Sen mi geldin yavrum!" demesi beni benden almıştı. O coşkuyla yanına nasıl vardım ben de bilmiyorum doğrusu. Kocaman şapırtılı bir öpücük de cabası tabi...

Ne o ne de ben dememiştik, söylememiştik torunu olmadığımı. Bizim için nene-torun olarak bilinmemizin bir mahsuru yoksa demek...

Her ne kadar torunu olarak bilinmek çok hoşuma gitse de atladığım bir ayrıntıyı fark etmek az biraz canımı sıkmıştı. Toprak da Yaprak ablam da bir kez olsun onu almaya gelmemişlerdi. Kim bilir onlar gelecek olsa nasılda mutlu olurdu onları gördüğünde... O halde yeni görev anlaşıldı, onlar buraya gelecek...

"Hava çok güzel değil mi? Mehpare sultan! Azıcık gezelim mi" diye sordum koluna girerken şımararak, tabi ki cevap "Yok yavrum ne gezmesi. Sen istersen git" olmuştu...

"Ama ben senle gezmek istiyorum" diye diretsem de ikna edememiştim. Kös kös evin yolunu tutmuştuk. Malum inatçıydı ya bizim ihtiyar. Gerçi o bu kadar değişmiş, bu denli yol kat etmişken ben beraber gezdiğimiz günlerin de gelecek olduğunu düşünüyorum.

~~~~~~~~~~~~~~~~

"Trafik var Yaprak abla, biraz gecikeceğim sanırım. Bensiz gidin derim"

"Senle gitsek güzel olurdu ama madem gecikeceksin o zaman yapacak bir şey yok, o çıkmadan yetişmeliyiz, öyle değil mi?" dedi haklı olarak. Sonuçta Mehpare teyzem gideceğimizden haberdar değildi bu yüzden gecikmemiz durumunda bizi beklemeden eve giderdi ki bu da planımızı bozardı. Evet, Yaprak ablam haklıydı, bensiz gitmelilerdi ama benim bu anı kaçırmak gibi bir niyetim de yoktu... Sanırım bu fikirden çok da hoşnut değildim.

'Acaba bu durakta inip koşarak gitsem yetişir miyim' düşüncesi dolaşıyordu zihnimde ona "Haklısın, siz gidin" derken. Ve tam olarak da öyle yaptım.

Koşarak caminin bulunduğu sokağın başına geldiğimde tam da karşılaşma anına denk gelmiştim. Filmin en duygusal sahnesine yetişmek gibiydi. Mehpare teyzemin gözlerinin ışıltısı bulunduğum yerden dahi görülüyordu.

Bir yandan hızlı koşmamdan kaynaklı olarak dengesizleşen nefesimi düzenlemeye çalışıp diğer yandan da yavaş adımlarla onlara yaklaşırken Yaprak ablamın sesi dolmuştu kulalarıma "Babaannem!"

Sevinçle yanındaki teyze hanımlara döndü "Torunlarım gelmiş" dedi sesinde muhteşem bir mutluluk vardı. Benim ise attığım her bir adımla kalbime bir ağırlık düşüyordu sanki. Biliyorum saçma gelecek ama galiba kıskanmıştım. Beni gördüğünde de mutlu oluyordu ama başka bir mutluluk, başka bir sevinçti gözlerinden okunan... Onları yanındakilere tanıtması ise ayrı bir dokunmuştu sanki içime. Hayır, onların bir arada mutlu olması değildi canımı yakan, zaten en başından beri istediğim buydu ki ayrıca böyle bir şeyden rahatsızlık duymam saçmalıktan başka bir şey olmazdı. Bilakis içime dokunan, ne olursa olsun ne yaparsam yapayım benim bir yabancı olduğum gerçeğiydi. İçinde bulunduğum saçma ruh halini dağıtmak için derin bir nefes çektim içime. Belki inanmayacaksınız ama sanki nefesim bile ciğerlerime zorla ulaşmıştı. Sanırım ben ailemden uzakta onları ailem yerine koymuştum ve buna kendimi çok kaptırmıştım da birden gerçekler yüzüme çarpmıştı. O sebepleydi bu yersiz hassasiyet...

Ortamdaki atmosferi bozan cümle ise Gülizar teyzeden gelmişti "Senin Damla'dan başka kız torunun var mıydı? Bir kız, bir oğlan dememiş miydin torunların için" Bu cümleyle beraber yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşmadı değildi hani.

"Bu ikisi benim oğlanın çocukları, Damla benim manevi torunum" demedi mi, Allah! Anında neşem yerine gelmişti. Ya ben Toprak'a diyorum da asıl dengesiz benim. Aman, olsun şimdi bunu düşünecek değilim ya, gidip onu kocaman öpmeliyim.

Çok mutlu olmuştu, tarif edemeyeceğim kadar mutlu... Ses tonu, bakışları, davranışları dışa vuruyordu yüreğindeki sevinci. Her duyguyu kelimeler tarif edemezdi, bazen de kelimeler yetse bile yürek el vermezdi gönülden geçenleri dile dökmeye. Gerçi bazen etse çok da güzel olurdu ya... O zaman kalkardı belki de yanlış anlamalar, birbirini anlamamalar... Keşke gerektiğinde içimizdekini içimizden geldiği şekilde dışa vurabilseydik... Keşke sevdiğimizde, mutlu olduğumuzda bunu söylemekten çekinmeseydik... He, bir de ben gibi kıskançlığa düşmeseydik. Dakikalar içerisinde değişen ruh halim, az önceki hissettiğim duygudan utanma moduna geçiş yapmıştı.

Ya o değil de yaşlı bir kadını mutlu etmek aslında bu kadar kolayken onu tek başına bırakmaları sebebiyle huysuz bir ihtiyara dönüşmüştü resmen ve bu gerçekten çok ama çok üzücüydü.

İnsan bir yaştan sonra çocukluğa döner derler ya işte şuan bu sözün sağlamasını yaşıyorduk adeta. İki koluna iki torunu girmiş, sevinç içinde yürüyen Mehpare teyzeme bakarken, çocukken bir elimden annem, diğer elimden babam tutarak yolda yürüdüğümüz anlar canlanmıştı gözümde. Küçük bir çocuk için yeterince büyük ve yabancı olan, birçok korku ve tehlike unsuru barındıran caddelerde iki elinde en sevdiği, en güvendiği iki insanın elinin olmasının verdiği güven ve mutluluk...

Öylesine mutluydu ki eve giden yoldan saptığımızı bir müddet sonra fark edebilmişti. "Nere gidiyoz biz yavrum!"

"Bize gidiyoruz sultanım, akşam yemeğini birlikte yiyeceğiz" dedi sırnaşarak Yaprak ablam.

"Yok yavrum, evde yemek var. Çıkmadan önce yaptıydım. Gerek yok şimdi. Ben eve gideyim" dedi tam da beklediğimiz gibi ama bu kez o kadar kolay değil Mehpare hanım! İki kolunda gardiyan gibi iki torun... Bırakırlar mı seni. Hem ben uzun zamandır Hakkı amcalarda beraber akşam yemeği yeme planımı garantiye almadan icraata geçer miydim. Sağ olsun Şefika teyzenin beni torunu zannetmesi sebebiyle fark ettiğim bu gerçek, uzun zamandır nasıl yaparım diye düşündüğüm planıma ışık tutmuştu. Bir taşla iki kuş vurmuştum fena mı...

"Olmaz babaanne! Yarın yersiniz siz o yemekleri. Hem biz de bir sürü hazırlık yaptık, boşa mı gitsin, israf mı olsun? Ayrıca Damlacığım geldi nerdeyse geri gidecek, benim düğünüme de az kaldı bir ağırlamayayım mı kızcağızı." dediyse de Yaprak ablam, o yine de yol boyu itiraz edip, bahaneler üretmişti ama eli mahkum gelmişti meğer yıllardır adım atmadığı biricik oğlunun evine...

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 20.07.2025 10:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...