
İklim’den...
Yaman Pars’ın pencereden kağıttan uçak uçurmasıyla derin bir iç çektim, gözlerim yine kapıya kaydı.
“Off Emir Kaan, off…” diyerek içimde biriken sıkıntıyı bastırmak için mutfağa yöneldim. Emel abla Yaman Pars’la ilgilenirken biraz olsun kafamı toparlamak istiyordum.
Ama mutfağa adım atar atmaz gözlerim masaya ilişti. Dün sabah apar topar çıktığımız için aceleyle kül tablasına bastırılmış yarım sigara orada öylece duruyordu. Gözüm takılır takılmaz istemsizce dudaklarımda bir tebessüm belirdi.
Sanki sigaranın ucunda hâlâ onun telaşı vardı… aceleyle söndürüp unuttuğu, kızmamı bile göze alarak içtiği bir alışkanlığın izi. Dumanı çoktan dağılmıştı ama kokusu hâlâ sanki mutfakta dolaşıyordu. İçimdeki özlemle o anıya sarıldım.
“Öğretmen hanım, geç kalıyoruz, geeeç!”
Seslenişindeki sabırsız ton mutfaktan bile duyuluyordu.
“Geliyorum Emir ya!” dedim aynadan saçımı düzeltmeye çalışırken.
Kapının eşiğinde kollarını bağlamış bana bakıyordu. Gözlerindeki telaşla birlikte yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
“Zaten güzelsin, gerek yok bu kadar süslenmene…”
Kaşlarımı kaldırıp ters ters baktım. “Hani karışmıyordun sen?”
Omuz silkti, dudaklarının kenarıyla hafif bir gülümseme daha belirdi.
“Azra görümcen bazı detayları anlatmayı unutmuş demek ki…” dedi alayla.
“Hadi benim güzelim, geç kalıyoruz!”
Gözlerimde canlanan anılarla dalıp gitmişken, omzuma dokunan el ile irkildim.
“Bir gece dahi olsa özlüyorsun, değil mi?” dedi Emel abla, gülümseyerek.
Derin bir iç çekip masanın üzerinde duran yarım kalmış sigaraya baktım.
“İçimde bir sıkıntı var Emel abla… Uzun zamandır var hem de. Emir ne zaman habersiz bıraksa, o sıkıntı daha da boğuyor beni. Ablamda da en son böyle daralmıştım…”
Başımı okşar gibi baktı. “Anlıyorum canım… Ama asker eşiyiz biz. Bir anda görev çıkınca, inanki onlara da sürpriz oluyor.”
“Biliyorum ama… Buna rağmen bu kadar habersiz bıraktığı hiç olmamıştı Emel abla.”
“Canını sıkma… Hadi hazırlan, okuluna bırakayım seni. Yaman Pars bugün benimle kalsın. Hem bana da idman olur. Baran ağabeyin tutturdu bu sıralar ‘baba olacağım, baba olacağım’ diye.”
Kısık bir gülüş çıktı dudaklarımdan. “Erken değil mi? Daha yeni evlendiniz.”
“Güzelim, biz geç bile kaldık. Babamın inadı olmasa, ben çoktan basacaktım nikahı.”
“Alemsin abla ya…” dedim gülerek.
“Bence sen de okulu bitirince yap bir tane.” diye göz kırptı. “Sonra yaş geçiyor, insanın ilgilenesi gelmiyor. Kardeşimden biliyorum.”
“Çok seviyorsun sanırım kardeşini…” dedim imayla.
“Çoook…” dedi içten espritüel bir gülüşle.
“Aramızdaki on yedi yılı yıllar bile kapatamıyor.”
Başımı sallayıp dudak büktüm gülerek.
“Abla ya…”
“Hadi gel, gel, saf âşık seni!” diye yanağımı sıktı.
“Abla öyle deme ya…” dedim utanarak.
Emel abla kahkahasını bastıramadı.
“Vallahi iyi ki âşık oldunuz birbirinize. Baran’ın ilk aşkının Emir olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum, sonunda o tez de çürüdü.”
Derin bir nefes alıp gülerek ona bakarken dedim ki:
“Bence hâlâ âşık abla, arada ölümcül bakışlar atıyor bana.”
Emel abla omuz silkerek yanıtladı:
“Ya, kocamın bakışları öyle, sen takılma ona. Çok ponçik aslında, ama işte biraz daha benim onu yoğurmam lazım.”
“Öyle mi dersin?” Kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla sordum.
“Sen sıkma canını gülüm, onun ben bir kulağını çekerim.”
“Onun için demedim ki abla.”
“Biliyorum güzelim, ama emin ol, o da seviyor seni Azra gibi. Sadece Emir’e karşı biraz fazla korumacı. Kıskanıyor, diye demiyorum; bazen Emir’in yerinde olasım geliyor Baran yüzünden.”
“Off abla ya…” dedim, kahkahamı tutamadan.
“Oleey! Teyze, koş hadi!” dedi Yaman Pars, merdivenlerden hızla inerken.
“Teyzem, yavaş!” desemde, elimden tutup çekmeye devam etti.
“Teyze çok yavaşsın, hadi! Emir ağabey olsa çoktan inmistik!”
“Yaman Pars, düşeceksin bak!” uyardım onu, ama heyecanı gözlerinden okunuyordu.
“Emel teyze, hadi kapıyı aç!”
“Tamam yakışıklım, açayım!” dedi Emel abla, onun coşkusunu paylaşır gibi kapıyı aralayarak.
____
Saatler Sonra – Emir Kaan’dan…
“Emel, İklim’i okula bırakmış, haberin olsun,” dedi Baran, başını hafifçe çevirip arka koltuktan bana bakarak.
Camdan dışarı kayıp giden sokaklara göz gezdirdim. Yol kenarında, köşede ışıkları yanıp sönen çiçekçi dükkânını görünce elimle işaret ettim.
“İyi yapmış eline sağlık… güzel yapmış da… şurada, çiçekçide durun.”
Hem direksiyondaki Cüneyt hem de ön koltukta oturan Baran aynı anda bana döndü. İkisini de sabırsızca susturmak için parmağımla dükkânı gösterdim.
“Napacaksın çiçekçiyi?” dedi Baran, kaşlarını kaldırıp alaycı bir bakış fırlatarak.
Sinirle nefes verip sert çıktım:
“Otlanacağım kardeşim, tövbe tövbe ya!”
Baran’ın dudağı kıvrılırken Cüneyt direksiyonda hafifçe güldü. Gözlerimi devirdim, sonra sesim yumuşadı:
“Karıma alacağım. Habersiz bıraktık o kadar kızı… gönlünü alayım. Sonra kırgın kırgın, içli içli, melül melül bakıyor. İçim gidiyor.”
Sözüm biter bitmez direksiyon başında kahkaha atan Cüneyt, gülmekten gözlerini yola zor dikti.
“Adamı yeni hastaneden çıkardık, hemen ‘karım’ diye başladı bak,” dedi kıkırdayarak.
“Görende ben zorla nikah masasına oturdum sanır,” dedi Baran, gözlerini devirmeyi de ihmal etmeden.
“Emir, hatırlat da markete uğrayalım. Baran’a ped alalım, bu aralar sancılı geçiyor herhâlde,” diyen Cüneyt’in lafı arabada yankılanınca, kahkaha atmaktan kendimi alamadım.
“Tövbe yarabbim ya!” diyerek söylenmeye başladı Baran, dudaklarının kenarı istemsizce kıpırdasa da ciddiyetini korumaya çalışıyordu.
“E kıskanma gülüm, sana da alırım ya,” dedim sırıtıp, sesimi özellikle yumuşatarak.
Baran arkasını dönüp elini alnıma koydu, yüzünde yarı ciddi yarı dalga geçen bir ifade vardı.
“Ateşi de yok, serum mu ters tepti buna?”
Cüneyt kahkahayı bastı:
“Biz adamı diriltmek için boşuna uğraşıyoruz. Ver İklim’in eline, iki günde bıcır bıcır olur.”
“Cıvımayın hadi,” dedim, kahkahamı bastırmaya çalışarak. “Zaten karakolda işlerimiz çokmuş bugün.”
Bir anda ciddileşen Baran, camdan dışarı bakarak mırıldandı:
“Yiğit Alper karakoldaymış bugün…”
Ben öne doğru eğildim. “Annesi nasıl olmuş onun?”
“İyiymiş,” dedi kısa bir sessizlikten sonra. “Ama daha konuşmadım tam.”
“Onunla da konuşuruz. Timin en küçüğü, destek çıkmak lazım.”
“İyi olur hadi inelim. Ben de neşteri belalıma alayım, sevdiği güllerden de… mutlu olsun,” dedi Baran, dudak kenarında muzip bir gülümsemeyle.
“Bana laf edene bak hele!” dedim kahkaha atarak.
“Hanımcılık kazanacak!” diye ekledi Cüneyt, ellerini havaya kaldırıp burjuva edasıyla gülerek.
“Yaman Pars’a da yandaki pastaneden bir şeyler alırım. Sen kal arabada,” dedim arka koltuktan seslenerek.
“Şımartma şunu Emir ya! Sonra adını sayıklamaktan beni heba ediyor,” diye bu defa Cüneyt yakındı, yüzünü buruşturarak.
“Şımartma şunu Emir ya, sonra adını sayıklamaktan heba ediyor beni,” dedi Cüneyt bu defa yakınırcasına, yüzünü buruşturarak.
“İklim’in mezuniyeti bitsin, iki gün bizde kalsın. Özledim küçük adamla dalaşmayı, kardeşim.”
“Al, tepe tepe kullan bacanak,” dedi Cüneyt gülerek, göz kırparak arkasına yaslandı.
“Emir’im, hadi,” dedi Baran, çiçekçiye gözlerini dikerken. Bir elinde pembe papatya demeti tutarken bir elini cebine sokmuş, vitrine serpiştirilmiş renk renk çiçeklere dikkatle bakıyordu.
“Mor orkide var mı sorsana,” dedim, Baran’a bakarken.
O ters ters döndü:
“Mor orkide?” Kaşlarını kaldırdı.
“Mor orkide dedim,” diye tekrar ettim, ellerimi beline koyarak.
Baran hafifçe gülümsedi ama hâlâ ciddi:
“Beyaz neyine yetmedi de mora geçtin?”
Ben de aldırış etmeden karşılık verdim:
“Bana bunu diyen sen misin? Hani gül alacaktın, o elindeki pembe papatya ne öyle?”
Baran omuz silkti:
“Neşteri belalım, bunu da seviyor, napayım?”
Gülümseyerek cevapladım:
“Ben de mor orkide seviyorum, napayım?”
“Karın kadar taş düşmez mi acaba başına?” dedi Baran alaycı bir tonla.
“Düşse de, karım da karım,” dedim göz kırparak.
Baran gözlerini devirdi:
“Yanlış doz vurdular kesin sana… Hanımcıydın da bu kadar değil.”
“Dün sabahtan beri görmüyorum karımı, hadi, akşama anca görüşeceğim zaten,” dedim hafif sitemle.
“İyi, ben alıyorum orkideni, sen de Yaman Pars’a bir şeyler al,” dedi Baran, şakacı bir şekilde.
“Bak, kıskançlık edip kötü seçme,” uyardım.
“En beterini seçeceğim!” diye cevap verdi kahkahalarla.
“Seviyorum seni, Cano,” dedim muzip ve çapkın bir tonda.
Baran da gülümsedi:
“Yanlış doz seni…”
Ben gülmeye devam ederken, içimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı; sanki normalde hissettiğimden çok daha yoğun, biraz da şaşırtıcı bir mutluluk vardı. Kalbim hafifçe hızlanıyor, yüzümdeki gülümseme sanki kendi kendine büyüyordu. Bu, garip ama aynı zamanda tarif edilemez bir mutluluktu; normal değildi ama buna alışmak istiyordum.
☆☆☆☆
En az 15 yorum
30 oy istiyorum
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |