
'' Sonra, öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini. Bunun çabalamaya değmediğini!''
- Suç ve Ceza kitabından-
Hayatınızda yada aklınızda biri varsa diğer herşey önemini yitirir. Gününüz, geceniz, boş yada dolu olan her anınız farketmeksizin aklınıza geldi mi, olay bitti demektir.
Hoş... ne yada kim ile alakalı olursa olsun, gerçeklerle yüzleştiğin zaman kocaman bir hayal kaybına dönüşmesi de ihtimal dahilindedir.
Sen kondurmak istesende... İstemesende...
Çabalamak, olabileceğine ihtimal verdiğim herşey için asla ümitsizliğe düşmeden uğraş vermiş, her türlü zorluğa göğüs germiş biri olarak söylüyorumki... Değmezmiş.
İnsanlar değişmez, sadece zaman ve yer değişirmiş.
Hemen yanıbaşımızdan gelen ses. Bir iyi akşamlar, bir merhaba bu kadar mı tüylerini diken diken edebilirdi bir insanın...
Aslına bakacak olursak belkide ses değildi tüylerimi diken diken eden. Kesinlikle sesin sahibiydi.
Alev... Adı gibiydi tıpkı. Parmak ucumdan başlayıp, bütün vücudumu ateşe veren... Günlerce, gecelerce düşüncelerimde yer edinen, kocaman bir hayal kırıklığı. Sevdiğim adamı parçalara bölen, paramparça eden kişi. Nefretimi fazlasıyla hak eden ama sırf Alaza, bazı şeyleri tekrar anımsatmamak uğruna geri plana ittiğim yada itelemeye çabaladığım o renksiz kişi.
Savaşmak:
Ne için... Kim için... Değermi... Kocaman bir muamma.
Yanımdaki adamın gerilişini, bir anda elimi sıkı sıkıya tutmasıyla daha iyi anlamış oldum. O farkında mıydı bilmiyorum ama tuttuğu elimin parmaklarını öyle bir sıkıyordu ki, canımın acımasına rağmen sesimi çıkarmadım. Belki dedim... Belki, senden güç almaya çalışıyordur, sesini çıkarma ve ona dayanak ol!
Alev suratında ona hiç ama hiç oturmayan bir tebessümle, uzun sayılabilecek bir süre Alaza baktı. O baktı benim içim yandı. O baktı, Alaz gerildi. O baktı, elim tıpkı bir mengeneyle sıkılıyormuş gibi acıya maruz kaldı. Ve ben o an anladım ki, birşeyden ne kadar kaçarsan kaç! Acısı her daim bedeninde bir mühür misali kalıyor. Canını yakmaya devam ediyordu.
Alevin gözleri, aradığını bulamamış olacak ki; ağır ağır Alazın vücudunda dolanmaya başladı. Sonra öyle birşey oldu ki; Yüzündeki tebessüm gitti. Gözlerinden çıkan ateş topları etrafa parçalanarak dağildı. Yerine gelen tek şey kıskançlık ve tiksinti dolu bir bakış oldu. O an baktığı yerin Alazın beni sıkı sıkıya tutan eli olduğunu kavradım.
Kısa bir an nefeslenip etrafına baktı ve başını döndürdüğünde ilk bombayı ateşledi.
''Ah! Sizi bir yerden tanıyorum sanki, simanız hiç yabancı gelmiyor!''
İşittiğim sözleri kasılmama sebep oldu. Bu durum elimi tutan Alaz tarafından hissedilmiş olmalı ki, sıkışı daha can acıtıcı seviyeye geldi. Beni nereden tanıdığını ikimizde gayet iyi biliyorduk. Fakat o oyununa renk katmak istemişti sanırım. Bu saatten sonra çokta önemli değildi. Olacak olanı önlemeye çalışmanın zaman kaybı olduğunu bugün öğrenmiştim nasıl olsa.
Gözleri incelercesine yüzümü talan etti. O kadar iyi oynuyordu ki, neredeyse ben bile hatırlamaya çalıştığına inanacaktım. Tek bir farkla, yüzünde ki o sinsi sırıtışı görmüş olmasaydım!
''Tabi yaa..'' dedi. '' Hatırladım sizi! O gün Alazın yanına geldiğimde görmüştüm. Yanınızda bir kız daha vardı hatta! Alazın sekreteriydiniz sanırım değil mi?''
Kolay kolay insanlara soğuk davranan biri olmasamda, şuan Alevden bir kez daha soğumuştum. Hissettiğim duyguyu sanırım asla tasvir edemezdim.
Duydukları Alazda merak uyandırmış olacak ki, tek kaşını kaldırıp kafasını bana doğru çevirdi. Belli bir süre gözlerimde Alevin sorusunun cevabını aradığı belliydi. Yanaklarında olan kasılmalardan dişlerini sıktığını görebiliyordum. Bunu gören sanırım sadece ben değildim ki, sinsirellanın yüzünde ufak bir aydınlanma yaşandı. Yalnız bilmediği şey, o sinsiyse ben ondan daha sinsi olabilirdim!
'' Hayır, sekreteri değilim! Yanında stajyer mimar olarak bulunuyor ve ayrıyetten kız arkadaşı oluyorum. Siz peki! Geçmişte kalan ufak ve anlamsız bir kaçamak mısınız? Üzerimizde dolaşan anlamsız, fesat bakışlarınızdan bu çıkarımı sağladım da!''
Bu aramızda geçen konuşmaların acısını sonraya saklamış olsam da, şuan için zafer nidası atabilecek bir pozisyondaydım. Alevin tıpkı ismi gibi ateş saçan surat ifadesi, ne kadar bozulduğunun kanıtıydı zaten.
'' Alaz!'' diye bir nida yükseldi Alevden. ''Yanında sevgilin olarak taşıdığın bu küçük kıza birşey demeyecek misin?''
Alaz ilk defa o an başını kaldırıp Alevin yüzüne baktı ve hala sıkmakta devam ettiği elimi daha da sıktı.
''Gidelim sevgilim! Burasının havası midemi bulandırmaya başladı.''
O kadar hızlı bir şekilde salonda ilerlemeye başladı ki, ne üzerimde olan elbise ne de ayağımda olan topuklular bana yardımcı olmuyordu. Şu yaşadığımız durumun az önce ki olaylara dayandığını biliyor olmak, midemle kalbimde ufak sancılara sebep oluyordu. Aklımda dönen acabalara yenisini eklemekte canımın daha beter yanmasının nedeniydi. Alazın aklından geçirdiklerini duymak, o beyninin içinde dönüp dolaşan düşünceleri bilmek en çok istediğim şeydi şuan.
O an sol tarafımda olan şeytanda işin içine karıştı ve yavaş yavaş fısıldadı kulağıma.
''Bak!'' dedi '' Görüyor musun? Hala unutamamış! Hala acı çekiyor! Onun olduğu ortamda daha fazla durumadı. Yarası kanamaya başladı gördün mü? Şuan beni değil seni çekiştirerek götürüyor SALAK!''
Daha fazla bu olaya katlanmak istemedim. Canımın yanması yetmiyormuş gibi, birde bu düşünceler delirmeme sebep olacaktı. Geriye ne kadarı kaldı bilmiyordum ama, bütün gücümü ve benliğimi kullanarak Alazı kendime doğru çektim. Bir an afallasa da, durdu.
''Canımı acıtıyorsun Alaz!''
Ne demek istediğimi anlamaya çalışır gibi bedenimde turladı gözleri. Tuttuğu elimi hafif kaldırarak belli ettiğimde, onun sıkmasından dolayı kızarmış olan parmaklarımı görüş açımıza soktu. Canımın neden bu kadar acıdığını şimdi daha iyi anlamıştım. Sıkılmasından dolayı neredeyse şişecek duruma gelmişlerdi. Elini gevşetti ve parmaklarıma kısa bir bakış attı. Tuttuğu elimi serbest bıraktığındaysa sadece kısık bir ''Pardon!'' sesi işittim onun iki dudağı arasından çıkan. Bu kadar basitti işte. Kısacık bir Pardon, bütün gece yaşanılanları örtecek, unutturacak kadar basit...
Ondan sonrası ise, içimi asla ama asla soğutmayan, aksine aklımdakilerin bir çağlayan gibi coşmasına sebebiyet veren davranışlardı.
Olabilecek en hızlı şekilde benden toparlanmamı istediğinde, şaşırsamda belli etmedim. Artık bende burada daha fazla durmak istemiyordum zaten. İçimde küçükte olsa yeşermeye çalışan fidanı kendi elleriyle koparıp atmıştı bir köşeye.
Kendimi teselli etmeye çalıştım. Ben güçsüz bir kız değildim. O hakkımda ne düşünüyor bilmiyordum ama bu durum beni parçalara ayırsa da yıkılmayacak aksine daha dik bir şekilde ayakta duracaktım. Bu akşam bunu anlamıştım. Kimseye gerektiğinden fazla değer ve lüzumsuz bir çaba sarf etmeyecektim bundan sonra.
******
Saat sabaha karşı beş sularında, İstanbulda ki evimizde, salondaki tekli koltukta oturmuş, yaşadığımız geceye dair olayları düşünüyordum. Gün doğumu yakın olmalıydı ki, oturduğum koltuktan dışarıya baktığımda alaca bir karanlık sarmıştı etrafı. Tıpkı içim gibi... Ne aydınlık diyebileceğim kadar beyaz ne de karanlık diyebileceğim kadar kara.
Elifin eve geldiğimden henüz haberi yoktu. Okadar sessiz bir giriş yapmıştım ki ne onun uyanmasına hazırdım ne de soracağı bir ton soruya. Önümde fazla bir zaman yoktu. En fazla iki saate uyanmış olurdu ve ben hala ne demem gerektiğini bilmiyordum. Sanırım yaşanılanları dümdüz anlatıp, daha fazlasını sormamasını dilemekten başka şansım yoktu.
Normalde Amerikada olduğumuz için bugün iş yoktu ama dün gece dönmüş olduğumuza göre bugün şirkete gitmeli ve hiç bir şey olmamışçasına hayatıma devam etmeliydim.
Zaman su misali akıp geçti ve benim korktuğum sahnenin ayak sesleri bir bir ardımda oluşmaya başladı.
''Bismillahirrahmanirrahim! Çisem... Kuzum senin ne işin var evde!''
Hiçbir şekilde tepki verecek halim olmamasına rağmen yine de gözlerimi devirmeden edemedim.
''Elif! Umarım farkındasındır, burası benimde evimde evim ya hani. Yok unuttum diyorsan hatırlatayım!''
''Saçmalama tabiki biliyorum. Hem ben onu mu demek istedim? Sanki niye öyle bir tepki verdiğimi anlamadın. Siz bu akşam dönecektiniz ya hani ondan şey ettim.''
''Dönecektik ama... Gördüğün üzere dönemedik!''
Yaşadığım gecenin özetini geçtim. Alevin geldiğini ve aramızda geçenleri duyunca, ağzı açık bir şekilde dinledi anlattıklarımı. Hiç tepki vermeden dinlemesi dikkatimi çekse de, gözlerinin dolu dolu bakışından üzüldüğünü görebiliyordum.
Zaman herşeyin ilacıydı ve emindim ki bana yada bizede bir çare olacaktı.
******
O yaşanılan gecenin üzerinden on gün gibi kocaman bir zaman dilimi geçmişti. Ne Alaz beni aramıştı ne de ben onu. Düşünüyorum da kırıldığımı hiç mi anlamamıştı? Henüz kendisini görmemiştim mesela.
O gün Şirkete gittiğimde Dicle, Alazın Rusyaya bir iş görüşmesi için gittiğini söylemişti. Bunun adının kaçmak olduğunu anlayabiliyordum artık. Beyefendi kaçıyordu benden. İçimde açtığı tarifi imkansız acılar artık hissizleştirmeye başlamıştı beni. Daha ne kadar yada nereye kadar dayanabilirdim bilmiyordum ama sona yaklaştığımızın farkındaydım. Patlayacağım noktanın çok yakınımda olduğu belliydi.
****
Sabah kalktığımdan beri içimde tarif edemediğim bir karmaşıklık vardi. Bu her neyse nefes alışımı zorluyor ve göğsümde sanki bir yumru varmışçasına beni rahatsız ediyordu. Elifin bugün işleri olduğu için şirkete tek başıma gittim. Şirket binasına girdiğimde, içimde varlığını koruyan o şey, buradan kaçıp gitmem gerektiğini bas bas bağırıyordu. Bir şey olacaktı farkındaydım ama yaşayıp öğrenmekten başka da şansım yoktu.
Asansör bizim katta durduğunda, kapıların açılmasıyla kendimi dışarı attım. İlk gözüme çarpan şey, Diclenin bir ileri bir geri koridoru arşınlamasıydı. Belli ki bir şey olmuştu ve bu her neyse bana da sıçrayacakmış gibi hissediyordum.
Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı ses koridorda yankılandığında, Dicle koşarak yanıma geldi.
''Çisem! Gelmese miydin sen bugün acaba? Hadi git sen! Hissediyorum bak kötü birşey olacak! Git sen iyisi mi hı!''
Dikildiği yerde bile bir hareket içinde olan Dicleyi omuzlarından tutup sakinleştirmeye çalıştım.
''Bu da ne demek! Neden gideyim Dicle? Doğru düzgün anlatsana neler oluyor? Ne bu telaşın?''
''Çisemm! Alaz bey!'' dedi ve devamı gelmedi. Çünkü, Alaza ait odanın kapısı öyle bir hızla açıldı ki, Diclenin omuzlarını tutan ellerim bile anın getirisi olarak iki yanıma düştü.
Alaz bir anda karşımıza çıkınca, günlerdir onu görmediğim için çarpan lanet kalbime mi kızayım, yoksa her nefes alış verişinde sinirden şimşekler çakan gözlerinden mi kaçayım çözemedim.
Benim orada öylece dikildiğimi görünce, Şimşekler çarpı iki oldu ve hiddeti bulunduğum yere daha çok sabitlenmeme sebep oldu.
''Ooo Çisem hanım! Hoş geldiniz! Gözlerimiz yollarda kaldı. Zahmet olmazsa odama teşrif edebilir misiniz?''
Bir an olduğum yeri ve kişiyi sorguladım. Ben neredeydim ve bu karşımdaki garip konuşan kişi Alaz mıydı gerçekten? Gözlerim Dicle ile temas ettiğinde, bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırıp indirdi. Burada hiç normal şeyler olmuyordu ya hayırlısı!
Odasına giren Alazı, takip ederek peşinden girdiğimde, tek eli belinde, deli danalar gibi dönüp duruyordu.
Karşılıklı bir şekilde durduğumuzda, ilk yaptığı baştan aşağı beni incelemek oldu. Kısacık bir an göz bebeklerinde çakan şimşeklerin yerini bir beğeni alsa da, bu duruma izin vermedi ve hiddetinin geri dönmesini sağladı.
Baş ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkarken, kendine zaman tanımış olacak ki, daha sakin bir tonlamayla konuşmaya başladı
''İlk önce! Benimle konuşmak istediğin, ne bileyim anlatmak istediğin yada bilmemi istediği bir şey varmı Çisem?''
Söylediklerini kısaca bir beyin süzgecimden geçirdim. Var mıydı? Sanırım yoktu. O an onada olmadığını belirtmek adına hayır anlamında başımı salladım.
''Pekii!'' dedi. ''Madem öyle, bana bunun mantıklı bir açıklamasını yapmak ister misin?''
Elinde gelişi güzel sallanan kağıt parçasını görünce beynimden vurulmuşa döndüm. İşte şimdi boku cidden yemiştim.
''Bu kağıdı... senin odanda... çekmecende buldum!''
Söylemesine hiç gerek yoktu. Zira kağıdı çekmecemde ki ajandanın içerisine koyduğumu biliyordum. Ama Alazın odama girip, çekmecemi karıştıracağı hiç aklıma gelmemişti.
''Sen.'' dedim. ''Benim odama girip, benim çekmecemi mi karıştırdın Alaz?''
Hem konuşuyor, hem de işaret parmağımla kendisini işaret ediyordum. Böyle birşeyi yapmasının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Yoksa elini kolunu sallayarak odama girip özel eşyalarmı karıştırma hakkını kimse ona vermemişti.
''Saçmalama! Niyetim tabiki odanı karıştırmak değildi. Lazım olan bir belgeyi arıyordum ve sen odanda yoktun. Haksızken haklı durumuna çıkmaya çalışma, gülünç oluyorsun.''
İşte o an beynimden bir akım geçtiğini hissettim. Yaşanılanları hala tam olarak sindirememişken, birde bu şekilde yaklaşması, onun gözündeki değerimi ortaya koyuyordu ve ben artık daha fazla dayanma gücünü bulamadım kendimde.
''Ne diyorsun sen ya! Neyin hakkından haksızlığından bahsediyorsun? Sordun mu bana? Nasıl elime geçti diye düşündün mü hiç? Yok ama yargılamak kolay değil mi? Senin en iyi bildiğin şey ne de olsa! Dur ama sen daha çok sinirimi bozmadan anlatayım ben! Evet, elinde tutuğun kağıt uzun süredir benimleydi! Evi tuttuğumda kitaplığı temizliyordum ve bir kitabın arasından ayaklarımın altına düştü. Alıp yerine koyacaktım ki, belki unutulmuş lazım birşeydir diye açıp baktım. Ben nereden bilebilirdim ki böyle birşey olacağını. Sonrasında da başkasının eline geçmemesi için alıp sakladım. Belki yanlış, belki doğru yaptığım ama bana bu şekilde yaklaşmanı hak etmedim. Sabır dediğiniz şeyde bir yere kadar. Artık benim bunları kaldıracak gücüm kalmadı. Anlıyor musun KAL...MA...DI.'' Söylediklerimden sonra daha da sinirlendiğini, inip kalkan göğsünün şiddetinden anlayabiliyordum.
''Bak’’ dedi. Bir süre nefeslerini kontrol etmeye çalışarak sakinleşmeyi denedi ‘’ Hala daha aynı şeyi yapıyorsun. Haklıymış gibi konuşmaktan vazgeç artık! Birde okudum diyorsun öyle mi? Başkasına ait olduğunu bildiğin şeyi nasıl okursun sen ya! Sana bu hakkı kim verdi Çisem? Bu cürretinin sebebi nereden geliyor?''
Bir insana yeri ve konumu ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kısa bir an düşündüm. Cidden kimdim ben? Onun gözünde neredeydim? Artık kırılmaktan bir hale gelen kalbim daha fazla bu eziyete dayanamadı. Gözümden süzülen tek damla yaşı, ona belli etmeden sildim. Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım.
'' O kağıt'' dedim. Sesimin titrememesine özen göstererek, '' Kime ait olduğunu bilmediğim, not sahibinin bir gün karşıma çıkacağını ve özellikle bu kişinin sen olacağını tahmin bile edemediğim bu kağıt yüzünden, bana yerimi ve konumumu çok güzel gösterdin Alaz! Kusura bakma ama ben daha fazla bu durumla baş edemiyorum. Artık yeter!
Nefes almamı zorlaştıran bu ortamda daha fazla duramazdım. Yenilgimi kabul edip kapıya doğru gittim. Son bir veda gerekliydi, son bir bakış. Elim kapı kolunda, başımı hafif çevirip son kez görmek istedim sevdiğim ama dokunamadığım adamı. Tutmakta zorlandığım gözyaşlarımı saklamama gerek kalmamıştı artık. Bazı şeyler insanın içinde uhde kalırmış ya, yaşamak isteyipte yaşayamadıklarım birer uhde olarak kalmıştı bende artık...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12k Okunma |
813 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |