8. Bölüm

MEÇHUL

Bluemoon
bluemoonn

Dışarıda hava nasıldı bilmem ama burası sıkıcı ve bir o kadar kasvetliydi. Yedi kocaman insan! Hepsi birbirinden iri ama akıl konusunda her biri birbirinden deli!
Biz ne ara buraya düşmüştük! Olaylar ne ara bu noktaya gelmişti! Tek amacımız kafa dağıtmakken, nasıl bir belanın içine düşmüştük.
O kadar uzun süredir sandalyenin şefkatli minderine maruz kalmıştım ki, onu artık bedenimin bir parçası gibi hissetmeye başlamıştım.
Karşımda oturan altı koca adama baktım. Taner, Selçuk, Gencal, Gökhan, Kaya ve Atilla. Benden pek de farklı durumda değillerdi. Atilla ve Selçuk gözlerini kapatmış halde hemen arkalarında bulunan duvara başlarını yaslamıştı. Taner, Gencal ve Kaya ise kafalarını önlerine eğmiş arpacı kumrusu gibi düşünceliydiler.
‘’ Şişştt! Beyler!’’ diyerek hepsinin dikkatini çektim. ‘’ Siz, hayırdır? Ne bu sessiz haller?’’ Hoş, benimde onlardan pek bir farkım yoktu ama maksat zaman geçsin!
İlk olarak duvara yaslı olan kafalar olduğu yerden ayrıldı. Pür dikkat yeri izleyen bakışlar, bulunduğu konumu terk edip sırasıyla beni buldu ve hepsi sanki anlaşmışçasına kollarını göğüslerinde bağlayıp bana bakmaya başladı.
‘’Komutanım! Şu an, nasıl bir durumdayız, farkında mısınız?’’ dedi. Şimdiye kadar sesini pek fazla duymadığım Kaya.
Bende tıpkı karşımdaki adamlar gibi, ellerimi göğsümün üzerinde bağlayıp, ‘’ Yani!’’ dedim. ‘’Korkuyor musunuz yoksa?’’
Hepsinin gözünden parlama geçtiğini gördüm o an. Tıpkı az önce benim sorduğum şekliyle cevap verdi yeniden Kaya, ‘’ Sizce!’’ dedi. ‘’ Oturduğunuz yerden baktığınızda öyle mi görünüyoruz?’’
Dudağımın kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı , aldığım cevap sonrası. Birkaç saniye düşünürmüş gibi yaptım. ‘’Hayır!’’ dedim pat diye. Bunu beklemiyor olacaklar ki, bir duraksadılar. Tam konuşmaya tekrar hazırlandığı sıra, bulunduğumuz yerin kapısı oldukça gürültülü bir şekilde açıldı.
Önde bir, hemen arkasında da iki ayrı kişi olmak üzere içeri üç kişi girdi. İçlerinden biri, hemen önümde bulunan masanın yanında durdu. ‘’ Ben, Jandarma Üst Çavuş Asaf Gök! ‘’ dedi ve elini uzattı. Önce uzatılan ele sonra da karşımda duran askere bakıp, yavaşça ayağa kalktım. ‘’Komutanım! Öncelikle bu yaşanılan tatsızlık için kusura bakmayın. Kendimizi nasıl affettiririz bilmiyorum ama serbestsiniz!’’ dedi.

Bu söz üzerine arkamdaki devlerin her birinden farklı bir nida yükseldi. Kimi ‘Oh be ‘ derken, kimi de ‘’Şükür çekiyordu’’
Onlara göre her şeyin son bulduğu nokta da, asıl burada oluş amacımız geldi aklıma. O küçük kıza ne olmuştu yada ne olacaktı?
‘’ Bir konu hakkında bilgi almak istiyorum Asaf komutan!’’ Aklımda deli sorular dönüyordu, bunların cevabını almam lazımdı buradan rahatça çıkıp gitmek için.
‘’Tabi, buyurun komutanım!’’
‘’O… Küçük kız! Ona ne oldu? Nerede şimdi?’’
Zor bir soru sormamış olmamama rağmen, duraksadığını gördüm karşımdaki adamın. Bakışlarındaki çelişkiyi görebiliyordum, o farkında olmasa bile.
Başını ilk önce sağ tarafındaki boş duvara doğru çevirdi. Oldukça zorlanıyordu söyleyeceği artık her neyse.
‘’Komutanım!’’ dedi başı hala daha tam önüne dönmemişti. ‘’ O kız… O kız, ifadesi alındıktan sonra, yanında bekleyen askerden su istemiş. Asker, ihtiyacı olduğunu düşündüğü için kantinden almaya gittiği sırada, boşluktan faydalanıp kaçıyor. Farkına vardıklarında arkasından bağırıp, koşuyorlar. Kız fark edildiğini anlayınca daha hızlı koşmaya başlıyor. Sanırım korkuyor. O hızla karşıdan karşıya geçerken, ters yönden gelen bir aracın altında kaldı ve maalesef hayatını kaybetti!
İşte yine kelimelerin, cümlelerin sustuğu noktadaydım. Bir can yine yitip gitmişti! Kimden dolayı? Yada neyden dolayı? Sırf istemediği bir hayattan kaçtığı için! Yaşadığımız çağda bile hala daha örümcek beyinli insanlar olduğu için! Gencecik bir kız, daha yaşayacağı, göreceği ve mutlu olacağı onca zamanı varken, elinden alınmış, bu hayattan öyle yada böyle koparılmıştı.
Sinir, bütün vücudumu sarmış durumdaydı. Adeta su misali akıp geçiyordu bütün damarlarımdan. En kötüsü ise bunu hissediyor ama hiçbir şey yapamıyor oluşumdu. Arkamda bıraktıklarıma dönme gereği bile duymadan, kısık bir ses tonuyla ‘’ gidelim’’ dedim sadece. Sakin olmalıydım! Kendimi kaybetmemeli, yanlış bir hareket yapmamalıydım.
Bacaklarıma söz geçiremiyor bir vaziyette hızla çıktım o uğursuz haberi aldığım yerden. Arkamdakilerin adım seslerinden peşimden geldiklerini biliyordum. Sinirimi atmaya ihtiyacım vardı! Ya hastaneye gidecek o adamı kendi ellerimle öldürecektim yada önüme gelen ilk şeyden hıncımı alacaktım. İlk seçeneği bana kalsa çok rahat yapardım ama gerisi…

Dışarı adım attığımda karanlık tüm kasvetiyle sardı etrafımı. Şuan her yer, her şey masumiyetini kaybetmiş ve çirkin gözüküyordu gözüme. Olduğum yerde, ellerim belimde dikildim. Sakinleşmek için kendime tanıdığım her saniye daha bir boğuyordu sanki beni. Burnumdan solur vaziyette, ellerim belimde kendi etrafımda döndüm. Timdekilerle aramda neredeyse iki metre mesafe vardı ve hepsi sanki ne yapacağımı bekler vaziyette pür dikkat izliyorlardı beni. Bütün herkese, her şeye kinliydim!
Önüme döndüğüm an, öyle hızla fırladım ki bulunduğum yerden kimse ne olduğunu bile anlamadı. Adımlarım benden bağımsız nereye gideceğini bilir vaziyette, önüme serilen ilk ağacın altın getirdi beni.
Bir, iki, üç… derken kendime engel olamıyordum. Ne ayağımdaki spor ayakkabılar ne de canımın acısı umurumdaydı. Tek derdim, sinirimi atmak! Bu duygudan kurtulmaktı!
Ben sinirliyken, yanıma yaklaşılmasın isterdim. Mümkünse yalnız kalmak, hıncımı çıkarana kadar da kimseyle yüz göz olmamak. Hırsım, tekmelerim ve yumruklarım arasında benim nefes seslerim harici arkamdan gelen sesler canımı daha fazla sıkar durumdaydı şu an ve biraz daha bu şekilde devam ederseler, içlerinden birini, önümdeki ağaç yerine koyacaktım haberleri yoktu.
‘’Oğlum, lan!’’ dedi arkadaki kısık seslerden biri. ‘’ Biriniz bir şey yapsa ya! Kafayı yemiş gibi vuruyor ağaca!’’
‘’Konuşması kolay! Sıkıyorsa sen yaklaşsana!’’ dedi diğeri.
‘’Gencal! Senin konuşmuşluğun var! Tutsana oğlum komutanı! Dedi kaya. Bu sesi, yakın zamanda duyduğum için daha net anlamıştım kim olduğunu.
‘’ Laf söyledi paşam! Ona bakarsan en son sen muhatap oldun, yiyorsa sen yaklaşsana! Baksana ne pis vuruyor!’’
Vücudumdaki sinir bu delilerin arkamdan sessiz olduklarını düşündükleri konuşmasından mı yoksa tekmelediğim ağaçtan mı bilmem ama azaldığını hissediyordum.
‘’ Taner abi! ‘’ dedi bu sefer Gencal. İçimizde en çok konuşmuşluğu olan sensin. Bir el atsan mı acaba? Baksana fena dalıyor, ben bir ufak tırstım! Kadının içinden resmen terminatör çıktı.’’
Gencal’ in kurduğu son cümle iplerin kopmasına sebep oldu bende. O hala önüne dönmemiş, Taner’den gelecek olan cevabı bekliyordu ama ben yönümü çoktan onlara doğru çevirmiştim. Benim dönüşümle beraber Gencal hariç herkesin bakışları beni buldu. Arkasında olanlardan haberdar olmayan tek kişi olan Gencal’ e doğru yavaş ve sessizce ilerledim. Timdekilerden tek ses çıkmıyor, sesi de geçtim mimikleri bile oynamıyordu!

‘’ Ya abi! Kime diyorum? Neden cevap vermiyorsun? Gerçi seslerde kesildi! Yoruldu herhalde komutan! Tabi kadın ya, gücü de bir yere kadar!’’
İşte yine olayı kadınlığıma vurmayı becerenlerden biri tam karşımdaydı. Haberleri yoktu ki bu kadın onları cebinden çıkarır!
Sağ elimi kaldırıp, omzunu kavradım. Arkasında birinin olduğunu belirtircesine sıktım!
‘’ Gencal!’’ dedim. Küçük bir sessizlik yaşandı o an. Yüzünü göremesem de, bakışlarının etrafta dolaştığına emindim. Bir şeyleri tam kavrayamamış olacak ki, ‘’ Hı !’’ diye bir ses çıkardı.
‘’Taner’ e baskı yapacağına, bu dediklerini sen niye söylemiyorsun koçum!’’
‘’ Hee!’’ dedi. ‘’Söyleyeyim de, o ağaca yaptıklarını bana da yapsın demi!’’
Tam son kelimesini söylediği an, bazı şeyler oturdu sanırım kafasında. Önümde kaskatı kesilişini an be an hissettim. Arkasında olmama rağmen boğazından geçen yutkunma sesini işittim!
‘’ Şey! Taner abi!’’ dedi. Bu sefer Taner’ den bir ‘’Hıı!’’ sesi yükseldi. ‘’ Bana… Lütfen arkamda komutan yok de!’’
Hiç birinden ses, soluk çıkmazken Taner’ le bakıştık. Serseri bir gülümseme yolladım ona. Gözlerini benden çekip, Gencal’ e baktı. ‘’ Nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa! Fırlamanın tekiydi derim koçum kusura bakma!’’ dedi.
‘’Sıçtın birde yetmezmiş gibi sıvadın diyorsun yani! Şey!’’ dedi. ‘’ Ben… Önüme… döneyim o zaman!’’ Cümlesine eşlik eden ağır adımlarla önüne döndü. Az önceki konuşmalar bir yana tam karşımda duran adamı bilmesem asker demezdim. Yaramazlık yapmış, annesinden azar bekleyen çocuklar gibi başı aşağıdaydı.
Kimse henüz bilmiyordu ama en sevmediğim şey, başı aşağı eğik olan insandı. Kişi ne yaparsa yapsın iyi yada kötü her şeyi başı yukarda dik karşılayıp ona göre göğüs germeliydi benim için.
‘’ Kafanı kaldır!’’ Sesim benden izinsiz oldukça güçlü çıkmıştı. Timdekilerle birlikte yakınımızda olan birkaç kişinin bakışları bizim olduğumuz tarafı bulsa da, Gencal’ de durum pek farklı değildi. O hala kafası aşağıda duruyordu.

‘’Ben, kime diyorum? Sesim duyuluyor mu? Bak! Sakince ve tek tek söylüyorum. O… Kafanı… Kaldır… Gencal!’’
Sesi içine kaçmış gibi bir fısıltı duydum sadece. Biraz daha yakınına yaklaştım. Kendi kendine sayıklıyordu sanki bilinçsizce, ‘’ Utanıyorum, kahretsin… Ben utanıyorum!’’
Bu duyduklarım hepten sinirlerimi bozdu. Bir adım geri çekildim.
‘’ ASKER! KALDIR KAFANI!’’
Sanki hepsinin beklediği buymuş gibi her birinin kafası tek tek yukarı kalktı. Buna Gencalinki de dahil. Parmağımla karşımdaki adamı gösterip, ‘’ sen hariç’’ dedim. ‘’Hepiniz rahatta dinleyin. Benimle birlikteyken her ne olursa olsun, o kafa aşağı inmeyecek! Görmeyeceğim! Suçunu, iyisiyle yada kötüsüyle kabullenmeyi bileceksin!’’ Konuşmalarım her ne kadar ona yönelik olsa da, aslında hepsineydi ama konunun muhatabı şuan Gencal olduğu için oklarım ondan tarafaydı. ,
‘’ Anlaşıldı mı?’’
Hepsi bir ağızdan ‘’ anlaşıldı komutanım!’’ diye bağırınca ‘’ Size mi dedim lan! ‘’ diye bağırıp Gencal’ e döndüm tekrar. Sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla tek elimle omzunu kavrayıp, ‘’ Anlaşıldı mı asker! Duyamadım!’’
Kafası yukarıda, gözleri yüzümdeki ciddiyeti anlamışçasına birkaç tur attı. Benimkine benzer bir ses tonuyla ‘’ Anlaşıldı komutanım!’’ dedi.
Ne zaman bir şeyler yolunda gitsin istesem, illaki bir problem çıkmak zorunda mıydı? Yaşadığım hiçbir duyguyu, iyi yada kötü olayı tam anlamıyla iliklerine kadar yaşayabilmiş bir insan olamadım. Tıpkı şu anda da olduğu gibi…
Cebimde varlığını hatırlatmak istercesine titreyen telefonu elime alınca, karargahtan arandığımı görmek yine yarım kalmışlığın emaresiydi. Bunun ne demek olduğunu bilecek kadar uzun zamandır bu işle meşguldüm. Karşımdakilere sessiz olmaları için işaret edip, hala titremeye devam eden telefonumu açtım.
‘’ Yüzbaşı Gece Soykan emret komutanım!’’
Önce bir boğaz temizleme sesi ardından da Albayın sesini işittim.
‘’ Yüzbaşı, acil olarak timinle beraber karargaha dön!’’
Bu bir istek değil, emirdi.
Yine bir boklar dönüyordu ama bu sefer tamda zamanına denk gelmişti. İçimdeki bitmeyen siniri atmamın en iyi yolu şuan için, gezmeye! Gitmekten geçiyordu.

Karşımda meraklı gözlerle benden gelecek olan haberi bekleyen altı adama baktım kısa bir an.
‘’ Selçuk! Hemen taksi maksi bir şey ayarlayın acil dönmemiz lazım!’’ Bu cümle hepsinin yüzünden geçen, sormak istedikleri soruların tek cevabıydı. Sonrası koskocaman sessizlikle geçen bir yolculuk. Ta ki karargahtan içeri girene kadar.
‘’ Herkes hemen üniformasını giyip toplantı odasına gelsin orada buluşuruz!’’
Adımlarım hızlı, başım tıpkı çocuklardan istediğim gibi dik. Söz konusu görevimse, ne kimseyi tanır ne de taviz verirdim. Tıpkı şuan beni görenlerin, hareketlerimden hissettiği gibi.
Yine bir ayna karşısı ve yeniden tamamlandığını hissetmek. Üniformam benim aşkım, sevdam, olmayan evladım, her şeyim…
Bir evlat, annesine sarıldığında her iki tarafında hissettiği tamamlanma duygusunu bana hissettiren yegane şey!
Saçlarımı sıkıca bir topuz yaptıktan sonra beremi de kafama geçirip toplantı odasına gittiğimde, Albay hariç herkes kendine ait yerde oturuyordu. İçeri girdiğimi gördüklerinde hızla ayağa kalkarlarken elimle oturmalarını ister bir hareket yaptım. Bulundukları masa oldukça uzun bir masa olsa da, herkes baş kısma en yakın yerde oturuyordu.
Masanın kenar kısmında olan ilk boş sandalyeyi çekip oturdum. Birkaç gözün istemsiz bir şekilde üzerimde olduğunu hissetsem de belli etmedim. Ellerim masanın üzerinde, birbirine kenetli bir şekildeydi. Kapı hızlı bir şekilde açıldı ve albay içeri girdi. Bu sefer ayağa kalkma sırası hepimizdeydi.
‘’ Rahat olun ve oturun çocuklar! Hemen konuya giriyorum, zira acelemiz var. Haber bize yeni ulaşmış olsa da!’’ düşünceli ve sıkkın bir nefes alıp devam etti. ‘’ Beş gündür yaklaşık yüz kilometre uzakta olan köydeki hiç kimseden haber alınamıyor! Köy muhtarıyla da iletişim kuramıyoruz. Şuan için daha sağlıklı bir bilgi yok elimizde maalesef! Sizden istediğim, gidip bir etrafı kolaçan etmeniz. Kara yoluyla belli bir mesafeye kadar ilerleyip, oradan yaya intikal edeceksiniz. Aklımdaki şeyin olmamasını umuyorum. Ancak öyle bir durumla karşılaşma ihtimalinizde çok yüksek. O yüzden dikkatli olun. Sizleri sağlam gönderiyor ve tek parça olarak geri istiyorum. Allah yardımcınız olsun! Gerisini hızlı bir şekilde yüzbaşınızla planlarsınız. Sizi götürecek sivil araç on dakikaya karargah kapısında olacak. Ona göre elinizi hızlı tutun! Allaha emanetsiniz vurgun timi!’’
‘’Sağol!’’
Hepimizin ağzından çıkan tek kelime…
Albay Mustafa geldiği gibi aynı hızla dışarı çıktıktan sonra, ‘’ Beyler! Mustafa albayın da dediği gibi bu bir ön gösterim olabilir. Tam olayı oraya vardığımızda anlayacağız. Sadece şunu söylemek istiyorum, bu sizin benimle, benimde sizinle ilk operasyonumuz. Burada benim için ne düşündüğünüz, ne hissettiğiniz zerre umurumda değil! Ancak… Konu görev olunca kirpiğinizin ucu titrese hissederim ve ne yapmak istediğinizi önce ben bilmek isterim. Yanlış bir düşünce, yanlış bir hareket, özellikle de verdiğim emirler dışına çıkılmasını istemem! Yapanı da affetmem! Anlaşıldı mı asker?’’
‘’Emredersiniz komutanım!’’
‘’Şimdi hepiniz en hızlı şekilde teçhizat odasına. Giyinin, kuşanın gezmeye gidiyoruz!’’

Bölüm : 02.05.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...