
Benim açımdan söz dinlenilmediği zaman affedilecek tek çeşit insan vardı. O da çıtayı biraz yükseltecek olursak 0- 13 yaş grubuydu. Peki benim şu an arkamda olan varlıklar bedenen yirmi küsürlerinde başlayıp, otuzuna dayanmış olsa da, beyin olarak kaç yaşlarındaydı tam olarak.
Hala ellerimizin ayrılmadığı küçük kızla beraber ayağa kalktım. Bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim. ‘’Hadi!’’ dedim kendimi sakinleştirmeye çabalayarak. ’’ Hepsini bir şekilde anlamaya çalışıyorum da, peki sen Taner! Bildiğim kadarı ile içlerinde en büyüğü ve kıdemli olanı sensin. Senin ne işin var bunların yanında!’’
‘’ Komutanım! Ben bu salaklara anlatmaya çalıştım ama anlamadılar. Sizin iyi olduğunuzdan emin olmak istediklerini söylediler.’’
Anlamak istiyordum. Amaçlarını, düşüncelerini ancak hiçbir şekilde kafamda şekillendiremiyordum. Ben onlar için düşünürken, onlar mı beni çocuk yerine koyuyordu anlamıyordum. Olduğu yerde kıpırdanan Atilla’nın belli ki söylemek istedikleri vardı.
‘’Söyle ne söyleyeceksen de kurtul Atilla. Kıpırdanıp duruyorsun olduğun yerde.’’
‘’Biz, temizliğimizi yaptık komutanım! Sizin emrinize de itaatsizlik etmedik. Ancak daha önemli bir konu var bilmeniz gereken! Köy boş!’’
Anlamakta zorlandım. Ne demekti köy boş!
‘’Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz lan! Ne demek köy boş? O zaman bu kız, gökten zembille mi indi?’’ diyerek elini tuttuğum kızı gösterdim.
‘’ Bilmiyoruz komutanım! İnanın hiçbir fikrimiz yok ama köy Atilla’nın dediği gibi boş! Her yeri tek tek kontrol ettik. Olmayacak deliklere bile baktık ama yok! Tek bir yaşam belirtisi yok!’’ Taner’in söyleyecekleri bitse de aklımdaki sorular bitmemişti. Kızın elini yavaşça bıraktım. ‘’ Kıza sahip çıkın birde ben bakayım etrafa!’’
Attığım her adım, açtığım her kapı boştu. Hem de öyle böyle değil. Evlerin içi yıkık dökük ve perişan bir haldeydi. Çıktığım son evin kapısına daha fazla kendime engel olamadan kocaman bir tekme geçirdim. Bakışların bana döndüğünü anlasam da, kafamı kaldırmadım bile. ‘’Her şeyin canı cehenneme! Gavur dölleri! Atilla! Karargahla iletişime geç! Hemen!’’
Olduğum yerde dönüp durmaktan başka yaptığım bir şey yoktu. O saniye gözüm küçük kıza takıldı. Evet, küçük olabilirdi ama kendini bilemeyecek yada yaşadığı yeri tarif edemeyecek kadarda değildi. Selçuk’un yanındaki kıza ilerledim, önünde diz çöktüm.
‘’ Tatlım, bana adını söyler misin?’’ Bu belki geç kalınmış bir soruydu ama içinde olduğumuz karmaşadan dolayı aklıma gelmemişti. Küçük dudakları kıpırdar gibi olsa da sesi çıkmadı. ‘’ Bak güzelim! Sana yardım etmemizi istiyor musun? Annene , babana gitmek onlara tekrar birlikte olmak, istiyor musun? ‘’
Usul usul başını salladı. Mırıltı şeklinde çıkan sesiyle, ‘’Dicle!’’ dedi.
‘’Tamam. Bizden korkmaman gerektiğini biliyorsun değil mi ,
‘’Dicle? Bak, sana yardımcı olmak istiyorum ama sende sorularıma cevap vermelisin. Anlaştık mı?’’
‘’A…Anlaştık!’’ dedi cılız çıkan sesiyle.
‘’Aferin. Şimdi bize burada ne oldu anlatmak ister misin?’’
‘’Ben… Ben, korkuyorum!
‘’Bak canım, korkma! Anlat, anlat ki sana yardımcı olalım. Ben ve bu abilerin sizin için buradayız.’’
Yaptığım konuşmanın hepsi, onu biraz daha çözmek içindi. Tamam, utanıyor , çekiniyor anlıyordum ama anlamakta zorlandığım garipte bir şey vardı.
‘’Akşam yemeğini yeni yemiştik. Kapı çaldı. Babam kapıyı açmaya gidince, elinde kocaman silahları olan o adamlar geldi. Herkesi!’’ dedi hemen arkasını dönüp on beş, yirmi metre uzaktaki boşluğu göstererek. ‘’Herkesi döve döve yürüttüler abla. Çok korktum ben! Çok ağladım! Sonra… Sonra bağladılar bizi ve çekeleye çekeleye tee uzaklara götürdüler. Ben kaçmaya çalıştım! Anam bana kaç kızım dedi. Evimize kadar geldim koşa koşa ama buldular beni. Çok dövdüler o kötü adamlar! Sonrada siz geldiniz işte!’’
‘’Peki, Beraber gitsek yolu bulabilir misin? Seni annenlere götürsek!’’
‘’Olmaz abla! Çok kötü adam var orda. Böyle bir sürü!’’
‘’Sen bana yolu bulabilir misin onu söyle?’’
Yapmakla yapmamak arasında durdu. Ne bir hayır çıktı dudaklarından ne de bir evet. Birkaç saniye sonra ‘’ Ohoo! Ben bu dağları aha bu avucumun içi var ya!’’ dedi elini ters çevirip avuç içini göstererek. ‘’Heh işte onun gibi bilirim. ‘’
Söylediklerine Selçuk’la beraber gülerek cevap verdim. ‘’ Götür o zaman bizi o avcunun içi gibi bildiğin dağlara.’’
Tam yerimden kalkmak için hareketlendiğimde, hemen arkamda olan evlerin birinden Atilla seslendi.
‘’Komutanım! Yuva hazır.’’
Onaylar anlamda başımı salladım. Hızlı adımlarla arkamı dönüp giderken seslendim. ‘’Selçuk! Kız sende.’’
‘’Buyurun komutanım!’’ diyen Atilla’nın elinden telsizi aldım.
‘’Vurgundan yuvaya! Vurgundan yuvaya!’’
Birkaç saniye sonra cevap geldi ama farklı bir ses ve kişiden. ‘’Yuva dinlemede vurgun! Ben yüzbaşı Tuğra. Durum bildir!’’
Telsizden bile ne kadar kudretli olduğu belli olan sese karşılık vermekte zorlandım ilk başta. Sivilde olsam kesinlikle ‘Heyt be yavrum! Sesine kurban’’ diyecek potansiyele sahiptim şuan.
‘’Vurgun durum bildir!’’
Kaymakta ısrar eden düşüncelerimi toparladım. ‘’ Yuva! Rehine kız kurtarıldı.’’ Derin bir nefes aldım. ‘’ Ama köy boş!’’
‘’Anlaşılmadı. Tekrar et vurgun!’’
‘’Köy boş yüzbaşı! Kızın anlattığına göre herkesi rehin alıp götürmüşler. Kız ellerinden kaçmış ama tekrar yakalanmış! Bulundukları yere götürebileceğini söylüyor.
‘’Konum teyitli mi? Koordinatları söyleyebilir misin yüzbaşı?’’
‘’Henüz değil. Ancak kız buraları çok iyi bildiğini söylüyor! İzin verilirse yola çıkacağız!’’
‘’Vurgun! İzin verildi. Herhangi bir temas sonrası rapor sunulacak! Telsiz bağlantısını kesmeyin!’’
‘’Anlaşıldı yuva. Vurgun timi, kızla beraber yola çıkıyor!’’
Evden dışarı çıktığımda tim toplanmış durumdaydı. Hepsi kızın etrafında çember oluşturmuş, konuşturabildikleri kadar bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı sanırım. ‘’Herkes buraya baksın! Yuvadan izin alındı. On dakikaya çıkıyoruz!’’
‘’Tam olarak gideceğimiz yön belli mi komutanım!’’ dedi Kaya yanıma yaklaşarak.
‘’Kız yolu bildiğini söylüyor! O götürecek bizi. Her birimiz yine de çok dikkatli olacağız. Bunların neyi ne zaman yapacağı belli olmaz.’’
‘’ Komutanım! Çocukla beraber arazide intikal etmek sorun olmayacak mı? Ya pusuya düşersek!’’ Bu soruyu sorması gereken en son kişi bile olarak görmüyordum Gencal’ı ama şaşırmıştım doğrusu.
‘’ O çocuğun gösterdiği yön sayesinde diğer sivilleri kurtarabiliriz. Ayrıca onu da ailesine teslim etmemiz lazım. Bu yüzden daha fazla dikkat etmemiz lazım!’’
Birkaç adım uzağımdaki kızın yanına yaklaşıp, hemen önünde dizlerimin üzerine çöktüm. Tahmin ettiğim kadarı ile yedi yada sekiz yaşlarında falandı.
‘’Hazır mısın Dicle! Bizleri o kötü adamların olduğu yere götürebilecek misin?’’
Boş boş etrafına baktı. ‘’ Götürürüm ama korkuyorum. Ya yine yakalanırsam?’’
‘’ Korkma! Bu sefer yanında biz de olacağız tamam mı?’’ Sadece kafasını salladı.
Ayağa kalkıp time seslendim. ‘’ Hadi gençler yol bizi bekler!’’
Kız, ortamızda kalacak şekilde ilerlemeye başladık. O tarif ediyor, biz ilerliyorduk. Söylediği kadar vardı. Anlattığı her şey doğruydu şimdilik. Hemen hemen bir saattir yoldaydık, bir defa kız yorulunca dinlenmek zorunda kalmıştık. Kız ara sıra arkasını dönüp bakıyordu.
‘’ Herhangi bir temas halinde emir gelmeden hareket etmeyeceğiz haberiniz olsun. ‘’
Saat öğleden sonra iki buçuk civarıydı ve biz hala yoldaydık. Birkaç engele takılsak ta şuana kadar sorunsuz bir ilerleyiş sağlamıştık. Yuvayla bir kez daha iletişime geçmiş ve yüzbaşıyla telsiz konuşması sağlamıştım. Her bir adımımızı bilmek istediği için telsizin başından ayrılmayacağını söylemişti en son. Arada kızın arkaya takılıp kalan bakışları ve anlamsız gülümsemesi dikkatimden kaçmamıştı. O yüzden daha da dikkatli ilerlemeye çalışıyordum. Dicle bir ara önden gitmek istediğini, böyle ortada kalınca yerleri karıştırdığını söyledi. Buna da ‘ Eyvallah’ diyerek izin verdim ama gitmekte olduğumuz yeri görünce, kıza sezdirmeden kulaklıktan bizimkilere neredeyse fısıldayarak, ‘’gözünüz kızda olsun! Bu işte bir enayilik var!’’ dedim.
‘’Komutanım! Çok sessiz! Gereğinden fazla sessiz hatta!’’ dedi Taner.
‘’Farkındayım! Dikkat edin! Şu ilerideki kayalık biraz şüpheli gözüküyor!’’
‘’Komutanım! Kız yavaşladı!’’ dedi Gencal.
Kızın adımları bir anda durdu. Etrafına daha bir dikkatli bakmaya başladı. ‘’ Ne oldu Dicle? Burası mı sizi getirdikleri yer?’’
Hemen sağıma soluma bakmaya başladım. Karşıdan bakan farklı anlasa da, ben herhangi bir olası saldırıda gizlenecek yer arıyordum. Dikildiğimiz yerde kulaklığıma biraz daha yaklaşıp, ‘’ Herkes kendine gizlenebileceği bir yer ayarlasın. Bu normal değil. Dikkatli olun. Atilla sen çaktırmadan gizlen ve yuvayla irtibata geç durum bildir. Mümkünse yüzbaşıyı kulaklığıma aktar!’’ Dediklerimi çaktırmamak adına başıyla onayladı. Biz aramızdaki açıklığı kapatıp daha iç içe bir vaziyet aldığımızda son gördüğüm, Atilla’nın ufak adımlarla yanımızdan uzaklaşmasıydı.
Dicle koluma asıldı birden, ‘’ Abla bak orası! Bizi getirdikleri yer!’’
O söyleyene kadar atladığım en büyük ayrıntı şu an ayaklarımın altındaki cisimden çıkan sesti! Eğilip yerdeki su matarasını aldım. Kapağına dokunduğumda hala içinde bir miktar su olduğu fark ettim. Mataranın bulunduğu noktadan itibaren az ilerisinde, ıslaklığını koruyan ayak izleri dikkatimi çekti. Hemen ardından kulaklığımda çınlama benzeri bir ses oldu.
‘’Yüzbaşı! Beni duyuyor musunuz?’’
‘’Duyuyorum yüzbaşım!’’
‘’ Askeriniz bulunduğunuz durumu anlattı. Herhangi bir sıcak temasta atış serbest!’’
‘’Anlaşıldı yüzbaşım.’’
Henüz daha eğildiğim yerden kalkmamıştım ki, bir el silah sesi ortamdaki sessizliği bozdu. Sonrası onu takip eden bir sürü silah sesi birbirine karıştı bir anda.
‘’Sıcak temas! Herkes mevzilensin! Kız şimdilik bende! Sağa ve sola eşit şekilde dağılın! Yankı ve Lazer işin önemli kısmı sizde! Diğerleri gördüğünüzü indirin! Atış serbest!’’
Yanımda ki kızı korumaya çalışarak; ‘’ Yat Dicle yere! Ve sakın kalkma. Tamam mı?’’
Birbiri ardına duyulan silah sesleri ve nerden geldiğini anlayamadığım çığlıklar! Her yer birbirine girmiş durumdaydı. Yanımdaki kızı bırakıp hareket edemiyordum bu yüzden elim kolum bağlı ancak emir verebiliyordum. Kulağımın içinde yüzbaşının bağırışları yankılanıyordu.
‘’ Vurgun! Vurgun cevap ver! İyi misiniz? Durum bildir vurgun!‘’
Onu kulaklığıma aktarmalarını istememin sebebi, fikir alış verişiyken, bir anda gelişen olaylar bütün planımı alt üst etmişti. Benden cevap gelmeyeceğini en sonunda anlamış olacak ki, ‘’ Sana izin veren aklımı si… seveyim yüzbaşı!’’ diyerek sessizliğe çekildi.
Yanı başımda, elleriyle kulaklarını kapatmış kıza baktım. İlk gelen silah sesinden itibaren aynı şekilde, hiç kıpırdamadan duruyordu. ‘’ Çocuklar ne durumdasınız? ‘’ diye kulaklıktan timdekilere seslendim. Teker teker hepsinin sesini duymak istiyordum.
‘’Komutanım! Bende sekiz var!’’ dedi Taner.
‘’Bende beş komutanım! dedi Kaya.
‘’Allah ne verdiyse indiriyorum komutanım! Şerefsizler bit eniği gibi türüyor.’’ dedi Selçuk.
‘’Komutanım!’’ Bu sese artık kulaklarım aşina olduğundan hemen tanımıştım. ‘’Sıra bende sanırsam! Bakın sizle beraber tekrar sayıyorum.’’ Hem kurşunun silah yuvasına verilme sesini duyuyordum hem de Gencal’ın söylemlerini. ‘’ Bir heval, iki heval vee hoop üç heval!’’
‘’Atilla! Gökhan sizde durum ne?’’
‘’Benim ömrüm bu sevimsiz varlıklara kurşun yetiştirmekle geçiyor komutanım. Bundan güzel şey mi var? Ha, bu arada belki sesimden henüz tanımazsınız ben Gökhan.’’
‘’ Çok merak ettiysen söyleyeyim Gökhan. Sesinizden daha tanıyamasamda yaptığınız zırtapozluklardan tanıyorum!’’
‘’Cevap yetti mi sana Gökhan!’’ dedi Atilla.
Silahımın dürbününden gördüğüm kadarıyla temizlenmiş sayılırdı.
‘’Kalan var mı? Taner etrafı iyice kontrol et….!’’ Daha lafımı tamamlayamamıştım ki, Dicle’nin yanımda kıpırdanışını sonrada koşarak hepimizi geride bıraktığını gördüm. Bulunduğum yerden bir adım bile atamamıştım ki, hızlıca koşan Dicle’nin ardında acı bir silah sesi doldurdu kulaklarımızı.
‘’Allah kahretsin! Dicle vuruldu! Yankı! Bul bunu yapanı! Nişancı var kesin. Bulun hemen onu lan!’’ Olduğum yerde avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama sanki sesimi kimseye duyuramıyormuş gibi hissediyordum. ‘’Küçüktü lan o! Küçücüktü şerefsizler! Ne istediniz lan ondan aptal herifler, şeref noksanı puştlar!’’
‘’Komutanım! buldum!’’ dedi Yankı. ‘’ Söylediğiniz gibi iyi gizlenmiş it!’’ Ve bir silah sesi. ‘’ Komutanım! Artık yok kendileri!’’
Olan olmuştu ama kabullenemiyordum. Küçük bir kızı koruyamamış olmak çok ağır gelmişti.
Silah sesleri kesilmiş durumdaydı. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibiydi etraf. Tek fark yerde yatan cansız bedenler ve hala daha yaşayıp yaşamadığını tam olarak bilemediğim Dicle! Yapılması gereken son birkaç şey kalmıştı.
‘’ Taner, Selçuk ve Gencal! Sizler temkinli bir vaziyette ilerideki mağaraya doğru ilerleyin. Her yerin temiz olduğundan emin olun. Diğerleri! Sizler benimlesiniz. Birlikte diğer taraftan gidiyoruz!’’
Güvenli bir şekilde mağaranın önünde buluştuğumuzda, etrafın temizliğinden emin olmuştuk. İçim buruk ve kendimi sorgular vaziyetteydi. Mağaranın önünde buluşmadan evvel, yerde yatanları kontrol ederken, sıra Dicle’ye geldiğinde maalesef ki içim bir kere daha param parça oldu. Onu kaybetmiş olmanın verdiği acının yanında, birde ailesine nasıl söyleyeceğiz endişesini yaşıyordum. Yanına gittiğimde Küçücük elleri yüzünde kapalı durumdaydı ve sol gözünden akan yaş yanağından aşağı süzülmüş, orada izini bırakmıştı son defa.
Elimdeki feneri yakıp, arkamdakilere beni takip etmelerini söyleyerek ilerledim. Mağaradan içeri ilk adım atmamızla, baskın pis bir koku sardı etrafımızı. Sağa sola tuttuğum fener sayesinde, geride bıraktıkları her türlü pisliklerini görüyorduk. Hepimizden homurtuya benzer sesler yükseliyordu.
‘’Komutanım! Şu an saygısızlık yapıyorum belki ama köpeği bile buraya bağlasan durmaz! Bunlar nasıl yaşamış burada.’’ Diye söylenen Gencal’a hak vermemek imkansızdı.
Biz ilerliyorduk ama bu mağara bitmiyordu. Bu kadar derinlemesine inen mağara görmüşlüğüm nadirdi. Az ilerimizde bir şeyin sürtünme sesini duydum. Hareketlerimiz eş zamanlı hızlandı. Görüş açımız netleştiğinde ağızları pis birer paçavra ile bağlı insanları gördüm. ‘’Buraya bakın! Yardım edin de çıkaralım insanları buradan!’’ İyice yanlarına yaklaştığımda ağızları yetmezmiş gibi elleri ve ayaklarının da cırt kelepçeyle bağlı olduğunu fark ettim. İşin dikkat çeken yanı mağaranın içerisindeki silah ve mühimmatların fazlalığıydı.
‘’Ulan şerefsizler! Bundan daha bizde bile yok lan!’’ diye söylenen Gencal’ı time katıldığımdan beri belki de ilk defa haklı buldum. Görüntüleri yada yaşadıkları yer ne kadar kötüyse, kullandıkları ekipman bir o kadar kaliteli ve son modeldi!
Mağaranın içindeki herkesi tek tek dışarı çıkardığımızda, kötü haberi soracak olan kişiyi arıyordu gözlerim. Her kurtulan kendi çocuğunu, karısını yada kocasını bulunca sıkıca sarılıyordu. Şuana kadar tek bir kişi bile küçük Dicle’yi sormamıştı.
‘’Komutanım! İçeride kimse kalmadı. Herkes tamam!
Çok boktan bir durum vardı şuan ortada! Selçuk, içeride artık kimsenin olmadığını söylemişti söylemesine ama kafamda birbirinden bağımsız iki soru vardı. Birincisi, biz kurtaramadan Dicle’nin ailesi de tıpkı onun gibi ölmüş müydü? İkinci ise, acaba farklı yerlere götürülen köy halkı mı vardı?
‘’Bu köyün muhtarı aranızda mı?’’
En muhatap alınabilecek kişi köyün muhtarından başkası değildi. Bazı soruları ona sorarak cevaplayacaktık artık.
Elli, elli beş yaşlarında hafif kilolu saçları kırlaşmış bir adam bana doğru yaklaşarak; ‘’ Köyün muhtarı benim komutan hanım!’’ dedi.
‘’Adın ne muhtar!’’
‘’Adım Ahmet tir, komutan hanım!’’
Burada tutuldukları zaman epey bir hırpalandıkları belliydi. Kimisinin yüzü gözü kan içindeyken. Bu adamında üstü başı yırtılmış, sanki bir arbede yaşamış gibiydi.
‘’Muhtar! Birkaç sorum olacak. Konuşabilecek durumda mısın?’’
‘’Tabi ki sorun! Vatanımız için ne lazımsa sonuna kadar yaparız. Yeter ki kurtarın bizi şerefsizlerden!’’
Ne, ne kadar düzene girerdi bilinmez ama onu anladığıma dair başımı salladım.
‘’Yaşadığınız yer, anladığım kadarıyla çok geniş bir nüfusa sahip değil. Fakat yine de sormak zorundayım kaç kişi yaşıyor köyde?’’
Muhtarın gözünden bir buğulanma geçti. ‘’ Bizim yaşadığımız yer önceden epey nüfuslu bir köydü Komutan kızım! Bu yaşadığımız olay, ilk mi sanırsın sen yoksa! Değil! Ne ilk, ne de sondu!’’ diyerek iç çekti. ‘’ Köyde yaşayanların çoğu ya köyü yada dünyayı terk edip gitti. Kala kala ahanda bu kadar biz kaldık. Senin anlayacağın aha bu gördüklerin kadarız. Toplamda yirmi kişiyiz!’’
Bu işte kesinlikle bir gariplik vardı. O ara Atilla uzaktan seslenip, telsizi gösterdi. Sanırım karargahla bağlantı kurulmuştu. Bu da ayrı bir olay, ayrı bir hesap verme zamanı demekti.
‘’Siz!’’ dedim muhtara hitaben ‘’ Burada biraz bekleyin, ben karargahla görüşüp geliyorum.’’
Hızlı adımlarla alacağım cezanın ön fragmanını duymaya gidiyordum. Atilla’nın yanına yaklaşınca, ufak bir göz kırpış ile ‘’ Durum ne?’’ dedim.
‘’Komutanım, yüzbaşı fena kızmış! Köpürüyor!’’
Telsizden buraya sızıp gelemeyeceğine göre, karargaha dönene kadar bekleyecekti. Her şeyde olduğu gibi bunda da bir ilki yaşayacak olmanın gururunu yaşıyordum. Daha önce hiç yüz yüze gelmediğim biri tarafından tutanak yememiştim…
Derin nefes alarak, telsizin tuşuna bastım.
‘’Vurgun dinlemede yuva!’’
‘’Ooo yüzbaşı! Siz konuşmalara cevap verir miydiniz?’’
‘’Buyurun yüzbaşım!’’
‘’Bunun hesabı karargahta sorulacak bilginiz olsun. Şimdi durum bildirin!’’
Mantığın noksan olduğu tarafım ‘tutanağı tutan sen olacaksan seve seve’ derken. Diğer tarafım, işin sonunda albay ve abin var diyordu. Küçük bir yutkunma geçmedi boğazımdan desem yalan olur. Söz konusu abinizse ‘Yusuf ah Yusuf ‘ diyebiliyordunuz çoğu zaman. İçimden geçenleri susturup;
‘’Emredersiniz yüzbaşım!’’ Aramızdaki sene farkından dolayı o benden daha üst sayılıyordu. Doğal olarak emir, demiri kesiyordu.
‘’ Etrafın güvenliği sağlandı. Rehineler kurtarıldı. Köyün muhtarıyla görüşülüp geri dönüş sağlanacak. Düşman unsurlarında sağ ele geçirilen yok! Köylülerden bazı yaşlılar zor durumda ve!’’ dedim yutkunarak. Söylemek o kadar zor geliyordu ki, ‘’ Yanımızda getirdiğimiz küçük kız, o hainler tarafından vuruldu. Kurtaramadık… O yüzden bir sağlık ekibi şart. Ayrıca olay yeri inceleme ve istihbarattan da gelmeleri gerek. Rehinelerin tutulduğu mağaranın içerisinde , farklı araç gereç ve malzemeler bulundu. Köy halkı evlerinin olduğu bölgeye güvenli bir şeklide götürülüp orada olmaları beklenen ekiplere teslim edilecek!’’
‘’ Anlaşıldı vurgun! İstekleriniz gerekli birimlere iletilip harekete geçilecek! Dönüş için size araç temini de sağlanacak!’’
‘’Anlaşıldı yuva! Biz köy halkıyla beraber evlerine doğru yola çıkıyoruz!
Telsizi Atilla’ ya tekrar uzattıktan sonra; ‘’ Muhtarla konuşmam bitsin, evlerine kadar eşlik edeceğiz ona göre bilgi geç herkese!’’
Ne soru sormasını bekledim, ne de anlayıp anlamadığını umursadım. Arkamı dönüp az önce geride bıraktığım muhtarın yanına ilerledim.
‘’Muhtar amca!’’
Hemen konuşmakta olduğu kişinin yanından ayrılıp, ‘’ Buyur komutan kızım!’’ dedi.
‘’Göz gezdirdin mi herkese, tam mı sayı? Herkesin çoluğu çocuğu yanında yani!’’
‘’ Bende tam sen çağırmadan onu konuşuyordum diğerleriyle. Allah sizden razı olsun Komutan kızım. Sayenizde eksik yok!’’
Kafamın içerisinde dönen sorular giderek artıyordu. Herkes tam ve buradaysa, Dicle kimdi? Bir saattir annesine, babasına bu haberi nasıl veririm diye düşündüğüm Dicle’yi niye kimse aramıyor, sormuyordu?
Avuç içlerimi şakaklarıma bastırıp, bir tur etrafımda döndüm. Susmuyordu kafamın içerisindekiler! Düşünmekten başım çatlayacak derecede ağrımaya başlamıştı artık. Bu aralar çok sık olduğu gibi yine Taner’le göz göze geldik! Sanki bir tek o anlıyordu içimden geçirdiğim düşüncelerimi. Konuştuğu adamın omzunu iki kere ‘pat patlayıp’ yanıma geldi.
‘’Komutanım! Sanırım başınız ağrıyor ilaç vardı yanımda ister misiniz?’’
Konuşacak gücü bile bulamıyordum şuan kendimde. ‘Hayır’ anlamında başımı salladım sadece.
‘’Bir şey sormak istiyorum? Maruz görün lütfen! Konu, ölen o küçük kızla alakalı değil mi?’’
Düşündüm kısacık bir süre. Taner’in gözlerinin içerisine baka baka hem de. Nasıl olsa ortaya çıkacaktı bir boklar döndüğü. Kabullenircesine ufak ufak başımı salladım.
‘’Kızın ailesi bu köylüler arasında yok Taner! Muhtarla da konuştum, hiç kimse kayıp bir kızdan bahsetmiyor. Aksine muhtar, en küçüğünden, en büyüğüne herkesin burada olduğunu söylüyor. Çok karmaşık bir durum ve evet! Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor!’’
‘’Komutanım, akıl vermek gibi olmasın ama kızın adını vererek, olmadı en son çare yüzünü göstererek sormayı deneseniz, bir çözüm olur mu acaba?’’
Bunu yapmak benimde aklıma gelmişti ancak ilk önceliğim, eksik kişi sorgulamak olmuştu.
‘’ Birde o şekilde deneyeceğiz Taner! Yapacak bir şey yok! Gel benimle!’’
Köy halkının hepsi bir bölüme toplanmış durumdaydı. Taner harici diğerleri ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Yanlarına yaklaştığımı gören herkes bir bir susmaya başladı. Tek konuşan muhtar oldu.
‘’Komutan kızım, ne zaman gideceğiz köyümüze? Biran önce varıp eksiklerimizi gidersek diyoruz.’’
Günlerdir canı yanan onlar değilmiş gibi yine de bir an evvel evlerine gitmeyi düşünüyorlardı.
‘’Birazdan muhtar amca! Fakat ondan önce çözmemiz gereken bir konu var. Tabi sizlerin yardımıyla!’’
‘’Tabi kızım! Söyle! Elimizden bir şey gelecekse hemen yaparız!’’ Arkada kalan çoğu kişi, bitkin olmalarına rağmen muhtarın dediklerini ufak mırıltılar şeklinde onayladılar.
‘’Küçük!’’ dedim. Derin bir nefes alıp devam ettim konuşmaya; ‘’ henüz yedi sekiz yaşlarında! Koyu kahve saçlı! Zayıf ! Saçları enseden sıkıca çorap lastiği tarzında bir şeyle toplanmış bir kız çocuğu gördünüz mü, yada tanıyanınız var mı?’’
Tarif ettiğim her detay bir yutkunuş, bir can acısıydı. Her ne kadar belirsiz bir durumla karşı karşıya olmuş olsam da, en nihayetinde çaresiz küçük bir kız çocuğuydu o.
Bir anda herkesten farklı mırıltılar yükselmeye başladı. Muhtarda dahil hiç biri tarif ettiğim tarz da bir çocuk görmediklerini söylediler. Ta ki kalabalığın sonlarında duran bir kadına kadar…
‘’ Ben gördüm! Tamda anlattığın gibi bir kızdı!’’
Adımlarım benden bağımsız koşarcasına gitti, yerde oturmakta olan kadının yanına. ‘’ Anlat teyze! Ne gördün? Nerede gördün o kızı?’’
‘’Yaklaş hele yamacıma!’’ dedi. ‘’Yaklaş! Yaklaş komutan kızım. Özel bir şey diyecem sana.’’
Tam dizlerimin üzerine çöküp o kadının dediklerini dinleyecektim ki, omzumda sıkıca tutulmuş uyarı niteliğinde bir el hissettim! Başımı çevirdiğimde bu elin Taner’e ait olduğunu gördüm. Sessiz bir uyarıştı onunki şuanda. Sorun yok dercesine göz kırpıp, dizlerimin üzerine çöktüm.
‘’ Anlat teyze! Dinliyorum!’’
Yanında diz çökmüş olmasam duyamayacağım bir şekilde, ‘’ Benim yüz numara ya gitmem gerekiyordu. Ne kadar söylesem de kimse umursamadı. Altıma neredeyse yapacakken, içeri başka biri girdi. Birde ona söyleyeyim dedim. Neyse ki o diğerlerine göre daha insaflı çıktı da, beni o pis delikten çıkarıp az ötedeki ağaçlığa götürdü. Tam işimi hallettiydim ki, birkaç ağaç ötemde tam senin anlattığın gibi bir kız çocuğu vardı. Yanındaki o hain adamlardan biriyle konuşup, gülüyordu. Aralarında ne konuşuyorlardı bilmem ama bir ara BABA! Diye seslendiği geldi kulaklarıma!’’
Aklımda, o kadar konuşmadan geriye kalan tek kelime. ‘BABA!’
Ne beynim ne kalbim kabullenmiyordu. O kısacık sürede de olsa içime işleyen kızın onlardan olmasını. Olamaz! Diye bağırıyordu kafamın içindeki Gece! ‘Teyze yaşlı, yanlış görmüştür’ diyordu. Daha fazla duramadım çöktüğüm yerde. Tek bir şekilde inanırdım teyzenin söylediklerinin doğru olduğuna. Tam o an; ‘’ Komutan kızım! Bir de şey var! Adam kızı çağırırken, ‘ Dicle!’ diyordu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |