4. Bölüm

GECE'NİN İZİ

Bluemoon
bluemoonn

Gece’den:

Ailemin ortanca çocuğu olarak gelmişim dünyaya. O ana kadar o kadar çok isim düşünmüşler ki, nedensizce belli bir zaman sonra hep vazgeçer olmuşlar. En çokta babam kafa yorar olmuş. Kız çocuklarını ayrı bir severmiş kendisi. Doktor son kontrollerde ‘her an gelebilir hazırda bekleyin’ deyince, babam işe giderken illaki annemin yanına birini bırakırmış. Ne olur ne olmaz diye. İşte benim kabına sığmayan kişiliğim ta o zamandan belli olmuş aslında ama kimse anlamamış.
Ben herkesin beklediği gibi gündüz değil, gecenin en sessiz olduğu an da dünyaya gelmişim. Babam, hastanedeki odanın camının önünde beni ilk kucağına aldığında, etrafına bakınıp ‘ Yıldızların daha güzel gözükebilmesi için geceye ihtiyaçları vardır. Gece olsun ki onlar da parlasın, daha bir ışık yaysın etrafına. Kızımın adı doğduğu an gibi Gece olsun’ demiş.
Yıllar birbiri ardına geçerken, orta okul ikinci sınıfa gelene kadar mahallede nerede bir erkek çocuğu varsa ben orada olurdum. Kız oyunları sarmazdı beni. Tek sevdam babamın aldığı dört tekerlekli bisikletimle abimlerin arkasından yarış yapmaktı. O da, abimle aramızda olan yaş farkından dolayı fazla sürmedi zaten. Abimle aramızda dokuz yaş fark var. O benim her zaman yakışıklı devim, bense onun nazlı prensesi. Ne nazlı ama!
Abim isteği doğrultusunda askeri okul okumayı tercih ederek, çoğu zaman bizden ayrı olduğundan beni narin ve nazlı kız kardeşi zannederdi ama bilmediği çok şey vardı!
Ben on dört yaşlarımdayken, eve izne geldiği bir hafta sonu, telefonda biriyle konuşurken duymuştum. O kadar çok kıskanmış ve bilenmiştim ki ona karşı, boş tehditler savurmuştum etrafa. En büyüğü ise ‘ seni babama söyleyeceğim, bak görürsün. Kızın birine terbiyesiz laflar söylüyor oğlun diyeceğim’’ demek olmuştu. Zavallım hemen tongaya düşmüş, ne istediğimi sormuştu.
‘’Konuştuğun kız, her kimse, beni onunla tanıştır’’ demiştim. El mecbur babama söyleyeceğimi düşündüğü için kabul etmişti hemen.
Sonra ki hafta sonu, çarşıya gezmeye diye çıkmış ve beni cici yenge adayıyla tanıştırmıştı. Oturduğumuz masaya yaklaşan kızı gördüğümde o çocuk aklımla bile o kadar hoşuma gitmişti ki anlatamam. Beline kadar uzanan kıvır kıvır saçları vardı. Hani şu bonus diye adlandırdığımız cinsten. Küçücük yüzüne inat güldüğünde hepten kısılan çekik ela gözleri. En sevimli tarafı da, utanınca kızaran yanaklarıydı bence. O günden sonra günler birbiri ardına geçmişti ve biz tanışalı neredeyse bir sene olmuştu.
Ayla abla. Evet, adı Ayla idi. Ben onu kızdırmak için yenge adayım derdim. O da bana küçük fare! İstanbul’da bir muhasebe şirketinde çalışıyordu kendisi. Bir hafta sonra olacak olan doğum günümde, artık ailemizle tanışacak ve bir adım daha yaklaşacaklardı evliliğe. O kadar mutluydum ki, hem doğum günüm kutlanacak, hem de Ayla abla da yanımda olacak diye. Anneme, ‘doğum günüme abim kız arkadaşını da getirecek’ dediğimde o kadar mutlu olmuştu ki, ‘ ben şimdi kayın valide mi oluyorum’ diye dolaşmıştı etrafta bir hafta boyunca.
Bir hafta çabucak geçmiş ve eskisi gibi artık sevinçle beklemeyeceğim hatta hayatıma kara gün olarak ekleyeceğim gün yani doğum günüm gelmişti. Böyle olacağını bilsem hiç istemezdim o günü kutlamayı ve Ayla ablayı buraya getirmeyi.
Müstakil bir evde ve şirin bir mahallede oturuyorduk. Evin ön tarafından dolaşılarak varılan kocaman bir arka bahçesi vardı. Birkaç meyve ağacının ve tabi ki annemin olmazsa olmaz güzel kızlarının yani çiçeklerinin oluşturduğu bahçede, mahallede ki samimi olduğumuz herkesin de dahil olduğu büyük bir masa kurulmuştu. Nisan ayının sonlarına geldiğimizden dolayı, soğuk hava yerini hafif esen ılık bir havaya bırakmıştı ve bu durum herkesin sevinmesine neden olmuştu. En azından yapılan o kadar hazırlık ziyan olmayacak ve huzurlu bir gece geçirilecekti.
Aksam saat 19:00 olduğunda masadaki son eksik olan pasta da yerini alınca, telefonuma alarak Ayla ablayı aradım. Birkaç çalıştan sonra o yumuşacık, naif sesi kulaklarımı doldurdu.
‘’Efendim minik fare!’’
‘’ Bana bak yenge adayı! Neredesin sen söyle bakalım? Saat kaç oldu haberin var mı? Senin işten iki saat önce çıkman ve dolayısıyla yarım saat önce falan burada olman gerekmiyor muydu?’’ Telefonun diğer ucunda kıkırdayışını duysam da, ciddiymiş gibi olan tavrımdan dönüş yapmadım.
‘’ Pardon Gece hanım! Siz benim görümce adayım olabilirsiniz ama bana bunları sorması gereken asıl kişi Sarp ve üzgünüm ama onun gecikeceğimden haberi vardı tatlım! Ne oldu bir sustun sanki minik fare!’’
‘’Bana, bir, daha, minik, fare deme!’’ diye öyle bir bağırdım ki, masada oturan herkes kafasını çevirip bana baktı.
‘’ Gece! Canım, sadece şaka yapmak istemiştim. Kırıldın mı? Hem ben geliyorum yoldayım. Birazdan otobüse bineceğim durakta olurum. En fazla on beş dakikaya da sizin orada. Küsme bana olur mu? Birde hatırlatmak isterim ki küçük hanım! Hediyelerini ben gelmeden açmayacaksın! Söz vermiştin unutma! Birlikte açacağız. Yoksa bu sefer ben küserim ve bir daha konuşmam. Anlaştık mı?’’
Birkaç saniyemiz sessizlik içerisinde geçti. Ben sustum, o da hiç konuşmadan benden bir cevap bekledi.
‘’ Ta…Tamam! Çabuk gel bekleyeceğim unutma!’’
‘’Tamam canım, seni çok seviyorum. Bunu ne olursa olsun unutma olur mu?’’ dedi ve telefonun kapandığına dair kendini belli eden o sesi yankılandı.
Telefonu pantolonun arka cebine yerleştirirken, bir yandan da düşünüyordum. Neydi bu kadar yükselmemin sebebi? Neden öyle konuşmuş ve kalbini kırmıştım ki Ayla ablanın!
Telefonu kapattığım andan itibaren içimde oluşan anlamsız bir sıkıntı vardı. Her ne kadar Ayla ablaya o şekilde yaklaşmama bağlamış olsam da, değildi. Bu daha farklı, daha acı hissettiren bir şeydi. Nefes almakta zorlanıyordum sanki…

Son konuşmamızdan sonra, en fazla yarım saat verdiğim Ayla abla bir saat geçmesine rağmen hala gelmemişti. Saat sekizi geçiyordu ve hala ses seda yoktu. Bir tarafım ona çok sinirlense de, diğer tarafımda merak ediyordu. Abimin de benimle aynı duyguları paylaştığı belliydi. Yarım saat öncesinde başlamıştı Ayla ablayı aramaya ama telefonuna ulaşılamıyordu. İçimdeki sıkıntı azalmak yerine git gide fazlalaşıyordu.
Bahçe kapısının bir anda açılmasıyla geldiğini zannedip o tarafa koştum. Ancak gelen komşumuzun oğlu, abimin yakın arkadaşlarından biri olan Kerem abiydi.
Nefes nefese, koşarak geldiği her halinden belli olan Kerem abiyi görünce hepten garip bir duygu sardı içimi.
‘’A…Abin nerede Gece?’’ diye hem soruyor, hem de bahçeye girmediği gibi sadece uzaktan bağırıyordu.
‘’Sarp! Oğlum Sarp! Çabuk buraya gel!’’
Bende dahil, Kerem abinin telaşlı bir şekilde abimi çağırmasına anlam veremeyen bahçedeki herkes arkamda toplanmıştı.
‘’Ne var be oğlum! Ne bağırıyorsun Sarp, Sarp. Adımımı ezberliyorsun? Gelsene içeri, ne dikildin kaldın orada?’’
Kerem abinin yüzünden o anda geçen üzgün ifadeyi bir ben görmüş olamazdım değil mi?
‘’Bir şey olmuş’’ dedim yükselen sesimle. ‘’ Bir şey olmuş Kerem abi! Söylesene ne oldu? Kime ne oldu? Konuşsana! Söylesene niye susuyorsun!’’ Artık hem bağırıyor, hem de ağlıyordum. Sessizce yüzümüzü izliyordu Kerem abi. Arada oynayan dudaklarından konuşmak isteyip, konuya giremediğini anlıyordum ve daha çok geriliyordum.
Seslere mahalledeki herkes toplanmıştı ve her ağızdan bir ses çıkıyordu. Çoğu merak içinde olsa da, bir kaçı da hemen dedikoduya başlamıştı çoktan.
Kerem abi, abimin yakınına iyice gelerek koluna girdi. ‘’ Sarp’’ dedi tekrar ‘’Sarp! Sana bir şey diyeceğim ama sakin ol!’’
Abim daha fazla dayanamadı. Kolunu savurarak Kerem abiden kurtardığı gibi yumruğu suratının orta yerine geçirdi. Ben ilk defa o an duydum abimin ağzından küfür çıktığını.
‘’ Yeter be!’’ dedi. ‘’ Yeter! Ne var bir saattir Sarp, Sarp deyip duruyorsun! Söyle ne söyleyeceksen!’’
Kerem abi olduğu yerde derin bir nefes aldı. ‘’ Patlama’’ dedi. ‘’Patlama olmuş! Aylanın çalıştığı yerin az ilerisinde, otobüs duraklarına gelirken o yolda!’’
Abim bir anda öyle bir feryat etti ki ‘Ayla’ diye, yer gök inledi resmen. Ben olduğum yerde kımıldama bile kımıldayamıyordum. Her şey silikleşti o noktadan sonra bende. Abimin elinde telefon birilerini aradığını hayal meyal hatırlıyorum. Gerisi koca bir karanlık…
***

Her şeyin bittiği, mahvolduğu, yok olduğu o noktadaydık artık. Ne zaman ve nasıl geldiğimizi hatırlamasam da, patlamanın olduğu o yerdeydik. Her yer her yerdeydi. İnsanlar perişan halde kimisi oğlum, kimisi kızım diye bağırırken bazıları da isimlerini haykırıyordu. Polisler etrafı sarmış, hiçbir şekilde olay yerinin yakınına dahi kimseyi sokmuyordu. Görüntüler o kadar kötüydü ki, ağlayanlar, bağıranlar, canı yananlar…
Sanki bir şey yapabilecekmiş gibi etrafta dolanıp duruyordum sadece. Olmamış olması için dua ettiğim, bir ümit belki dediğim her şey, uzaktan gelen abimi görmemle yok oldu. Yanında sedye taşıyan sağlık görevlileri ile perişan bir halde, sadece birkaç saniye baktı uzaktan yüzüme. O sessiz konuşmada bile anladım her şeyin bittiği o noktada olduğumuzu. Koşarak gittim abimin yanına. Sedyede birinin olduğu belliydi ama üstü kapalı olduğu için kim olduğu görünmüyordu. Sağlık görevlileri sedyeyi ambulansa koyarken, abimin kolundan tutup çevirdim kendime doğru. Kıpkırmızı, yaşlarla çevrili gözleriyle baktı gözlerime. Sadece tek bir şey çıktı ağzımdan.
‘’O mu?’’
Aslında çok şey anlatan o kısa, kısacık kelime!
Abim, derin derin baktı ve bir anda o kadar kuvvetli sarıldı ki, ne yapmam gerektiğini bilemedim o an.
‘’ Gitti’’ dedi. ‘’ Beni burada tek başıma bırakıp gitti Gece! Ben ne yapacağım onsuz! Bak’’ dedi. ‘’ O sedye var ya, işte orada yatıyor Aylam! Ben tanıyamadım çiçeğimi! Kolunda ona aldığım bileklik olmasa, belki de o değil derdim. Ama… Tanıdım. Allah kahretsin ki o! Ben şimdi ne diyeceğim annesine, babasına? Kızınız, Aylam, gitti, nasıl diyeceğim. Söylesene Gece! Susma! Bir şey söyle!’’ diye hem bağırıyor hem de hüngür hüngür ağlıyordu. Orada yaşadığım neydi bilmiyorum ama henüz on beş yaşımda olmama rağmen dimdik durdum abimin yanında. Sahi, tam da bugün girmiştim değil mi? O gün, kutlamak için heveslendiğim son doğum günüm oldu. Bundan sonra hiçbir doğum günümü ne kutladım, ne heveslendim ne de beklentim oldu insanlardan. O gün! O kara gün, çok sevdiğim ablamı almıştı benden. Çoğu kişinin canından, ciğerinden bir parça kopmuştu o gün. Ben tam da o gün bir söz vermiştim kendime! Bu ve bunun gibi yapılan hiçbir şey cezasız kalmayacaktı. Canımızdan can koparanların, hiç acımadan canını almak için ne gerekiyorsa onu yapacaktım.
***

