14. Bölüm

KARMAŞA

Bluemoon
bluemoonn

Rüzgar her estiğinde ağaçların yaprakları bilinmeyene doğru savrulur. Her bir yaprak kendine bir yer, bir yön bulmaya çalışır. Zamanında var olan o yemyeşil heybetli ağaçtan, geriye sadece kuru, kırık birkaç dal kalır. Tıpkı biz insanlar gibi…
Kırgınlıklar, yorgunluklar, kötü anılar yada unutulmayanlar…
Geride bırakmak istediklerimizde keşke bir ağacın yaprakları misali savrulup gitse uzaklara. Öyle kolayca, öyle sessizce terk etse bizleri…
Yaşam zordu, hayat ise çoğu zaman acımasız. O geride bıraktığımız uzun yolu hep bu düşünceler eşliğinde tamamladım. İstanbul’dan araç kiralayıp Tekirdağ’a o şekilde gitme kararı almıştık, yada yanımdaki yüzbaşı o şekilde karar vermişte olabilir. Bu durumda bana kalan sadece ona ayak uydurmak olmuştu. Madem kendini bu kadar yola rağmen ayakta ve dinç hissediyordu kendi bilirdi.
Kalabalık bir şehirdi Tekirdağ. Geçip gittiğimiz yollar insanlarla doluydu. Hafif esen rüzgar, içinde bulunduğum aracın camından içeri süzülüyor ve burnuma uzun zamandır hasret kaldığım deniz kokusunu taşıyordu.
Sol tarafıma doğru kafamı çevirip birkaç saniye yüzbaşıya baktım. Suratındaki ifade de hiçbir gevşeme yoktu. Sanki askeriyeden hiç çıkmamışız gibi bir surat ifadesine eşlik eden çatık kaşları vardı. Onunda kafasının içerisinde bir şeyler düşündüğü arada kısılıp sonra tekrar açılan gözlerinden belliydi.

Merak ettiğim oldukça fazla şey vardı aslında. Hali hazırda pek konuşup muhabbet etmiş olmasak da Atilla hakkında merak ettiklerimi öğrenmeli ve ona göre hareket etmeliydim. Suskunlukta bir yere kadardı sonuçta ve ben daha fazla dayanamadım.
‘’ Yüzbaşım. Hiç Atilla ile konuşma fırsatınız oldu mu karargahtan çıktıktan sonra?’’ Başını hafifçe çevirip birkaç saniye yüzüme bakıp tekrar yola döndü.
‘’Konuştum!’’ dedi ve sustu.
‘Konuşmuş’ dedi içimdeki ses. ‘ Baksana konuşmuş ve bize bir şey söylememiş. Biz onun yanında taşıdığı bir bavul muyuz acaba Gece?’
Bekledim. Cümlesini orada kesmemiş olmasını düşünüp bekledim. Konsantrasyondu, yoldu, dikkatti dedim kendi kendime ve bekledim. Sırf cümlesini devam ettirsin ve benim de merak ettiklerimi açıklasın diye ama devamı hiçbir şekilde gelmedi konuşmanın.
‘’ Eee! Sonra? ‘’
Hiçbir şey olmamış gibi tekrar çevirdi o biraz sonra koparacak olduğum başını ve yine tek cümle kurup önüne döndü.
‘’Ne! Sonra?’’
Geliyordu gelmekte olan. Yavaş yavaş sinirciklerim harekete geçmeye başlamıştı.
‘’Yüzbaşı!’’ dedim dişlerimi sıkarak. O kadar ki gıcırdama seslerini duyduğuna eminim. ‘’ Artık konuşsanız mı? Ağzınızdan cımbızla mı alacağım lafları. Ne konuştunuz Atilla ile? Neredeymiş? Ne durumdaymış? Annesi nasılmış mesela? Biz ne için gidiyoruz oraya? Benimle de paylaşmak ister misiniz ? Hani onun komutanı benim ya!’’
Suratındaki serseri gülümsemesiyle, birkaç saniye olduğum tarafa baktı.
‘’ Bitti mi yüzbaşım?’’
‘’Bitti!’’ dedim oldukça iğneliyici bir tonda.

‘’Tamam o zaman. Müsaadenizle şu çalan şarkıyı dinlemek istiyorum. ‘’
O kadar soruyu ben sormamışım gibi, uzandı ve çalan şarkının sesini bir tık arttırdı. O sıra dinlediği şarkıda geçen sözler dikkatimi çekti.
Bilsen şimdi nerdeyim, çılgın gecelerdeyim
Uzun bir seferdeyim gücüm yetene kadar…
Gonca güllerim vardı burcu burcu kokardı
Rengi soldu sarardı sevip tutana kadar.

Yaralıydı bu adam. En derininden, en canını acıtan yerinden hem de. Parçalandığı yerden tekrar bütünleşmek zorunda bırakılmış, kuru bir yaprak gibi ne tarafa savrulacağı hiç düşünülmemiş olan…
Sormak bana düşmezdi, o yüzden sustum. Başımı camın olduğu tarafa çevirip sessizliğime gömüldüm tekrar…
**
Aradan geçen yarım saatin sonunda oldukça büyük olduğunu gördüğüm hastanenin önünde durduk. O kadar dalmıştım ki kendi içimdekilere, hiçbir şeyin farkında değildim.
Arabadan inip, girişe doğru ilerlerken etraftaki insan kalabalığı çok fazlaydı. Herkesin kendine göre ayrı bir derdi tasası vardı. Danışmaya uğramadan direkt asansörlere yönelen yüzbaşıyı takip etmekten başka bir şansım yoktu. Zira hala albaydan öğrendiğimden fazlasını bilmiyor mecburen ‘kafanın dikine öyle gidilmez, böyle gidilir’ diye düşünen yüzbaşıya uyuyordum. Sanırım benim cezamda buydu…
Bindiğimiz asansör yedinci kata geldiğinde tak diye durdu. Yoğun bakım katında olduğumuzu duvardaki yazıdan anlamıştım. Yanımdaki hödük bana bir şey anlatmadığı için hangi odadalar kaçıncı kattalar hiçbir şey bilmiyordum sadece hödüğün arkasında ufak bir kız çocuğu gibi dolanıyordum.
Asansörün kapıları açılınca hemen karşımızda duvarın kenarında yere çömelmiş genç bir kız ile karşılaştık. Bakışları çıkan seslerden dolayı bizi bulunca bir anda ayağa kalktı.
‘’Tuğra abi!’’
Kırmızı gözler ve her an tekrar ağlamaya başlayacakmış gibi duran bir surat ifadesi ile yüzbaşıya doğru koşup sarıldı.

‘’ A.. Abii! Annem!’’ Her şey kurduğu o kelimeye kadardı. Bütün gücü takati tam o noktada bitti. Hiç ayrılmayacakmış gibi daha çok sarıldı yüzbaşıya.
‘’Tamam güzelim! Bak bana… Geçti…Tamam mı? Topla kendini, kaldır bakayım kafanı… Hiç yakıştıramadım sana Birce!’’ İçinde bulundukları ortamı dağıtmamak için geriden izliyordum onları. Yüzbaşının her an farklı bir kişiliği ile karşılaşıyordum. İçinde bulunduğumuz durum gerçekten de zordu. Annesini kaybetmenin eşiğine gelmiş bir kızın adeta çırpınışlarına seyirci olmak hiçte hoş bir şey değildi.
Tuğra yüzbaşının ikna edici konuşmaları işe yaramış olacak ki, Birce göz yaşlarını silerek bir adım geriye gitti.
‘’ O abin olacak adam nerede Birce?’’ dedim. O zamana kadar varlığımı dahi hissetmeyen kız sorduğum soruyla kafasını benim bulunduğum tarafa çevirdi. Şaşkın bakışlar eşliğinde beni baştan aşağı süzdükten sonra, yüzbaşıya baktı. Kafasını ‘ o kim?’ dermiş gibi salladıktan sonra beklediği cevap geldi.
‘’ Ben tanıştırmadım sizi. Yanımıza gelir misiniz yüzbaşım?’’
Ayaklarım tamda bu komutu beklermiş gibi benden izinsiz o tarafa yöneldi.
‘’ Bircecim, abinin yeni tim komutanı Yüzbaşı Gece Soykan. Bu küçük hanımda Atilla’nın kardeşi yüzbaşım.’’
O an ki şaşkınlığı yüzünden okunan Birce’ye elimi uzattım. Birkaç saniyelik bekleyişinin ardından bana göre oldukça yumuşak eller, ellerimle bütünleşti. Biraz çekingen ve ürkekçe de olsa sonunda tanışabilmiştik kendisiyle.
‘’Tanıştığımıza memnun oldum küçük hanım!’’
İlk önce kaşlarını çattı sonra bir anda yüzbaşıya dönüp;
‘’Hepsi senin yüzünden! Bak, sen küçük hanım dedin diye Gece Hanım da bana öyle seslendi görüyor musun? Of of… Siz beni sinir etmek için yemin mi ettiniz Tuğra abi?’’
Az önceki ürkek ceylanın içinden tam bir panter çıkmıştı resmen. İki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanan o değilmiş gibi bir sürü cümle sığdırmıştı kısacık zamana.
Ben küçük müçük değilim tamam mı Birceyim ben Birce bana küçük hanım demekten vazgeçin artık.

Genç kızın bakışları yüzbaşıda olsada bu laflardan ben de payıma düşeni almıştım. Nedense Birce’nin bu halleri bana küçüklüğümü anımsattı ve onu kendime yakın hissettim .
‘Tamam’ dedim. ‘Tamam güzellik sakin ol biraz. Gel senle bir anlaşma yapalım sen bana Gece Hanım yerine Gece abla ya da sadece abla de ben de sana küçük hanım değil Birce diyeyim. Ne dersin?’ Şaşkın bakışların hedefinde bu defa ben vardım. Ağzı birkaç defa açılıp kapandı.
‘O…Olur Gece abla ‘
Pardon hanımlar bölüyorum ama o dalkav… ımm şey o abin olacak adam tam olarak nerde ?
‘’Abim’’ dedi etrafına bakınarak. Yoğun bakım ünitesi yazan ve önünde birkaç kişinin bulunduğu kalabalığı gösterdi. İkimizin de bakışları Birce’nin gösterdiği tarafı bulunca, uzun boyu ve kalıplı vücudundan dolayı Atilla’ yı tanımak çok da zor olmadı. Hemen yan tarafımda hareketlilik oluşunca istemsizce yüzbaşıya baktım. Almış başını hızlı adımlarla Atilla’nın olduğu tarafa doğru ilerliyordu. Mecburen yine bana her zamanki gibi peşinden koşmak kalmıştı. Ellerimle yüzümü sıvazlarken ‘sabır ‘ dedim içimden. ‘Sabır Gece az daha sabret’ bu adam bana kafayı yedirmeden şu olayı da halledebilseydik iyi olacak, aksi takdirde elimde kalacaktı.
Önden giden Tuğra Yüzbaşı ‘’ Atilla’’ diye oldukça gür bir şekilde seslendi. Yoğun bakım ünitesinin önünde bulunan topluluktaki bütün bakışlar bir anda bizim olduğumuz tarafa döndü. Buna Atilla’nınki de dahil.
Ben arkada kaldığım için henüz benim farkımda değildi. ‘’Abiiii!’’ dedi soru sorarcasına. Aramızda belli bir mesafe olsa da konuşmaları duyabiliyordum .
‘’Sen nasıl, ne zaman geldin? ‘’
‘’Geldim işte koçum. Zamanını nasılını boşver. Annen nasıl? Sen nasılsın? Olaylar nedir? Sen benim sorularıma cevap ver.’’
‘’Annem’’ dedi uzun ve içli içli soluklanarak. Yoğun bakımın o tarafa döndü bakışları. Kafasını çevirdiğinde göz göze geldik.
‘’Komutanım…Siz? Siz de mi buradasınız ?’’ Sorduğu soru karşısında istemsiz bir şekilde gülümseyerek arkamda olan Birce’ye dönüp;
‘’ Birce, dokun bakayım bana ben burada mıyım ? ‘’ Birce anın şaşkınlığından olsa gerek koluma dokundu.
‘’Buradasın işte Gece abla!’’
‘’Gece abla mı ? Siz ne ara tanıştınız da abla sıfatına kadar çıktınız’’ diyen Atilla’nın yüzünden şaşkınlığı okunuyordu.
Amma da çok şaşıran vardı bugün yahu…
‘’Her neyse gençler artık şaşırma faslı bittiyse konumuza dönebilir miyiz? Anlat bakalım Atilla durum nedir?’’

Yoğun bakımın önünde toplanmış kalabalığa baktıktan sonra;
‘’Birce, güzelim sen burada annemin yanında kal. Herhangi olumsuz bir durumda hemen beni arıyorsun tamam mı? Biz bir kafeteryaya kadar inip gelelim.’’

..
Boş bulduğumuz masalardan birine elimizdeki kahvelerle beraber oturduğumuzda aramızda oluşan birkaç dakikalık sessizliği Tuğra Yüzbaşı bozdu.
‘’ Evet Atilla artık anlatacak mısın ?’’
Altında olan sandalye sanki rahatsız ediyormuşçasına kıpırdandı Atilla. Ellerini masanın üzerine koyup, parmaklarını birbirine kenetleyip, başladı anlatmaya.
‘’Anlatayım ,anlatayım da abi senin çok da yabancı olduğun şeyler değil zaten. Biliyorsun bizim aileyi. Bu adam çocukluğumuzdan beri aynı, her defasında bırak dedim anneme, bırak gel benim yanıma. Ben sana bakarım dedim ama anlatamadım . Kız kardeşin var oğlum dedi. Artık yapmıyor dedi. Vazgeçti bıraktı dedi . İnanmadım annemin bu söylediklerine ama inanmış gibi yaptım. Hadi dedim sırf Birce için olsun bu seferde, madem vazgeçti madem yapmıyor susayım dedim. Hele şu kız üniversitesini kazansın ondan sonra bakacaktım bir çaresine . Yine olmadı, yine yetişemedim . Çare olamadım annemin yarasına. Meğer o şerefsiz hiç vazgeçmemiş abi. Sadece annem ben duymayayım, ben öğrenmeyeyim diye susuyormuş. O akşam yine çok içmiş, sabaha karşı kapıya dayanmış. Tabi annem ve Birce uyuyormuş bu it geldiğinde. O kadar çok bağırıp çağırmış ki komşular bile uyanmış sesine ama onlarda bu duruma alışık olduğu için birazdan susar gider demişler. Birce korkudan anneme sarıldığı için kadın açamamış kapıyı meğer. Ortalık biraz sakinleşince Birce’ye odadan çıkmamasını söyleyerek kapıyı açmaya gitmiş . Açmasıyla da o şerefsiz içeri öyle bir dalmış ki mutfaktan kaptığı ekmek bıçağıyla annemi tam dört yerinden bıçaklamış ve kaçmış. Yarım saat boyunca orta yerde yatmış benim annem. Ne bir sesini çıkartabilmiş, ne de bir yardım isteyebilmiş. Duvardaki kanlı el izlerine bakılırsa kalkmaya çalışmış ama becerememiş be abi. Yerde iki büklüm kalakalmış. Aradan gecen yarım saatten sonra ,Birce daha fazla bekleyememiş ve odasından çıkmış. Ne kadar seslense de annemden bir cevap alamayınca evin kapısına doğru ilerlemiş. O adam yine dövdü ve annem bir yerde kaldı diye düşünmüş. Son adımı atıp köşeyi döndüğünde kanlar içinde yatan annemi görmüş. Öyle bir çığlık atmış ki, bu defa Birce’nin sesini duyan herkes bizim eve koşmuş. Sonrası da işte buradayız abi. İnanın bu haberi nasıl aldım, nasıl geldim, hiçbir şey hatırlamıyorum.’’

Anlattıkları karşısında adeta şok olmuştum. Söyleyecek tek kelime dahi bulamıyordum. Gözlerim masanın üzerindeki boş kahve bardağından başka bir yere bakamıyordu. Ben, ailemde hiç bu tarz bir şeye tanık olmamıştım. Aksine sevgiyle bakarlardı birbirlerinin gözlerinin içine. Bizleri de bu şekilde büyütmüşlerdi. Fakat görünen oydu ki, bazıları asla aile kavramını aile olmayı hak etmiyordu.

Masanın üzerindeki telefonlardan Atilla’ya ait olan birden titremeye başladı. Arayan kişiyi gördüğümüzde bende dahil hepimizde bir tedirginlik oluştu.
‘’Güzelim! ‘’
‘’Abicim, rahatsız ettim ama gelirken bana su alır mısın diyecektim?’’
Atilla, hoparlör kısmından konuştuğu için bütün konuşmaya dahil olmak zorunda kalmıştık.
‘’Alırım tabii, doktor falan geldi mi kontrole?’’
‘’Yok abi. Sadece bir hemşire geldi, kontrol etti ve gitti.’’
‘’Tamam güzelim. Bizde geliyoruz birazdan. Sen teyzemlerin yanından ayrılma!’’
**
Saatler birbiri ardına hızla geçerken yapabildiğimiz tek şey beklemekti. Her gelen doktor ya da hemşire sanki anlaşmış gibi tek bir cümle kuruyordu. ‘’ Bekleyeceğiz!’’
O değil miydi zaten bize de koyan. Burada hiçbir şey yapmadan beklemek! Alışmıştı artık her birimiz bu hastane koridorlarında beklemeye, çaresizliğin dibini sıyırmaya. Hiçbir zaman yılmadan, usanmadan beklemeyi de öğretmişti bize bu koridorlar.
Yoğun bakım kapısının tam çıkışına konuşlandırılan beş sandalye, gelip giden aile fertleri ve bize yaşam alanı olmuştu bir nevi. Çoğunlukla duvar dibini tercih ediyor olsak da yorulduğumuz veyahut boş kaldığını gördüğümüz vakitlerde oturup soluklanıyorduk.
Duvarda duran saate baktığımda sabaha karşı beş olduğunu fark etmemle şaşırdım. Bulunduğumuz yerde pencere olmadığından karanlık mı aydınlık mı olduğunu fark edememiştim. Oturduğum sandalyede kıpırdanınca Tuğra Yüzbaşı kafasını bana çevirip baktı. Her ne kadar mecbur olmasam da onun davrandığı gibi davranmayıp, ‘’ Ben bir lavaboya gidip geliyorum’’ dedim. Cevap vermesini bile beklemeden ayağa kalkıp ilerledim. Sonuçta ondan izin almıyordum sadece haber veriyordum.

Lavaboya girince ilk işim musluğu açıp suyun birkaç saniye soğumasını beklemek oldu. Yüzümü nerdeyse buz gibi olan suyla iyice yıkadım. Kendime geldiğimi hissediyordum. Bu benim yorgunluğumu birazda olsa almıştı. Kafamı kaldırıp aynadaki yansımama baktım, saçlarım birazda olsa dağılmıştı ve bu beni her zaman rahatsız ederdi. Sanırım mesleki deformasyon gibi bir şeydi bu da bende. Biraz daha ferahlamış ve rahatlamış hissederek çıkacağım sıra, dışarıdan ilk önce bir şeyin devrilme sesi geldi. Sonra bir bağırış ve oldukça hızlı ayak sesleri.
‘’ Lan! Lan! Lan! ‘’
Ne olduğunu bilmiyordum ama sesin Atilla’ ya ait olduğu belliydi. Elim direkt belimin sağ tarafında bulunan beylik silahıma gitti ama çıkarmadım. Hızlıca koridora çıkınca, tam karşımda kalan kolonun arkasına sinmiş, gözlerinin altı mosmor, üstü başı kir pasak içinde, tabiri caizse üflesem uçacak bir adam duruyordu. Asıl önemli nokta ise ona doğru hızlı adımlarla bağıra çağıra yürüyen Atilla’ydı.
Adamın korkmuş mu ya da mahcup mu olduğunu bulunduğum mesafeden çözemiyordum. Gördüğüm tek gerçek; bir şeyleri kabullenirmişçesine yerinden dahi kıpırdamadan bekliyor oluşuydu.
‘’Şerefsiz! Yüzsüz köpek! Sen, sen nasıl geldin lan buraya? ‘’ Ağzından çıkan en son cümle; ‘’ Seni öldürürüm lan! Tıpkı anneme yapmaya çalıştığın gibi!’’ dedi ve hızla koşmaya başladı. Henüz kimse görmemiş olsa da, elinin beline gittiğini fark etmemle bir anda adımlarımı hızlandırıp Atilla’ya doğru koştum.
‘’Atillaaa! Sakın bir saçmalık yapma. Çek o elini bulunduğu yerden!‘’ Babası olacak adamla onun arasında kalmıştım resmen. Arkamdaki adam ne durumdaydı bilmiyordum ama Atilla gözleri sinirden kan çanağı olmuş bir haldeydi ve burnundan sık sık nefes alıp veriyordu. İstemeden de olsa tam karşımda durmak zorunda kalmıştı. Bakışlarının iki uğrak noktası vardı. İlki hala arkamda olduğunu hissettiğim adam, diğeri de benim yüzüm.
‘’Siz bari yapmayın!’’ dedi. Boynunu hafif omzuna yatırıp anlayış bekler bir vaziyette. ‘’ Durumu anlattım size! Bu… Bu yutup, unutabileceğim bir şey değil! Bunu onun yanına bırakmam!’’

Haklı mıydı? Sonuna kadar hem de… Onun yerinde kim olsa onca yaşanmışlığa rağmen aynı tepkiyi verirdi amaaa… İşte işin acı yönü de o ama da gizliydi. O bir askerdi… O bir askerdi ve böyle bir durumda öç almak isterken meslekten ihraç edilebilirdi… Bunlar bir yana o vicdan sahibi bir insandı ve tanıdığım kadarı ile yaşadığını yaşatmak istemeyecek bir karaktere sahipti…
Geçen on dakikalık zaman içerisinde varlığı aklıma dahi gelmeyen Tuğra Yüzbaşı oldukça gür bir sesle bağırmaya başladı.
‘’Ne oluyor orada? Ne bu gürültü?’’
Sahi bu kadar tantana sırasında neredeydi o? Hangi ara, nereye kaybolmuştu. Asıl önemli bir diğer soruda şuydu ki, ben burada olmasaydım ne olacaktı?
‘’Oğlum!’’
Konuşmak üzere olan herkesin susmasına yetecek olan o kelime hemen arkamda bulunan adamdan yankılandı.
‘’Deme lan! Deme bana oğlum, moğlum! Ben senin hiçbir şeyin değilim bu saatten sonra!’’
Hemen yanı başımda bir hareket hissedince, baktığım yerde Tuğra Yüzbaşı belirdi. ‘’ Atilla!’’ dedi sakinliğini korumaya çalışır bir vaziyette. ‘’ Biraz sakin mi olsan abim!’’
Atilla, sabır dilenircesine başını bir sağa bir sola çevirdi. Ellerini iki yanda yumruk yapışından kendini ne kadar sıktığı belli oluyordu.
‘’Abi! Görmüyor musun adamı! Utanmadan birde buralara gelmiş. Bu nasıl bir yüzsüzlüktür söyleyin bana. İnanın artık aklım almıyor benim.’’
Bakışları arkamdaki adama dönünce yüzü tiksinmeyle karışık nefret dolu bir hal almıştı.
‘’Konuş lan! Konuş! Ne istedin annemden? Ne yaptı lan sana o? Defalarca boşan dememe rağmen, seni düşünmesi miydi suçu? Ne yapayım lan ben sana şimdi, sen söyle. Ben sana şimdi ne yapayım?’’
Yüzbaşı bir adım atıp iyice Atilla’nın yanına yanaştı ve bir anda sarıldı.
‘’Tamam abim! Sakin ol biraz, topla kendini. Onun cezasını sen değil adalet verecek zaten. Bundan sonrasıyla bizzat ben ilgileneceğim aklın kalmasın.’’
Gerçekten hissederek bakıldığında çok zor bir durumdu şuan yaşanılan. Herkesin hayatı paramparça olmuş durumdaydı. Yaşanılanlardan kim ne kadar ders alırdı bilinmez ama Atilla’nın net kararı belli gibiydi.

Hemen arkamdaki adama baktığımda, kafası yerde, omuzları çökmüş, ellerini önünde bağlamış öylece duruyordu. Yaşanılan onca şey sanki onun eseri değilmiş gibi.
Bir anda aklıma gelmesiyle, gözlerim her yerde onu aramaya başladı.
Birce!
Ben nasıl unutmuştum onun varlığını? Bu kadar karmaşanın arasında nasıl aklıma gelmemişti o?
Bir adım yana kayıp Atilla’nın arka tarafına doğru baktım. İşte o an içim daha bir kötü olmuştu. Olduğu yerde dizlerini iyice yüzüne doğru çekmiş iki büklüm bir vaziyette hıçkırarak ağlıyordu. Her ne kadar sesi olduğumuz yere kadar gelmese de, dudaklarını oynatışından ‘ Anne! Annecim! Korkuyorum!’ dediğini okuyabiliyordum. İçimdeki öfke kat ve kat artmaya başladığı sırada koridorda yankılanan postal sesleri dikkatimi çekti. Geriye dönük baktığımda herkesin dikkatinin orada olduğunu görmek şaşırtmamıştı. Biri önde üç jandarma yanımıza doğru iyice yaklaştı. Önde olan bir adım hızlı atıp arkadakilerden ayrılınca;
‘’ Tutuklayın!’’dedi. ‘’ Bilerek ve isteyerek adam öldürmeye teşebbüsten tutuklusunuz!’’

Bölüm : 06.09.2025 21:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...