1. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷

Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Aniden bir patlama sesi yankılandı. Emir Kaan mevziye girmeye çalışırken toprak büyük bir gürültüyle havalanıp yağmur gibi üstüne döküldü. Kulaklarında keskin bir çınlama çınladı, ciğerlerine dolan dumandan boğulur gibi öksürmeye başladı.

 

Telsizden peş peşe anonslar geldi.

 

"Komutanım! Emir Kaan’ın bölgesi vuruldu! Tekrar ediyorum, Emir’in bölgesi az önce vuruldu!"

 

Baran’ın sesi çatallıydı ama netti. Anonsu duyan Üsteğmen Alparslan’ın yüzü anında gerildi. Gözleri bir an dondu kaldı, sonra hızla toparlandı. Bir yandan ateş ederken, diğer yandan telsize seslendi:

 

"Tansu, Göktürk! Emir’in bölgesine en yakın sizsiniz! Durum nedir?!"

 

Tansu siperden cevap verdi:

 

"Görüş olumsuz komutanım! Aşırı duman ve toz var!"

 

"Göktürk, sen ne durumdasın?! Emir, Göktürk, cevap verin!"

 

Ama ne Emir Kaan ne de Göktürk ses verecek haldeydi. İkisi de dumandan öksürüyor, nefes almaya çalışıyordu. Göz gözü görmeyen ortamda, ciğerleri yanarken kelimeler boğazlarında düğümlenmişti.

 

"Kim kaldı o bölgeye yakın?! Baran, görüş bildir!" diye çıkıştı Alparslan.

 

Keskin nişancı Baran dürbününü hizalarken gözlerini kısmıştı. Tetiğe sarılırken bölgeyi tarıyordu. Tam o sırada İsmail’in panik dolu sesi yankılandı:

 

"Yiğit Alper! O mevziden hemen çık! Roketatar var! Geri çekil!"

 

"Baran! İndir şunları artık!" dedi, Alparslan sabrının tükendiğini belirterek...

 

"Hedef indirildi." dedi Baran sakin ama keskin bir tonda.

 

 

Hafif bir rüzgar dumanı dağıtmaya başlamıştı. Sanki çatışmanın ortasında değil de bir anlığına zamandan kopmuş gibiydiler. Sessizlik, sadece çatışmanın uğultusu altında kıpırtısız bir boşluk gibi çökmüştü.

 

O anda, dumanın içinden bir el kalktı. Parmaklar yavaşça sallandı.

 

"Göktürk bu! Sağlar!" dedi Tansu, yüreğine yeniden kan yürür gibi.

 

Hemen ardından boğuk ama tanıdık bir öksürük sesi duyuldu.

 

"Emir! Bu Emir’in sesi!" dedi Tansu, gözlerini ayırmadan.

 

Emir Kaan kaskını hafifçe ittirip başını toprak üstüne kaldırdı. Solgun ama inatçıydı bakışları.

 

"Toprak doldu ciğerime... Ama ölmedik Komutanım," dedi telsizden, yarı öksürerek.

 

Üsteğmen Alparslan o an derin bir nefes aldı. Gözleri nemlenmişti ama bunu kimse görmedi. Sesini toparlayıp anons etti:

 

"Göktürk, Emir Kaan, yerinizde kalın. Tıbbi destek birazdan ulaşacak. Diğerleri, mevzileri bırakmayın, alanı temizlememiz gerek!"

 

Emir Kaan yarı doğrulmuştu. Göktürk yanına sürünerek yaklaştı, hala boğazını tutuyordu ama gülümsüyordu.

 

"Seni kurtaralım derken biz de göçüp gidecektik az daha."

 

Emir Kaan soluk soluğa güldü:

 

"Göçmen kızı mısın oğlum sen, bizsiz nereye?!"

 

Tam o sırada, Emirhan onların önüne doğru bir siperden kendini attı. Ter içinde, nefes nefese kalmıştı.

 

"Ellerim yanmaya başladı artık sizi kurtaralım diye, be Emir Kaan!" dedi ve gülerek yere kapaklandı.

 

Göktürk hafifçe başını kaldırdı:

 

"Bir gün de mevziye girerken havai fişek olmasın, mümkün mü acaba?"

 

Tüm bu çatışmanın ortasında, ölümle burun burunayken bile bir kahkaha yükseldi aralarından. Yorgun, tozlu ama canlıydılar.

 

Ve bir süreliğine, bu yetti.

 

Emirhan tekrar siper aldı, gözleri hızla etrafı tarıyordu. Silah sesleri yeniden yükseldi. Tansu, az ilerdeki taş yığınının arkasından atış yapıyor, keskin nişancı Baran ise puslu alanda hedef arıyordu.

 

"Sol tepe! Sol tepeye dikkat! Hareket var!" diye bağırdı Tansu.

 

"Gördüm," dedi Baran, dürbünlü tüfeğine iyice yapışarak. Bir nefes, bir kurşun...

 

Tak!

 

"Hedef indirildi."

 

İsmail, sol kanatta savunmayı güçlendirmek için mevzi değiştirirken telsizden sesi duyuldu:

 

"Üsteğmenim, dört kişi yaklaşıyor kuzey hattından!"

 

Alparslan gözünü mevziden ayırmadan cevapladı:

 

"Göktürk ve Emir Kaan’ı koruyun, geri çekilemezler. Emirhan, Tansu, destek verin!"

 

"Anlaşıldı!"

 

Silah sesleri azalmaya başlamıştı. Duman yer yer dağılırken, toprakta yankılanan ayak sesleri birbirine karışıyordu. Alparslan elini kaldırdı:

 

"Ateş kes! Temizliyoruz!"

 

Timin üyeleri mevzilerinden tek tek çıkarken hâlâ temkinliydi. Baran dürbünle son kontrolleri yapıyor, Yiğit Alper en geride kalan noktaları kolaçan ediyordu.

 

"Sol taraf temiz!" diye seslendi İsmail.

 

Tansu dürbünle gözetleme yaptı, ardından onayladı:

 

"Sağda hareket yok. Dönüşe geçebiliriz."

 

Emir Kaan sonunda doğrulabildi, ciğerlerine dolan toz hâlâ yakasını bırakmamıştı. Göktürk’le göz göze geldiler, ikisi de aynı anda öksürdü.

 

"Toprak ciğerime değil, ruhuma doldu sanki." dedi Göktürk burnunu çekerken.

 

Baran omzundaki silahı gevşetti:

 

"Göğsümde bir tane roket taşısam bu kadar ağır gelmezdi lan."

 

Kardeşlik yavaşça yeniden nefes almaya başlamıştı. Gerginlik çözüldükçe yerini yorgun ama huzurlu bir sessizliğe bıraktı.

 

Alparslan eliyle toplanma işareti verdi:

 

"Toplanın beyler. Mevzileri terk ediyoruz. Eksik kalmasın!"

 

Tüm tim, dar bir çember oluşturdu. İsmail hızla Göktürk’ü ve Emir Kaan’ı kontrol etti. O anın ardından gelen rahatlama, hepsinin yüzüne yansıdı. Kimi sırtına yaslanıyor, kimi omzunu siliyor, kimi hâlâ öksürüyordu ama... hayattaydılar.

 

Ve ardından... az önce yazdığımız gülüşmeler, şakalaşmalar, kardeşlik dolu diyaloglar geldi.

 

"Biraz fazla su içerseniz, bir sorununuz yok şuanlık. Devam edebilirsiniz!"

 

Yiğit Alper, İsmail’in şakasına dayanamayarak gülmeye başladı.

 

"Turp gibiler, yavru kurtlar. Bir şey olmaz!" dedi, ardından Alparslan da kahkahaya katıldı.

 

"Gerçekten iyi misiniz beyler? Ağrınız falan var mı?" diye sordu İsmail, gözleri endişeyle askerleri tararken.

 

Göktürk, İsmail’in sorusuna mizahi bir şekilde cevap verdi, "Afedersiniz ama kulağımı ve ciğerimi sıkıştırdılar, Komutanım!" dedi, tam o anda herkes kahkahalarla yerinden fırladı.

 

"İyiyiz, Komutanım. Devam edebiliriz," diye yanıtladı Emir Kaan, gülerek Alparslan’la birlikte askerlerine sarıldı. Tüm tim, bir anlık rahatlamayla birbirlerine sıkıca sarılırken, gülüşler arasında bir an da olsa tüm sıkıntılar geride kalmıştı.

 

Alparslan kollarını iki yana açtı, ter içinde kalmış askerlerine tek tek sarılırken gülümsemesini saklamadı.

 

"Valla böyle çatışmadan sonra hâlâ espri yapabiliyorsanız, iyileşmişsinizdir."

 

Baran omzunu silkeleyip yaklaştı:

 

"Komutanım, Göktürk'ün akciğeri değil ama dili hâlâ sağlam maşallah."

 

Göktürk elini kaldırıp gülerek karşılık verdi:

 

"İyi ki sağ kulak çalışıyor hâlâ, yoksa hepinizden mahrum kalacaktım!"

 

İsmail cebinden bir su şişesi çıkarıp Emir Kaan’a uzattı:

 

"İç bunu, sonra ciğerlerinle barış imzalarsın."

 

Emir Kaan göz kırptı, suyu içerken boğazından geçen ferahlığı hissetti.

 

"Valla bu su bana Tansu'nun 'sessizliği' gibi iyi geldi."

 

Tansu gözlerini devirdi, ama dudaklarının ucundaki gülümseme saklanacak gibi değildi.

 

Yiğit Alper küçük bir taşın üstüne oturdu, başını geriye yaslayıp gözlerini kapattı:

 

"İlk çatışmamı hatırlıyorum da... O zaman kalbim burama kadar çıkmıştı. Şimdi ise... yanımdakilere güvenim tam."

 

Sessizlik bir anlığına çöktü. Rüzgar toprağın üstündeki barut kokusunu yavaşça taşıyordu.

 

Tansu, tüm timin bir arada ve sağlam olduğunu görmekten doğan gururla konuştu:

 

"Bugün yine kardeşlik kazandı. Yorulduk, evet. Ama birlikteyiz. Bunu unutmayın."

 

Göktürk gülümsedi:

 

"Komutanım... Bu lafı çerçeveletip duvara asalım mı? Çok yakışır bizim koğuşa."

 

Tüm tim tekrar kahkaha attı.

 

Günün kanı, tozu ve dumanı geride kalmıştı. Ama o anda, içlerinden yükselen bağ bir çatışmadan çok daha güçlüydü. Onlar sadece bir tim değildi. Aileydiler.

 

Baran silahını sırtına astı, Göktürk’e uzandı:

 

"Seni bu halde görmek alışkanlık yaptı Gök."

 

Göktürk gülümsedi:

 

"Toprak altında kalmadığım sürece sorun yok."

 

Alparslan hepsine tek tek göz gezdirdi. Bakışları, yoklama alır gibi yavaş ve dikkatliydi. Sonra telsizi kaldırdı:

 

"Yarbayım, bölge kontrol altına alındı. Kaybımız yok. Sadece... biraz yıprandık."

 

"İyi işti Alparslan. Timi topla. Biraz dinlensinler, sonra hareket ederiz."

 

Üsteğmen başını salladı. Ardından timin ortasında durdu, bir süre sessizce hepsini süzdü. Sonra yumuşak ama net bir sesle konuştu:

 

"Hepinizle gurur duyuyorum. Hayattayız. Birlikte kaldık. Ve birlikte çıktık."

 

Gökyüzünde artık tek bir kurşun sesi yoktu. Yalnızca savaşın ardından gelen o tanıdık sessizlik vardı. Ve bu kez, sessizlik ölüme değil hayatta kalmaya aitti.

 

___

 

 

 

Uzman Çavuş Emir Kaan Yılmaz’dan...

 

Ciğerim sanki her nefeste yanıyordu ama toparlıyordum. Tansu, sessizce yanıma sokulmuş, ben dinlenirken çadırı benim yerime çoktan kurmuştu. Hava soğuktu, dağların eteklerinden gelen rüzgar yanaklarıma ince bir bıçak gibi dokunuyordu. Tansu’nun elleri çamura bulanmıştı ama yüzünde yorgun bir tebessüm vardı.

 

“Sağ olun Komutanım,” dedim içtenlikle.

 

Gülümsedi, elini omzuma koyup sıvazladı. O dokunuşta hem dostluk vardı, hem de birbirini sırtlayan yorgun kardeşliğin dili.

 

“Sorun değil kardeşim… Peki borcu ne yaptın?”

 

“Evin son kredisi bitecek inşallah Komutanım. Haciz olayı da tamamen kalkacak. Hele bir maaşım yatsın...” dedim, gözlerim toprağa kayarken. Sesim düşük, ama umudum hâlâ diriydi.

 

Başını hafifçe eğdi, yüzündeki gülümseme buruklaştı.

 

“Bizde olsa seni bu hallere bırakmayız da... Bende de yok be kardeşim...” dedi, kelimeleri boğazında düğümlenir gibi.

 

“Estağfurullah Komutanım,” dedim hemen, göz göze geldik. “Siz yeterince arka çıktınız zaten. Ne sizin, ne timin hakkını ödeyemem...”

 

“Baban nasıl?”

 

"Baypas ameliyatı olmuştu en son Komutanım... Dinleniyor diye biliyorum. Arayamıyorum sık sık. Aradığımda da annem açıyor zaten, ‘iyiyiz’ deyip geçiyor.”

 

Tansu, gözlerini uzaklara çevirdi. Gece çökmek üzereydi; dağın karanlığı gökyüzüyle birleşirken her şey sanki daha da ağırlaşıyordu.

 

“Şu dağların dili olsa da konuşsa…” dedi, sesi kısık, yüreğinden koparcasına. “Yarım kaldıkça... kendimizi ateşe atarak tamamlamaya çalışıyoruz.”

 

Gece iyice koyulaşırken içimi kaplayan bir düşünceyle konuştum:

 

“Komutanım… Bizi böyle bilerek mi seçiyorlar?”

 

Tansu bana baktı. Gözleri gece gibi derindi.

 

“Bilmeden seçerler mi oğlum?” dedi sessizce sigara yakarken...

 

“Öyle değil Komutanım. Hepimizin bir yerden yarası var ya... Bunu bilerek mi seçiyorlar bizi?”

 

O an beklemediği soruyu sormuş olduğumu anladım. Kaşları aniden havalanması ile yüzü donuklaşmıştı. Başımı eğip gözlerimi kaçırmamla derin bir nefes verdi ciğerlerine çektiği dumanı bırakırken...

Sonra sigara paketini önüme attı çakmakla beraber... Bakışlarımı ona çevirdiğimde de efkarlı gözlerini dağlara dikerek dudaklarını araladı...

 

“Bu mesleği seçen ya delidir, ya yaralı… ya da fakir Emir Kaan. Başka kimseyi görmedim bu yola giren.”

 

"Hep mi böyle olacak peki Komutanım? Birileri bizim üstümüzden para kazanıp krallar gibi yaşarken, biz niye böyleyiz? Kendimi bildim bileli, güzel bir hayat yaşayamadım ben..."

 

"Biz haram lokmaya tokuz kardeşim. Hiç helal yiyip hak yemeyen zengin gördün mü?"

 

Başımı ağır ağır egerken iki yana salladım.

 

"Ama yine de insanlardan korkuyorum Komutanım... Kendimi bir türlü bu dünyaya ait hissedemiyorum. Ya bizim neslimiz tükendi, ya da iyi insanlar artık kötülükle çare arar gibiler..."

 

Gözlerimin içine uzun uzun baktı, sonra aniden, hafifçe gülmeye başladı. Ama bu gülüşte bir acı vardı, sanki derinlerde gizli bir şeyin peşindeydi.

 

“İnsanlardan korkulur mu Emir Kaan?” dedi, sesi, karanlıkta yankı yaparak ağırlaşmıştı.

 

Başımı yere eğerken, ben de sigaramı yaktım. Dumanı ağır ağır içime çekerken, dudaklarımdan kelimeler, hissettiğim o acı ile birlikte döküldü. Gözlerim dolmuştu, ama sesimi kontrol etmeye çalıştım.

 

“Sizi bilemem ama ben korkuyorum, Komutanım,” dedim, sesi hafif titreyerek. “İnsanların, insan olmadığını... ben 8 yaşında iken babamın işten dönmesini beklemeden bizi evden atan dayımlardan öğrendim. İnsan olan, 8 yaşındaki bir çocuğu ağlatır mı?”

 

Tansu, gözleri dolarak, başını eğdi. Ama ben devam ettim, içimdeki yaraları, o eski acıları, kelimelerle dışa vurmak zorundaymışım gibi:

 

“Babam gelemedi o gün... Kamyonunu devirmişti, bize yetişebilmek için. Şimdi ki çocuklar en azından benden şanslı, Komutanım. Babam ayağını kaybettiğinden beri amelelik de yaptım, hammanlık da... Ama başka çocuklar, benim gibi insanlardan korkmasın diye içimdeki iyi adamı kaybetmemeye çalışıyorum.”

 

Tansu, sessizce sırtımı sıvazladı. Gözlerinde bir anlam vardı, derin bir empati... ama aynı zamanda bir acı da. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken, içimdeki her şey ağırlaştı.

 

“Kaybetme aslanım,” dedi Tansu, yavaşça ama kararlı bir şekilde. “Çünkü aynı yollardan geçmesek de acımız aynı yerden.”

 

Bir süre sessiz kaldı. Sigarasını yere atarak postalının kenarıyla ezdi, sonra konuşmaya devam etti. Sesi, içindeki acıdan bir parça daha sızarak, ama bir o kadar da güçlüydü:

 

“Benim de ailem sıkıntılıydı. Annem trafik kazasında vefat etti. 15 sene oldu, hala acısı o kadar taze ki... Geçmiyor Emir. Bana hep ‘İyi bir çocuk ol, vatana millete hayırlı bir evlat ol ki seni ben değil, millet övsün de göreyim,’ derdi. Oldum ya da olmadım, bilemem... ama onun benimle gurur duyduğu anı görememek...”

 

Derin bir nefes aldı, elleriyle kalbini işaret ederken gözlerini sildi. O an, sözcükler yerine, yüreğiyle konuşuyordu.

 

“Şuramda uhde kaldı Emir,” dedi, sesinde bir hüzün vardı, ama o hüzünle birlikte bir güç de saklıydı. “Belki bana deseydi ki ‘Gurur duyuyorum seninle oğlum,’ o zaman ben zaten dünyanın en şanslı çocuğu olurdum. Ama... hiç olamadım.”

 

 

"Başınız sağ olsun, Komutanım. Kusura bakmayın, yaranızı deşer gibi oldum..." dedim, gözlerim dolarken, sesim titriyordu.

 

"Kusur yapmadın Emir Kaan. Arada acıyı hatırlamak güzeldir, insanın içindeki merhameti uyandırır..." dedi Komutanım, gözlerinde derin bir anlam vardı.

 

"Yine de olsun, Komutanım, özür dilerim..." dedim, içimde bir şeylerin sıkıştığını hissederek.

 

"Fakat konuştuklarında haklısın, Emir Kaan. Sanırım bizi seçerek alıyorlar buraya. Hayatımız, film senaryolarına konu verecek türden, ama gel gör ki asıl filmler aldatma ve yalan üzerine kurulu."

 

"Gerçekler hep yüzümüze vuruyor Komutanım ama kimse bizim halimizi görmek istemiyor gibi..." dedim, başımı hafifçe eğerek.

 

"Vuruyor ki, ayakta kalmamıza ve intikam almamıza sebep olsun. Başka çocuklar, bizim gibi ağlamasın. Bizim gibi acı çekmesinler diye..." dedi, sesinde bir kararlılık vardı.

 

"Haklısınız, Komutanım..." diye cevap verdim, sözlerinin ağırlığı içimde yankı yaparken.

 

 

 

Bölüm : 24.04.2025 11:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...