Günler, aylar, yıllar acımasız bir şekilde ilerliyordu. Bıraktığı yaralar ise geçmiyor ama en azından kaşımadıkça kanamıyordu da.
Bu geçen zaman da, kişiliğim ve fikirlerim ne kadar değişmiş olursa olsun, tek değişmeyen yıllardır aklımdan çıkmayan, en büyük isteğim Milli savunma üniversitesine girebilmek olmuştu.
O sıralar içim hiç rahat olmasa da, başvuru dahil her türlü mülakata kendi başıma gitmiştim. Tek avantajım, İstanbul’da oturuyor olmaktı. Başvurum kabul gördükten sonra, fiziki yeterlilik sınavında da kızlar arasında belli bir seviyeyi aşarak başarılı olmuş ve son aşama sözlü mülakat kısmına geçebilmiştim. Böyle bir gelişmeyle bile kendimi o kadar mutlu hissediyordum ki anlatamam. Bazı şeyleri kendi ayakların üzerinde durarak başarabilmek kadar güzel bir şey yoktu sanırım. Özellikle bu, olmasını canı gönülden istediğin bir şey ise.

Diğer bir yandan ise uğraştığım çok farklı konular vardı ev içerisinde. Ailemi kıracak ve çok üzecek olduğunu düşündüğüm yalanı tam da o sıralar söylemiş ve büyük bir vicdan azabının içerisine düşürmüştüm kendimi. Hoş emin olduğum tek gerçek, babamın bir şey demeden kararı bana bırakacak oluşu olsa da, annem… Annem, ortalığı cayır cayır yakacaktı.
Onlar beni ne kadar sınava hazırlanıyor, ya da girdi zannetseler de, ben sınava girmemiştim. Sınav günü benden önce hazırlık yapıp beni bekliyor olsalar da, onların dışarıda olduğunu bildiğimden daha çok heyecan yapacağımı, o yüzden beni evde beklemelerini istediğimi söyleyerek, vazgeçirmiştim.
Ah! Ah! Bu vicdan azabı o kadar yaralıyordu ki beni…
Sonuçlar açıklanmaya az bir zaman kala, evde annem tarafından dönen tek muhabbet, seçmem gereken bölümdü. ‘’ Gece! Acaba sınıf öğretmenliğimi yazsan? Yok ya, o olmaz senin biraz sinirli bir yapın var, sen gelen puanına göre tıp alanında mı bir bölüm seçsen en iyisi! Hemşirelikte seçemezsin ki sen şimdi değil mi? Off, ne yapsak ki, bak bilemedim şimdi!’’
Her gün birbirinin aynısı olan muhabbet esnasında sadece elimi çenemin altına yaslayıp, baygın baygın anneme bakarak dinliyor ama yine de herhangi bir yorum yapıp sesimi çıkarmıyordum. Diyemiyordum ki ‘ anne, boşuna yorulma ben kararımı çoktan verdim. Sen bunları hiç düşünme’ diye. Söylediğim gün büyük olay çıkacaktı evde biliyordum. İşte o gün en büyük destekçim babam olacaktı bundan da artık adım kadar emindim.
***

Sonuçların açıklandığı gün, ben ve babam haricinde evde olan tek kişi, yani annemde aşırı bir heyecan ve mutluluk vardı. Ben bakmak istemedikçe o sürekli elinde laptopumla çıka geliyordu.
‘’ Gecem, güzel kızım! Hadi bak bakayım nereye, hangi bölüme yerleşmişsin.’’
Ben kaçıyorum, o peşimden geliyordu. Bu olay tam olarak öğleden sonraya kadar devam etti. Belki pes eder diye düşündükçe kadın bütün silahlarını kuşanıp, karşı taarruza geçiyordu!
Oynayacağı son ve en önemli kozu oynayıp abime benimle konuşmasını söylemiş olacak ki, bu seferde o baskı yapmaya başlamıştı.
Abim! O acısı hiçbir zaman geçmeyen olaydan sonra, mezun olmuş ve kendi isteği ile doğuda görev almaya başlamıştı. Şu sıralar üsteğmen olarak görev yapıyordu. Masanın üzerinde çalmaya devam eden telefonuma uzanıp, artık pes edercesine açtım.
‘’Efendim yakışıklı devim!’’
‘’Nasılsın güzelim?’’
‘’İyi olmaya çalışıyorum! Üstümdeki baskıdan kurtulabilirsem daha iyi olacağım İnşallah! Sen nasılsın?’’
‘’İyiyim, iyiyim, merak etme aklın bende kalmasın. Ben de seni tam o savuşturmaya çalıştığın konu için aramıştım. Gözünü seveyim be kızım! Bak artık şu sonuçlara da, neyse söyle! Beynim eror verdi sabahtan beri! Bana da yazık!’’
Kadın tam bir terminatör gibiydi, dört bir koldan saldırıyordu. Bakalım on beş gün sonra sözlü mülakat için Ankara’ya gideceğimi öğrendiğinde de bu kadar istekli ve mutlu olabilecek miydi?
‘’Ha, ha, ha! Her an, her dakika bir köşeden çıkıyor. Bir görsen halini ölürsün gülmekten abicim.’’
‘’Tahmin edebiliyorum, benzerlerini ben de yaşamıştım. Allahtan sen tercihlerini benim gibi kendini anlatmak zorunda kalacağın yönde yap… yapmadın! Değil mi? Gece! Bana düşündüğüm şeyi yapmadığını söyle güzelim! Hadi, abisinin güzeli! Söyle ve içimi feraha kavuştur!’’
Abimin ağzından çıkanlar, daha doğrusu tahmin ettiği şeyler, beni iyi tanıdığının kanıtı gibiydi. Ben biraz asabi, deli dolu, aklına geleni yapmadan içi rahat etmeyen bir kişilikteydim. Senelerdir içimde bir aşk gibi büyüyen isteği yapmadan durmazdım. Bunu o da biliyor olmalıydı.
‘’ Abicim! Sanırım artık açıklamam gerekiyor çünkü yakın zamanda buraya gelmen gereken konular var! On beş gün sonra Ankara’ya gitmem gerekiyor!’’
‘’ Yaptın, değil mi? Ben nasıl anlamadım. Ben seni nasıl bu kadar yalnız bıraktım?’’ Bu soruları tamamen kendine soruyordu, sanki cevabı ondaymış gibi yada beni kararımdan vazgeçirebilecekmiş gibi.
‘’ Tamam, şöyle yapıyoruz. Ben en yakın zamanda ayarlayıp oraya geliyorum. Ankara’ya beraber gidiyoruz.’’
***

O akşamdan sonra, abim annemle ne konuştu bilmiyorum ama bir daha tercih konusu açılmadı. Bir hafta sonra bir sabah çalan kapıyı açtığımda karşımda abimi görmek hem mutlu olmama hem de o muhteşem günün geldiğini anlamama sebep oldu. Abimin eve geldiğini gören annem en azından bir tık daha sakin olurdu sanırım.
Akşam bahçeye kurduğumuz masada yemeklerimizi yemiş ve yaptığım çay servisiyle de yavaş yavaş muhabbet kısmına gelmiştik. Abim ara ara sırıtarak yüzüme bakıyor ve tek gözünü haylaz bir şekilde kırparak başını annemin olduğu tarafa eğerek işaret veriyordu. ‘Hadi aç konuyu’ dermişçesine. Demesi kolaydı da, söz konusu annemse ilk önce gardımı sağlam almam gerekirdi.
Dakikalar birbiri ardına geçerken, aklımdaki soru hala aynıydı. Elimdeki boş çay bardağını döndürüp duruyordum avcumun içerisinde. Son kez gözlerimi yumdum, derin bir nefes aldım.
‘’ Annecim! Babacım! Sizinle konuşmak istediğim bir konu var!’’
İşte şimdi herkesin bakışları benim üzerimdeydi. Buna biraz sonra elimdeki çay bardağını fırlatacak olduğum pis pis sırıtan abimde dahil. Sözde yardımcı olmaya gelmişti kendileri.
Kafamı babamın olduğu tarafa çevirdim. ‘’ Ben! Ben! Size sormadan bir şey yaptım! Belki kızacaksınız ama benim uzun bir süredir tek isteğim buydu ve bir aksilik çıkmazsa her şey olumlu gidiyor.’’
Annem, söylediklerimi anlamak istercesine kaşlarını havaya kaldırmış konunun devamını bekliyor gibiydi.
‘’ Kızım, Gecem, söyle babacım! Nedir seni bu kadar zorlayan konu? Hani bizim ailemizde sır olmayacak, her şeyi içimizde çözmeye çalışacaktık. Ne oldu, ne düşündün de kendi başına bir karar alıp onu uyguladın?’’
İşte, tamda vicdan yaptığım noktaya parmak basmıştı babam. Bizim ailemizde ki ilk ve yegane kural buydu. Ancak ben o kuralı çiğnemiştim.
‘’ Ben, sınava girmedim!’’
En büyüğünden bir ‘oh’ çektim. Rahatlamış mıydım ne? O dakikadan sonra etraf karıştı. Annem sürekli soru sorup duruyor, babam kırgın ama bir şeyler düşünüyormuş gibi duruyor, abim ise hala sırıtıyordu!
‘’ Gece! Sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek sınava girmedim? Biz bu günü ne kadar zamandır bekliyoruz kızım! Sen hadi kendi geleceğini düşünmedin, benim aylardan beri senin için kurduğum meslek hayallerini de mi hiç umursamadın? Sen! Sen, nasıl böyle bir şey yaparsın?’’
Daha şimdiden düşünceleri bu yöndeydi, devamını duyduğunda ne yapacaktı?
‘’Nurten! Bir saniye bir dur Allah için! Ne bu azarlama? Bırak kız bir kendini ifade etsin! Bir bildiği var ki böyle bir karar aldı. ‘’ Bakışları bana kaydı sonra babamın. ‘’ Gece, sen de anlat artık kızım. Bu kararı almandaki sebep ne?’’
‘’ Ne sebebinden bahsediyorsun sen Bekir ya! Bir senesini yaktı!’’ dedi. Suratını anlamsız bir ifadeye büründürerek. Bu, artık son noktaydı benim için. Onun o suratının aldığı ifade son noktaydı!
‘’ Ben, MSÜ için başvurdum. Önümüzdeki hafta da Ankara’ya sözlü mülakata gidiyorum. Anlayacağınız, bende abim gibi asker olmak istiyorum!
Bu kadardı. Aylardır, kendi başıma çabalayışım, Neyi, nasıl söyleyeceğim diye düşünmelerim tam da annemin son ifadesine kadardı. Şimdi, annemin o ağzından çıkacak olan güzel sözleri dinleme saatiydi.

‘’Sen ne dediğinin farkında mısın Gece? Ne demek asker olmak, tamam vatan aşkı hepimizde var ama kalkıp ta asker olmayı istemek nedir annecim? Sende normal kızlar gibi kuaför ol, hemşire ol ne bileyim öğretmen ol! Kız kısmının asker olması ne demek? Ha güzel kızım söylesene bana! Bekir, sen de bir şey söylesene şu deli kızına! Olmaz desene! Ses etsene be adam! Ne susup durdun orada.’’
Annem oturduğu yerde, sesini fazla yükseltmemeye çalışarak çırpınıyordu. Masanın üzerinde olan kolu dikkatimi çekti bir ara. Abim, yanlış bir hamle yapmasını engellemek adına sıkıca bileğinden tutmuş, arada baş parmağıyla sakinleşmesi için ileri geri hareketler yapıyordu. Hemen babamın olduğu tarafa baktım. Kafasını aşağı eğmiş, oldukça düşünceli duruyor ama en azından annem gibi bağırıp çağırmıyordu. O an içimde bir şeylerin acıdığını hissettim. O da mı yaptığım tercihi onaylamıyordu yoksa!
Kısa bir sessizliğin ardından babam boğazını temizlediğinde, abimde dahil hepimizin bakışları o tarafa kaydı. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifadeyle bakıyordu bana.
‘’Gecem’’ dedi. ‘’ Güzel kızım! Sana bu yaşına kadar asla karışmadım. Sen de bizi hiç utandırmadın. Sana ilk ve son defa soracağım! Emin misin? Bu istek bir oyun değil biliyorsun. Umarım bazı şeylerin farkında olarak istiyorsundur. Açıkçası…’’ diyerek kısa bir nefeslendi, tabi bu arada anneme kaydı bakışları. Her kelimesini, her mimiğini bir mıh gibi aklıma kazıyordum adeta.
‘’ Açıkçası, ben abinle şu an nasıl gurur duyuyorsam, seninle de bir o kadar gurur duyarım. Ancak dediğim gibi emin misin Gecem?’’
Dolu dolu olan gözlerim ve suratımdaki tebessümle baktım babama. Beni hiçbir zaman kırmamış olan adama. Masanın üzerinde yumruk olmuş elini uzanarak avuçlarımın içine aldım. Bu sıcak yaz gününde buz kesmişti elleri. Yavaşça yaklaştırdım avuçlarımın içindeki ellerini ve minnet dolu ufacık ama içten bir öpücük kondurdum üstüne. Birkaç saniye göz göze bakıştık. İstedim ki, içimden geçirdiklerimi gözlerimden anlasın. Bir bakışımla çözsün beni. Usulca ellerini ait olduğu yere masanın üzerine bıraktım. ‘’ Eminim baba! Hem de hiç olmadığım kadar eminim!’’ dedim.
Az önce bıraktığım elleriyle, ellerimi saran bu sefer o oldu. Yüzündeki memnuniyet dolu gülüş, bana adeta daha çok güç verdi. Kafasın kaldırıp annem ve abimin olduğu tarafa baktı.
‘’ Madem öyle, benim kızım da asker olsun. Herkes aynı mesleği yapacak diye bir kaide yok ya canım! Benim ki de öğretmen değil de asker olsun.’’
Güvendiğim dağ, yine arkamı yaslayabileceğim şekilde dimdik durmuştu. Ondan güç almamı istercesine, ben buradayım, dayan ve güç al dercesine arkamdaydı yine.
***

Annem, o günden sonra benimle neredeyse hiç konuşmamış, bir hayli uzak durmuştu. Bu beni içten içe üzse de, elimden şuan için bir şey gelmiyordu. Abim, her ne kadar ‘kafana takma, her şey düzelir, sen kendini sınavına hazırla ‘ dese de, olmuyordu.
Artık ne kadar bitik duruyorsam, adam boş bulduğu her dakika dalga geçiyordu benimle. Konu bir ara kopya vermeye bile gelmişti.
‘’ Pişt, prenses ne haber? Sana bir iki kopya vereyim mi? Bak bana sorduklarından haa! İnan hiçbir yerde bulamazsın!’’ diyerek dalga geçiyordu.
Günler bu şekilde geçmiş, biz abimle itişe kakışa bir gün öncesinden Ankara’ya gelmiştik. Her ne kadar alfabetik sıraya göre sınava alınacağımı bilsek te işimizi şansa bırakmak istememiştik.
İçeri girenler, çıkanlar, mutlular, mutsuzlar hepsi daha çok heyecan yapmama vesile oluyordu. İçeriden çıkanlar, neden bilmem ama bir düşünceli geliyordu gözüme.
İçeriye girme zamanım geldiğinde, ilk önce üstüme başıma çeki düzen verip, kendimden emin bir şekilde, emin adımlarla ilerledim. Karşımda bulunan insanlar kendinden ne kadar emin ve uzman gibi dursalar da, bende kendimi onların kimliğine soktum o ara.
Birbiri ardına gelen sorular en son bittiğinde, üst rütbeden biri seslendi. Bakışlarım onu buldu ama soğuk ifademden hiçbir şey kaybetmedim.
‘’ Gece SOYKAN!’’ dedi. ‘’ Bakıyorum da, burada yazılanlara göre abin, Sarp SOYKAN’ da bir asker!’’
‘’Doğrudur efendim!’’
‘’Peki, rütbesi nedir, Gece abinin?’’
‘’Üsteğmen efendim!’’
Anladım dercesine başını salladı. En son tam kapıdan çıkacağım sırada yine o sesi duydum,
‘’Gece’’ dedi. Olduğum yerde durdum, başımı sesin geldiği yöne çevirdim. ’’ Abine selam söyle!’’ dedi. Hiçbir şey anlamasam da ‘’ İletirim efendim!’’ dedim ve çıktım.
O ortamda ne kadar belli etmesem de, bir hayli kendimi kasmış olduğum dışarı çıktığım ilk anda aldığım nefeslerimden bile ortadaydı.
**

Geçmişin acılarının, özlemle birleştiği noktalardaydım şu sıralar. Sanki daha dünmüş gibi yaşadığım olaylar. Halbuki üzerinden o kadar çok zaman geçti ki. MSÜ’ ye kabul edilişim, teğmen olarak mezun oluşum, babamın gözlerinde gördüğüm o hüzün ve gurur, İlk görev yerim ve devamı. Hiçbir zaman vazgeçmedim. Aksine her daim ‘daha bir fazla, daha bir adım ileri’ dedim kendi kendime ve bunun bana tabi ki hem iyi hem de kötü yönde getirileri oldu. Canımın yandığı da çok oldu. Bile, isteye zevkle can aldığımda. Hak edene ödülünü verdim(!) ve adım ilerleyen zamanlarda ‘cellat’ komutana çıktı. Dedim ya hak edene, hak ettiği gibi davranmak lazım bu hayatta. Son gittiğim görevdeki başarımız ile timdeki arkadaşlarımla beraber rütbe yükseltme almış yüzbaşı olmuştum. Daha henüz taze bir yüzbaşıyken ikinci bir haberle görev yerim değiştirilmiş ve Hakkari’ ye yönlendirilmiştim.
Tatil yapmayı sevmeyen biri olsamda, yeni görev yerime geçmeden birkaç günü ailemle geçirmiş ve kafamı toplamıştım. Şu sıralar bozulmazsa moral olarak gayet iyi bir durumdaydım.
İstanbul dan Hakkari ‘ye doğru uzanan yorucu bir yolculuk sonrası, en son geldiğim nokta, şuan taksiden indiğim, yeni birliğimdi.
Askeriyeye giriş çıkışın ne kadar zor olduğunu bildiğim için, artık tecrübe sahibi bir yüzbaşı olarak ilk işim dikildiğim yerde cüzdanımdan askeri kimliğimi çıkartmak oldu. Nöbetçi askerlerin bulunduğu giriş kapısına yaklaşırken, Sol elimde sürüklemekle meşgul olduğum bavulum, sağ elimde ise askerlerin görebilmesi için havaya kaldırdığım kimliğim vardı.
Her attığım adım bir kat daha tehlike ve dikkat demekti onlar için.
‘’Kaldır ellerini!’’ diyerek elindeki silahı bana doğru doğrultuyor, diğer yandan da kontrollü bir şekilde kimliğimi aramızdaki mesafeye rağmen görmeye çalışıyordu.
Olduğum yerde durdum. Bir yerde ihtar varsa uymak gerekiyordu sonuçta!
‘’ Burası yeni görev yerim ve ben Yüzbaşı Gece Soykan!’’ diyerek kendimi tanıttım. Gözle görülür derecede rahat hareket etseler de temkinli davranarak, nöbetçi askerlerden biri kulübeden çıkıp yanıma geldi. Elimdeki kimliği yavaş hareketlerle uzattım. Önce kimliğe sonra bana baktıktan sonra; ‘’ Aydın Türk, Sivas, Emredin komutanım!’’ dedi.
‘’ Rahat asker!’’
‘’ Bugün geleceğinize dair bir bilgi geçilmediği için habersizdim komutanım.’’
‘’Sorun değil, erken ve habersiz geldim Aydın. Öncellikle şu bavulu al ve güvendiğin biriyle bana ait odaya gönder. Sonra bana albayın odasını tarif et!’’
Aydın, dediklerimi tek tek uygulamış ve Albayın odasını tarif ettikten sonra geçmem için kapıyı açtı. Adımlarım yavaş ve sakindi. Bulunduğum ortamı ilk önce inceleyip analiz etmeyi severdim her zaman. Etrafta eğitim yapanların yanı sıra, oturanlar da vardı. O sırada benden birkaç metre uzakta, yüzünde ki adeta ‘ben piçim’ sırıtışıyla, söylene söylene gelen asker dikkatimi çekti. Bana doğru geldiğini gördüğümden, sivilken yapmadığım bir şey yaptım ve dudaklarını okudum.

‘’Allahım, serçe düşmüş bahçeye, serçe. Acaba ne kadar sürede tavlarım ben bu hatunu’’ diyordu.
Her seferinde aynı duruma düştüğüm için artık yadırgamıyordum bu olayları. Hemen cici kız kimliğime büründüm. Arkadaş her kimse, oyun oynamak istiyorsa oynardık biz de!
Yaklaştı… yaklaştı ve yaklaştı.
‘’Merhaba hanımefendi! Ben Gencal, Asteğmen Gencal Şanlı. Birine mi bakmıştınız? Yardımcı olalım. Buraların her karışı benden sorulur!’’ derken parmağıyla etrafı gösteriyordu.
Ups! Bu çocuk çapkınlık ayağına fazla mı atıyordu bana mı öyle geliyordu? Neyse ne dedim içimden ve oyununa ortak olma kararımı uygulamaya soktum.
‘’Şey! Merhaba. Benim, burada asker olan bir abim varda, onu görmeye geldim. Haber verdiler zaten’’ dedim. Hemen az ileride kalan kulübeyi arkamı dönerek gösterdim. Fakat arkamı döndüğümde gördüğüm görüntü hepten gülmemi sağladı. Nöbetçi kulübesinde az önce konuştuğum asker dışarı çıkmış ve yanımdaki konuştuğum kişiye el kol hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sanırım benim kimliğimi belli etmekti niyeti. Ama yemezlerdi..
‘’Madem geldiniz, sizden bir şey rica edebilir miyim?’’
Suratına bir tane geçirmemi sağlayacak laflar tek tek çıkmaya başladı ağzından o ara.
‘’ Tabi ki ne istersen! Ama karşılığında adını alırım. Olur mu?’’
Ufak ve o an için onu inandırıcı bir gülüş gönderdim. ‘’Adım Gece’’ dedim. ‘’ Buralar benden sorulur demiştin az önce rica etsem abimi bulabilir misin? Çok bekleyecek gibi duruyorum ve fazla vaktim yok! İşten izin alıp geldim!’’
Yemişti salak! Hemen aklıma ilk isim olarak abimin ismini söyledim ve atmasyon bir soyadı. Hızlı hareketlerle yanımdan uzaklaşırken, abimin adını tekrar edip, ‘’ Bekle beni Gececim, gündüzün olmaya geliyorum ‘’ diye bağırıyordu.
Anlaşılan burada baya değişik zamanlar beni bekliyordu…

 

Bölüm : 05.01.2025 16:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...