
Sabahın en erken saati, henüz gün aydınlığa dahi kavuşmamıştı. Dışarısı o kadar soğuktu ki, her nefes alışverişimde çıkan dumanları görebiliyordum. Mesleğim gereği çok fazla soğuk ortamda bulundum ama bunlar hep geçici görevlerdi. Şimdi ise, her şeyimle bu soğuk ortamda kalıcıyım.
Adımlarım sabahın mahmurluğundan dolayı ağır olsa da, bir o kadar kendinden emindi. Yere attığım her adımda, zeminde çıkan ses kulaklarıma adeta bir melodi gibi geliyordu. Bu ses belki de en sevdiğim şeylerden biriydi.
İçtima alanına yaklaşırken karşımda beliren siluetlerin hepsi, birbirinden farklı kişilikte olsalar da aynı amaç için bir aradalardı. Bense onlara güçlü görünmek zorunda olan bir yüzbaşı.
Hepsini tek tek incelediğimde, her biri bir hayat, her biri bir aile, her biri elimden geldiğince koruyacak olduğuma dair verdiğim söz…
Henüz birbirimizi tam anlamıyla tanımıyor olsakta, onların bana benim ise onlara güvenmekten başka çıkar yolu yok.
Yanlarına yaklaştığımı ilk fark eden Gencal oldu. Her ne kadar aramızda bir mesafe olsa da, hemen yan tarafında duran arkadaşını dirseği ile dürtüp sıraya geçmelerini sağladı. Her biri anında yerlerinde dimdik durdular. Karşılarına geçtiğimde hepsi aynı anda ayaklarını yere vurarak, tok ve kalın sesleriyle ‘’Komutanım’’ diye seslendiler. İşte o an keyfim daha bir yerine gelmiş gibi hissettim.
Gözlerimi karşımdaki adamların hepsinin üstünde tek tek gezdirdim.
‘’Hazır mısınız gençler?’’
‘’Emredersiniz komutanım!’’
‘’Güzel! O zaman beş kilometre koşuyla başlayalım. Hızınızı bana göre ayarlayın, arkada kalanı affetmem bilin!’’
‘’Emredersiniz komutanım!’’
‘’Canınızı biraz yakacağım şimdiden söyleyeyim. Uyuyanlar yataklarına geri dönebilir!’’ Yüzümdeki hain sırıtışı bastırmak istesem de engel olamıyordum. ‘’ Isınma turu, beş kilometre koşulacak, koş!’’
Önde ben, arkamda ise onlar… Tempomu bir artırıp bir azaltıyordum ki nasıl bir dayanıklılığa sahip olduklarını anlayabileyim. Yaklaşık olarak on dakikadır koşmamıza rağmen hiçbirinden tek ses duymuyor oluşum kendilerini tanıdıklarının kanıtıydı. Sabahın o buz gibi havası ciğerlerimizden oluk oluk, yaka yaka giriyordu adeta. Koşarken geçtiğimiz çorak arazinin bazı yerleri soğuktan buz tutmuş durumdaydı. Bunu postallarımızın altından gelen çatırdama seslerinden anlayabiliyordum. Başımı arkaya doğru hafifçe çevirip;
‘’Yorulan varsa söylesin yoksa biraz daha hızlanacağım!’’
Bu saate kadar arkamda sesi çıkmayanların kısık sesli fısıldaşmalarını duymaya başlamıştım.
‘’Duyamadım gençler! Fısıldaşmayı bırakın ve yüksek sesle konuşun!’’
‘’Komutanım! Biz buralara durmak için gelmedik! Bu koşu ile mi bizi bezdireceksiniz?’’
‘’Yüzünüzü görmüyor oluşum, sesinizden kim olduğunuzu çıkartmayacağım anlamına gelmiyor ve sen Gencal! Neden her şeye ilk sen atlıyorsun? Timin sazanı sen misin yoksa?’’
Arkamdan gelen gülüşme seslerini duymazdan gelip koşuyu devam ettirdim. İlerleyen dakikalarda nefesler iyiden iyiye hızlanmış ama ne tempo ne de düzen bozulmamıştı. Gerçekten de iyiydiler. Son bir tur atmayı düşündüğüm sırada, oldukça gerilerden nefes nefese olan sesi duydum.
‘’Komutanım… Artık… Yavaşlasak mı?’’
‘’Asker! Şu anda bir savaşta ya da operasyonda olsak, düşmana ‘ ben biraz yoruldum da yavaştan mı alsak’ diyeceksin? O yüzden devam et!’’
Bizim meslek, yorulmayı, acımayı asla affetmez. Durduğun an bitersin. Durduğun an mahvolursun.
***
Koşu öyle ya da böyle bir şekilde tamamlanmış, herkes soluklanır durumdaydı. Kimisi ellerini dizlerine koymuş, başları aşağıda bir şekilde nefeslenirken, kimi de bulduğu ilk yere kendini atmıştı. Çevrelerinde bir ileri bir geri birkaç kere gidip geldikten sonra, ‘’ Kabul ediyorum! İyi koştunuz! Bu kadar olacağınızı düşünmemiştim! Üzgünüm ama daha yeni başladık! Birazda gücünüzü görelim. Şınav pozisyonu al! Elli şınav çekilecek! Çek!’’
Verdiğim komutla beraber hepsi tek sıra halinde yere uzandı. Herhangi bir aksamada müdahale etmek için, pür dikkat onları izliyordum. ‘’ Gençler! Şınavdan sonra mekik en sonunda da tam teçhizatla engelli parkur! Bilginiz olsun diye söylüyorum, biraz daha yavaştan alırsanız akşam yemeğinde buluşuruz!’’
Aslında onlarda, bende gayet iyi biliyorduk ki, bu söylemlerimin hepsi birer taktik. Sonuçta hepsi belli başlı eğitimleri geçmiş, tecrübeli askerlerdi. Ancak daha iyisini yapmaya mecbur askerler!
Sol kolumda takılı, babama ait deri kordonlu saate baktığımda, saatin on’a yaklaştığını gördüm. Onlarla beraber yaptığım antrenmanı bitirmek için, bulunduğum yerde ayağa kalktım. ‘’Gençler! Rahat pozisyonda dinleyin beni! Saat oldukça ilerlemiş, bugünlük bu kadar yeter, serbestsiniz.’’
Arkamı dönüp, odama doğru ilerlemeye başladım. Geride bıraktıklarım kendi aralarında bir tartışmaya girmişti bile çoktan.
**
Masa başında halletmem gereken dosya yığınıyla küçük bir cebelleşme yaşamış ve tam arkama yaslanıp birkaç dakika da olsa gözlerimi kapatma niyetindeyken, çalan kapı bütün hayallerimi darmadağın etmişti.
‘’Komutanım!’’
Dirseklerimi masaya dayayıp, tam karşımda bulunan kapıya doğru baktım. ‘’Gel, Taner! Bir problem yok ya?’’
Kapıyı kapatıp sakin adımlarla masamın olduğu yere doğru ilerledi. ‘’Yok komutanım’’ dedi. ‘’ Yani bir şey varda, problem sayılmaz. Ben… Ben, sadece diyecektim ki… Şey! Biz çarşıya çıkacağız da, belki dedim, belki sizde gelmek istersiniz! İster misiniz acaba?’’
Şimdiye kadar, timdekilerin içerisinde belki de bana en yakın, en içten davranan kişi Taner idi. Baktığımda yaşı diğerlerine oranla biraz da olgun duruyordu. Belki de anlayışlı tavrı buradan geliyordu. Tüm bunları bir ara konuşmayı aklımın bir köşesine not ettim. Sonuçta daha öğrenmem gereken epey fazla şey vardı.
‘’Aslını sorarsan, bende dışarı çıkmak istiyordum Taner! Ne zaman çıkıyorsunuz?’’
‘’Harbi mi? Şey… Yani, pardon. Yani… Gerçekten mi?’’ Az önce olgun demiştim değil mi? Unutun siz o dediklerimi! Sanırım her birinin içerisinde henüz olgunluğa erişememiş, küçük birer çocuk vardı. ‘’Evet, gerçekten Taner. Ne zaman gidiyoruz?’’
‘’Şey… Hemen. Yani ben, çocuklara söyleyeyim sizin içinde uygunsa, hemen çıkalım. Olur mu?’’ Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım onu. ‘’ O zaman komutanım ben çıkayım. En geç on dakika sonra kapıda buluşalım?’’
‘’Olur Taner’’ dedim. Bir yandan da onun çocuksu sevincine ayak uydurur şekilde hızlı hızlı başımı salladım.
**
Açık mavi kot pantolon ve onun birkaç ton koyusu kot bir gömlekle aynanın karşısındaydım. Son olarak silahımı belime takıp, gömleğin etek kısmıyla örttüm. Artık hazırdım. Odamdan çıkıp kapıyı kilitledikten sonra, koridorda ilerlerken yanımdan geçen birkaç askerin beni gösterip aralarında fısıldaştıklarını duysam da umursamadım. Henüz hepsiyle tanışmamıştık netice de ve bir kadının askeriye koridorlarında dolaşması onlar açısından nadir görülen bir olaydı. Ufak bir grubun arkamdan sessizce geldiklerini biliyordum mesela! Nasıl olsa birazdan her şeyin farkına varacaklardı ve bunu izlemek benim açımdan harikulade bir filmden daha eğlenceliydi.
Bizimkilerin oluşturduğu topluluğa doğru ilerlerken, arkamdan beni takip edenleri de dinlemeye devam ediyordum. Kim olduklarını henüz bilmesem de, aralarında ‘’ilk ben konuşmak istiyorum ‘’ diye iddialaştıklarını duyabiliyordum. Timdekiler, yaklaştığımı görünce üstlerine çeki düzen vermeye başladılar. O an fark ettim ki, arkamdakilerin farkında olan tek kişi ben değildim. Taner de, bir arkama doğru, bir de bana doğru bakıp duruyordu. O an göz teması kurduğumda, yüzümdeki sırıtmayı fark etmiş olacak ki, onun da dudaklarında benzer tebessüm oluştu.
‘’Selam gençler!’’
Bir anda iki farklı nida yükseldi. Biri bizimkilerden gelen, ‘’komutanım’’ nidasıyken, diğeri arkamdan beni takip eden gruptandı. ‘’S*ktir oğlum! Dön lan dön! Komutanmış abi!’’
Ben ve Taner haricindekiler şaşkınlıkla birbirlerine bakarken, ne olduğunu algılamaya çalışıyorlardı. Her zamanki gibi kendini tutamayan yine Gencal oldu. ‘’ Biz tam olarak ne kaçırdık? Pek anlayamadım da!’’
Tamda bu lafı bekliyormuşçasına Taner ve ben bir anda yüksek sesle gülmeye başladık. ‘’Kusura bakmayın komutanım. Daha fazla tutamadım kendimi!’’ diye kahkaha atmaya devam eden Taner’i sorun değil dercesine elimle geçiştirdim.
Timdekilerin kafası, bir bana bir Taner’in olduğu tarafa dönmekten nerdeyse yalama olacak vaziyete gelmişti ama kendimi durduramıyordum bir türlü.
‘’Komutanım! Haddim değil! Bağışlayın ama Taner komutanım ve siz neye bu kadar gülüyordunuz? İnanın sadece meraktan ha, valla başka bir şeyden değil!’’
‘’Gencal!’’ dedim. Yüzümdeki tebessüm olduğu yerde varlığını koruyorken, ‘’ Hani bir söz var, sende bilirsin herkes gibi koçum!’’ ne söyleyeceğimi çok merak etmiş olacak ki, pür dikkat dinliyordu beni. ‘’ Adamın başına ne gelirse, ya meraktan, ya yar… Meraktan gelirmiş! O yüzden fazla merak iyi değildir!’’
Ne söylemek istediğimi çok iyi anlamış olacak ki, ufak bir yutkunma geçti boğazından. ‘’ Hadi’ dedim. ‘’ Şimdi her nereye gidiyorsak, gidelim!’’
Çarşıya arabalarla gitmeyi teklif etseler de, kabul etmedim. Bulunduğum yerin her metre karesini iyice incelemek, gözlemlemek istiyordum.
Doğu denilince insanlarda farklı bir ön yargı olsa da, aslında pislik yapanlar olmasa, ülkemin her bir karış toprağında olduğu gibi burası da bir cennet. Timdekiler beni bazı yakın oldukları esnaflarla tanıştırdıklarında, kadın olduğum için ilk önce bir şaşırsalar da sıcak kanlı ve samimi davranışlar sergileyen bu insanları tanımış olmak yeni geldiğim bu şehirde bana da iyi gelmişti açıkçası .
Birkaç esnaf ve timdekilerle küçük tahtadan bir masada oturmuş, hem konuşuyor hem de ikram ettikleri çayı içiyorduk. Bardağımda kalan son yudumlarımı almak için dudaklarımın arasına götürdüğüm sırada, on yada on beş metre ötedeki bir adam dikkatimi çekti. Benliğim masada olsa da, bakışlarım direk o adamı buldu. Buradan gördüğüm kadarı ile taş çatlasın yirmilerinde olduğunu anladığım bir kadını itip kakıyordu. Sadece gözlemliyordum. Hareketlerini, davranış şeklini. Tam o sıra beklediğim hamlelerden ilki geldi. Anın getirisiyle, elimdeki bardak, çay tabağına çarparak oldukça yüksek bir gürültü çıkardı. Böylelikle masadakilerin bakışları beni buldu.
‘’Komutanım! İyi misiniz? Bir şey mi var?’’ diyen Gökhan’la göz teması kurdum zor olsa da. Görünüşte oturuyor olsalar da, hepsi avına kilitlenmiş bir vaziyette tek noktaya baktığımın farkındaydı. Bu telaşlı sözleri de kesinlikle ondandı. Başımla hemen ötede olan olayı işaret ettiğim sıra sesler yükselmeye başlamıştı zaten.
‘’Seni kahpe! Sen kimsin lan! Eksik etek!’’ ve ilk darbe!
Derin bir nefes aldım, kendime hakim olmam lazımdı. Şuan her ne kadar sivil olsak ta netice de birer askerdik hepimiz.
Aniden yüksek sesli bir gürültü koptu. Daha neyin nesi olduğunu anlayamadan, timden Atilla’nın masanın üstüne indirdiği bir yumruk darbesi daha olayı anlatır nitelikteydi.
‘’Vuramaz ulan! Vuramaz! O şeref noksanı… O… kadına… vuramaz!’’ diye bağırarak oturduğu yerden bir hışım kalktı. Arkasından masadaki herkes müdahale etmeye çalışsa da kar etmedi. Gözlerimizin önünde cereyan eden olay, durmak nedir bilmiyor, adam her dakikada daha fazla hakaret ederek ortalığı birbirine katıyordu. En önemlisi ki bir askerim olaya karışmaya gidiyordu. Böyle giderse fena bir ceza alacaktı. Buna müsaade edemezdim. Tabi ki olaya müdahale edecektim ama bir askerimin buna dahil olması en son istediğim şey bile değildi.
‘’Atilla ‘’ diye seslendim ama herhangi bir tepki yoktu. Bu böyle olmayacaktı. ‘’Çavuş!’’ diye bağırdığımda, biraz duraksar olsa da, yine de devam etti gitmeye. Son nokta, son çare kalmıştı. Hızlı adımlarla ona doğru ilerlerken bir anda durdum. Sesimi olabildiği kadar kalınlaştırdım ‘’ASKER! Bu bir emirdir, olduğun yerde kal!’’
Emir, demiri kesti ve Atilla’nın hızlı adımları bir anda zemine adeta mıhlandı. O kadar ki olduğu yerde bir ileri bir geri sallandığını bile fark ettim.
İyice yanına yaklaştığımda, mırıldanıyordu. İyice dikkat kesildim, ne dediğini anlayabilmek için. ‘ Yapmayın komutanım! Engel olmayın! Dövüyor! Babam gibi! Şerefsiz!’ diye söyleniyordu. O an anladım gösterdiği tepkinin neden bu kadar fazla olduğunu.
Omzunu sıktım yanında olduğumu anlasın diye. Bakışlarımı ondan çekip, olayın olduğu tarafa baktım. Adam pislik yapmaya devam ediyor ama kimse oralı olmuyor sadece kenardan köşeden izliyordu. ‘’Gel ‘’ dedim Atilla’yı küçük bir işaretle peşimden çağırarak. İlk başta şaşırsa da sonra peşim sıra takip etmeye başladı beni.
Bir şeyleri noksan ama şerefimi, adamlığı mı neyi olduğunu kestiremediğim adamın arkasında dikildim. Çıkan seslerden bir irkilse de, sanki biz yokmuşçasına devam etmeye çalıştı kaldığı yerden.
‘’ Hey! Sen baksana bir bu tarafa!’’ Pis bakışları buldu beni. Baştan aşağı inceledi. Gördüğünden memnun kalmıştı sanırım ki sırıtma peyda oldu o pis suratında. Zavallının haberi yoktu ama biraz sonra eser kalmayacaktı o bakışlardan!
‘’Hee! Buyur! Ne istiysen!’’
Bakışları kadar pis olan görüntüsünü izledim bir süre. ‘’ Hımm!’’ dedim. ‘’ Ne istiyem! Öyle mi?’’ Kafamı arkamda yumruklarını dahi sıktığını gördüğüm Atilla’ya çevirdim. ‘’ Harbi lan! Biz ne istiyoz! Şey.. Pardon… İstiyoruz? Beni de şaşırttı Allah’ın delisi.’’
‘’ Valla kom… Yani… Eee.. şeyy… Siz ne istiyorsunuz bilmem ama ben KAN istiyorum !’’ dedi tıslarcasına dişlerinin arasından.
‘’Sen ne diysen…’’ Demesine kalmadan ilk yumruk darbesi Atilla tarafından atılmış oldu. Çevredeki herkes tarafından farklı sesler çıkarılırken, hemen arkalarında kalmış, az önce onca şeyi yaşayan o değilmişçesine şaşkın gözlerle olanları izleyen kızın yanına yaklaştım. Beni görünce ilk biraz korksa da, sakin olması gerektiğine dair yaptığım hareketle olduğu yerde kaldı. Şuan için arkada olanlar önemli değildi. Onlar bir şekilde halledilecekti ama kız korkudan olduğu yerde büzüştükçe büzüşüyordu.
Ses tonumu olabildiğince yumuşattım. ‘’Sakin ol canım! Korkma! Tamam mı? Sana dokunamayacak bir daha. Halledeceğiz.’’ Dediğimde, gözleri bir beni buldu, birde hemen arkamda ne halde olduğunu bilmediğim şeref noksanını!
‘’A.. Abla!’’ dedi. Doğru düzgün çıkmayan, hoş çıksa bile korkudan titreyen ses tonuyla. ‘’ A… Abla! Vermeyin beni ona! O…’’ dedi oldukça zorlanıyordu konuşmaya, ‘’ Babam! Beni ona sattı!’’
O an, duyduklarımı duymamış olmayı diledim. Her şeyin bir rüya olmasını istedim ama maalesef ki gerçekti. Vücudumdaki kan, daha farklı daha deli akmaya başlamıştı bir anda. Çömeldiğim yerde dizlerimin üzerinde durmuyor olsam yıkılabilirmişim gibiydi.
Arkamdaki arbedeyi artık kulaklarım dahi duymuyordu. Böyle bir şerefsizliği, bir baba! Kendi canına, evladına nasıl yapardı.
Etrafımdaki sesler kesilmiş ve ben hiçbir şeyi duyamaz durumdaydım. Bir anda arkadan gelen bir şeyin engeline takıldığımda, dizlerimin üzerine çöktüğümü hissettim ve kendime gelmeye çalıştım. Beni dizlerimin üzerine düşürecek dereceye getiren şeyin arkadan boynuma sarılan bir kol olduğunu o an fark edebildim. Kendimi bildim bileli çocuklar ve kadınlar hep ince çizgim oldu. Özellikle bu tarz namussuzlara karşı.
Şeref noksanı! Arkadan boynuma sarılmış bir vaziyette, olduğum yerde beni kendince itip kakmaya çalışırken, hiçbir şey yapmıyor aksine sadece seyrediyordum. Karşımdaki kız, benim yaşadığım olayın sonucu daha fazla korkmuş olacak ki, gözyaşları durmaksızın akmaya başlamıştı. Halbuki onu sakinleştirebilmek için çabalamamış mıydım? Neydi onun şuan ki hali? Kimeydi o sicim gibi akan gözyaşları? Benim başıma gelecek olanlardan korktuğu için miydi? Yoksa, onu artık o adama verebilecek olduğumu düşünmesinden miydi?
Kafamın içi adeta Çarşamba pazarı durumundayken, çevirebildiğim kadarı ile boynumu çevirip şeref noksanının yüzüne baktım. Darmantınaz bir suratla, yüzü gözü toprak ve çamur birikintisi kaplı, aldığı nefes ciğerlerine yetmiyormuş gibi hızla inip kalkan bir göğüs tamda ona yakışır durumdaydı.
‘’Size diyem! Bırakın beni ve ahanda o gızı!’’ derken başıyla karşımdaki kızı işaret ediyordu. ‘’ Siz bana garımı verin, bende size bu garıyı verem!’’ İşte bu kadar basitti onun için her şey. Ne yaşanılanların ne de yediği dayakların bir anlamı yoktu. ‘’ Ben çok para saymışam bu avrada! Onu almadan na şurdan şuraya gitmem!’’
Kafamı olduğu kadarıyla çevirip rahatlatmaya çalıştım kendimi. Timin olduğu tarafa baktığımda, kiminin yüzünde endişe, kiminin yüzünde korku emareleri vardı. Onların henüz bilmediği, benimse her zaman göstermediğim yönüm çoktan çıkmıştı bile sessizce ortaya. Sonuçta ben, ilk çömezliğimi Sarp Soykan tarafından atmış, onun tecrübelerini birebir üzerimde denemesine izin vererek yetişmiş biriydim!
‘’Hey!’’ dedim. Buradaki varlığımı tepemde dikilene belli etmek adına. ‘’ Sence… Ben… Senin düşündüğün gibi, yuvarlayıp atacağın bir topa mı benziyorum?’’ Pis bakışlarını üzerimde dolaştırdı bir süre. Hemen ardından, birazdan dağıtacağım o koca ağzı iğrenç bir sırıtmayla ortaya çıktı.
‘’ Valla, Allah var güzel avratsın!’’
Dediklerini onaylar vaziyette kafamı salladım. O ara yakınlaşmakta olan jandarmanın siren sesi doldurdu kulaklarımı. Her ne kadar boka batmayalım desek te, bok bir şekilde çekiyordu bizi kendine işte! İşin sonu, son nokta yada her ne haltsa! Buraya kadardı.
Tepemde bana doğru eğilmiş olan adama, ‘’ Az yaklaşsana bana doğru, bir şey diyeceğim!’’ dediğimde, bu lafımı bekliyormuş gibi, o iğrenç cüssesi gölgeledi beni. Son kez ve tekrar timdekilere baktım ve belli belirsiz bir tebessüm ve göz kırpış yolladım onlara. Adamın her saniye daha da eğilen vücudu ve sırıtması her ne kadar mide bulantımı fazlalaştırsa da, iki elimi yere sabitleyip, kalçamı havaya kaldırmamla sağ bacağım ve dizim gürültülü bir şekilde adama yanlışlıkla çarptı! Böyle bir hamle beklemediği için, eğilmiş olmasının da verdiği boşlukla sendeleyerek yan tarafıma düştü. Bu durumdan faydalanıp hemen olduğum yerde döndüm. Hala daha ne olduğunu anlamayan herif, sağa sola bakarken iyice yüzüne doğru eğildim ve o pis nefesini birebir solumak zorunda kalan bu sefer ben oldum.
Etrafta çıt dahi çıkmazken, sadece birkaç araba kapısının kapanma sesi doldu kulaklarıma. Onlarında kim olduğunu bildiğimden, istifimi hiç bozmadan, ‘’ Sen’’ dedim adeta tıslarcasına, sıkmış olduğum dişlerimin arasından çıkan bir sesle. ‘’ Beni… Fazla hafife aldın! Ben, arkada bıraktığın kıza benzemem!’’ Suratının tam ortasına gelecek şekilde tek yumruk ve aynı anda çıkan tok bir kırılma sesi!
Bir anda herkesten farklı sesler çıkmaya başladı. Timdekiler ‘Of, of, of’ derken. Olaya son anda dahil olan kişiler ‘ Hey, hey, hey! Ne oluyor orda! Kaldırın ellerinizi‘ diyordu. Peki, ben bu uyarıyı ne kadar dikkate aldım? Tabi ki hiç! Tam da o anda, yaklaşan adım seslerine inat, gelişine son bir yumruk attım ve artık karşımdaki herif, mevta olma yolunda hızla yokuşu tırmanmaya başladı.
Ellerimin tam da bilek noktasından sıkıca tutulduğunu hissettim. Başımı çevirip baktığımda gördüklerim çok mutlu etmese de sesimi çıkarmadım ve beni ayağa kaldırıp koluma girmelerine müsaade ettim. Sonuçta herkes kendi üzerine düşen görevi yapıyordu. Taner ve Gencal, olaya müdahale etmeye çalışsa da, sessiz kalmaları gerektiklerine dair hareketi yaptım. O an ikisinin de olduğu yerde adeta çivilenmiş gibi kaldıklarını gördüm.
Hemen önümde duran uzun boylu, üniformalı olanlardan biri ‘’ Kadını ve kızı aynı arabaya alın! Adam içinde, ambulans çağırsın biriniz ve siz’’ dedi. Gerimde kalan arkadaşlarıma hitaben, ‘’ Sizlerde görgü tanığı olarak geleceksiniz! Durumunuza bakılırsa, sizde olaya müdahil olmuşsunuz!’’ dedi ve hızlı adımlarla, bir daha dönüp arkasına bakma gereği duymadan duran araçlardan birine bindi.
Oldukça sessiz geçen bir yolculuğun ardından, tek kelime dahi etmemize izin verilmeden bir odaya tıkılmak suretiyle adeta atıldık!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |