12. Bölüm

MAVİYLE YEŞİLİN DANSI

Bluemoon
bluemoonn

Yer yarıldı! Ben ne kadar içerisine girmek istesem de giremedim.
Ne zaman yaptım bilmiyorum ama yumruklarımı sıkmaktan ellerimin acıdığını hissettim. Taner’in yanına yaklaşıp, ‘’ Kimlik doğrulama yaptırın! Bu işte kapansın! Sonra da gidiyoruz. Herkesi toplayın peşimden gelin! Ben şu ilerideki kayanın oradayım, nefes almaya ihtiyacım var!’’
‘’Emredersiniz komutanım!’’ dedi Taner. Sanki normal, sıradan bir şey söylüyormuşum gibi.
Ciğerlerim sanki nefes almayı unutmuş durumdaydı. Görünmez bir el bütün uzuvlarımı tek tek sıkıyormuş gibi hissediyordum. Çok değil, hemen az ilerilerinde olan bir kayaya sırtımı vermiş, boş boş bakıyordum etrafa. Her daim yanımda taşıdığım ama canım gerçek anlamda sıkılmadıkça ortaya çıkarmadığım sigara paketimi kamuflajımın cebinden çıkardım. Sanki bir tek o anlarmış gibi derdimi. Sanki bir tek o derman olacakmış gibi…
Duymaktan kaçtıklarım hemen ardımda bir bir şekilleniyordu. Her bir tuğla parçası, doğru yerini bulup olması gereken yere yerleşti. İçimde kopmakta olan fırtına hariç…
O küçük kızın, böyle pis bir oyuna dahil edilmesi mi daha çok canımı yakıyordu. Yoksa kandırılması sonucu, bir hiç uğruna canından olması mı. Kafamın içerisinde bunun gibi bir sürü soru ama hepsi cevapsız.

Köy halkıyla beraber, yerleşim alanlarına geri döndüğümüzde bizden önce gelmiş iki ambulans ve Jandarma aracı bizi bekliyordu. Birkaç kişi hariç çoğu ayakta tedavi olacağı için ambulansa yönlendirildiler. Sürecin ilerleyişini takip ederken, diğer ekipten bir çavuş yanıma yaklaştı.
‘’ Komutanım! Astsubay kıdemli çavuş Hakan Güngör.’’ Dedi kendini tanıtmak adına.
‘’Yüzbaşı Gece Soykan.’’ Diyerek tokalaştım kendisiyle.
‘’ Biz önümüzdeki birkaç gün burada olacağız. Bizim geldiğimiz araç sizi karargaha götürecek. Dilediğiniz zaman toplanıp gidebilirsiniz! Bundan sonrası artık bizde! Her şey için çok sağ olun!’’
Küçük bir tebessümle ‘’ görevimiz!’’ diyebildim sadece.
Etrafa dağılmış olan time hitaben; ‘’ Vurgun! Toparlan! Dönüyoruz!’’

Sessiz geçen yolculuk… Yorgunduk, bende dahil bütün tim. Beden yorgunluğu ayrıydı ama zihin yorgunluğu hiç birine benzemiyordu. Hepimizin yüz ifadesi birbirinden beter bir haldeydi. Arkamdan gelen time hitaben, ‘’ herkes temizlensin, sonra yemekhanede görüşürüz!’’ diyerek yanlarından ayrıldım. Niyetim onlara söylediğim temizlenme işini biran önce kendimde yapmaktı. Binadan girmeme birkaç adım kala, tanımadığım bir asker yanıma geldi.
‘’ Komutanım, albay sizi odasına çağırıyor!’’
İlk önce üstüme başıma baktım. Kendimi her ne kadar pis hissediyor olsam da, havaların çokta kötü olmadığından dolayı, üniformamda görünür bir pislik yoktu. ‘Tamam’ anlamında başımı sallamamla, asker hızlıca uzaklaştı yanımdan.
Albayın odasının önüne geldiğimde, kapısında her daim hazırda bekleyen askere, ‘’ Albay müsaitse görüşmek istiyorum. Haber ver asker!’’
‘’Emredersiniz komutanım. ‘’ diyerek gittiği yanımdan, ‘’ Albay sizi bekliyor komutanım .’’ diyerek döndü.

Kendimden emin adımlarla içeri girdim. ‘’ Yüzbaşı Gece Soykan. Emredin komutanım.’’
Masasında oturduğu yerde oldukça yorgun görünüyordu albay. Tıpkı bende de olduğu gibi onunda görünürde bir şeyi yoktu. Ancak gözlerindeki yorgunluk yüzüne ve mimiklerine yansımıştı.
‘’ Gel bakalım yüzbaşı. Otur!’’
‘’Komutanım, görevden yeni geldik ve üstüm pis. O yüzden böyle ayaktayken konuşsak daha iyi.’’
‘’Yüzbaşı! Sen buraya yeni gelmiş ve beni tanımıyor olabilirsin ama beni bilen bilir. Beni, vatanımın herhangi bir yerinden kopup gelen toprak ve kir parçası rahatsız etmez. Aksine gururlandırır. Bilirim ki askerim çabalamış, her türlü zorluğa göğüs germiş. Bu benim için onurdur. O yüzden emir vermemi beklemeden otur yüzbaşı Gece!’’
Albayın karşısındaki koltuğa kendimi çok rahat hissetmesem de oturdum.
‘’Komutanım, birkaç ufak pürüz dışında başarılı bir operasyondu! ’’
‘ Operasyon başarılıydı da, peki ya sonu! O nasıldı? ‘ Diye sordu içimde bir türlü bastıramadığım ses. Derin bir nefes çektim ve devam ettim.
‘’ Yalnız komutanım maalesef istenmeyen bir olay yaşandı! Sizinle ilk telsiz görüşmemizde küçük bir rehine kızdan bahsetmiştim. Onu kurtardık biliyorsunuz!’’
‘’Evet, biliyorum yüzbaşı. ‘’
‘’Komutanım, o kız çocuğu bir hain çıktı!’’
Karşımda oturan albayın ilk önce kaşları havaya doğru kalktı. Bir şeyleri kafasının içinde şekillendirmeye çalışıyordu ama pek oluyormuş gibi değildi.
‘’ Gece yüzbaşı! Olayı daha teferruatlı anlat!’’
‘’ Komutanım, sizinle olan konuşmamızdan sonra, kız bize oraları çok iyi bildiğini ve istersek götürebileceğini söyledi! Bunun üzerine telsizle bağlantı kuruldu ancak karşımızdaki siz değildiniz!’’ Masanın üzerinde herhangi bir sıra belirtmeksizin tıkırdayan parmakları durdu.
‘’ Acil bir toplantı için karargah dışına çıkmıştım. Doğan timinin yüzbaşısı ile irtibata geçmişsiniz. Sanırım ondan bahsediyorsun yüzbaşı!’’
‘’Doğrudur komutanım. Görüşmeler yapıldıktan sonra, kızın tarif ettiği yere gittik. O an anlamasak ta, bunun bir tuzak olduğunu gördük. Karşılıklı çıkan çatışmada kızı kaybettik. Köy halkından olduğunu düşündüğüm için ailesini aradım. Ancak aramalarım sonucu kızın o bölgeye ait olmadığını, köy halkını kaçıran teröristlerden olduğunu, görgü tanığının verdiği ifade ile öğrendim. Durum ve ilerleyiş, olabilecek en net haliyle telsizden karargaha bildirildi!’’ Bu cümleyi söylerken boğazımda bir yumru hissettim sanki. Telsizdeki yüzbaşı, döndüğümüzde bu yaptığımın hesabını vereceğimi söylemişti. Bunun tek yöntemi de tutanak yemem olduğundan, albayın ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum.

‘’ Anlıyorum yüzbaşı. Sizin için karmaşık bir durummuş gibi gözükse de, başarılı bir operasyon olmuş. Buradaki timinle ilk operasyonundu, zorlanmadın umarım timdekilerle?’’
Timdekiler… Onlar benden gram haz etmediler desem tepkisi ne olurdu acaba albayın? Çocuk yuvası mı burası yüzbaşı! Der miydi mesela?
‘’ Aramızda ufakta olsa bir gerginlik olmadı diyemem komutanım. Fakat bunlar zamanla aşılacak şeyler. Yalnız taktir etmem gerekir ki, hiçbiri görevdeyken karargahta yaptıkları davranışları göstermediler. Gayet iyi yetiştirilmiş ve profesyonel askerler olduklarını kanıtladılar.’’
‘’Öyledir Gece yüzbaşı. İnan bana hepsi öyledir. Zor zamanlar geçirdiler kolay değildi. Olması da beklenemez zaten. Fakat senin de dediğin gibi zaman… ‘’ Ellerini masanın üzerine çıkarıp devam etti konuşmaya, ‘’ Bunu da konuştuğumuza göre diğer önemli konuya gelelim. Ev işini ne yaptın? Halledebildin mi? ‘’
Kafamın içerisinde çözüme kavuşturamadığım diğer olayda buydu. Ev! En çok sinirini bozan ve yapmaktan hoşlanmadığın şey ne diye sorsalar, kesinlikle ev aramak derdim. Ayrı bir geriliyordum nedense!
‘’ Maalesef komutanım. Birkaç tanesine baktım ama ya çok bakımsızlardı ya da aşırı pahalı ve buraya uzak. Sanırım bir süre daha burada kalacağım.’’
Albay sandalyesini ufak bir hareketle arkaya doğru itti ve önünde oturduğu masanın çekmecesini açtı. Birkaç saniye çekmecenin içini karıştırdıktan sonra, eline küçük bir not kağıdı alıp çekmeceyi kapattı. Masanın üzerindeki kalemlerden bir tanesini alıp bir şeyler yazdı.
‘’ Bu kağıtta yazan numarayı ara ve benim adımı ver. Eski bir albaydır kendisi. Bir ay önce kızının oturduğu ev boşaldı. Kiraya vermek istediğini söylemişti geçenlerde. Güvenilir bir yerdir. Diğer dairelerde oturanlarda öyle. Rahat edersin. Mevkii olarak ta buraya yakın bir yer sorun yaşamazsın işin özü. Bildiğim kadarıyla kızı giderken sadece kişisel eşyalarını götürmüştü. Mobilyalar ve beyaz eşyalar duruyordu. Konuş ve bir bak derim içine sinerse tutarsın. Bugün zaten tim olarak izinlisiniz, bu işi de hallet bir an önce.’’
‘’ O zaman izninizle ben çıkayım komutanım.’’
‘’İzin sizin yüzbaşım.’’

Albayın odasından çıkar çıkmaz elimde tuttuğum kağıtta yazan numarayı aradım. Telefon birkaç çalıştan sonra, oldukça sert bir ses tonuna sahip biri tarafından açıldı. Kendimi tanıtıp, Mustafa albayın ismini verdikten sonra her şey hızla ilerledi. Konuştuğum kişi eski albay olan evin sahibiydi ve işin en güzel kısmı evi hemen gelip görebileceğimi söyledi. Kısa bir adres tarifinden sonra kendimi ‘ artık benimde bir evim var’ diyebileceğim o yerde buldum. Ev gerçekten güzel ve bakımlıydı. İsminin Ekrem olduğunu öğrendiğim eski albay, yeni ev sahibim, kısa bir zaman önce kızının evlendiğini o yüzden dairenin boşaldığını söyledi. Toplamda üç katlı bir binaydı ve benim tuttuğum daire tam orta kattaydı. Alt katımda ev sahibim, üst katımda da yine albay Mustafa’nın tanıdıklarının olduğunu bildiğim bekarlar varmış. Kısacası şimdilik iyi bir yere benziyordu. ‘’Ekrem albay!’’ kendisine o şekilde seslenmemi söyledi! Sert görüntüsünün yanında babacan bir tavra da sahipti. Her şeyde oldukça anlayışlı davranmış ve hemen yerleşebileceğimi bile söylemişti. Bu tabi ki benim işime gelmişti. Neyi ne ara yaptım bilmiyorum ama karargahtan hiç açılmamış bir şekilde beni bekleyen bavulumu alıp yeni evime o akşam yerleştim.
Kafamda şekillendirdiğim programıma uygun olarak ilk önce, kemiklerime kadar işleyen güzel ve sıcak bir duş aldım. Eve gelmeden uğradığım marketten aldığım sıcak çikolatamı yaptıktan sonra ayaklarımı koltuğa uzatmış olarak televizyonda kendime uygun programlar arıyordum. Belgeseller vazgeçilmezim olarak birinci sırayı aldığından dolayı önceliğim onu aramaktı. Tam aradığım tarzda güzel bir belgesel bulmuşken, ilk önce yukarı kattan olduğunu düşündüğüm bir patırtı oldu. Bu sanırım vazo tarzı bir şeyin düşme sesiydi.

‘’Gırdın gırdın! Yavaş olmayı dene !’’ diye söylendim kendi kendime. Sanki beni duyabilecekmiş gibi.
Aşk yaşadığım çikolatamın son yudumlarını içmek her zaman zor olan nokta olduğundan, oldukça ağırdan alıyordum. Pür dikkat belgesele dalmış olayları izliyordum. Zavallı geyik su kenarında kendine ağır adımlarla yaklaşan aslanı fark edemeyince olan olmuştu. Bizim geyik, aslana enfes bir yemekti şu sıralar!
‘’ Ah be kızım olacak iş mi bu? Dikkatli olsana be! Bak yedi seni gördün mü?’’
Anın heyecanı ile kalan son yudumu fark etmeden içmişim. Bunu kupayı göz hizamda tutunca fark ettim.
‘’ Aaa! Olacak iş mi bu şimdi? Tamda en güzel yerinde bitilir mi be?’’ dememle beraber bir gümbürtü oldu. Ama ne gümbürtü. Sanki bir ton ağırlığındaki bir nesneyi havadan benim tavana bırakmışsın gibi. Tavanda asılı olan avize bile olay sonrası durmakta oldukça güçlük çekti diyebilirim.
‘’ Yuh! Oha! Davar mısınız acaba?’’
Bacaklarımı uzattığım koltukta toparlanıp oturdum. Gözlerim hala tavanda bir o yana bir bu yana gidip gelen avizedeydi.
‘’ Tövbe tövbe!’’ diyerek elimdeki kupayı mutfağa götürmeye gittim. Tam mutfaktan çıkmış salona dönüyordum ki az öncekinin daha hafifi de olsa yine aynı gümbürtü koptu. Derin bir nefes çektim içime. Daha ilk günden sesimi çıkarmamalıydım. Sakin olmalı ve kendime de onlara da zaman tanımalıydım. Belli ki uğraştıkları bir şey vardı. Kendimi teskin etmeye çalıştım bir süre
‘’Sabır Gece! Sabır! Sakin ol kızım! Sen en iyisi git yat! Hem dinlenmiş olursun. Görevden geldin zaten yorgunsun. Sabah uyandığında hepsi bitmiş olacak!’’
İlk önce televizyonu, sonra ışığı kapattım. Adımlarım yatak odasına doğru gidip beni yatağıma götürdü. Vücudum yatakla buluştuğunda yorganı kafama kadar çekip, derin bir uykuya doğru yelken açtım.
Ailemle mutlu, huzurlu bir kahvaltının tam ortasında gülüp konuşuyorduk. Bir tarafımda abim hemen karşımda ise anne ve babam oturuyordu. O kadar mutluydum ki, hiçbir şey umurumuzda değildi. Buna dışarıdan gelen, ayı homurtusuna benzer seslerde dahil. Biraz zaman geçince o sesler daha bir şekillendi ve ‘ Gol, gooollll, gol be gol!’ olmaya başladı. Ne hikmetse bu sesleri masada sanırım sadece ben duyuyordum. Diğer hiç kimsenin mimiklerinde kıpırdama dahi yoktu. Tekrardan aynı homurtu ve beraberinde bir ‘Gol’ nidası ve hemen peşine uyanıkken yaşadığım o gümbürtü!

Hangi ara yataktan fırladım ışığı yaktım bilmiyorum. Birkaç saniye olayın farkındalığını kavramaya çalıştım.
Ben neredeydim ve ne olmuştu az önce. Yaşadıklarım rüya mıydı gerçek mi? Kafam allak bullak olmuş bir vaziyette yatağıma oturdum. Başım öne eğik, ellerimle başımın iki tarafından destek olmak istercesine tuttum. Hızla uykudan uyanmamdan dolayı ufak bir baş ağrısı girmiş durumdaydı çünkü.
Uyku mahmurluğum yavaş yavaş üstümden gittiği sıra yukarıdan gelen gülüşme ve homurtular dikkatimi çekti. Bunlar rüyamda duyduğum ayı homurtusuyla aynıydılar. Daha beş dakika geçmemişti ki bu seferde repertuvar değişti ve yerini tam anlayamadığım boğuk bir marşa bıraktı. İşte bu son noktaydı! Kendime de onlara da vermiş olduğum zamanın bir hayli sonuna gelmiş bulunmaktaydık. Bundan sonra Allah yarışmacı arkadaşların yardımcısı olabilirdi.
Üzerimi değiştirme gereği dahi duymadan, hemen kapının girişinde asılı olan anahtarımı aldım. O hızla kapıyı nasıl kapattığımı gerimden gelen çarpma sesinden anladım. Adeta koşarcasına çıktığım basamakların sonu, gürültünün tam kaynağıydı. Tek bir saniye bile düşünmeden yumruklarımı kapıya geçirmeye başladım. Ne kadar vurursam vurayım hiçbir değişiklik olmuyor, aksine gülüşmeler daha da artıyordu. Bu sefer hem yumruk hem tekme geçirmeye başladım kendimi duyurmak için. Bir anda gülüşme sesleri kesilince boşluktan faydalanıp güçlü bir tekme daha geçirdim kapıya. Tam o noktada sonuca ulaştım.
‘’Abi, kapı çalıyor diyorum size işte!’’
‘’Ne kapısı oğlum? Bu binada Ekrem albaydan başka oturan yok ki! O da toplanacağımızı bildiğinden bir akrabasına gidecekti!’’
Daha ne kadar kendi aralarında muhabbet edeceklerdi bilmiyorum ama tepemden duman çıkartacak pozisyona gelmiştim. Alt kattan gürültülerine maruz kaldığım yetmezmiş gibi şimdi de muhabbetlerine ortak oluyordum.
Boynumu önce sağa, sonra sola çevirip rahatlatmayı denedim. Hanımefendi bir şekilde konuşacak pozisyonu çoktan geçmiş olduğum için içerideki ayıların dilinden konuşacaktım artık.

Tekme ve yumruğun fayda etmediği mekanda şansımı bu seferde zilden yana kullandım. Fakat tek bir farkla! O parmak, o zilden hiç inmedi. Siz deyin 404, ben diyeyim Japon! O denli yapıştı.
Homurdanan bir ayının ayak sürüme sesleri eşliğinde yaptığım kulak tırmalayan eziyete devam ettim. Kapı bir anda açıldı. Karşımda öküzümsü bir şeyin varlığı belirdi. O bana ben ona bakıyor oluşumuz hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Tıpkı parmağımın hala zilde olması gibi!
‘’ Bacım yeter da! Daha ne kadar basılı tutacaksın zile? Geldik, açtık işte. Çek o parmağını da kulağımızı sevme daha fazla!’’
Parmağımın ucunu hafifçe yukarı kaldırınca zil doğal olarak sustu.
‘’ Bu evin ayısı sen misin?’’ dedim karşımdaki öküzümsüyü baştan aşağı süzerek. Onu takip eden bakışlarımı görünce serseri bir gülümseme oluştu dudaklarında.
‘’ Ne o bacım! Çok mu beğendin? Alıcı gibi pek bir süzdün! Beğendiysen senin için o dediğin öküz, möküz… İşte ne haltsa o da olurum ayı da!’’
Kaşınıyordu! Yeminle, öyle böyle değil hem de. Tam göğüs kafesinden sertçe ittiğimde sanırım boşluğuna gelmiş olacak ki, sendeleyerek geri gidip duvara çarptı. Onun şaşkınlığından faydalanıp hızla seslere doğru ilerledim.
Girdiğim oda benim solonla aynı yapıya sahipti. Tek bir farkla, benim solonda beşi içeride biri arkamda olan yarmalardan yoktu. Her birinin boynunda tuttuğu takımın atkıları vardı. Önlerindeki sehpalarda bulunan ne olduğu belli olmayan içeceklerden içip kasedeki çerezlerden yiyorlardı. İçlerinden birinin sesi duyuldu o ara.
‘’ Akın! Hadi oğlum. Nerede kaldı benim çerez? Getir artık şunu!’’
Bu sesi bir yerden tanıyordum. Nerede duyduğumu bilmiyorum ama hiç yabancı gelmiyordu!
‘’Abi!’’ dedi hemen arkamdaki. ‘’ Getiremem!’’
‘’ Niye lan! Bitmiş mi yoksa?’’
‘’ Yok abi ondan değil!’’ Sesi artık acı çeker gibi çıkmaya başlamıştı. Ben ise kollarımı göğsümde bağlamış, tek omzumu duvara yaslayarak izliyordum hepsini.
‘’ Salonumuzda şöyle bir şey var da abi, ondan!’’
Bir anda bütün bakışlar benim olduğum yeri buldu. Hepsi olayı tam olarak kavrayamasa da, oturdukları yerde toparlanmaya başladılar. Bakışlarım hepsinin üzerinde bir bir dolaştı. Ta ki, birine kadar.

Kocaman cüssesiyle oturduğu koltuğun yarısını kaplamıştı. Üzerinde bedenini sımsıkı saran siyah bir tişört ve o tişörtten kendini belli eden kol kasları vardı. Fakat en önemlisi gözleri…
Hayatım boyunca belki çok az gördüğüm bir göz rengi. Mavi ile yeşilin birleşiminden oluşan bir dans. Uzun süredir hissetmediğim bir duygu şuan benliğimi ele geçirmeye çalışıyordu. Değişikti… Gerçekten çok değişik.
Sanki oda da bir tek o ve ben vardık. Onun varlığını fark ettiğim andan itibaren hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bir anlamı kalmamıştı. Ne oluyordu bana böyle? İradem bu kadar mı zayıftı yani. Neydi bu içinde bulunduğum durum? Ne için buraya gelmiştim mesela? Bunları düşünmeli ve kendime gelmeliydim biran önce.
Gözlerimin önünde hareket eden bir şey vardı. Gölgesini görüyor ama netliğe kavuşturamıyordum. Sonra birden omzumda bir el hissettim. İçimdeki Gece, o eli tutup kırılana kadar sıkmam gerektiğini söylüyordu ama ben tek bir kılımı dahi kıpırdatamayacak kadar güçsüzdüm.
‘’Abi dondu bu sanırım!’’
‘’Ne demek dondu oğlum dürtüklesene bir. ‘’
‘’Yok abi ya, bu olmamış. Bozuk yapmışlar bunu. Baksanıza kal geldi. Nefes alıyor mu acaba ya?’’
‘’Akın, oğlum elini yaklaştır bakayım ağzına burnuna doğru. Rüzgar neyim gelip duruyor mu?’’
‘’Dur bir bakacağım şimdi Serhat abi ama korkmuyor değilim. Ya ısırırsa!’’
‘’He oğlum he! Köpek mi lan o ısırsın? Bas baya kadın işte! Ne ısıracak? Hem ısıracak olsa bile seni değil Tuğra ’yı ısırır. Baksana nasıl da dikti gözleri bakıyor!’’
Bütün konuşmaları duyuyor ama tepki vermiyor, veremiyordum. Aralarında konuştukları şey zırvalamaktan başka bir şey değildi ama açıkçası hoşuma da gitmedi desem yalan söylemiş olurum.
Arkamdaki her yerde biten ot, ‘’ Abiler, bakın elimi uzatıyorum. Kaparsa beni kurtarın olur mu? Benim narin ellerimi bu kadına yem etmeyin.’’ Diyerek ilk önce tek parmağını uzatır gibi oldu. Sonra aradığını hissedememiş olacak ki, ürkek bir beş parmak göründü gözlerimin önünde. Tam o an içimden geldiği gibi davranmak istedim ve dolu dolu bir köpek havlama sesi çıkardım.

Benim ‘’ Hav! ‘’ diye bağırmamla ondan gelen ‘’ Hoştt!’’ sesi birbirine karıştı ve beraberinde devrilme sesleri kulaklarıma doldu. Arkama baktığımda az önceki konuşmalardan adının Akın olduğunu öğrendiğim ot! Yerde boylu boyunca uzanıyordu. Üstündeki şemsiye koymak için kullanılan demirden nesneye sarılışını saymazsak gayet iyi durumdaydı.
Arkamdakine hitaben, ‘’ hey ot! Nasıl iyi ısırdım mı? Şemsiyeliğe sarılışına bakacak olursak gayet başarılı olmuşum ne dersin?’’ diyerek üstüne bir de alay vari şekilde sırıtış ve göz kırpma ekledim. Birkaç gülüşme sesi gelse de, umursamadan önümü döndüm.
‘’Şimdi… Size gelecek olursak’’ Tek parmağımı havaya kaldırıp, sanki hepsini bir çemberin içerisinde topluyormuş gibi yaptım. ‘’ Beynim, bedenim ve uykumla alıp veremediğiniz ne? Bir sabır, iki sabır ama bende insanım be kardeşim! Hayır, yani apartmanda oturmayı bilmiyorsanız sizler için daha uygun konaklama alanları var. Birde oraları deneyin. Deneyin ki, biz insanlarda rahat edelim. Değil mi? Kaç saattir gümbür gümbür bu nedir ya? Kafa derler buna da kafa!’’
Hepsi birden sadece öküzün trene baktığı gibi bakıyor, tek bir kıpırdanış dahi sergilemiyorlardı. Onlar bana ben onlara bir dakika gibi bir süre boyunca aralıksız bakmış bile olabiliriz.
Bu sinir bozucu sessizlik sanki hiç bitmeyecek, ben olduğum yerde sabaha kadar bekleyecek gibi duruyordum.
‘’Eee! Hani yok mu bir cevabınız? Halbuki kaç saattir gayet konuşkan! Pardon bağırgandınız! Ne oldu? Kal mı geldi?’’
Bir boğaz temizleme sesi duydum. Ancak kimden geldiği henüz belli değildi. Hepsi, tip olarak birbirine benzerdi. Arkamdaki otu da sayacak olursak altı adam. Her hangi birinden gelmiş olabilirdi bu ses.
‘’ Küçük hanım!’’
Oturduğu koltuğu beraberinde getirecekmiş gibi bir hareket yapıp kalçasını hafif öne kaydırdığında sesin kimden geldiği de anlaşılmış oldu.
Bu az önce gözlerinde kısa bir mola verdiğim yakışıklıdan başkası değildi. Yalnız küçük bir ayrıntı vardı. ‘Küçük hanım!’ diye seslendiği ben miydim?

Bulunduğumuz odanın dört bir tarafına bakındım. Gözlerim etrafta ‘ küçük bir hanım!’ aradı ama maalesef ki bulamadı. Sonra emin olmak için ellerimle kendimi gösterdim. Tam göğsümün orta yerine parmağımı bastırarak, ‘’ Ben mi?’’ dedim.
Bakışlarından bir bezmişlik geçti o an. ‘’ Pardon ama genç hanım. Burada sizden başka o vasfı taşıyacak birini görüyor musunuz? Gördüğünüz üzere hepsi birbirinden kıllı altı adam var ya hani!’’
Bir onlara baktım , bir de kendime. Söyledikleri her ne kadar doğru olsa da, aklıma gelen şeyle bacaklarımı bir araya topladım. Evet, maalesef bu aralar onun söylediği kıllı kelimesine neredeyse bende uymaya başlamıştım. Buraya gelme telaşı, yerleşme derken birde görev çıkınca bacaklarımdaki tüylerden kurtulmayı unutmuştum. Yani anlayacağınız onun kıllı tabirine şu an için bir tık bende uyuyordum.
Bacaklarımı bir araya topladığımı görünce, baştan aşağı beni süzdü. Bakışları en son bacaklarımda durdu ve değişik bir gülümseme oluştu dudaklarında. Ne yani anlamış mıydı? Boşluğuma gelerek yaptığım ufacık bir hareketten sanırım rezil olmuştum. Eski dik pozisyonumu aldım bir anda.
‘’ Pardon ama beyefendi konumuz bu mu şimdi? Size ne kadar rahatsız olduğumu anlatmaya çalışıyorum. Akşamın bir saatinden beri tepemde tepinip tepinip duruyorsunuz. Belki diyorum, belki bir ümit susarlar ama yok! Rüyalarımdan bile sizin hömkürmelerinizle uyanıyorum. Bakın yarın!’’ Oan zamanın oldukça ilerlemiş olabileceği geldi aklıma ve kolumdaki saate baktım doğrulamak için. ‘’ Hatta şunun şurasında dört saat sonra işe gideceğim ve bilin bakalım ne oldu? Sizin bağırışlarınız ve gürültünüz sayesinde gram dinlenemedim ben! ‘’
Sanırım sesim onu rahatsız edecek kadar fazla çıkmıştı ki birkaç adım yaklaştığını gördüm.
‘’ Öncelikle şunu merak ediyorum hanımefendi! Siz hangi köyün delisisiniz ? Ah pardon yanlış söyledim! Hangi daireden buraya teşrif ettiniz acaba? Bildiğim kadarıyla alt katımda kimse oturmuyor da!’’
Az önce yakışıklı demiştim değil mi? Siz o söylediğimi unutun! Tam bir ukala ve hödükten başka bir şey değildi karşımdaki yarma kılıklı herif.
‘’Hah!’’ diye bilmiş bir ses çıkardım. Sırf ona inadına, daha çok sinir etme arzusuyla yanıp tutuşuyordum şuanda. ‘’ Daha etrafınızda ne olup bittiğini göremeyecek kadar da körsünüz siz sanırım. Yazık size! Cidden yazık! Sizin de deyiminizle altı koca ve KILLI adam ama duyuları o kadar silik! Yazık cidden çok yazık! Şunu da belirteyim ki alt katınıza taşındım. Yani hemen buraya! ’’ derken alt katı gösterdim daha iyi anlaması için.
Birkaç adımda karşımda bitti. Bu kadar yakınımda olmamalıydı. Aramızdaki tek adımlık mesafeyle birlikte ondan geldiğini hissettiğim bir elektrik oluştu. Bir an önce buradan gitmem gerekiyordu. Bu çekimden kurtulmak için ayrılmalıydım buradan.
Uzun boyluydu, hatta gereğinden fazla uzun. Bende kısa değildim ama aramızda nereden baksan yirmi santim varmış gibi duruyordu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. İri bedeni resmen gölgelemişti beni. Göz bebekleri, göz kapaklarından çıkacakmış gibi dönüp duruyor ve renk değiştiriyordu. Bir an insanı içine çeken sımsıcak yeşil, bir an insanı donduracak kadar soğuk bir mavi oluyordu. Soğukluğunu da, sıcaklığını da tüm vücuduma verdiği yalancı elektrikten hissedebiliyordum.

‘’ Bakın hanımefendi! Anlaşılan o ki rahatsız olmuşsunuz! Kusura bakmayın. Buradakiler adına da , kendi adıma da üzgün olduğumu belirteyim. Lakin bilmiyordum. Emin olun ki bundan sonra daha dikkatli oluruz. Umarım anlatabilmişimdir!’’
‘’Neyse!’’ dedim. ‘’Uzatmayacağım. Sizinle laf dalaşına giremeyecek kadar yorgunum. Bundan sonra daha dikkatli olursanız sevinirim. Zira, bir daha ki sefere bu kadar anlayışlı olmam.’’
‘’Ha, bu anlayışlı halimdi diyorsunuz yani. O zaman bir daha ki sefere Allah bizi sizin gazabınızdan korusun hanımefendi!’’
Kafamın üstünden duman çıkartacak pozisyona getirmişti yine beni. ‘’Siz! Sen! Baş edilmez bir hödüksün!’’ Sinirden ağzımdan çıkan kelimeler bile saçmalıktan başka bir şey değildi. Arkamı döndüm birkaç adımda çıkış kapısının oraya vardım. Olduğu yerde hala kıpırdamayan ot kılıklıya gelişine en sertinden bir omuz attım. Son kez laf sokmadan gitmek bana yakışmazdı.
‘’ Ayrıca ne var biliyor musunuz beyefendi! Hanımefendi sizin ananızdır!’’
Arkamda bıraktığım kapıyı kapatmaya gerek duymadığımdan, homurtularını işitiyor ama kale almıyordum. Yalnız ben ona son defa laf sokacağım derken, sanırım yine yiyen ben olmuştum. Merdivenden inmeden önce duyduklarım resmen birer kapaktı bana.
‘’Ha şunu bileydiniz! Annem sizin aksinize tam bir hanımefendidir!’’
Sonrası bütün apartmanı inleten kapı kapanma sesi…
**
İsmimi taşıyan andan belki de ilk defa bu kadar nefret etmiştim. Eve geldikten sonrası benim için tam bir kaos ve karmaşaydı. Sinirimi çıkaramadığım zamanlarda içimde oluşan öfke patlamasını durduramıyordum. Nefes almakta bile zorlandığım bir dört saat geçirmiştim. Gözlerim bana inat kapanmayı reddetmişti ve ben, tabiri caizse baykuş gibi pörtlek gözlerle sabahı etmiştim.
Bugün aklı olan kesinlikle bana bulaşmamalıydı. Hatta mümkünse beş metre bile yakınıma gelmemeliydi. Ancak böyle bir şeyin olmayacağını herkes gibi bende biliyordum.
Evdeki işlerimi hallettikten sonra tam çıkmak üzereyken, apartmandan gelen patırtı ve koşturmacayı duydum. Kapının gözetleme deliğinden bakınca sanki dün uyaran ben değilmişim gibi gayet sesli bir şekilde çıkıp giden üst kattakileri fark ettim. Bir yandan şans benden yanaydı ki, onların geçişi ben kapıda ayakkabılarımı giyerken de yaşanabilir ve benim geçmeyen sinirim yeniden ortaya çıkabilirdi. Şuan en azından kapı arkasında güvendeydik.
*** Sabahın erken saatleri olmasından dolayı karargahın bahçesinde birkaç rütbeli haricinde kimse yoktu. Hızlı adımlarla odama geçip kamuflajımı giyince her zaman hissettiğim güven duygusu sarmıştı beni. Kahvaltı saatinin gelmiş olmasından dolayı, odamın kapısını kilitleyip alt kata inmeye başladım. Hala daha yanından geçtiğim askerlerin, varlığımı yadırgadıklarına emindim. En azından bakışlar o yöndeydi.

Yemekhaneye yaklaştıkça çıkan gürültü, ortamın kalabalık olduğunu göz önüne seriyordu. Uğultular yavaş yavaş kesilirken, masalara yerleşmeye çalışan askerleri buradan bile görüyordum. Benden on beş, yirmi saniye önce giren uzun boylular sanırım rütbeliydi ki, uğultular bir anda kesildi ve yerini bir dinginlik aldı.
Yemekhanenin kapısının önünde birkaç saniye durakladığımda amacım timdekilerin oturdukları masayı bulmaktı. Fakat umduğum gibi olmadı. Önce bir çatalın gürültüyle düşme sesi, sonrası zaten kaos!
‘’ Tövbe Estağfurullah!’’
‘’Hadi bee!’’
‘’Yok daha neler!’’
Bunların hepsi farklı farklı ses tonlarından çıkan şaşırma ünlemleriydi. Dikkatim o tarafa döndüğünde, altındaki sandalyede fazlasıyla yer kaplayan bir sırt yavaş yavaş benim olduğum tarafa dönmeye başladı.
Soruyorum sizlere, bakışlar konuşur muydu?
Onun gözlerindeki şaşkınlık benimkiyle birleşince, bütün sesler yine kesildi. Tam o noktada anladım ki, gözlerine baktığım adam; ‘ hödük ‘ dediğim kişinin ta kendisiydi.
Aceleci bakışlarım rütbesini bulduğunda, gerçekler birer tokat misali suratıma çarptı. Bu telsizden konuştuğum yüzbaşı Tuğra AKTÜRKOĞLU idi ve benim hesap verme saatim fazlasıyla gelmişti…

Bölüm : 04.06.2025 12:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...