
KALBİNİ KIRIYOR DİYE ÜZÜLME; BELKİ DE HAK ETMEDİĞİ YERDEN ÇIKMAYA ÇALIŞIYORDUR…
TUĞRA AKTÜRKOĞLU:
Aşk… Yalan! Sevgi… Yalan! Sadakat… yalan!
Yıllar önce kendime yasakladığım üç ayrı boktan kelime. Hani hepimizin yaşamak için dört döndüğümüz o kavramlar, benim öfkemin yegane temelini oluşturan en büyük unsurlardı. Şimdilerde bakıyorum da ne kadar da boş işler peşinde koşmuşum meğer. Olmayacak, olmaması gereken biri için kendimi yıpratmış, çevremdekileri üzmüşüm.
Sonuç… Ayrılık! Sonuç…Hüsran! Sonuç… Terk ediliş!
GEÇMİŞ:
Yıllardır istediğim, arzuladığım amaç sonuç vermiş, çakı gibi bir teğmen olarak mezun olmuştum.
Ailemin gurur kaynağıydım adeta. O günden aklımda kalan anılar içerisinde anne, babamın gözlerinde gördüğüm mutluluğu asla unutamam.
Zaman… Belki de en acımasız şey!
Birbiri ardına geçen yıllar zordu. Hem de çok zor! Öyle herkesin düşündüğü tarzda kolay şeyler yaşamadı bu beden.
Pişti… Zamanla, acılarla, yaşamak zorunda kaldıklarıyla.
En çokta onlar zor geldi ya zaten, yaşamak zorunda kaldıklarım yada kaldıklarımız.
Çoğunuzun görmeye dahi dayanamayacağı olayların bire bir içinde oldum. Çaresizlikten kimseye belli etmeden bir köşede sessizce ağladığım da olmuştur mesela!
Ama dedim ya piştim diye, öyle bir hale getirdi ki yaşadıklarım beni, onun bana yaşattıkları çok da önemli değilmiş aslında. Hayatta çok daha acı şeyler de olabilirmiş. Öğrendim!
BİR KAÇ SENE SONRA ANKARA:
Öyle denizi falan yoktur bu şehrin. Kafa dağıtmak için gidebileceğiniz bir marinası, sahili yoktur ama yine de yaşanılası o kadar çok yeri vardır…
Sıradan bir Pazar günü arkadaşların zorlaması ile gittiğim pikniğin hayatımın içine edişimin başlangıcı olacağını bilseydim ne yapar eder yine de gitmezdim.
Rüzgarın ağaç yapraklarına her vuruşunda oluşturduğu hışırtı ile mangaldan yükselen çısırtı sesi birbirine karışmış etlerin kokusu iyice acıktırmıştı herkesi. Sanırım bu biraz da normal cüsselere sahip olmadığımızdan da kaynaklı olabilirdi.
‘’Evet, beyler uzatın bakalım tabaklarınızı etler pişti.’’
İşte beklenilen o ilahi ses en sonunda işitilmişti.
‘’Off bee komutanım babanızda mı aşçıydı sizin?’’
‘’Ne sandın oğlum! Mangalda üstüme tanımam.’’
Gülüşüp şakalaşmalarla ilerleyen sohbet sırasında tam bizimkilerin konuşmasına katılacağım sıra, masanın üzerine düşen top herkesin susmasına sebep oldu. Önümde duran topu uzanıp alırken bir yandan da onu atan veledi arıyordu gözlerim.
Ağzımı açıp koca bir küfür savuracağım sıra yanımdaki Eray, kolumu dürterek kaşları ile ileri bir noktayı işaret ediyordu. Gösterdiği tarafa doğru baktığımda, topun önüme düşme sebebinin ayağıma geldiğini anladım.
Topu elime alıp ayağa kalkarken amacım tamamıyla uyarıcı birkaç cümleyi o hergeleye kurmaktı. Ta ki hızlı adımlarla bize doğru gelen kişiyi görene kadardı bütün düşüncelerim.
Ağzımdan çıkarmayı planladığım her bir cümlem, bir toz bulutu olarak dağılıp gitti.
Şuan dahi adını tam olarak koyamadığım düşünceler, beynimi bir anda ele geçirdi. İşte ben o an, aslında ne kadar aciz olduğumu anladım.
Yanıma doğru yaklaşan bedeni gördüğümde, ne kadar utangaç bir kız diye geçirmiştim içimden. Utangaç ve sempatik!
‘’ Çok affedersiniz, inanın böyle olsun istemezdim. Nasıl özür dilemem gerektiğini hiç bilmiyorum.’’
Gördüğüm yüz, duyduğum ses gerçek olamayacak kadar içine çekiyordu beni.
Neydi bu hissettiğim şeyin adı?
Kendimi daha önce hiç bu kadar güçsüz ve çaresiz hissettiğim olmamıştı benim.
Önümde bir ileri bir geri hareket eden şeyle düşüncelerimden ayrıldığımda, karşımdaki kızın gözümün önünde elini hareket ettirdiğini fark ettim.
‘’Kusura bakmayın dalmışım!’’
Elimdeki topu karşımdaki kıza uzattım. ‘’Sanırım bu size ait!’’
Onun yanaklarımı kızarmıştı, bana mı öyle gelmişti yoksa?
‘’Tekrar kusura bakmayın kendimi nasıl affettirebilirim acaba?’’
‘’ Bir dahakine biraz daha dikkatli olun kafi.’’
‘’Olmaz öyle! Lütfen bir şey isteyin benden.’’
Şöyle bir düşündüğümde ufak bir kaçamaktan zarar gelmezdi sanırım.
‘’Madem öyle benimle şu ilerideki kafede bir şeyler içmek ister misiniz?’’
Söylediklerim üzerine, başını çevirip arkasında bıraktığı arkadaş grubuna doğru baktıktan sonra, bileğinde bulunan saatine göz gezdirip;
‘’Tamam ama bir saat sonra! Sizin içinde uygunsa tabi. Arkadaşlarıma durumu anlatıp beni idare etmeleri gerektiğini anlatmalıyım.’’
‘’ Sorun değil siz nasıl istersiniz öyle olsun. Zaten sizin kadar benden de bir açıklama bekleyenler olduğuna eminim.’’
Arkamdaki bir yere doğru baktığını fark ettiğimde,
‘’Sizin için pekte kolay olacağa benzemiyor çünkü şuan arkanızdaki herkesin gözü bizim üzerimizde.’’
Başımı hafif bir şekilde sol tarafıma doğru çevirip, durum kontrolü yapmaya çalıştığımda henüz ismini bile bilmediğim kızın çok da haksız olmadığını fark ettim.
Benim onların olduğu tarafa doğru baktığımı fark eden bizimkiler, sanki az önce pür dikkat bizi izleyen onlar değilmiş gibi başka şeylerle uğraşıyormuş izlenimi vermeye başlamışlardı bile çoktan.
‘’ Halledilemeyecek bir şey değil. O zaman bir saat sonra kafede diyebilir miyiz?’’
‘’Pekii!! Ben şimdilik gidiyorum o zaman!’’
Güldüm!! Söylediği şey cidden güldürmüştü beni! Kendimi küçük bir ergen gibi heyecanlı hissetmem ne kadar normaldi? Sanki ilk buluşması için randevulaşmaya çalışan utangaç bir çocuk!
Yanımdan ayrılıp arkadaşlarının arasına katılışını bir süre izledikten sonra, arkamı dönerek bizimkilere doğru ilerlemeye başladım. Bizim masada dönen muhabbetin konusu olduğumu fark ettiğimde bu işten pekte kolay sıyrılamayacağımı anladım. Hiç işleri yokmuş gibi duyduklarını kendilerince uyarlamış taklidimizi yapıyorlardı!
‘’ Hadi ama sadece bir kahve iç benimle!’’
‘’Ayyy…. Valla bilemedim ki şimdi! Ne yapsam acaba?’’
Yanlarına gidince ilk önce Eray’ın daha sonra da Tolga’nın ensesine birer Şaplak indirip, masada boş olan bir kısma yerleştim.
‘’Yaa… Ama komutanım! Ne diye vuruyorsunuz ki? Çapkın asker diye bir film izledik Tolgayla, onu canlandırıyorduk altı üstü!’’
‘’ Bilirim ben sizin filminizi. Uzatmayın lan!’’
Masadaki herkes bir ağızdan gülmeye başlayınca,
‘’Hadi ama komutanım sizde mi?’’
‘’Ne yaparsın Tuğra, güzel bir film olunca asla kaçırmam!’’
Gülüşmeler, dalga geçmeler aralarında bir süre daha devam edeceğini bildiğimden daha fazla
üstünde durmamaya çalışarak, buluşma saatinin gelmesini bekledim.
***
O gün yaşanan buluşma, sonraki aylarda da devamını getirdi ve ben bir şekilde kendimi hep ona çekilirken buldum.
Zamanı geldiğini hissettiğimde, ailem ve yakın çevreme onu tanıştırdığımda, kararıma karşı çıkmasalar da her defasında da sorulan tek soru vardı ‘’ EMİN MİSİN?’’
Emin miydim?
O an için kesinlikle evet!
*******
Evlendik!
O utangaç ve sempatik diye tarif ettiğim kızla sevdiğim ve sevildiğimi zannettiğim için evlendim.
İlk başlarda pek bir sorun yoktu. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Günümün çoğu zaten karargahta geçiyor, kalan zamanda da olabildiğince zamanımı ona ayırıyordum.
Bazı zamanlar nöbete kalıyor, geneli çok uzun olmasa da bir haftalığına yanında olamadığım görevlere katılmak durumunda kaldığımda ise ailesinin yanına gitmesini tembihliyordum.
Evliliğimizin üçüncü yılında rütbe terfii alarak Yüzbaşı olduğumda, önümüzde alınması zor bir karar vardı. Yeni görev yerimin doğu tarafında olduğunu öğrendiğimde aklımdaki tek şey benimle gelip gelmeyeceği idi. Buralara alışık olduğu için doğu tarafı onun için zorlayıcı olacağını biliyordum ve kararı ona bırakacaktım…
*********
Gelmedi!
Gelmek istemedi. Tam da düşündüğüm gibi oralarda yapamayacağını söyledi. Bana düşen kabullenmekti, çünkü biliyordum ki görev yüküm biraz daha artacak ve ben ona belki de hiç zaman ayıramayacaktım.
Kendimi kandırma yöntemlerimden biri de; bazı zamanlar o gelir, izinli olduğun zamanlarda da sen gidersin Tuğra idi.
Aptalmışım! Cidden o kadar saf ve aptalmışım ki yaşanılan hiçbir şeyi irdelemedim, neden demedim. Hep kabullendim.
Gideli üç ay… Beş ay…derken bir sene geçti ve o hiç gelmedi. Hep bir bahanesi vardı. Evli olduğumu bilenler ne kadar merak edip sorsalar da ‘’ bulunduğumuz yer tehlikeli! Ne olacağı belli olmuyor, o yüzden ailesinin yanında!’’ diyerek geçiştiriyordum.
Bir gün uzun soluklu bir görevden yeni dönmüş, karargahtaki odama doğru ilerlerken bir asker gelip ziyaretçim olduğunu söylediğinde çok şaşırdım çünkü beni ziyaret edecek kimse yoktu bu şehirde.
‘’Gelen kimmiş? Sordunuz mu asker?’’
‘’Eşiniz olduğunu söyledi komutanım!!’’
Eşim! Benim eşim! Neredeyse aramasam aramayacak olan eşim! Varlığını dahi kimi zaman unutacak olduğum eşim!
‘’ Tamam sen gidebilirsin. Ben geliyorum birazdan!’’
***********
Gelenin o olduğunu anlamamın üzerinden bir hafta geçti ve o zaman boyunca yanımda kaldı. Ne zaman ki ben acil bir görev için gitmek zorunda kaldığımda o da Ankara ya geri döndü.
İki ay…Koskoca iki ay boyunca mecburi olmadıkça kimseyle irtibata geçmediğim görevin bitimi helikopter istediğimizi bildirmek için karargaha ulaştığımızda, Albay’ın bana söylediklerini duymak kalan enerjimin tuzla buz olmasına sebep oldu.
‘’Tuğra Yüzbaşı! Unutmadan söyleyeyim bir ay kadar önce senin adına bir mahkeme celbi geldi ama görevde olduğunuz için şimdi söylemek zorunda kaldım! Üzerinde üç gün sonrasının tarihi var!’’
Geçmiş olan zamanı düşündüğümde mahkemeyle ilgili bir olayım olmadığı kanaatine varınca ;
‘’Komutanım rica etsem açar mısınız o zarfı? Benim oraya ulaşmam zaten iki günümü alır!’’
‘’Madem öyle istiyorsun açalım bakalım!’’
Birkaç tıkırtının ardından gelen bir kağıdın yırtılma sesi ! Sonrası ise bir dakikadan fazla süren uzun bir sessizlik!
‘’Komutanım! Bir problem mi var?’’
‘’Şeyy! Yok evlat! Yani var gibi de! Bilemedim ben, kararı sen ver!’’
Merakım içimi bir kurt gibi kemirirken;
‘’Elimdeki zarftan bir boşanma celbi çıktı Tuğra! Üç gün sonra da mahkemen varmış!’’
Boşanmak! Celp! Üç gün sonraki mahkeme!
Göreve çıkmadan önce yanıma gelen eşim boşanma davası açmıştı yani öyle mi?
‘’Anladım komutanım! Sorun yok!’’
O yaşadığımın sadece bir fragman olduğunu bilseydim güler geçerdim.
Mahkeme günü ben duruşmaya tek başıma gelirken, o yanında bir avukatla geldi. Sanki aramızda gerçekten de savunulacak bir şey varmış gibi. Halbuki ‘’ vaz geçtim, istemiyorum demesi’’ yeterliydi.
Sustum!
Hakim bana söz verdiğinde sustum. O nasıl istiyorsa öyle olsun dedim! Üzerime atılan suçlamalara, olmayan kavgalara sustum. Hanımefendinin avukatı birde uzaklaştırma kararı çıkarttığında sadece;
‘’Sebebin ne olduğunu öğrenebilir miyim?’’ dedim.
Mahkemeye sunulan sebep; Benim üzerimde silah taşımam ve karşı tarafa silahımla zarar vermem düşünülmesiymiş! Asıl şaşırdığım nokta ise mahkemenin bunu koşulsuz şartsız kabul etmesiydi. Bu kararı verirlerken silah taşıma amacımın mesleğimden dolayı olduğu düşünülmüş müydü acaba? Tabi birde bilmedikleri diğer bir nokta var ki; ben bu kadının bir metre bile yakınından geçmezdim artık!
Her şeyi, ne istediyse fazlasıyla ona bırakıp çıktım oradan.
Aradan çok değil bir ay gibi bir zaman geçtikten sonra annemle olan bir konuşma sırasında katkısız bir salak olduğum göz önüne serildi bir kez daha! Meğer hanımefendinin savunmasını yapan avukatla bir süredir devam eden bir ilişkisi varmış ve iki gün sonra evleniyormuş!
Aşkın… Sevginin… Yalan olduğunu yaşayarak görmüş ve her anından fazlasıyla ders aldıktan sonra o defteri sonsuza kadar tamamen kapattım.
GÜNÜMÜZ:
Ara ara girdiğim bu ruh halinin yine nereden bulup beni geldiğini anlayamasam da, karargahtaki odamın kapısının çalınmasıyla kendime geldim.
‘’Emir Erdem İzmir! Bir maruzatım vardı komutanım!’’
‘’Rahat asker, söyle bakalım Emir?’’
‘’Komutanım, Murat Albay sizi odasına çağırıyor.’’
Albay, görev olmadığı sürece pek odasına çağırmazdı. Aramızda resmiyetten dolayı ast, üst ilişkisi olsa da yalnız olduğumuzda bir abiden farksızdı ilişkimiz.
‘’Tamam Emir çıkabilirsin sen!’’
Asker başıyla selam verip çıktıktan sonra, bende fazla beklemeden Murat Albayın yanına gittim.
‘’Yüzbaşı Tuğra Aktürkoğlu, beni emretmişsiniz komutanım.’’
‘’Gel Tuğra, otur karşımada biraz konuşalım senle!’’
Murat Albayın yüzünden anlaşıldığı kadarıyla kafasının takıldığı şeyler vardı. Hemen karşısında bulunan koltuğa oturduğumda kısa bir süre yüzüme baktı . Neyi, nasıl söyleyeceğini düşünür gibi bir ifadesi vardı.
‘’Tuğra! İlk önce Şuan beni üstün olarak değil abin olarak görüp konuşmanı istiyorum bu bir. İkincisi…. Gittiğim her yerde elimden geldiğince sizlere bir evladım bir kardeşim gibi yaklaşmaya çalıştım. Bu kimilerine göre yanlış, kimilerine göre doğruydu bunun için diyecek sözüm yok lakin benim doğrum buydu. Şimdi, ağızdan çıkması kolay ama yürekten çıkması zor olan konuya gelelim. Seni buraya bunun için çağırdım. Biliyorsun ki yakın zamanda acı bir kayıp verdik! O şerefsizlerden bunun öcü misliyle alınacak ama, ilk önce Bülent’in timini kendine getirip toparlamamız lazım ve bunun içinde pek vaktimiz yok maalesef. Sabahtan bir telefon geldi ve Vurgun timine yeni bir Yüzbaşı geldiğini bildirdiler. Bunu hemen kabullenmeyeceklerinin farkındayım ama senden istediğim onları bir araya topla ve durumu anlat. Bu arada gelen yüzbaşı bir kadın , bahsetmek istersin belki yada sürpriz olsun diyorsan da sana bırakıyorum. Şimdi git ve durumu o hergelelere uygun bir şekilde anlat. Hareketlerine ve dillerine dikkat etsinler, burayı ilkokula çevirmesinler çünkü hepsinin ne boktan herif olduğunu çok iyi bilirim!’’
‘’ Yeni yüzbaşının ne zaman geleceği belli mi?’’
‘’Kesin tarih tabi ki belli ama öncesinde mi gelir tam gününde mi bilmiyorum. O yüzden bir an önce konuşmanı yap!’’
Murat Albayın odasından ayrıldıktan sonra kolumdaki saate baktığımda kantinde olduklarını tahmin ederek o tarafa doğru ilerledim. Uzaktan gelen ses yoğunluğuna bakılırsa içerisi oldukça kalabalıktı. Benim o tarafa doğru yaklaştığımı gören askerler, her ne kadar benim onları görmediğimi zannetseler de birbirlerini koluyla dürtükleyip geldiğimi haber veriyorlardı ve böylelikle içeride olan o karmaşık ses yavaş yavaş yok olmaya başlıyordu. Meslek hayatımda rütbemin getirilerinden en çok sevdiğim buydu ve bu olay onlara ne kadar belli etmesem de içimden gülümsemeye itiyordu beni. Kantinin girişinde durduğumda bütün askerler ayağa kalkınca;
‘’Rahat asker!’’ diyerek oturmaları için elimle işaret edince hepsinin tek tek yerine oturuşunu izledim. Odak noktam Vurgun timi olduğu için gözlerimle etrafı tarayarak onların bulunduğu yeri bulmaya çalıştım. Tamda tahmin ettiğim gibi hepsi en dipteki masada oturuyorlardı. Resmen dökülüyorlardı. Suratlar asık, moralin bozuk olduğu 5 km uzaktan bile anlaşılacak durumdayken bunları toplamanın zor olacağı açıkça meydandaydı. Biraz silkelemenin kimseye zararı yoktur diyerek sesimi olduğu en üst kademe de kalınlaştırıp, bakışlarımı onların bulunduğu masaya kilitledim.
‘’Vurgun Timi! Beş dakika sonra hepinizi atış poligonunda bekliyorum!’’
Şuan için benden böyle bir şey beklemedikleri için nasıl toparlanıp ayağa kalkacaklarını, nasıl hazır pozisyonuna geçeceklerini şaşırdıklarında dudağımın kenarı hafif bir şekilde kıvrılsa da hemen toparlayarak bulunduğum yerden ayrıldım.
****
Atış poligonuna geldiğimde topraktan seken mermi sesleri kulağımı tırmalıyordu. Bulundukları yere doğru yürümeye başladığımda her adımıma bir silah sesi eşlik ediyordu. Poligona biraz göz gezdirdikten sonra timdekilerin meraklı gözlerle beni beklediklerini fark ettim.
‘’ Beni rahatta dinleyin! Öncelikle geride bıraktığımız günlerin sancısı hala yüreğimizde ancak kaldığımız yerden bir şekilde devam etmek gerektiğinin de umarım farkındasınızdır. Vatan söz konusu ise gerisi teferruattır. Bu konuşmayı şuan benim yerime Bülent’te yapıyor olabilirdi ama bu mesleğe adım atarken bildiğimiz ve çok istediğimiz şehadet şerbetini içmek ona nasip oldu. Bizi bir yerlerden izliyorsa eğer ne kadar çok kızdığına eminim. Demem o ki gençler ilerlememiz gereken bir yol ve almamız gereken bir intikam var. Size unutun demiyorum ama toparlanın. Zor olacak biliyorum, sizden istediğim kimin askerleri olduğunuzu unutmamanız.’’
Derin bir nefes alarak asıl konuya geçmeden hepsinin yüzünden geçen o duygu karmaşasının zorluğunu anlasam da, benim şuan ki görevim onları ayağa kaldırmaktı.
‘’ Şimdi, Albayla aramızda geçen konuşmayı sizlere bildirmek üzere buradayım. Bu söyleyeceklerimi can kulağı ile dinleyin. Mesleğine aşık olan bir adam olarak çok zor badireler atlattım. Kardeşim dediğim kimi zaman aynı kaptan su içtiğim adamı şeref yoksunlarının tek bir kurşunuyla kaybettim. Zordu, inanın bana çok zordu ama bir kere elinizi bayrağımızın üzerine koyup yemin ettiyseniz, o ilahi güç size bir şekilde geliyor. Yakın bir zamanda yeni görev emriyle sahalara döneceksiniz ve birkaç güne de yeni tim komutanınız gelmiş olacak.’’
Bu sözlerim ile kimisinin suratı asılırken, kiminin gözlerinde de değişik bir endişe vardı ve bunun sebebinin de alışılmış olan bazı şeylerin bozulacağı düşüncesi olduğu çok belliydi. Kendi aralarında olan fısıldaşmalar da devreye girince artık müdahale etmek için sesimi yükselttim.
‘’ Asker!!!! O sesinizin ayarını kısın yoksa kısmasını bilirim! Çocuk musunuz lan? Ne bu fısıldaşmalar? Şuan anlıyorum ki bir saattir boşa konuşmuşum! Adam olun, görevinizi unutmayın ve o yükümlülüklere göre hareket edin yoksa şuan gördüğünüzden farklı bir yüzümle karşılarsınız haberiniz olsun! Kaybolun şimdi gözümün önünden ve dediklerimi unutmayın!’’
Gözden kaybolan timin arkasından bakarken aklımdan geçen tek şey daha yaşanacak ve görülecek çok şeylerinin olduğuydu. Umarım gelecek olan komutan bir şekilde bunları toparlamayı başarırdı….
BİR SAAT SONRASI :
‘’Her şey bu kadar mı basit? Yaşanılan olaylar ne çabuk unutuluyor ya aklım almıyor anasını satayım! Hiçbiri yetmezmiş gibi birde yeni tim komutanı geliyormuş, resmen dalga geçiyorlar.’’
‘’Ne olmasını bekliyordun ki Genco! Aklınızı başınıza alında mantıklı düşünün biraz.’’
‘’Ne demek lan mantıklı düşünün! Bizim resmiyet dışında abi dediğimiz adam lan! Elimizde can verdi. Ben vurulduğumda gözünü kırpmadan kendini tehlikeye atıp operasyon dışında hareket eden adam, bir saat sonra yoktu lan!! O yüzden bana kimse sakinlikten, unutmaktan bahsetmesin.’’
‘’Sende haklısın kardo ama alışmaktan başka seçeneğimiz var mı? Bülent komutanın yeri her zaman bizde ayrı olacak olsa da Tuğra komutanın da dediği gibi önümüze bakmak zorundayız.’’
‘’Sizi bilmem Atilla ama ben gelen komutana çabuk alışabileceğimi sanmıyorum. Herkes yerini bilecek önce! Ayrıca siz niye konuşmuyorsunuz lan, sizi tanımasam halinizden memnun olduğunuzu düşüneceğim. Taner abi, Gökmen, Kaya, Selçuk siz hayırdır? Bir şey desenize! Yanlış mı düşünüyorum. Hata bir bende mi ya.’’
‘’Ne hayırı kardeşim? Ne dememizi bekliyorsun ki? İtiraz etme şansımız mı var? Bak buldum mesela! Hadi kalkın Albayın odasına gidip biz yeni komutan istemiyoruz, geri gönderin diyelim olur mu? Ondan sonra Albayda kıçımıza tekmeyi basıp diskoya göndersin? Ne dersin ?’’
‘’ Aaaa, bak sevdim bu fikri hadi gidip Albayla konuşalım?’’
‘’Ha ha ve ha!’’
‘’ Gencal, zevzek zevzek konuşmayı bırak ta git şuradan sende zıkkımlanacaksan altı çay kapta gel.’’
‘’Neyim ben sizin uşağınız mı? Gidin kendi çayınızı kendiniz alın… Ohaaaa, o ne lann, bu gözler neler görüyor!’’
‘’Ne oldu lan hayırdır?’’
‘’Böyle hayıra can kurban oluuummm. Bahçeye serçe düşmüş!!’’
‘’ Ne saçmalıyor Gökmen bu! Serçe falan?’’
‘’Neyse gençler ben kaçar, dışarıdaki serçeyle bir ilgileneyim!’’
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |