
İnsan yaşayışı gereği her şeyi unutmaya mecburdur…
Unutmak… Bazen düşünüyorum da, hiç olmamışçasına bazı şeyleri silmek ne güzel olurdu. Belki de yarası daha az incitirdi. Kaşıdıkça kanamazdı belki de.
Şu an içimdeki yarası henüz taze olsa da, silmek isterdim Alaz’la olan ya da hiç olmamış olan anılarımı.
Kendi içimde yaşadığım çırpınışlarımı, çaresizliklerimi.
O gün, orada olanlardan sonra bana düşen şey, sessizce kapıyı çekip çıkmaktı mesela. Ve öyle de oldu.
İçimde patlayan volkanla beraber, sessiz haykırışlarımı da peşim sıra toplayıp, arkama dahi bakmadan, odamda bulunun kendime ait birkaç parça eşyayı alarak yok oldum.
Kendimi o kadar yorgun, o kadar bitmiş hissediyordum ki. Bu belki de hayata olan en büyük pes etmişliğimdi. Dicle’nin arkamdan seslenişini duysam da cevap dahi verecek gücü kendimde bulamadım. Odanın kapısından çıkmadan hemen önce, sıkıca sarılıp kendine iyi bakması konusunda dilim döndüğünce bir şeyler gevelemeye çalıştım o kadar.
‘’Neden’’ dedi. ‘’Nereye Çisem’’ dedi.
Sadece toplamakta olduğum birkaç eşyamla beraber soluğumu sessizce bırakıp, yandan bir bakış attım ona cevap olarak.
Halbuki içim bas bas bağırıyordu onun sorularına cevap olarak.
‘ Hiçbir şey sorma lütfen! Sadece biraz zaman. Kaybettiğim benliğimi, düşüncelerimi tekrar bulabilmek için ufak bir mola! İçten içe biliyordum ki, bu ben değildim. Ben bu kadar güçsüz, bu kadar çabuk pes edecek, her şeye eyvallah edecek biri değildim ama…
Gerisi kocaman bir ama… Senle olan her şey kocaman bir ama…
Oysa ki, hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir şekilde karşıma çıkmıştın. Aklıma dahi gelmezdi sadece sesini duyacağım bir adama aşık olmak. Olayın başlama noktası tamda burası değil miydi zaten.
Sen benim, aklımda yokken başıma gelen değil! Aklımda yokken yüreğime düşendin.
Kahretsin ki olmadı!
Olamadı!
Sadece hayallerden ibaret kaldı içimdeki tüm duygular .Ufak, ufak parçalara ayrıldı içimde yeşermeye çalışan çiçek.
Yaşanabilecek onca şey, bir sürü güzellik varken senin bana biçtiğin pay hep kaybediş oldu. Çok yoruldum. İçime attıklarımdan, yok saydıklarımdan, bir nefes kadar yakınımdayken aslında hiç olmayışından.
Düşünüyorum… Başından beri geçirilen günleri, olan biten ne varsa bir bir kafamın içinde bir yerlere koymaya çalışıyorum. Beynimin içerisindeki düşünceler tıpkı bir bozuk kaset gibi. Saçma sapan bir şeyler çalıyor ama ben anlamıyorum. Yaşanılanlar son zamanlarda sürekli rüyalarımda. Orada bile rahat değilim. Tam ufak ufak bir şeyler yoluna girecek gibi oluyor, öyle bir anda öyle şeyler duyuyorum ki, yeniden başa dönüyorum.
Nerede hata yapıyorum bilmiyorum. Sol tarafımda bir yerde fena halde can yakan bir şey var. Belki de bir yangın demek daha doğru.
Sahi… Neydi benim hatam? Gereğinden fazla düşünmek mi? Yoksa gereğinden fazla susmak mı? Sorular cevapsız.
Bu saatten sonra içimdeki hırçın denizi susturup, kıyılarıma geleni toplamaktan başka şansım yok gibi.
Elveda… Hiç benim olmayan sevgili. Elveda… Duygularımın başlangıcı ve bitişi olan adam.
**
DÖRT YIL SONRA:
Sonbaharda düşen yapraklar misali, teker teker geçip gitti yıllar. Kah güldüm, kah ağladım.
Geriye dönük baktığımda yaşanılanlara, acıtsa da çoğu zaman, yine de iyi ki diyorum. İyi ki tanımışım o insanları ve iyi ki hayatıma bir şekilde girmiş hepsi.
O gün, şirketten çıktıktan sonra bir daha oraya ayak basmadım. Hoş gitmeme de gerek kalmadı zaten!
Okullar açıldıktan sonra hocalarımla konuşarak farklı bir yerde devam ettirdim süreci.
Bana kendi derdimi unutturacak olayın en büyüğü Poyraz’ın Elif’in başına ördüğü çorap oldu!
Bana kalsa bilerek yaptığını sandığım bir olay olsa da, Poyraz’ın anlatımıyla kesinlikle yanlışlıkla unutulmuş bir şey!
Evlilik cüzdanın Poyrazın annesinin eline geçmesinden bahsediyorum. Adam artık nasıl bir aşk yaşıyorduysa, gece yastığının altına koyduğunu unutuyor ve dolayısıyla evlilik cüzdanı da Aynur teyzenin eline geçiyor.
Kadın ilk gördüğünde biraz fenalaşsa da, sonrasında zaten istediği bu olsa gerek bizim iki akıllıyla konuşuyor. Olanları onların ağzından dinleyince, ‘ aferin benim çocuklarıma çok iyi yapmışsınız‘ diyerek bunları tebrik ediyor. O zamanlar gözümün önüne geliyor da, Elif ağzı beş karış açık bir şekilde eve girdiğinde kendine gelene kadar bir süre konuşmamıştı.
Ah deli kız!
Sonradan da ilk söylediği şey ‘’ Çisem, ben sanırım evleniyorum’’ demek olmuştu. Sanki evli değilmiş gibi.
Hazırlıklar falan derken her şey iki ay içerisinde halledildiğinde, en büyük değişikliklerden biri benim de isteğimle, onunla beraber oturduğumuz evi onlara bırakmak oldu. Orada daha fazla durmak istemiyor oluşumda bir etkendi tabi ki.
Bir yandan Elifin hazırlıkları, bir yandan benim yeni eve taşınma telaşım derken, geride bıraktığım hiçbir şey çokta umurumda değildi açıkçası.
Ailemin ve bizim çocuklarında sürekli yanımda olması kendimi daha iyi hissetmemde en büyük etkendi.
Onu, yani Alazı iki ay gibi bir zaman sonra ilk defa görüşüm Elifin düğünü sayesinde oldu.
Benim deli kızım! O kadar güzel olmuştu ki. İkisinin salona inmeden önceki heyecanlarını az dalga konusu yapmamıştım sonralarda.
Okulların açılışı ve tempolu bir koşturmacaya girmemle de, an an aklıma gelse de, geçiştirmeyi başardım bir şekilde.
Günler birbirini kovalarken mecbur olmadıkça gitmedim şuan Elif’in yaşadığı o eve. Hatıraların başlangıç ve bitiş noktasına…
Bir gün Elif’in ısrarı üzerine gittiğimde, iki ayrı haber almıştım. Beni yaralayan adam! Alaz, yurtdışındaki şirkete geri dönüş yapmış.
Hiç şaşırmamıştım. O her seferinde kaçanı oynamayı severdi zaten. İkinci haberi ise, tam bir bombaydı!
Bu haberi vermeden hemen önce ağlamaya başlayan Elif’ i susturmaksa, Poyraz’ a düşmüştü. İlk önce ne olduğunu algılamaya çalışsam da, sonrası tam bir şaşkınlıktı. Neden mi?
Poyraz, farkında olmadan elini Elifin karnında yavaş yavaş gezdirerek ‘’ Babacım! Hani biz senle anlaşmıştık! Anneyi üzmek ve ağlatmak yoktu hani!’’ dediğinde öyle bir şaşkınlık yaşamıştım ki anlatamam.
Benim Poyraz’a olan aşkını bir türlü kabullenemeyen arkadaşım, anne oluyordu. Arada sırada da olsa kendini hatırlatan yaram, o an daha bir faklı acımıştı. Her ne kadar istemesem de, aklıma Alaz gelmişti. Nerde ne yapıyor acaba diye düşüncelerime sızmayı başarmıştı yine. Belki de hayatına birini almıştı ve mutluydu.
Bana ayıramadığı o kıymetli zamanını başkasına ayırabilmişti belki de… Yapar mıydı gerçekten böyle bir şeyi? Bu kadar çabuk silebilir miydi geride bıraktıklarını? Diye aklımdan geçmedi değil hani!
Elif, ilerleyen zamanlarda hamileliği gereği dondurmak zorunda kalmıştı okulunu. Geçen zamanlarda ne kadar çevremde insanlar fazlalaşsa da, maalesef hiç birinde bir Elif kadar samimiyet bulamadım. Günler birbiri ardına geçerken bu bana daha fazla hırs olarak geri döndü. Hep bir adım fazlasına zorladım kendimi.
Bir gece ansızın çalan telefonumla aldım o muhteşem haberi. Naz’ımız, küçük kızımız dünyaya gelmişti. Evet, evet… Poyraz’la Elif’in kızları!
Ten rengini annesinden, göz rengini babasından alan o muhteşem varlık. O kadar saf, o kadar masumdu ki, insan sevmeye bile kıyamıyordu. Yumuk yumuk parmakları, üç beş telden ibaret olan saçları. Küçücük olmasına rağmen isminin hakkını vererek yaptığı nazlı hareketleri.
Hiç unutmuyorum da, bir gün Poyraz’a sormuştum neden Naz diye! Verdiği cevap onların aşkını ancak bu kadar anlatabilirdi sanırım.
‘’Benim nazlı karımın, en güzel hediyesi o bana. Annesi gibi nazlı ve tıpkı onun gibi iyi kalpli olsun diye Naz olsun istedim. Nazını bile sevdiğim kadının küçük hediyesi’’ demişti.
Evet! Onlar küçücük ailelerinde huzurlu ve mutlu olmayı başarabilmişlerdi.
Bense hayatıma giren o ilk adamı hala taşıyordum yüreğimde. İçimden bir ses, bekle diyordu. Bekle!
Nitekim de öyle oldu, Ben o içimdeki sese kulak verdim ve hep belki diyerek bekledim. Bazen çok yakınımda hissettim onu! Hatta kokusunu bile duyumsadığım oldu! Özellikle uyku tutmadığı bazı geceler sahil kenarında boş boş yürürken. ‘’yok’’ dedim kendi kendime. Gitti o. Çok uzaklara gitti.
Bazen telefonum çaldı yok yere. Kim olduğunu bilmediğim numaralar tarafından. Uzun bir süre sessizce dinledik birbirimizi. Ne o bir şey söyledi, ne de ben karşılık verdim.
Sadece her doğum günümde gelen farklı mesajlardı belki de beklememe en büyük sebep. İlk geldiğinde çok şaşırsam da, zamanla onun olduğunu anlamıştım.
Bugün yine o günlerden biri ve ben gelecek olan mesajı, hırçın dalgaların sahile delice vurduğu bir kafede oturmuş etrafı seyrederken bekliyorum. Ne garip değil mi?
O kadar dalmışım ki hem kafamın içindekilere hem de bulunduğum ortamdaki o enfes görüntüye, arkamdan gözlerimi kapatan bir çift elin varlığı ile kendime geldim. Eller her kime aitse, hiç ses çıkarmayışı tahminimi zorlaştırıyordu. Tek tek saydım kızların isimlerini.
‘’Defne ‘’ dedim, eller çekilmedi. ‘’Cansu’’ diye seslendim, hiç ses çıkmadı. ‘’ Eee, ama yeter artık kimsin kardeşim. Çek şu ellerini de göreyim kim olduğunu. Erkek değilsin belli. Parmakların ince’’ derken bir yandan da ellerine dokunuyordum. Sonra bir anda elime bir şey takıldı. Bu şey gibiydi. Bir alyans… Varlığını tekrar kontrol ettim ve hangi parmakta takılı olduğunu algılamaya çalıştım kısa bir süre. Bir yandan da saçma salak hareketler yapıyordum ki iz üstünde olduğumu anlamasınlar!
İşte her şeyin başladığı yada bittiği nokta tamda orasıydı.
‘’ELİFF’’ diye adeta haykırdım. Kocaman kafenin içerisinde sesim yankı yapmıştı resmen. Gözlerimdeki ellerden kurtuldum. Oturduğum sandalyenin ne düşmesini umursadım o an, ne de çıkardığı sesin verdiği rahatsızlığı.
Yerimden kalkıp, arkamı döndüğümde düşündüğümden daha fazla kişinin burada olduğunu gördüm. İlk iş Elif’e sarıldım. Çok özlemiştim onu. Kandan değil ama candan olan kardeşimdi o benim için.
Elif, sarılışımız sırasında iyice kulağıma yaklaşıp ‘’ Birileri bu gidişle fena kıskanacak haberin olsun’’ dedi. Ellerimiz hala ayrılmamışken, o etraftakileri daha rahat görmem için kenara çekilmişti.
Çok fazla kişi vardı şuan etrafımda. Poyraz ve onun kucağındaki küçük Nazımız.
Onun hemen yanındaydı asıl şaşırmama sebep olan kişi. Aynur teyze… Buruk ve birazda çekingen bakışlara eşlik eden sıcacık bir gülümseme ile bakıyordu bana.
Maalesef o da geçirdiğimiz zamanlarda Alaz’la aramızda geçenleri öğrenmişti ve o gün bu gündür daha bir çekingen yaklaşıyordu bana karşı.
Bakışlarımı etrafta dolaştırmaya devam ettim. Annem, babam Yağmur ve bizim çocuklar. Herkes buradaydı. Tek bir eksik vardı.
İçimde hem yar hem de yara olmaya devam eden adam… Bir tek sen yoksun şuan…
Etrafımdakilere mutlu olduğumu göstermek için gülümsesem de, aklımdan geçen esas duygular bunlardı aslında.
Oldukça geniş bir masayı doldurmuş durumdaydık. Sağ tarafıma annem, sol tarafıma babam, onun yanına da Yağmur oturunca, geri kalan herkes var olan yerlere bir şekilde yerleşmişti.
Kucağımda olan Naz, o küçücük elleriyle saçlarımla ciddi bir savaş içerisindeydi. Küçük hanımda dur durak yoktu. Ben oturtmaya çalıştıkça o inadına ayağa kalkmak istiyordu. Bu konuyla alakalı baya bir boğuşma ve inatlaşma geçmişti aramızda. Kelimeleri varla yok arası bir telaffuzu vardı ve durum benim çok hoşuma gidiyor onu daha çok içime sokma isteği oluşturuyordu bende.
Saçlarımla olan imtihanı var gücüyle devam ederken, küçücük parmaklarına doladığı ve bir türlü çıkaramadığı parmaklarını göz hizama doğru uzatıp ‘’Tetee, ufff’’ dedi.
Onun tabiriyle, ben onun tete’siydim. Teyze, demeye çalışıyordu dili döndüğünce.
Tombul parmaklarındaki saçlarımı, gülümseyerek tek tek çözdüm. Afacan fena dolamıştı. Bakışlarım tam karşımda oturanlara değince, Poyrazda çözemediğim bir sırıtma varken, Elifte bir panik duygusu sezinlemiştim. Hemen yan tarafında oturan Aynur teyzenin ise uzun zamandır var olan mahcubiyet kaplı bakışları yüzümü talan ediyordu.
Kucağımdaki naz’a dikkat ederek sandalyemi biraz daha yaklaştırdım masaya doğru. Aynur teyzenin masanın üstündeki eline uzandım yavaşça ve tek elimle kavradım parmaklarını.
Masadaki herkesin bakışlarını üzerimde hissetsem de, hepsini arka planda bıraktım.
‘’O gözlerinde gördüğüm duyguyu ne zamana kadar orada taşımayı düşünüyorsun Aynur teyze. Yetmedi mi kendine çektirdiğin? Bak’’ dedim. Başımla kendimi ve etrafımdakileri göstererek ‘’ Ne kadar çok zaman geçti. Herkesin hayatında bazı şeyler demeyeceğim her şey değişti. Çoğu şey geride kaldı. Yaşanılan her şeyde bir hayır vardır. Ben en azından öyle olduğunu düşünüyorum. Alaz! O… Benim için ilk ti ve maalesef te öyle kaldı’’ dedim. Derin bir nefeslenme ihtiyacı hissederek kucağımdaki Nazın saçlarını okşadım.
Ailem ve burada bulunan herkesin yaşadıklarımdan haberi olduğu için bu kadar rahat konuşuyordum belki de şuan. Babam ve annemin korumacı tutuşlarını her iki bacağımda da hissediyor olmak güçlü kılıyordu sanırım beni.
‘’Çisem’’ Adımı seslenen Aynur teyzeye kaydı bakışlarım.
‘’Ben… Olanlar, yaşanılanlar yada yaşadıkların için çok üzgünüm kızım! Sana karşı kendimi mahcup hissediyorum ama insan gerçekten seviyorsa gitmez. Sen bilmesen de, görmesen de, bir nefes kadar yakınındadır kim bilir. Zamanı geldiğinde karşına çıkacaktır belki de. Ben inanıyorum ki ‘’dedi ve sustu. Tıpkı onlar gelmeden hemen önce benim yaptığım gibi, dalgaların kıyıya vurduğu sahil kenarını izledi bir süre. Yüzünü tekrar bana döndüğünde, o yarım kalmış cümlesini tamamlarken aynı anlarda telefonumun mesaj sesi kulaklarıma doldu.
‘’Ben inanıyorum ki, her şey yoluna girecek.’’ Şimdi yüzündeki kocaman gülümsemeyle bakıyordu bana. ‘’ Bazı şeylere daha fazla geç kalmayın bence’’ diyerek masanın üstündeki telefonumu işaret etti gözleriyle.
Ne anlatmak istediğini o an için tam anlamamış olsam da, birkaç dakika önce gelen mesaj aklıma gelince masanın üzerinde duran telefonuma uzandım.
Gelen mesajı açtığımda uzun bir yazıyla karşılaşmak şaşırtmış olsa da, her bir satırını tek tek okudum. Sanki yanı başımdaymış gibi hissetmek istercesine.
Kucağımda varlığını hatırlatmak istercesine kıpırdanan Naz’ı ayağa kaldırdım. Kafasını boynuma doğru uzatmaya çalışarak bir yere gitmeye çalışıyormuş gibi hareketlenmeye başladı bir anda. Sonra, o küçük dudakları arsından çıkan tek kelime içimde bir şeylerin ılık ılık akmasına sebep oldu.
‘’ AYA, AYAAA’’ diye çığlık atarak bağırıyordu Naz!
Birkaç saniye gözlerimi kapattım. Küçük cadının ağzından çıkan kelime Alaz dan başka bir şey değildi. Elif’ten duyduğum kadarı ile tam bir Alaz aşığıydı ve şu an ona sesleniyordu. Amca yada Alaz diyemediği için ‘ AYA’ diye çağırıyordu onu.
Benim şuan içimde kopan fırtınanın farkında olsa yine seslenir miydi ona.
Her şeyin bu kadar üst üste denk gelmesi normal mi diye düşündüm bir süre. İlk önce Elife ilk sarıldığımda ağzından çıkanlar. ‘’ Birileri fena kıskanacak’’ Daha sonra Poyraz da dahil suratlarında var olan anlamlandıramadığım mimikler. Aynur teyzenin imalı sözleri, ondan yani Alaz’dan gelen mesaj. En son olarak ta Nazın ona seslenişi. Bu kadarı tesadüf olacak şey değildi.
Masadaki herkeste gözlerimi gezdirdim. Adeta bir yapbozun parçalarını birleştirmeye çalışırcasına bütün aklımdan geçenleri tek tek bütünleştirdim. O ara ufak kaçamak bir bakış yakaladı gözlerim. Poyraz tarafından yapılan. İlk bana baktı sonra arkamda bir noktaya uzun uzadıya bakarak tek kaşını kaldırdı. Elinde olan telefondan birine bir şeyler yazıp gönderdi.
Onun bakışlarını takip ederek arkama doğru döndüm hafif hareketlerle. Kafenin kapısı açıldı ve içeriye elinde kocaman bir gül buketi taşıyan genç bir çocuk girdi. O an için anlamlandıramasam da, çocuk benim oturduğum sandalyemin yanına yaklaştı ve ‘’ÇİSEM AYDOĞU’’ dedi. Annem kucağımdaki Naz’ı alarak çiçekleri almam için yardımcı olmuştu.
‘’Siz misiniz?’’ dedi aynı çocuk. Sorduğunu onaylatmak için.
İçine kaçmış bir ses tonuyla ‘’ benim ‘’ dedim ama ben bile emin olamadım gerçekten o sorduğu ismin bana ait olup olmadığıma.
Şimdi ellerim arasında koca bir buket gül ve ben bakışır olmuştuk adeta. Ne tek kellime edebiliyor ne de sağına soluna bakabiliyordum. Kafamın içinde delice sorular varken, tek bir istek vardı içimden geçen.
Güllerin arasına sıkıştırılmış küçük zarfa gitti ellerim ağır ağır. Titrediğimi o an fark ettim. Bütün bakışlar bir saniye olsun üzerimden ayrılmamışken hareket etmek oldukça zorluyor olsa da, bir gayret ulaştım küçücük zarfın içindeki kağıda.
Okuduklarım, resmen bir dejavuydu. Geçtiğimiz birkaç dakika öncesi telefonuma gelen mesajla aynı yazıları barındırıyordu çünkü. Tekrardan okudum bütün cümleleri.
**Her ne kadar bir nefes kadar yakınında olsam da, asla kokunu soluyamayacak kadar uzağım sana. Bir gün olurda unutacak olursan sana yaşattıklarımı, bekliyor olacağım seni. O zamana kadar bensiz nice Mutlu yıllara sevgilim!**
Ne zaman kapattığımı bile hatırlamadığım gözlerimi araladım yavaşça. Cümleleri bir bir geçirdim aklımdan.
Nefesim kadar yakın olduğu yazıyordu kağıtta!
Aklıma gelen düşüncelerle, adeta fırlarcasına kalktım oturduğum yerden. Kimse ne olduğuna anlam verememiş gibi şaşkınca bakıyordu suratıma.
Poyrazın olduğu tarafa baktığımda sırıttığını görmek, doğru yolda olduğumun kanıtı gibiydi. Yüzümde istemsizce olan tebessümle, bazı şeyleri anladığımı belli ettim. Şuan, sanki Poyraz’la bir oyunun içindeymiş gibi hissediyordum. Garip bir şekilde sessiz ama bir o kadar heyecanlı bir oyun.
Yüzümdeki silemediğim tebessümle, başımı sağ omzuma hafifçe yatırıp, ufak hareketlerle başımı salladım.
Bir süre baktı yüzüme. Bir şeylerden emin olmuş olacak ki, oturduğu sandalyeden yavaşça kalktı. Ellerini pantolonunun cebine soktu. Tıpkı benim az önce yaptığım gibi o da kafasını omzuna yatırdı ve kaşlarıyla dışarıyı işaret etti.
Kafamı çevirdim ve işaret ettiği yeri algılamaya çalıştım. Görünürde kimse yada herhangi bir şey göremeyince, tekrar döndüm ona doğru.
Sessizce, sadece dudaklarını oynatarak ‘ ÇIK’ dedi. Doğru anlayıp anlamadığımı anlamak için gözlerimi kısarak tekrar bakınca, yineledi az öncekinin aynısı şeklinde. ‘DIŞARI ÇIK’
Sadece zarfı açmak için elimden kısa süre bıraktığım sonrasında tekrar kollarımın arasına aldığım çiçeğimle, öyle bir fırladım ki dışarı, peşimden kahkaha sesleri gelse de umursamadım o an.
Kapının dışına çıkınca, etrafa baksam da kimseyi göremedim. Beklediğini bulamamış olmanın verdiği kırgınlıkla içeriye döneceğim sırada, ‘ son kez ‘ diye fısıldadım kendi kendime.
Kırgınlıkla eğdiğim başımı, tekrar kaldırdım.
İşte her şey o an oldu. Birkaç metre uzağımda, tam karşımda duruyordu.
Birkaç saniye gerçekliğini anlamak için inceledim karşımdaki görüntüyü. Bulunduğu yerde hiç kıpırdamadan duruyordu.
Biraz daha o şekilde durdu. Benden bir tepki gelmeyeceğini anlayınca, kollarını yavaşça iki tarafa açtı.
Onun o hareketini bekliyormuşum gibi kollarım iki yanımda yavaşça aşağı doğru salındı. Bu sayede çiçeğimde elimin arasından kayıp ayaklarımın dibine düşüşünü izledim. Şuan hiçbir şey karşımdaki görüntü kadar önemli değildi.
Gözlerimi Alaz’dan bir an olsun ayırmadan, ilk önce sarsak bir adım attım. Bu şekilde birkaç adım sonunda fark ettiğim, onunda kolları açık ama tıpkı benim gibi temkinli adımlar atıyor oluşuydu.
Bu saatten sonra var olan her şey kısa süre için varlığını yitirdi ve ben adımlarımı ufak ufak derken bir anda hızlandırdım. Kendimi ona doğru koşarken bulduğumda ise yüzünü kaplayan tebessümle bana baktığını gördüm. Göz yaşlarım benden bağımsız olarak akıyordu ama çokta umurumda değildi.
Son hızla açtığı kolları arasında buldum bir anda kendimi. Öyle sıkı sıkı sarılmıştık ki o an, herkese ve her şeye inat. Ben onun yuva gibi sıcak olan göğsünde, o ise benim boynumda soluklandık bir süre.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama beni yavaş olmasına dikkat ettiği hareketlerle ayırdı göğsünden. Elleri yüzümü kavradığında bir süre birbirimizin gözlerinde dolandı bakışlarımız.
İşte o an uzun süredir duymadığım ama aklımdan bir an olsun atamadığım sesini duydum. Hem sesi, hem de söyledikleri güzel bir rüya gibiydi benim için…
‘’ SENİ ÇOK SEVİYORUM KÜÇÜĞÜM…’’
***SON***
SONA DAİR: Duyguları karmakarışık biriyim şu sıralar. Her ne kadar acemi bir şekilde başlamış olsam da, bölümler ilerledikçe onları daha bir hissedebilir oldum. Düne kadar, artık bitirmem gerek diye düşündüğüm hikayemi, gerçekçiliğe kavuşturmak hiçte kolay değilmiş aslında. Hikayeyi tamamla butonuna basmamla daha iyi anladım bunu. Şu an uzun süredir bir arada yaşadığım birinden ayrılmış gibi hissetmem normal mi bilmiyorum ama bir tık duygusalım işte. En başından beri yanımda olan herkese çok teşekkür ederim. Son olarak ta, emek ve zaman harcayarak bana bu güzel kitap kapağını hazırlayan, Selin ÖZGEN @writerladyy' e çok teşekkür ediyorum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12k Okunma |
813 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |