38. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥

Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Emir Kaan’dan

 

Baran’ı güç bela adamın üzerinden çekip aldığımızda, her şey saniyeler içinde gelişti. Adamı hızla yere yatırıp ters kelepçeyi taktım. Gözüm hâlâ onun öfkesinde, bedenimse refleksle hareket ediyordu.

 

“Allah korkunuz da mı yok sizin?! Hadi eşinizi dostunuzu geçtim, ananız da mı yok lan sizin?!” diye bağırdım; sesim sert, gözlerim alev gibiydi.

 

“İftira...” diye mırıldandı adam, dudaklarının kenarında küçümseyici bir kıvrım.

 

“Hâlâ iftira diyor!” diye öne fırlayan Baran’ı, tam göğsünden tutarak durdurdum.

 

“Yeter Baran! Yeter kardeşim... Karın korktu, git onunla ilgilen hadi...” Sesim yorgundu ama duruşum hâlâ dimdikti.

 

O esnada, Emel’in yanından ayrılan İsmail ağabey telaşla yanıma yaklaştı. Gözleri dikkatli, sesi kararlıydı.

 

“KADES’e bastırdım. Bizim ekip aracını da intikal gibi gösterdim. Başhekim bizde, paket.”

 

“İyi ağabey...” diye başımı salladım, ama tam o anda burnumun ucundan süzülen sıcaklığı hissettim. Bir şeylerin yolunda gitmediğini bedenim bağırıyordu. Elimi refleksle burnuma götürüp tersiyle sildiğimde, parmaklarımda kan gördüm.

 

Baran bir adım geriledi, gözleri büyüdü. “Kardeşim?..”

 

“Bir şey yok...” dedim aceleyle. Gözlerim bulanıklaşıyordu ama belli etmedim. “Ben bir lavaboya gidip geliyorum.”

 

“Emir, görün şuradan bir doktora!” dedi endişeyle.

 

Omuz silktim. Sesim bu kez daha kısık ama kararlıydı: “Gerek yok, göründüm zaten. Tansiyon, sinir, stres, yorgunluk diyor. Korkmayın, iyiyim.”

 

Baran hâlâ inanmadı, dudağını ısırdı. “İnşallah öyledir Emir Kaan...”

 

Kaşlarımı çattım, bir adım attım ona. “Germe beni Baran, germe beni kardeşim!” dedim, sesi yükseltmeden.

 

O sırada İsmail ağabey yanımdan usulca geçti, elini omzuma koydu. Sesi yumuşaktı ama kararlıydı.

 

“Yorgunluktan olur bazen. Erzurumlu devremde de oluyordu… Burnu kanardı, sonra bir bakarsın dağ taş deliyor. Sen de öylesin. Git bi' tampon yap, su çarp yüzüne kardeşim, kendine gel.”

 

Başımı salladım. “Buralar sana emanet ağabey.”

 

Baran hâlâ bana bakıyordu, gözleriyle delmeye çalışır gibi.

 

“Bana hâlâ inandırıcı gelmiyorsun Emir Kaan... Haberin olsun.”

 

Gülümsemem buruk ama içtendi. Göz kırptım.

 

“Ölmem, korkma. Daha amca olmadan bırakmam seni.”

 

Baran, ilk kez gün içinde gerçek bir kahkaha attı. Yarı gülerek, yarı küfür savurarak arkasını döndü.

___

 

""_Saatler Sonra_""

 

Jandarma İlçe Karakolu...

Baran’dan...

Sinir damarlarımda hâlâ dolaşıyordu. Öfkem, hâlâ içimde dalga dalga kabarıyordu. Karakoldaki o telaş yetmezmiş gibi bir de üstüne Alparslan Üsteğmen’den azar işitmiştik—hem de ondan habersiz hareket ettiğimiz için. Asıl canımı sıkan, bu azarın asıl hedefinin Emir Kaan olmasıydı. Suratına yansıyan o hayal kırıklığı, gözlerinde çakılı kalan suçluluk… İçim sızladı.

 

O çocuğun burun kanamaları zaten beynimin bir köşesine saplanmış diken gibiydi. Görmezden geldikçe daha çok kanıyordu sanki. “Yok bir şey,” demesi yetmiyordu. O ‘yok’ların ardında, onun da kendinden sakladığı bir şey vardı. Seziyordum.

 

Sandalyesinden yavaşça kalktı. Gözlerinin altı morarmıştı, omuzları düşüktü. Koca günün ve gecenin yorgunluğu omuzlarına abanmış gibiydi. Bir yandan da belli etmemeye çalışıyordu hâlini.

 

"Ben eve gideyim artık... İklim merak eder..." dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.

 

Başımı salladım ama içimdeki kor hâlâ sönmemişti.

 

"Konuşacağız seninle daha Emir'im..." dedim, gözlerim onun yorgun yüzüne takılı kalmıştı.

 

Bir an durdu. Dudaklarının kenarı belli belirsiz kıpırdadı.

 

"Konuşuruz... kardeşim..." dedi.

 

Sesinde kırılmış bir şeyler vardı. Ama hâlâ dimdik yürüyordu. O yürürken, içimden bir parça onunla birlikte sürüklendi gitti.

 

Ardından kapı hızlıca açıldı. Göktürk içeri girdi; arkasından da Tansu Asteğmen. Yüzleri gergindi, adımlarında acele vardı. Sessizlik, ayak sesleriyle bölündü.

 

“Baran,” dedi Göktürk, sesi biraz tedirgin ama netti. “Adam sizden şikayetçi olmuş.”

 

Bir an başımı yana eğdim, dudaklarım alayla kıvrıldı.

“Şaşırmadım,” dedim, sesimde öfkeyle karışık bir yılgınlık vardı. Gözlerim hâlâ az önceki tartışmanın izlerini taşıyordu.

 

Tansu Asteğmen devreye girdi.

“Alparslan Üsteğmen olay hakkında inceleme başlattı. Seni, Emel’i ve timi aklamak için uğraşıyor, haberin olsun. Azar yediniz diye küsmeyin adama,” dedi. Sesi ne teselli veriyordu ne de yargılıydı. Sadece yorgundu.

 

Başımı hafifçe salladım. “Sağ olsun da…” dedim, sonra yavaşça gözlerimi kaldırıp Tansu Asteğmen’e döndüm. “Ağabey… bugün niye bu kadar Emir’in üstüne gitti?”

 

Tansu bir an durdu, bakışlarını kaçırmadan önce gözlerimin içine baktı. İç geçirdi, sesi biraz kırıldı:

“Çünkü Emir’in dosyası yeni kapandı kardeşim… Onun hâlâ kırılgan olduğunu biliyor. Ama yaptığını da hatırlıyorsun, değil mi?”

 

Derin bir nefes aldım. Yumruklarımı sıktım, boğazıma düğümlenen bir şey vardı ama geri yuttum.

 

“Emir Kaan o gün vicdanını bir kenara ittiyse, bu sadece sevdiği kadın ve ablasının intikamı içindi, ağabey. Bunu hepimiz biliyoruz. Bende etik bulmuyorum. Ama neler yaptılar, neler yaşattılar çocuğa...”

 

Göktürk’ün yüz ifadesi değişti, kaşları çatıldı.

“Bilsek de,” dedi, sesi biraz yükseldi, “nereye kadar kardeşim? Mesleğini yakıyordu bizimle beraber! Hepimiz masa başındayız o günden beri, yeni yetme er gibi. Mesleği geçtim, hadi başına bir şey gelseydi. Biz ne halt yiyecektik ki onsuz o olayın içinde? Ailesinin yüzüne bakacak yüzümüz olmazdı…”

 

Bir sessizlik çöktü aramıza. O an odadaki hava bile ağırlaştı. Göktürk’ün sözleri sadece gerçekleri taşımıyordu, içimizdeki korkuyu da önümüze bırakmıştı.

 

 

Başımı iki yana sertçe sallayarak çıktım karakoldan. İçimde kabaran öfke, sanki damarlarımı yakarak ilerliyordu. Dişlerimi sıktım. Her adımım betona değil, içimdeki çaresizliğe basar gibiydi. Gözüm kararmıştı; Alparslan Üsteğmen’in azarı, Emir’in yorgun yüzü, burnundaki o tedirgin edici kan... Hepsi beynimde yankılanıyordu.

 

Merdivenlere geldiğimde tereddüt etmeden koşar adım inmeye başladım. Belki yetişirim ona… Belki birkaç cümleyle sırtındaki yükü hafifletirim... Ya da sadece yanında dururum. Ayaklarımın altındaki taş zeminden yankılanan adımlarım, içimdeki telaşı ele veriyordu. Nefesim düzensizdi. Kalbim kaburgalarıma vuruyor, aklım binbir düşünceyle paramparça oluyordu.

 

Karanlık çökmeye başlamıştı; hava serin, gökyüzü griydi. İçimdeki kasvetle yarışan bir gökyüzü… Ama ben sadece onu düşünüyordum. Yüzü gözümün önüne geliyordu: yorgun, donuk ama bir şeyler söylemek ister gibi... İçine atıyor zaten. Hep yapıyor bunu. Ama ben sustukça daha da içine kapanıyor.

 

Arabamla karakoldan çıkmamla, Emir’in daha çok uzaklaşmamış olduğunu fark etmem bir oldu. Gözlerim onu yolda yürürken seçti; omuzları düşük, adımları kararsızdı. Hemen korna çaldım. Başını çevirdi, yorgun ve düşünceli gözlerle bana baktı.

 

Camı açıp seslendim:

“Kardeşim, gel… Ben bırakayım seni.”

 

Bir an durdu. O kısa an içinde gözlerindeki kararsızlık, gururla yorgunluk arasında gidip geldi. Sonra başını hafifçe sallayıp yan kapıyı açtı. Sessizce araca bindi. Koltuğa otururken başını koltuğa yasladı, bir şey söylemedi. Ama o suskunluk... kelimelerden daha ağırdı.

 

Motoru çalıştırdım. İçimde, onun suskunluğuna yetişememenin sancısı vardı. Direksiyona sıkıca tutundum.

 

“İyi misin?” diye sordum sessizce, gözlerim yolda ama zihnim onun hâlindeydi.

 

Emir gözlerini yoldan ayırmadan cevap verdi:

“Sen söyle… iyi miyim sence?”

 

Cevap veremedim. Arabada bir süre sessizlik hâkim oldu.

 

"Üstüme çok geliyorsunuz..." dediğinde gözlerini kaçırdı benden. "Anlıyorum, beni düşünüyorsunuz ama ben üstüme gelinmesini kaldıramıyorum Baran. Yapmayın kardeşim. Kırk yılın başında şansım bir İklim’de güldü zaten, bir de bu timde. İkisi arasında bırakmayın beni..."

 

Boğazıma düğümlenen cümleleri bastırarak gülümsedim.

"İklim'den önceki Emir’in yerini bambaşka bir Emir aldı ama," dedim.

 

Gözlerinde bir parıltı yandı o an.

"Onunla kendimi düşünmeyi hatırladım çünkü..."

 

Bu cümlesi yüreğime su serpmişti. O, hep başkasını kollayan, kendi yaralarını hep en son saran Emir, sonunda kendisini de görebilmişti. Gülümsedim.

 

"Sen mutluysan biz de mutluyuz Emir’im," dedim içtenlikle.

 

Ama durmadı… duramadı. İçinde ne varsa bir bir döküldü.

"Baran... bir de..."

 

"…Söyle kardeşim..."

 

"İklim’in telefonuna sizi de kaydettim. Bir şey olursa... bana ulaşamazsa diye..."

 

Yutkundum. O kadar hazırlıklıydı ki… O kadar çok düşünmüştü ki… Biz onu korumaya çalışırken, o sevdiği kadını düşünüyordu.

 

"Bu kıza karşı kinim yok ama… ailesi ve senin yaşadıkların beni itiyor ondan, biliyorsun," dedim sessizce.

 

Bir an sustu. Sonra bana dönüp,

"Ailelerimizin günahlarının cezasını yeterince çekmedik mi sence?" dedi.

 

Sustum. Çünkü haklıydı. Onun kadar yaralı, onun kadar savrulmuş biri daha görmemiştim.

 

Omzuna hafifçe dokundum, gülümsedim.

"Bakma benim takılmama... İklim de benim gelinim artık. Boşuna görümce olmadım," dedim.

 

“Hadi geldik. İndir beni,” dedi gülerek.

 

Gülmemek elde değildi. O daha elini kemere uzatmadan, göz kırptım.

“Koş geç kaldın karına,” dememle kahkahayı koyuverdi.

 

“Koşmam lazım,” dedi şakayla, benim gibi konuşarak.

 

___

Emir Kaan’dan...

Eve girdiğimde boynumu çıtlatıp ceketimi çıkardım, usulca askıya astım. Henüz ayakkabılarımı çıkarmamıştım ki burnuma dolan tanıdık ve nefis yemek kokusu, bir an duraksamama neden oldu. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Mutfaktan geliyordu.

 

"İklim?" diye seslendim endişeyle. Mutfak kapısına yönelip içeri girdiğimde, kurulu sofrayla ve bana başını hafif yana eğmiş bir İklim’le karşılaştım.

 

"Hoş geldin..." dedi gülümseyerek.

 

"Hoş bulduk da... Niye zahmet ettin? Daha yeni toparladın kendini," dedim, yanına gidip yüzüne dikkatle baktım.

 

"Sen yorgun geliyorsun..."

 

"Bir ateşin var mı?" diye sordum, ellerini avuçlarımın arasına alarak.

 

"Bilmem... sadece biraz halsizlik var üstümde," dedi yavaşça. Saçlarını eliyle geriye nazikçe çekip, alnına uzun bir öpücük kondurdum. Hem ateşini ölçmek için hem de özlemimi dindirmek için...

Geri çekilmem ile kapattığı gözlerini açtı bana bakarak...

"Yok çok şükür, ateşin yok. Ama dün gece bayağı yükselmişti..." dedim.

 

"Çok mu yoruyorum seni?" diye fısıldadı gözlerime mahcupca bakarak.

 

"Cıık... Şu halin, tüm yorgunluklara değer," diyerek ona sarıldım. Gülümsemesiyle içimdeki yorgunluk da eridi sanki.

 

"Hadi bil bakalım, ne yemek yaptım?" dedi gözlerini kırparak.

 

"Hmm... Ne olabilir acaba?"

 

"Öğrencinin dostu..." deyince gülümsememi gizleyemedim.

 

"Salçalı makarna!"

 

"Evett!" dedi, çocuk gibi sevinerek.

 

"Ellerine sağlık güzelim..."dedim, alnından tekrar öperek.

 

“Çok yorgun görünüyor gözlerin. Çok mu yoruldun?” dedi sesi yumuşak, gözleri endişeli.

 

“Yoğundu işlerim bugün…” dedim, omuzlarımı silkeleyerek üzerimden atmaya çalıştım günün ağırlığını.

 

“Yemeğini ye, uyu istersen direkt…”

 

“İyi olur…” dedim kısaca, usulca alnına bir öpücük kondurup masaya geçtim.

Yemek sıcaktı, lezzetliydi… ama kaşığı her ağzıma götürüşümde başıma saplanan ağrıyla elim istemsizce şakaklarıma gidiyor, hafifçe ovuyordum.

 

Bir süre sessizlik oldu. Sadece çatal kaşık sesleri vardı masada. Sonra yine o nazik sesi duydum:

 

“Emir…”

 

Başımı kaldırdım. “Efendim?”

 

“Başın mı ağrıyor?”

 

“Biraz…” dedim sessizce, gözlerimi kaçırmadan edemedim. İçimdeki sızı sadece başımda değil, kalbimin de orta yerindeydi sanki.

 

 

"Dinlen hadi... Masaj yaparım istersen hem..." dedi usulca, gözlerinde bana dair o tanıdık endişe parıltısıyla.

 

Gülümsedim yorgunca.

"Senin de dinlenmen lazım... Uyuyunca geçer benimki," dedim onun üzerine yük olmamaya çalışarak. Ama sesi, inadımı kırar gibiydi.

 

"Emir... Hadi odana geç..." dedi kararlı bir şefkatle.

Cevap vermedim, sadece başımla onayladım. Ayağa kalkarken elimi tuttu, ince bir dokunuşla. İçimdeki tüm yorgunluk o an biraz hafifledi.

O el… o bakış… belki de en iyi ilacım buydu.

 

Yatağa geçmemle birlikte arkamdan gelip oturdu, dizlerini gösterdi.

"Başını eğ, masaj yapayım..." dedi yumuşak bir sesle.

 

Gülümseyerek itirazsız başımı dizlerine koydum. Parmakları saçlarımın arasına karışırken gözlerimi kapadım.

"Ben senin kadar hafif değilim ama haberin olsun. Uyuya kalırsam uyandır beni..." dedim yarı ciddi, yarı şakacı bir tonla.

 

Parmak uçlarıyla şakaklarıma dokunurken, sesi fısıltıya yakındı:

"Sen başını koy, gerisini bana bırak..."

 

Ve o an, dünya biraz daha sessiz, biraz daha huzurlu oldu.

 

Ama uykuya dalmam da kısa sürmüştü...

Parmak uçlarının ritmi, başımdaki ağrıyı değil sadece; içimdeki yorgunluğu da hafifletmişti.

Dizlerinde huzur bulmuş gibiydim.

 

Son hatırladığım, saç diplerime doğru inen o nazik baskı ve usulca fısıldadığı bir cümleydi:

"İyi ki varsın pelerinsiz kahraman..."

 

Sonrası sessizlik.

Derin, güvenli bir karanlık.

Ve belki de ilk kez, uzun zaman sonra bu kadar rahat uyuyordum.

____

İklim’den...

Başını dizime koymasıyla gözlerini kapatması bir olmuştu.

Saçlarını usulca okşamamla birlikte derin nefesler almaya başladı, uykunun huzuruna tam anlamıyla teslim oldu.

Bir süre öylece, sessizce izledim onu.

İçimde hem tarifsiz bir şefkat, hem de kalbimi ince ince delen bir sızı vardı.

 

Ne yaşadıysa... bedeninden çok ruhunda birikmiş gibiydi.

Bir insan bu kadar sessiz acır mıydı?

 

Saçlarının arasına hafifçe bir öpücük kondurdum.

Sonra dizlerimi yavaşça çekip başının altına yastık yerleştirdim, uyandırmamaya dikkat ederek.

Üşümesin diye üzerine ince bir battaniye örttüm.

Kolları göğsüne kıvrılmıştı; sanki biri zarar verecekmiş gibi... sanki kendini korumaya almıştı içgüdüsel bir şekilde.

 

İçimden geleni fısıldadım, duysa da duymasa da:

 

“Bu dünyadan olamayacak kadar temizsin sen...

Senin gibi birine kıyabilen bir dünyayı anlamak mümkün değil.”

 

Bir süre daha diz çöküp başucunda kaldım.

Onu izledim.

Onu korumak ister gibi...

Çünkü ilk kez biri bana “ev” gibi geliyordu.

 

“Sen hep ol Emir... Sen hiç gitme... Hep kal...”

Gözlerim dolmuştu. Saçlarını yeniden okşayıp bir kez daha öptüm.

"Merhamet kokulum benim..."

 

☆☆☆☆

Oy ve yorum bolca istiyorum. 25 in altına düşmesin❤️

Küçük bir spolier da vereyim. Kitabın ilerleyişine göre. Kitabın adına dikkat edin...

Sizce yarım kalan sigara kimi temsil edecek ?

Timden birini mi, Emir Kaan’ı mı ? Yoksa onların aile üyelerine gelecek zararı mi?

Bölüm : 28.07.2025 17:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.89k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...