
Hayatım boyunca, ön yargılı bir kişi asla olmadım. Çevremdekileri bir şekilde dinleyip, anlayarak ilerlemeyi tercih ettim. Bu belki de kadın olmamdan kaynaklı bir durumdu. Zaman geçtikçe de bu huyum ve ben bir bütün olduk. İlk tanışmalar, yeni girilen ortamlarda kolay kolay mesleğimi söyleyen biri olmadığım için, mesleki deformasyonun da katkısıyla ciddi ve asık bir suratla karşılaştıklarında, hemen farklı yönler çekmeye çalışırlardı. Kendini beğenmiş, ukala biri…
Genelde karşıma çıkanların hiçbiri de anlamaya yada gözlemlemeye çalışmadı. Hep ne gördülerse onunla yargıladılar ve bende hiç sesimi çıkarmadım. Nasıl istiyorlarsa öyle görebilirlerdi.
Buraya gelirken de, benzer durumlarla karşılaşacağımı hatta belki daha da fazlası olabileceğini kabullenerek geldim. Sonuçta burası erkek egemen bir ortamdı ve ben en önemlisi o yüce mevki ye ulaşmış silah arkadaşımın yerine gelmiş kadın bir komutandım.
Tahmin etmek zor değildi, az çok anlayabiliyordum, neler düşünecekler, nasıl davranışlar sergileyecekler ama burası bir oyun parkı değildi ve bizlerde top havuzunda oynayan çocuklar değildik. İlk önce bunu kabulleneceklerdi.
Birkaç saniye önce yanımdan ayrılan askerin peşinden albayın odasını bulmak için ilerliyordum. İçeride dolananın bir kadın olduğunu gören çoğu asker, kim olduğumu anlamak istercesine bakıyordu. Tabi aralarında bazı fırlamalarda yok değildi. Ancak diyorum ya, alışmıştım bu duruma da, nasıl olsa çok yakın bir zamanda pişman olacaklardı..
Bulunduğum yerden merdivenleri tırmanarak bir üst kata çıktığımda, çoğu rütbelinin odasının bu katta olduğunu duvarda asılı isimliklerden fark ettim. Koridor boyu düz ilerlediğimde, albayın olduğu odayı gördüm. Kapıdaki postası olduğunu düşündüğüm askerin bakışları beni buldu.
‘’ Buyurun, yardımcı olabileceğim bir konu var mı?’’
‘’Albay, odasın da mı?’’
‘’ Bu sizi neden ilgilendiriyor orasını anlamadım!’’
‘’ Şu kısımdan dolayı ilgilendiriyor. Eğer odasındaysa, Yüzbaşı Gece soykan geldi ve sizinle görüşmek istiyor der misin asker!’’ diyerek, hala elimde tuttuğum askeri kimliğimi gösterdim.
Karşımdaki asker bir bana bir kimliğe baktıktan sonra, tekmil verdi.
‘’ Erdem Ay. İzmir. Emredersiniz komutanım.’’
‘’Rahat asker! Ve dediğimi bir an önce yaparsan sevinirim.’’
Asker, küçük bir baş hareketi yaparak albayın kapısını çalıp, ‘gel’ komutundan sonra içeri girdi. Bir dakika henüz dolmadan dışarı çıkıp, ‘’ albay, sizi bekliyor yüzbaşım.’’ dedi.
Teşekkür amaçlı başımı bir kere sallayıp albayın bulunduğu odanın kapısını çaldım. Beklediğim gel komutundan sonra içeriye girdim.
‘’Yüzbaşı Gece Soykan. İstanbul.’’
Masasında oturan orta yaşlarda biriydi albay. Önünde bulunan kağıtlardan kafasını kaldırdığında dikkatimi çeken ilk olarak kırlaşmış saçları ve oldukça yorgun bakan gözleriydi. Yine de beni görünce sert ifadesinin yanı sıra ufak bir memnuniyet tebessümü oluştu dudaklarında. Yavaş hareketlerle bulunduğu sandalyeden kalkıp, ‘’Hoş geldin yüzbaşı’’ dedi. Yanıma yaklaşıp elimi sıkmak üzere uzandı. Böyle bir şey ilk defa başıma geliyordu. O yüzden biraz garipsemiş durumdaydım. Her ne kadar şuan sivil olsam da, sonuçta bir askerdim. Albay arkasını dönüp, az önce kalkmış olduğu sandalyesine tekrar oturdu.
‘’Yüzbaşı, otur da biraz konuşalım’’ dedi.
Albayın masasının hemen ön tarafında ki koltuklardan birine oturdum ama üzerimdeki şaşkınlığı hala daha atabilmiş değildim. Bu tarz bir karşılama daha önce görevlendirildiğim hiçbir yerde yaşamamıştım.
‘’Öncelikle’’ dedi. ‘’Şaşkınlığını anlayabiliyorum. Bu tarz bir yaklaşım beklemiyordun değil mi?’’
Sanırım tam o sıralar dilimi yutmuştum çünkü hiçbir kelime çıkmıyordu ağzımdan. Sadece başımla onayladım oturduğum yerde albayı.
‘’ Şaşırma Gece! Şaşırma! Gördüğün üzere ‘’ derken ilk önce kendini sonra da odasını gösterdi eliyle. Bende sanki bu anı beklermiş gibi gösterdiği her noktaya değdirdim tek tek bakışlarımı.
‘’Uzun yıllar oldu, çok uzun yıllar. Mesleğimi aşkla yapmaya başlayalı. Gözlerinden tanırım insanları ve ilk göz temasına çok önem veririm. Timin başına gelecek olan yüzbaşının sen olduğun bilgisi gelince araştırdım biraz. Tesadüf o ki, eskiden görev yaptığın yerdeki albay çok yakın dostum. Çok güzel şeyler duydum hakkında ve bu benim göğsümü kabarttı. Bu odanın içerisindeyken, görevlendirme harici zamanlarda hepiniz benim evlatlarımsınız. O yüzden üstünüz gibi davranmam, bir sıkıntınız, sorununuz oldu mu ilk ben duymak isterim. Zor bir yere! Zor bir time geldin kızım! Hepimizin acısı daha çok taze. Bizler zorda olsa üstünü örtmüş gibi yapabiliyoruz ama timdekiler aynı fikirde değil maalesef... Bülent!’’ dedi. Pencerenin yanındaki duvarda asılı fotoğrafı göstererek. Gözlerim fotoğraf çerçevesinde dinliyordum artık albayın dediklerini. ‘’ Senden iyi olmasın ama gerçekten hem ben, hem arkadaşları hem de timindekiler çok sever sayardı kendisini. Hepimiz biliyoruz ki, o şuan çok güzel bir yerde. Demem o ki kızım! Sabırlı olman gerekecek, hem de gereğinden fazla. Sözü daha fazla uzatmayayım, daha çok konuşacak zamanımız olacak nasıl olsa. Bu arada unutmadan, sizden başka bir tim daha var. Doğan timi! Onlar şuan görevde olduğu için, döndüklerinde tanışırsın. Şimdi seni vurgun timi! Yani senin timle tanıştıralım.’’
‘’Tamam komutanım!’’
Albayı onaylamamdan sonra, ‘’Asker’’ diye seslendi, kapının önünde bulunan postasına. Birkaç saniye geçmeden kapı tıklatıldı ve açıldı. Az önce kapıda bıraktığım asker içeri girdi.
‘’Erdem Ay. İzmir. Emredin komutanım’’
‘’Erdem! Vurgun timini bul, tam tekmil hepsi beş dakika sonra toplantı odasında olsun’’ dedi.
Asker, ‘’ Emredersiniz komutanım’’ dedi ve küçük bir baş hareketi yaparak gerisin geri çıktı odadan.
Geçen beş dakika içerisinde, albay bana biraz daha timimdekilerden bahsetti. Birkaçının ele avuca gelmez bir kişiliği olduğunu ama hepsinin mert birer deli kanlı olduğunu söyledi. Ancak ‘’ Sabırlı ol’’ diye eklemeyi de yine unutmadı.
Albayla beraber toplantı odası olduğunu düşündüğüm bir kapının önünde durduk. ‘’Hazır mısın yüzbaşı, yeni timinle tanışmaya’’ dedi. İşte her şey tam da o noktadan sonra başladı. Bende Geceysem, hepsini yola getirmesini bilirdim.
Önde albay arkada ben, hızla girdiğimiz odada sert ifademi takınmış durumdaydım. Albayın girdiğini gören timdekiler hızla ayağa kalktı. ‘’Rahat olun, oturun çocuklar’’ dedi albay. Ayakta dikilirken bir yandan da toplantı masasında oturanlarda gözümü gezdiriyordum. Tam o an, hiç düşünmediğim bir şey oldu. Masanın uç tarafında oturan biri ile göz göze geldik. Şaşkın bir şekilde benim orada ne işim olduğunu sorguluyordu sanırım. Sonra birden nerede ve kimin yanında olduğunu unuttu.
‘’Aaa! Gecem! Senin ne işin var burada’’ dedi.
Albay kafasını çevirip önce bana, ardından ismini şuan hatırlayamadığım askere baktı. ‘’ Bir şey mi dedin asker!’’ diye sordu. Sonra bana dönüp, ‘’tanışıyor musunuz yüzbaşı’’ dedi. Hayır anlamında başımı sallayınca, tekrar askere doğru çevirdi bakışlarını. Albayın ağzından çıkan hitapla, masada oturan herkeste garip bir surat ifadesi oluştu. Kimisi gülmek isteyip gülemiyor. Kimisi şaşkınlıkla bakıyor ama bir tepki veremiyordu. Ancak en çok o askerde kaldı bakışlarım, en çok o yıkıldı niyeyse bu habere. An be an surat ifadesi değişti. O az önceki halinin yerini kızgın ve kindar bir ifade aldı. Anlaşılan beni uğraştıracak olanlardan Biri buydu.
Albayın konuşmaya başlaması ortamdaki sessizliği böldü.
‘’Tanıştırayım çocuklar! Yeni tim komutanınız, Yüzbaşı Gece Soykan’’ dedi. ‘’ Bundan sonrası artık sizde, oturun konuşun, anlaşın! Yüzbaşım! Ben gidiyorum! Yeni görev yerin ve yeni timin hayırlı olsun, Allah utandırmasın’’ dedi ve çıkıp gitti bulunduğumuz odadan.
Hala daha ayakta izliyordum hepsini. Konuya girmem gerektiğini biliyor ama bir türlü toparlayamıyordum. Bu kadar süredir askerlik hayatımda her şeyin ilki sanki burada olmak zorundaymış gibiydi. Boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım.
‘’ Ben Yüzbaşı Gece Soykan. Aslen İstanbulluyum. Gerisi zaten teferruat ve o da zamanla öğrenilir bir şekilde. Asıl mesele şu ki, hepimiz aynı hedef için buradayız. Vatanımızı, bayrağımızı korumak yegane amacımız. Bu doğrultuda görevimizi en iyi şekilde yapacağınızdan eminim. Her şeyin başı güven! İlk önce birbirimize güvenip, saygı göstermesini bileceğiz.’’ Masadaki herkes bir şekilde dediklerimi dinliyordu ama içlerinden özellikle bir tanesinin pek işine gelmediği belliydi. Masanın üzerine koyduğu eliyle oradaki bir şeyi kazıyormuşçasına uğraşıp duruyordu. Sivil olduğum ve bu ilk karşılaşma olduğu için üstünde çok durmamaya çalıştım ve devam ettim konuşmaya.
‘’ Sizleri anlıyorum! Zor bir süreç bu yaşadığınız ama kabullenip önünüze bakmaktan başka seçeneğiniz… seçeneğimiz yok! Ön yargılarınız var, bununda farkındayım! Bunun doğal olduğunu düşünmeye çalışıyorum şuan için! Bir tek şeyden emin olabilirsiniz ki, görev sırasında kim olduğunuz, cinsiyetiniz yada geçmişiniz önemli değildir, önemli olan bir araya geldiğimizde birbirimize olan güvenimizdir! Bu masada bulunan herkes, bu ekibin vazgeçilmez birer parçası. Sizlere gözüm kapalı güveniyorum. Şimdi… Yarın sabah, ilk içtima ile başlayalım.’’
Odanın içerisinde çıt çıkmıyordu. Kimi başını eğmiş düşünüyor gibiyken, içlerinden birkaçı da yüzüme bakıyordu. Şuan için değildi belki ama yakın bir gelecekte inanıyordum ki onlar beni, ben onları çok iyi tanıyacaktık.
Dikildiğim yerden en yakınımda oturan askerin sol göğsüne baktım. ‘’ Akın!’’ dedim. Şaşırmış olacak ki bir iki saniye etrafına baktı, kendisine seslendiğimi anlayınca hızlı bir şekilde ayağa kalktı.
‘’Selçuk Akın. Emredin komutanım.’’
‘’ Bana odamın neresi olduğunu gösterebilir misin?’’
‘’Emredersiniz komutanım. Önden buyurun’’ derken bir eliyle yolu gösteriyordu.
Koridor boyu ilerlerken, yanımda ki Selçuk’ un yavaşladığını hissettim. Ona ayak uydurmaya karar verdim. Belli ki bir şey söylemek istiyordu. ‘’Akın! Daha ne kadar kendini sıkacaksın? Söyle ne söylemek istiyorsan! Sende kurtul bende!’’
‘’Komutanım. Ben… Nasıl desem… Timin tepkileri özellikle size değil. Onlar her şeyin bu kadar çabuk unutulmasına. Yoksa, sizi tanımayız etmeyiz biliyorsunuz. Sadece biraz zamana ihtiyacımız var!’’
‘’Selçuk!’’ dedim. Daha bir anlaşılır olmak için, ‘’ Sizi çok iyi anlıyorum. Bu askeriyenin içerisinde ne kadar ast üst ilişkisi içerisinde olacaksak da, dışarıda birbirimizin abisi, kardeşi gibi olacağız. En azından ben bu şekilde olsun istiyorum ve sende bilirsin ki, kardeşler her zaman birbirinin arkasında dururlar. Anlaşıldı mı?’’
Şaşırmıştı Selçuk. Bunu yüz ifadesinden anlayabiliyordum. Artık ne bekliyorlardı bilmiyorum ama ciddi anlamda benden bu tarz bir konuşma beklemediği açıktı.
Birkaç adım daha attıktan sonra sağda olan kapıyı açarak içeriyi gösterdi. ‘’ Buyurun komutanım. Burası Bülent komutanımızın eski odasıydı. Şimdiyse sizin odanız!’’
Selçuk’la birbirimize baktık. O, son söylediklerini düşünürken bende Bülent komutanın eski odası olduğu kısmını düşünüyordum. Anılar ve yaşanmışlıklarla dolu bir yer.
‘’Komutanım… O şekilde söylemek istemedim. Kusura bakmayın!’’
Yanına biraz daha yaklaştım, ‘’Tamam! Sakin ol! Sorun değil! Şimdi gidebilirsin sen, bende yerleşeyim.’’ Son kez asker selamı verdi ve gitti.
**
Eski birçok anıya sahip yeni odam. Kim bilir nasıl anılara, duygulara şahit olmuştu. Duygularımla günümü idare etmeyi bırakalı bir hayli zaman olmuştu. Ancak bazı anlar oluyordu ki, insan yine mağlup oluyordu o duygulara.
Odanın kapısını kapatıp yavaş adımlarla ilerledim. Her bir metre karesini inceliyordum. Camın önünde ahşap bir masa, onun yan tarafında dosyaları koymak için bir dolap, kapı açılınca arkasına denk gelecek şekilde uzun ince bir dolap daha vardı. Adımlarım o dolabın önüne götürdü beni. İlk önce üst kısımda kalan bölmeyi açtım. Dolabı açarken çıkan ses, bana nerede olduğumu kanıtlar nitelikte gıcırdama ile açıldı. İçerisinin şu an için boş olması, fazla olan eşyalarımı buraya koyabileceğim fikrini aklıma not etmemi sağladı. Orayı kapattıktan sonra alt kısımda kalan çekmece gibi bir yer gözüme ilişti. Aslında varla yok arası bir durumdaydı. Dikkatli bir şekilde yanına yaklaşmadıkça pek belli olmuyordu. Herhangi bir anahtar yuvası yada tutacağı yoktu ama bir çekmece olduğu belliydi. Birkaç kere denemiş olsam da bir türlü çekmeceyi kendime doğru çekemedim. İnadım tam o noktada devreye girdi ve kendimi bir anda masama doğru giderken buldum. Tam olarak ne aradığımı bilmesem de, bir şey arıyordum işte! Bu çekmece vari şeyi bana açabilecek herhangi bir şey! Masanın üstündeki, çekmecelerdeki her şeyi tek tek inceledim ama aradığım bu tarz bir şey değildi. Biraz sivri ve sert bir maddeden yapılmış olmalıydı ki en azından işimi görsün. Gözüme o an kalemlikte ki zarf açacağı takıldı. Sivriliği ve keskinliği işimi görürdü ama sertliğinden emin değildim.
Kendimi şuan hırsızla, dedektif arasında bir yerde gibi hissediyordum! Neydi bu çabam. Kendime ve hareketlerime anlam veremesem de, sanki her şey benden bağımsız bir şekilde ilerliyordu. Dolabın önüne geldiğimde, elimdeki zarf açacağını dikkatli bir şekilde var olan aralıktan içeri ittirdim. Tek umudum, bu çekmece vari şey eğer açılıyorsa elimdeki aleti kırmadan bunu başarabilmekti. Neredeyse açacağın ortalarına kadar ilerlemiş durumdayken, bir anda baskı uygulayarak kendime doğru çektim. Birkaç sefer denememe rağmen, ufak bir oynama olsa da, açılmadı. Şu an resmen ensemden ter aktığını hissedebiliyordum. Ellerimi bulunduğu yerden çekip, birkaç defa aç kapa yaparak yumruk oluşturdum. Bu bir nevi benim için güç toplama hareketi gibi bir şeydi. Zarf açacağının dışarıda kalan kısmını tekrar kavradığımda, artık bunun son olduğunu aklıma kazıdım. Son kez ve güçlü bir şekilde boşta kalan elimle dolaba yandan baskı yaparak çektim! Birden odayı ‘’tak’’ diye oldukça güçlü bir ses doldurdu. Tam da düşündüğüm gibi bir çekmece açık bir şekilde karşımdaydı. Uyguladığım güçten dolayı, bir iki adım arkaya gittiğimden, içerisinde herhangi bir şey olup olmadığını göremiyordum.
İstem dışı ellerimi açarak baktım. Baya bir kendimi sıkmış olmalıyım ki avuçlarımın içi kızarmıştı. Nasıl olsa geçeceğini bildiğimden çok takılmadan eski yerimi aldım. Çekmecede dörde katlanmış bir kağıt vardı. Mektup olsa zarfa koyulur diye düşündüğümden, çok düşünmeden kağıda uzanıp açtım.
Birkaç saniye kağıt ve içindekilerle bakıştım. Bildiğim ve emin olduğum tek şey kesinlikle böyle bir şey beklemediğimdi.
Merhaba!
Kimsin yada nasıl birisin şuan hiçbir fikrim yok. Tamamen, bilinçsiz bir şekilde yazıyorum ve açıkçası biraz acelem var. Birazdan uzun soluklu olduğunu bildiğim bir göreve gidiyoruz. Döner miyim! Dönmez miyim! Her gidişimizde olduğu gibi, bunu da bilmiyorum. Ancak içimden bir ses, bunun son olduğunu söylüyor. Açıkçası birkaç akşamdır rüyamda da görüyorum ama nasip olmaz gibi geliyor! Yine de ‘nasip’ diyorum.
Eğer bu mektup, benim değil de şuan senin elindeyse, ben Şehit olmuşum demektir. Sen de her kimsen, umarım yerime görevlendirilen kişisindir. Evlatlarımı, kardeşlerimi senin gibi bir komutana emanet etmek beni o kadar çok gururlandırır ki…
Sen ki, ilk andan ne kadar inatçı ve dikkatli biri olduğunu kanıtlamış kişisin! Olup olmadık herkesin eline geçmesin diye, öyle bir yere sakladığım duygularımın yazılı olduğu mektubu bulacak kadar kararlı olansın.
Ben, üç senedir burada görev yapıyorum, daha doğrusu yapıyordum. O kadar çok zorluklardan geçtik ki timimdeki kardeşlerimle. Böylelikle bir bütün olduk ya zaten. Hepsi birbirinden mert, birbirinden delikanlı insanlardır. Bunu sakın unutma! Ben gittiysem eğer, yoksam! Seni zorlayacaklardır.
Yetim bir çocuk olarak başladım bu hayata. Ailem bile istememiş beni yada kabullenememiş varlığımı. O yüzden ne bir ailem oldu ne de sıcak bir yuvam. Bu topraklar ve bayrağım bana sığınak, bir yuva oldu. Hep bir gün bir yere ait olmanın hayali ile büyüdüm. Hayalim bu mesleğe başlayıp, üniformayı giymemle son buldu. Kendimi, hiç olmadığı kadar tamamlanmış hissettim. Artık hem bir ailem hem de sıcak yuvam vardı. Gün içinde nasıl olduğumu soran kardeşlerim vardı. O yüzden, onlara sadece komutan olmayın. Bir abi, bir abla, bir aile olun. En iyi kendimden bilirim ki, bir asker en büyük gücünü, dayanağını omzuna dokunan sıcak ellerden alır…
Buraları bir görev yeri olarak görmedim hiçbir zaman. Benim için buralar hayatın ta kendisiydi. Her karış toprağına kan karışmış, her esen rüzgarında bir annenin duası yankılanan bir vatan toprağı burası.
Adım belki unutulacak, belki hiç olmamışım, bu dünyada yaşamamışım sayılacak ama olsun. Ölümden korkmuyorum. Ölüm bir son değil ben ve bizim gibiler için. Asıl ölüm, geride hikayesiz bir hayat bırakmaktır. Ben, hikayemi yazdım, artık ellerimin arsındaki, son satırlarımı yazdığım kalemi size bırakıyorum. Göklerde dalgalanan bayrağımızı daha bir yükseklere taşıyın. Bu vatan, bir askerin ölümüyle değil, onun ardında bıraktığı inançla büyür.
Bir gece gökyüzündeki yıldızlara baktığınızda biri size daha parlak ve güzel görünürse, bilin ki o yıldız benim. Burada kalbimi bıraktım. Ruhumu da size emanet ediyorum.
Ben gidiyorum ama bu topraklarda, bu bayrakta, bu gökyüzünde hep bir parçam kalacak.
Vatan sağ olsun…
Şehit Yüzbaşı Bülent BOZOK
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |