

Emir Kaan’dan...
Gece yarısı uyanıp su almak için mutfağa indiğimde salonda loş ışıkta açık kalan televizyonun karşısında kıvrılmış bir siluet gördüm. İklim, koltuğun köşesine sığınmış, başını yastığa yaslamış, ince battaniye ayaklarına dolanmıştı. Göz kapakları düşmüş, dudaklarının kenarında belirsiz bir gülümseme vardı. Üzerine battaniyeyi düzeltip usulca eğildim, birkaç saniye tereddüt ettikten sonra onu kucağıma alarak yatak odasına taşıdım.
Gül kokusu tenime sindi o an. Tüm günün yorgunluğu, zihnimdeki hengâme, onun varlığıyla sanki silinmişti. Yatağın sıcaklığına bırakırken onu, gözleri hâlâ kapalıydı. Yanına uzandım, sadece nefes alışverişini dinleyerek huzurla gözlerimi kapattım.
Sabahın ilk ışıkları perde aralığından süzülerek odayı hafifçe aydınlatmaya başladığında, yanımdaki kıpırtı ile yavaşça gözlerimi araladım.
“Günaydın…” dedi, sesi hâlâ uykulu bir tonda ama gülümseyerek gözlerini açmadan.
“Günaydın öğretmen hanım…” dedim ardından hafifçe gülümseyerek.
Gözlerini açmadan bana daha da sokuldu. Yüzünün sıcaklığı tenime değdiğinde içimde dalga dalga yayılan huzuru hissettim. Nefesi, göğsümde yavaşça inip kalkarken kollarını belime biraz daha sardı, sanki bıraksam kaybolacakmış gibi.
“Beni uyandırma bu defa... Bu rüya çok güzel,” diye mırıldandı. Sesi uykuyla uyanıklık arasında, yumuşacık ve biraz da kırılgandı. Dudaklarımda istemsiz bir kıkırdama belirdi; içimdeki sevgi, sesiyle çoğaldı.
"Nasıl istersen..." dedim, başını göğsüme yasladığında ellerim saçlarına gitti, parmaklarımın arasında ipeksi tellerin kıvrımını hissettim.
“Böyle istiyorum…” dedi sessizce.
“İyi mi böyle?”
“Çok…”
“Nasıl bir rüyaymış bu rüya?” dedim hafif bir şakayla, ama içimde onu bu hâlde tutabilmenin, gerçek olduğunu bildiğim bu anın hayaline benzemesinin tuhaf tedirginliği vardı.
Birden gözlerini açtı. Gözbebeklerinde hafif bir telaş, yüzünde belirsiz bir mahcubiyet vardı.
“Değilmiş… Ben ne zaman geldim buraya?!” dedi, sesi biraz titrek, biraz şaşkındı.
“Gece uyuyakalmışsın,” dedim, başımı hafifçe eğerek. “Kıyamadım koltukta yatmana. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim…”
“Yok… yok… Rahatsızlık değil de… rüyadan bir anda şey olunca…”
Bakışları yerdeydi, elleri yorganın ucuyla oynuyordu.
“Mutlu görünüyordun,” dedim sessizce. “Güzel rüyaydı sanırım.”
“Yani… güzeldi…”
Sesi hafifti ama içinde gizleyemediği bir tebessüm saklıydı.
"Yine de özür dilerim..."
"Sorun değil..."dedi, bakışlarını kaçırarak.
“Ama dürüst olmak gerekirse nasıl bir rüyaydı, merak ettim,” dedim hafifçe gülümseyerek.
İklim bir an duraksadı. Gözlerini yere indirdi, kirpikleri titredi. Yastığın ucunda duran eliyle nevresimi kavradı. Yüzünde hafif bir kızarma vardı ama bunu saklamak ister gibi başını hafifçe yana çevirdi.
“Sayıkladım mı yine yoksa?” dedi kısık bir sesle.
Başımı iki yana salladım.
“Cıık... Ama merak ettim,” dedim onun utangaç haline bakarak.
Bakışlarını bana çevirdi. Gözleri hâlâ mahmurluğun içinde, ama içinde bir tedirginlik de vardı.
“Şey... demesem...”
Sesi fısıltıya yakın, neredeyse çekinerek çıkmıştı.
“Tabii ki, nasıl istersen…” dedim, fazla üzerine gitmeden. Yataktan yavaşça doğrulup ayaklarımı yere bastım. O an, tenimin yatağın serinliğiyle vedalaşmasındaki ürperti kadar sessizdi odadaki hava. Dolabıma yönelirken yumuşak adımlarla yürüdüm, ses çıkarmamaya özen göstererek.
“Şey, Emir...”
Duraksadım. Sesindeki çekingen ton beni olduğum yere mıhlamıştı. Hafifçe başımı çevirdim. Hâlâ yorganın altında, yarı oturur şekilde bana bakıyordu. Saçları hafif dağılmıştı, gözleri sabahın ilk ışığında daha da yumuşamıştı.
“Efendim?”
“Şey… hemen çıkman mı gerek?”
Gözleri kaçamak, sesi ürkekti. Sanki basit bir soru değil de kalbinden koca bir parçayı söküp veriyordu elime.
“Zamanım var. Bir iki saat daha gidecek gibi değilim,” dedim. “Bir şey mi oldu?”
Yorganı biraz daha üzerine çekti. Hafifçe başını salladı. “Markete gidebilir miyiz beraber?”
Bir çocuk gibi masumdu o an.
“Gidelim… Hazırlan istersen sen de,” dedim gülümseyerek. Gömleğimi dolaptan alırken, göz ucuyla onu izledim.
Birden yine seslendi.
“Emir...”
“Efendim…”
Sesim bu kez daha yumuşaktı, daha hazır bir hâlde. Sanki ne söyleyecekse, onu sarıp sarmalamaya hazır olarak...
Yataktan inip bu defa yanıma geldi. Ayak sesleri yavaş, çekingen… Yanıma gelince bir an duraksadı.
"Ne oldu güzelim?" dedim, gözlerini kaçırmasına rağmen endişeyle yüzüne baktım.
"Emir..." diye fısıldadı.
"Söyle güzelim," dedim yumuşakça.
O an ellerimi tuttu. Parmakları titriyordu. Gözlerini hâlâ yere dikmişti, bakamıyordu yüzüme.
"Bir şey mi oldu, İklim?"
Gözleri yavaşça dolarken başını usulca iki yana salladı. Sonra derin bir nefes aldı, ama nefesi bile yarımdı sanki.
“Emir ben okula gitmesem…”
Sesi neredeyse bir fısıltıydı. Ama yüreğime çarpan yankısı güçlüydü. Gözleri dolmuştu. Bir adım yaklaştım.
“O nereden çıktı, güzelim?” dedim, kaşlarım istemsizce çatılırken...
“Gitmesem olmaz mı?”
“Niye güzelim?”
“Şimdi herkes hakkımızda konuşuyordur…”
Kaşlarım daha da çatıldı. Üzerime çöken ağırlık ile yüreğim daraldı.
“Ne konuda İklim?”
“Dedemler yüzünden…”
O an nefes almayı unuttum. İçimden yükselen öfkeyi bastırmaya çalışarak sadece fısıldayabildim:
“Onlar… hak ettikleri cehennemdeler artık.”
“Biliyorum,” dedi, titreyen sesiyle, “ama etkileri hâlâ devam ediyor… Herkesin bakışı üstümde olacak. Hep konuşacaklar hakkımda…”
“Konuşsunlar. Sırf başkaları iki çift laf edecek diye hayallerinden vazgeçemezsin. Birinciliğe bu kadar yaklaşmışken…”
“Bitti o da. Gitmiştir artık.”
“O zaman geri al,” dedim dizlerimin üzerine çökerek. “Ne oldu senin o inadına direnen öğretmen hanımın?”
“Yoruldu…”
Bu kelimeyle gözlerini bana değil, geçmişine çevirdi sanki.
“Yorulsa da kalkmak zorunda…”
Parmaklarım eline uzandı. Sıcaklığına ulaşmak istedim.
"Gitmek istemiyorum, tüm hevesimi kırdılar..." dedi İklim, sesi kısık, bakışları kaygıyla gölgelenmişti.
“Ben bırakırım seni, ben alırım okuldan. Kimseyle muhatap olmak zorunda değilsin…” dedim. Ona güven vermeye çalışıyordum ama kelimelerin yetmediğini biliyordum. Gözleri hâlâ kaçıyordu benden.
“Ama… duyacağım onları Emir. Fısıltılar, bakışlar, alttan alta süzülen o acımasız yargılar…”
Sesi titriyordu.
“Bak güzelim, gel.” dedim, elinden nazikçe tutup yatağa çektim onu.
Yanıma oturunca ellerini iki avucumun arasına aldım. Başını öne eğmişti. Derin bir nefes alarak başladım:
"Şimdi sana anlatacaklarımı iyi dinle..."
Gözlerimin içine baktı dolu dolu. Ardından başını sallayarak öne eğdi...
"Bu zamana kadar aklına bile gelmeyecek kadar çok iş yaptım ben, İklim. Garsonluk yaptığım gün de şahit oldun yaşadığım olaya..."
"Emir..."dedi, gözlerimin içine bakarak...
"İklim, ben o laflara senelerdir maruz kalıyorum. Sırf laf yedim diye vazgeçemiyorum. Çünkü ne kadar ondan bakıldığında gururlu gözüksemde o gururu soyunup bir köşeye de bırakmayı küçük yaşta öğrendim ben..." dedim, derin bir nefes alarak.
"Daha on beş yaşındaydım mesela… Sırf evimize ekmek götürmek için okuldan çıkıp kömür taşımaya gidiyordum. Patronum bir gün geldi, ‘Elleriniz simsiyah olmuş, midem kalkıyor, sizin yüzünüzden yemek yiyemiyorum,’ dedi. Elime, emeğime, alın terime tiksintiyle baktı o adam. O kadar canım yandı ki… ‘Gitmeyeceğim artık,’ dedim. Gururum paramparçaydı çünkü.
Ertesi gün Azra geldi yanıma. Para isteyemez benden. Bilirim. Bu yüzden hep kitabının arasına koyardım harçlığını. O gün gitmediğim için koyamamışım. Meğer Azra’nın okul gezisi varmış. Gittim okuldan aldım onu… Ama ne göreyim… Hiçbir arkadaşı yanında yok. Gözleri yaş içinde.
‘Ne oldu güzelim, niye ağlıyorsun?’ dedim, söylemedi. Israr ettim, yine sustu. En sonunda gözyaşlarını silerek dedi ki: ‘Ağabey, bugün para bırakmayı unutmuşsun. Öğretmen kabul etmedi beni, yarın getiririm desem de dinlemedi…’dedi.
İşte o gün öğrendim, İklim… Gurur, bazen sevdiğin insanın gözyaşının yanında hiç kalır. Keşke yutkunduğum o öfkeyi, kırgınlığı bir kenara bırakıp işe gitseydim… Azra’nın gözyaşı o günden beri içimde bir sızı oldu. Ben o andan sonra tüm hayalimi onun üstüne kurdum. Ne yaptıysam onun için yaptım. Demircide çalıştım, ellerim nasır tuttu, yarıldı… Azra gelip ‘Ağabey, öpeyim geçsin,’ derdi ya, işte o öpücükle tüm yorgunluğum silinirdi.”
İklim, gözleri dolu dolu bana baktı.
“Ben de ablama yapardım, biliyor musun?” dedi fısıltıyla. “Yanaklarını uzatır, ‘Öp de geçsin ’ derdi, öperdim. Sonra sarılırdı, ‘Yorgunluk puff oldu’ derdi…”
Gülümsedim. Ama içim burkuluyordu.
“Öpünce geçmiyor ama biliyor musun? Sadece teselli oluyor… Ama bir gün çıkıp ‘Başardık ağabey’ dediğinde, işte o zaman her şey geçiyor İklim. O zaman gurur da, acı da, uykusuz geceler de şifa buluyor.”
Sessizlik oldu. Sonra adıma fısıldadı:
“Emir…”
“Bunca şeye rağmen… Ablanın emanetlerine, çabasına rağmen pes etmek sana yakışmaz. Bir düşün… Eğer bana bir şey olsaydı… Azra okuldan vazgeçseydi… Benim içim orda yanmayacak mıydı? Aynı şey şimdi senin için geçerli. Sadece ablan için değil… bizim için de devam et. Bizim yaşadıklarımız… kolay şeyler değil. Bir kez bile ‘Senin yüzünden’ demedim sana. Hiçbir şey çünkü senin yüzünden olmadı. Sen istemedin bu hayatı. Sana verilen senaryo buydu. Sende yaşadın. Ama eğer o okuldan vazgeçersen… bil ki ikimizin de hayali senin yüzünden yarım kalacak.
Ben okuyamadım. Uzman çavuş oldum. Üniformam olsa da, hep ezilenlerden olduk biz. Ama buna rağmen gelip seninle sınavlara çalışmak, sanki ben okumuşum da başarmışım gibi hissettiriyor bana. Senin başarıların, benim avuntum oldu. Senin hayalin… benim eksik kalan yanımın tamamı.
İklim, hayaline bu kadar yaklaşmışken, ona kıyma. Vazgeçme. Çünkü istemeden yaptıkların değil, isteyerek yaptıkların kadere yön verir. Çok pişman olacaksın bu psikolojiden çıktığın gün...”
"Her gün gerçekten gelip alır mısın beni okuldan?"
Sesi öyle ince, öyle kırılgandı ki… İçimden sıkıca sarmak geldi onu.
"Alırım, almaz olur muyum hiç," dedim gülümseyerek. "Sınavlarına da beraber çalışırız. Ben yorgunluk bilmem, senin için geceyi de sabahı da uykusuz geçerim."
İklim başını eğdi, dudaklarını kemirdi hafifçe.
"Ya… ya ona rağmen yapamazsam? Birinci olamazsam?"
Elini tuttum. Gözlerine baktım.
"Canın sağ olsun güzelim," dedim içtenlikle. "İlla birinci olmana gerek yok. O diploma var ya… senin alın terin olacak. Gözyaşların, uykusuz gecelerin, susup içine attıkların… Her şeyin karşılığı o kâğıt parçası olacak. Adın yazacak üstünde. Ve ben gururla bakacağım ona. Ben seninle hep gurur duydum, güçlü duruşun sayesinde. Kaybetme o duruşunu..."
Bir süre sessiz kaldı. Gözlerini kaçırdı ama ben bakışlarımı hiç kaçırmadım ondan.
"Sen yeter ki vazgeçme… Olmaz deme. Ben hep buradayım. Biri sana yapamazsın dediğinde, ben iki katı inandıracağım seni kendine. Söz veriyorum..."
Başını yavaşça omzuma yasladı.
"İyi ki varsın Emir…"
“İyi ki varsın, Emir…” dedi ağlamaklı sesiyle. Sonra boynuma sarıldı, sımsıkı.
“Sende iyi ki varsın İklim… İyi ki çıktın karşıma... iyi ki hayatıma dokundun.”
Yavaşça geri çekildim.
“Hadi, hazırlan artık. Markete gideceğiz… Zamanımız daraldı,” dedim yumuşak bir sesle.
Hiçbir şey demeden yanağıma bir öpücük kondurup odadan çıkması bir oldu. Afallamış halde, olduğum yerde öylece kala kaldım.
Bir dokunuşu, bir bakışı, bir öpücüğüyle darmadağın eden o kadın…Şimdi sessizce çıkıp gitmişti.
Ben de sessizce ardında kalmıştım.
Bir süre sonra kendime gelip yataktan kalktım. Dolabıma yönelirken gözüm saate kaydı, kaşlarım çatıldı.
"Geç kalıyoruz."
Gömleğimi ve pantolonumu çıkarıp hızla giyindim. Aynanın karşısına geçip saçlarımı alelacele düzelttim. Dünkü tıraşın etkisiyle yüzüm pürüzsüzdü. Hızlıca iki fıs parfüm sıktım. Sonra yatakla odayı toparlamaya koyuldum, özel alanımda dağınıklık görmek, tahammül edemediğim tek şeydi.
Ama tam o anda mideme saplanan o tanıdık ağrı, beni olduğum yerde durdurdu.
Yatağın başlığını sıkıca kavrayıp derin bir nefes almaya çalıştım. Gözümden bir damla yaş süzüldü. İçimde bir şeyler yavaş yavaş çöküyordu.
"Kendine gel... İklim böyle görmesin..."
Tavana bakarak gözlerimi sıkıca yumdum.
Ve... beklenen yine gelmişti. Burnumdan süzülen sıcaklığı hisseder hissetmez lavaboya koştum.
"Sırası değil... Yapma şunu artık..."
diye fısıldadım, öfkeyle aynaya bakarken.
"Emir," diye seslenen İklim’in sesiyle irkildim. Lavaboda burnumdan gelen kanı hızla temizleyip aynadaki solgun suretime baktım. Kendimi toparlamalıydım. Bir şey yokmuş gibi yapmalıydım. Onun gözlerinde endişeyi hak etmiyordum.
Suyla yüzümü yıkadım, kağıt havluyla bastırarak kanı kontrol altına aldım. Derin bir nefes aldım; göğsümdeki sancı hâlâ oradaydı ama şimdi zamanı değildi. Üstümü düzelttim, aynadaki yansımama son bir kez baktım.
"Geliyorum!" dedim sesimi olabildiğince normalleştirerek.
Kapıyı açtığımda İklim koridorda ayakta bekliyordu. Bakışları doğrudan gözlerime takıldı.
"İyi misin? Yüzün solgun..." dedi hafifçe kaşlarını çatarak.
Gülümsedim, dudaklarımı oynatmakta bile zorlanarak.
"Sabah sabah aç kaldım ya, midem bulandı biraz. Şimdi geçti."
"Kahvaltı yapsaydık keşke... Ben kendi derdime düştüm, seni de böyle—"
Sözünü tamamlamasına fırsat vermedim, hemen atıldım:
"Güzelim, atıştırırım ben bir şeyler. Kahvaltı çok yapan biri değilim zaten normalde."
Bir an duraksadı, sesi inceldi:
"Ama... her gün bana hazırlıyordun."
İçime çektiğim nefes göğsümde ağırlaştı. Yanına doğru bir adım attım, gözlerine baktım:
"Çünkü sen yapmayı seviyorsun..."
"Emir..." dedi sadece başını yana eğip içi gider gibi bakarak.
İsmimi böyle söylediğinde sanki zaman duruyordu. Beni çağırmıyor, içimdeki bütün karanlığı sessizce aydınlatıyordu.
“Hadi gidelim,” dedim gülerek.
“Bir daha söyle ama öyle şeyleri…” dedi usulca. Gözlerinde hem mahcubiyet hem de bir şeyleri toparlama isteği vardı. Sanki o küçücük cümle, bütün dağınık parçaları bir araya getirmişti.
“Bakarız öğretmen hanım,” dedim göz kırparak. “Hadi, geç kalıyoruz.”
Kapıyı onun için açarken gülümsedim. Bu küçük atışmalar bile içimi ısıtıyordu.
____
İklim’den...
Marketten onunla dönerken hem beraber yürümek hem de onunla olmak ayrı bir neşe katmıştı içime. Poşetleri hafifçe sallayarak yürürken, arada yan yana değen omuzlarımızda bir sıcaklık vardı, söylemeden anlaşılan türden.
“Gel şu sokaktan geçelim. Daha kestirme burası,” dedi, bir eli cebindeydi. Sanki sadece yolu değil, içine düştüğüm karışıklığı da kısaltmak ister gibi.
Başımı yana eğip baktım ona. Yüzünde rüzgarla hafifçe dağılmış saçları, gözlerinde ise fark ettirmemeye çalıştığı bir huzur vardı.
"Olur..." dedim başımla hafifçe onaylayarak.
"Yorulduysan alayım mı poşetleri?" diye sordu, göz ucuyla bana bakarak.
"Ihhı... Zaten hafif ki," dedim, taşıdığım şeyin ağırlığından çok onunla yürümeyi sevdiğimi ima edercesine.
"Benim poşet çanta gibi duruyor kolumda," dedi gülerek, hafifçe bileğini salladı. Gerçekten de taşıdığı poşet komik , gelişigüzel ama kendine has bir duruşla sarkıyordu.
"Yakışmış," dedim. "Linkini alırım."
"Hayatta vermem!" dedi gözlerini kısıp hafif alaylı bir sırıtışla.
Benim kıkırdamamla o da gülerek başını eğdi. Gülünce çıkan o gamzesi öyle güzeldi ki, bazen sırf o gamzesini görebilmek için onu durmadan güldürmek istiyordum. Tam o anda, sokağın başında havlamaya başlayan köpek sesiyle önüme döndüm, korkuyla Emir’e baktım.
“Emir,” dedim endişeyle.
“Şştt, panik yapma, kenarından geçeriz bence,” dedi sakinleştirir gibi.
“Emin misin? Geçirecek gibi bakmıyor,” dedim, tedirginlikle.
“Havlayan köpek ısırmaz derler ama,” diye cevap verdi tereddütlü bir sesle. Ama köpeğin bize doğru ilerlemesiyle Emir’in koluna yapışmam bir oldu.
“Emir, bize geliyor!” diye fısıldadım, kalbim hızla çarparken.
"Panik yapma," dedi ama sesindeki ciddiyet bunu yalanlıyordu.
"Emir, bize geliyor, bir şey yapman lazım!" diye ısrar ettim.
"Bir planım var," dedi kararlı bir sesle.
"Ne?"
"Üç deyince kaçıyoruz."
"Ciddi olamazsın!" dedim, şaşkın ve hafifçe korkmuş bir şekilde.
"Üç!" dedi aniden, elimi tutup peşinden koşturması bir oldu.
Arkadan hızla gelen köpeğin havlamaları arasında ben çığlık atarken, Emir Kaan beni sımsıkı tutup sürüklüyordu.
"Emir geliyor!" diye çığlık attım, arkama dönüp siyah kütle gibi üzerimize gelen o devasa köpeği görmemle kalbim yerinden fırlayacaktı.
"Arkaya bakma!" diye bağırdı Emir Kaan, bir yandan kolumdan çekiştirip beni öne doğru hızla sürüklüyordu.
"Emir!"
"İklim koş!"
Sert komut gibi çıkan sesiyle, ayaklarımın altındaki toprak sanki hızlanmamı emrediyordu.
"Ben komando muyum ya?! Emir köpek, geliyor!" diye feryat ettim, nefes nefese.
Ayaklarım sanki birbirine dolanacak gibiydi, rüzgâr gibi geçiyorduk çimenlerin, taşların üstünden.
"Komandonun karısı olmanın alışkanlığı olur sanmıştım…" diye söylendi, ama gülmemem gereken bir anda yüzümü buruşturarak güldüm.
"Kaç kiloydun sen?!" diye sordu birden, boğuk ama aceleci bir ses tonuyla. Arkamızdan gelen havlamalar kulağımın dibinde patlıyordu artık.
"Ben yem olmak istemiyorum!" diye bağırdım çığlıkla.
"50 var mısın?!"
"50'yim!" dedim haykırarak, “Ama bunun köpekten kaçarken konuyla ne alakası var?!"
O an durdu. Evet, deli gibi koşarken bir anda durdu.
"Sırt çantamdan hafifmişsin," dedi.
"Ne ?!"
Daha ne olduğunu anlayamadan bedenim yerden havalandı.
"Emiir!" dedim tiz bir çığlıkla, havada uçuşan saçlarım yüzüme yapışmıştı.
Bir saniye sonra kendimi sırtına binerken buldum.
"Emiiir!" diye çığlık attım. Gülüyordum ama kalbim ağzımda atıyordu.
"Güldürme! Nefesim kesiliyor! Geliyor mu hâlâ baksana?!"
Omzunun üstünden arkaya baktım. "Geliyor... Hem de daha da sinirli geliyor!"
"Köpek mi ben mi daha sinirliyim emin değilim!" dedi, bir yandan da duvara yöneldi. Beni hızla yere indirdi.
"Duvara mı çıkacağız?"
"Yok, köpekle çay içeceğiz iklim. Tırman hadi!" dedi.
Kendimi bir anda duvarın kenarına itilirken buldum, dizlerim titrese de o yukarı çıktığı gibi elini uzatıp tek seferde yukarı çekildim.
"Komando karısı olmanın yan etkileri..." diye hırıltıyla güldü. Beni yanına oturturken.
Aşağıdan hâlâ köpeğin havlamaları yükseliyordu. Bizse, ikimiz de dudaklarımızdan hızla çıkan soluklarla çatının kenarına oturmuştuk. Yorgun, sırılsıklam, ama hayattaydık. Göz göze geldiğimizde, bir anlık sessizlikte sadece kalp atışlarımız duyuldu.
Ben hâlâ titriyordum. “İlk defa öleceğimi sanarken gülmekten kendimi alamadım.”
"Ben de ilk defa birini taşırken bu kadar korktum,” dedi, omzunu silkeleyerek. Gözlerinde hala ciddiyetin kırıntıları vardı.
"Niye? Ben mi ağır geldim?"
“Yok…” dedi, gülümseyerek alnındaki teri silerken. “Az daha birlikte mama olacaktık da ondan.”dedi gülerek.
Derin bir nefes alıp başımı omzuna yasladım.
“İyi misin?” dedi, gözleriyle beni dikkatlice süzerken.
“İyiyim, sen iyi misin?” diye karşılık verdim başımı hafifçe çevirip ona bakarken.
“Hiç bu kadar iyi olmadım,” diyerek hafifçe gülümsedi.
Emir bir an göz göze geldiğimizde, deniz kadar sakin gözlerinde hâlâ fırtınalar olduğunu hissettim. Başını yavaşça salladıktan sonra market poşetinden aldığımız çikolatalardan birer tane çıkardı.
“Bu ne?” diye merakla sordum.
“Şok sonrası enerji... Komando usulü,” dedi, ambalajı açıp bana uzatırken kıkırdayarak.
“Ciddi olamazsın? Bu haldeyken mi?” dedim, yorgun ayaklarımızın duvardan sarkmasına bakarak gülerken.
“‘Köpekten kaçarken çikolata yenmez’ diye bir kural mı varmış?” diye gülümseyerek cevap verdi.
“Off Emir...” dedim, hafifçe iç geçirerek gülerken.
“Hadi, biraz ye de gidelim,” dedi ısrarla.
“Ya tekrar gelirse?” diye endişeyle sordum.
“Bildiğimiz yoldan gideriz,” dedi, kendinden emin bir sesle gülümserken...
☆☆☆☆☆
Bu kitap bana terapi gibi geliyor. Ama ara vermem gerekebilir . Berceste ve Soğuk Nabız kitaplarıma da dönmem lazım. Yüksek ihtimal ile tek kitap olacaktır bu kitap. İkinci olsun istemiyorum 🥲
Bol oy ve yorum istiyorum. Özellikle yorumlarda buluşalım. Oylama ve yorum daha hızlı bölüm gelmesi demek ❤️
Oylama 25 in altına düşmesin 
Şuraya da bir bölüm şarkısı bırakayım
Ve panoma gelen o aptalca mesaj, kusura bakmayın en iyi Atatürkçü siz değilsiniz. Kitabı hemen okumadan yargılamaya başlamışlar. +16 amblemi koymanın tek nedeni şiddet ve taciz olayları. Onu dışında kitabımda tek uygunsuz yer bulan gelip cesaret edip yazsin bana

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |