
VURULUP TERTEMİZ ALNINDAN, UZANMIŞ YATIYOR, BİR HİLAL UĞRUNA, YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR!
MEHMET AKİF ERSOY
Öyle bir yoldu ki ilerledikleri yer, etraflarında biçimsiz saman sarısı otlardan ve sarp kayalıklardan başka bir şey yoktu. Hava da uçan bir kuş bile farklı gelmeye başlamıştı artık onlara. Geçirilen bir ay, tam bir temizlik olmuştu onlar için.
Hepsi birbirinden zor olsa da sayısız operasyonu başarı ile tamamlamanın gururunu yaşadıkları nokta da son anda nereden geldiğini çözemedikleri itlerin açtığı ateş, kandan olmasa da candan olan kardeşleri Gencal’ın yaralanmasına sebep olmuştu.
Etraf o kadar karışık bir haldeydi ki, kimin nerede ve hangi durumda olduğu hala bir bilinmezlik içerisindeyken, Gencal’ın vurulduğu ana şahitlik eden Atilla, siper aldığı kayanın arkasından çıkmadan önce kulağında bulunan kulaklıktan;
‘’Komutanım! Gencal vuruldu! Tekrar ediyorum, Gencal vuruldu.’’
‘’Yarası neresinde görebiliyor musun Atilla?’’
‘’Bu mesafeden, hayır komutanım! Ama zorlanıyor gördüğüm kadarıyla!’’
‘’Dikkat et ve yanına git Atilla yarasına bak! İkinizi de sağlam istiyorum bunu unutma.’’
‘’Emredersiniz komutanım.’’
Gencal vurulduktan sonra olduğu yere yığılmıştı ve nefes alıp vermekte oldukça zorlanıyordu. Sağ eliyle sol karın boşluğundaki yarasının üzerine bastırırken ciddi bir yanma hissi ve acı hissediyordu. Eli tamamen kendi kanıyla kaplanmıştı. Çok geçmeden Gencal’ın yanına ulaşan Atilla, arkadaşının koltuk altına girerek 10 metre kadar ileride bulunan bir kayanın yanına kadar taşıdı.
‘’Gencal! Bak bana, bende kal! Kime diyorum oğlum, aç gözlerini!’’
‘’Aa..Atilla! Acıyor!’’
‘’Tamam, sakin ol! Geçecek inan bana! Bir kurşun yarasıyla devrilecek adam mısın sen?’’
Duyduklarından sonra, Gencal’ın suratında beliren ufak tebessüm Atilla’nın biraz daha canının acımasına sebep olmuştu.
‘’ Bu.. Bu halde bi.. bile güldürüyorsun beni!! Ihhh… Ama üzgünüm, beyaz ışığı görüyorum sanırım!’’
‘’Sıçarım şimdi beyaz ışığına da sana da! Andaval herif! Kapa çeneni de bakayım yaranın durumuna!’’
İkisi arasında geçen bu konuşmalar sırasında, etrafta oluşan karmaşada hiçbir eksilme olmaması durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu. Bülent yüzbaşının aklı her ne kadar yaralı olan askerinde olsa da, şuan için elinden bir şey gelmiyordu. Tek bildiği kendini bir an önce toparlamalı ve iyi bir planlamayla bu işin içinden de Allah’ın izni ile çıkmalıydı.
Bulunduğu yeri belli etmemeye çalışarak etrafını kolaçan ettiğinde, kafasında hızlıca bir plan yaparak kulağında takılı olan kulaklıktan timdekilere aklındaki planı anlatmaya başladı.
‘’Vurgun timi, şimdi beni iyi dinleyin. Gökmen! Bulunduğun yerden baktığında saat üç yönü sende. Kaya! Saat on iki yönünden indirebildiğin kadar indir! Geri kalanınız sizin de bir gözünüz Gencal ve Atilla da olsun. Ben de kayaların arkasından dolanıp, kalanları toplayacağım. Allah yardımcınız olsun çocuklar.’’
Bu konuşmanın ardından sözlere hiç gerek duyulmamıştı. Komutanlarının ağzından çıkan her kelime emirdi zaten onlar için. Öyle bir bağlılıktı ki onlarınki, hiç birinin gözü arkada kalmazdı.
Ardı ardına gelen silah seslerine karışan seken kurşun seslerine karşı taraftan gelen bağırışlarda ekleniyordu. O sıra telsizden Gökmen’nin sesi duyuldu:
‘’Komutanım saat üç yönü temiz’’
Çok geçmeden Kaya’nın sesi duyuldu:
‘’Temizledik namussuzları! 12 yönü temiz!’’
Silah sesleri dinmiş artık adeta çıt çıkmıyordu arazide. Esen rüzgarın yüzlerine çarparken verdiği his belki de hiç bu kadar tatlı gelmiyordu onlara. Hele ki bu sessizlik paha biçilemez bir lezzetti. Kayalıkların ardına mevzilenmiş olan Yüzbaşı Bülent’in sesiyle bozuldu sükunet:
‘’Aferin tim! Aferin aslanlarım! İşte böyle! Bir kez daha gösterdik onlara Vurgun ile başa çıkamayacaklarını! Gencal, nasılsın aslanım?’’
‘’İyiyim komutanım! Atilla baktı yarama idare edebilirim!’’
‘’Dayan aslanım! Arkamızda kalan tepeyi aşınca buluşma noktamıza varmış olacağız! Şimdi, herkes toparlansın ve yolumuza devam edelim. Yeterince geç kaldık daha fazla eğlenmeyelim. O helikopter bizsiz havalanmayacak!’’
Önde yüzbaşı Bülent, ortada Gencal ve onun koluna girerek yürümesine destek olan Atilla, arkalarında ise Gökmen, Kaya, Selçuk ve Taner. Buluşma noktasına doğru ellerinden geldiğince hızlı bir şekilde ilerlemeye başladılar. Gencal’ın durumu git gide ağırlaştığından dolayı yavaşlamak zorunda kalıyorlardı.
Uzun bir operasyon görevi bitmişti bitmiş olmasına fakat halen ucu bucağı belli olmayan bir yolda ilerliyorlardı. Karşılarındaki iki dağın arasında güneş batmaya başlamıştı ve gün ışığı yerini karanlığa bırakıyordu. Postallarını her yere vuruşlarında, toz zerrecikleri havalanıyor, bedenlerindeki yorgunluk biraz daha ortaya çıkıyordu.
Gencal için durum diğerlerinden biraz daha farklıydı. O vücudundaki yorgunluktan artık vazgeçmiş sadece yarasına odaklanmıştı. Son birkaç dakikadır durumunun biraz daha ağırlaştığını hissetse de elinden geldiğince belli etmemeye çalışıyordu. Elini yarasının olduğu yere istemsiz bir şekilde bastırdığında gördüğü kanlı görüntü durumun ciddiyetini ortaya daha çok serdi.
Yüzbaşı Bülent olduğu yerde durup etrafına bakınırken tahmini daha ne kadar yürümeleri gerektiklerini kabataslak hesaplamaya çalıştı ve arkasında bulunan askerlerine yönelerek;
‘’Tahmini on beş dakika sonra varmış oluruz çocuklar. Şu önümüzde ki yolu da aştık mı tamamdır.’’
‘’Komutanım! Bizim için sorun değil de, Gencal’ın yarası zorlamaya başladı. Çok fazla kan kaybetti!’’
Yüzbaşı, Atilla’nın söylediklerinden sonra, bir süre Gencal’ın yanına yaklaştı ve yarasına bakmaya başladı. İtler, öyle bir yerden vurmuşlardı ki sırtına alıp taşımayı düşünse de bu düşüncesini aklından çıkarmak zorunda kaldı çünkü yanlış bir hareketi sonrası sonuç tamamen değişecek gibi duruyordu.
‘’Gencal, dayan be oğlum az kaldı, sık biraz daha dişini! Biz nelerin üstesinden gelmedik ki? Bu ufacık yara mı bizi öldürecek?’’
Komutanın söylediklerinden sonra Gencal, yüzünde oluşan ufak bir gülümsemeyle,
‘’İi.. İyiyim ben komutanım!! Dayanabilirim!’’ dedi, demesine ama her dakika daha da zorlandığını hissediyordu.
Atilla, Gencal’ın ağzından çıkanlara daha fazla dayanamayınca;
‘’Nesine dayanacaksın oğlum? Görmüyor muyuz halini! Çaktırmamaya çalışıyorsun ama zorlanıyorsun belli.’’
‘’Bı.. bırakın beni o zaman! Si.. size engel olmaktan başka bir işe yaramıyorum zaten!’’
Ağzından çıkanlara, alnından akan üç damla ter eşlik ediyordu, asıl gerçekliği o zaman daha iyi kavradı Gencal! Ölüm bu kadar yakındı insana işte. Bunu şuan iliklerine kadar hissediyordu.
‘’Kulağımın dibinde ötmeyi kes lan!! Demek ben vurulsam sen beni bırakıp gideceksin!’’
‘’Olur mu kardo insan canını ardında bırakır mı?’’
‘’Kapa o zaman o koca çeneni ve dayanmaya bak! Az bir yolumuz kaldı!’’
Buluşma noktasına vardıklarında güneş artık kaybolmuş akşam serinliği iyice bastırmıştı. Helikopterin sesi boş arazide yankılanmaya başladığında istemsizce her birinin gözleri gökyüzüne çevrildi.
Gelen helikopter görevin bittiğinin simgesiydi. Helikopter inişe geçip zemine yaklaştığında yerden büyük bir toz bulutu havalandı. Yüzbaşı Bülent helikopteri gördüğünde miğferini çıkartmış, sağ eliyle sol göğsünün üzerine yerleştirmişti.
Helikopter yere indiğinde ilk önce Gencal ve Atilla bindiler. Ardından timin geri kalanı içeriye geçip oturdular.
Yüzbaşı Bülent helikoptere binmek için hamle yaptığında önce başında bir sızıyla birlikte yanma ardından da ensesinden bir sıvının akmakta olduğunu hissetti.
Elini ona göre hızlı ama diğer herkese göre oldukça yavaş bir hareketle, ensesine doğru götürdü.
Evet kandı bu! Kendi kanı! Atilla ile göz göze geldiler önce, sonra Taner, Selçuk, Kaya ve Gökmenle. Bağrışmaları da duydu son kez. Bunun son olduğunun o da farkındaydı. Kendi görmese de garip bir hüzün ve bir o kadar sevinç kapladı suratını. Bunlar belki aldığı son nefeslerdi ama olmak istediği en güzel yere gittiğinin de habercisiydi aynı zamanda. Son kez tebessüm etti timindekilere ve olduğu yerde ufak bir sendeleyerek çöktü. Ben iyiyim, ben mutluyum demek istedi ama helikopterin içinde yaşanan karmaşadan, hiç biri duymadı komutanlarının son sözlerini. Olduğu yerde yavaşça kapattı gözlerini. Sol yanına konan büyük bir huzur hissetti. Tam da anladığı gibi olmuştu işte. Şehadet şerbeti içmek ona da nasip olmuştu. Sonrasında hiçbir şey hissetmedi…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |