

Bölüm notun aşağısında 👇
Not : Bu bölümü rahatça tüm okurlarım okuyabilir. Önümüzdeki Gelecek bölümlerde Leyla ile ilgili gerçekleri yazarsam ⚠️ işaretini koyacağımı söyledim zaten, iyi okumalar🫠💖
Oy sınırı 45 , çileden çıkarmayın beni 105 okumaya 39 oy vermişsiniz geçen bölüm. Hak bu değil .
___
Emir Kaan Yılmaz’dan…
Baran’ın koluma hafifçe dokunuşuyla gözlerimi araladım. Etraf bulanıktı; neredeyim, ne kadar süredir uyuyorum… hiçbirini çıkaramadım.
“Emir’im… eve geldik,” dedi yumuşak ama içi titreyen bir sesle.
Sözleri bir adım gecikmeyle zihnime oturdu. Yutkundum, başımı ağır ağır salladım. Baran’ın omzumdaki eli olmasa ayakta duramayacak gibiydim. Onun desteğiyle araçtan indim.
“Kimseyle… konuşmak istemiyorum,” dedim eve yönelirken. Nefes alışım hâlâ düzensizdi; bedenim sanki kendi ağırlığıyla beni eziyordu.
“Ben aradım onları,” dedi Baran, adımlarımı dikkatle takip ederek. “Kimse seni yormayacak. Merak etme.”
Yalnızca başımı salladım. Cevap verecek gücüm yoktu; kelimeler bile taş gibiydi.
Merdivenleri çıkmamız zaman aldı. Her basamakta içimdeki ağrı daha derine işliyordu. Eve ulaştığımızda Baran zile bastı; kapı neredeyse anında açıldı.
İklim ile göz göze gelince içimde bir şey titredi. Başımı hemen eğdim. Şimdi… hiçbir yüzleşmeye hazır değildim.
“Emir…”diyen o sesiyle gözlerimi darbe yemiş gibi kapattım. Adımı dahi duymak ağır geliyordu artık...
“Dinlenmek—” diyecektim ki söz, göğsümün tam ortasında saplanan o keskin sancıyla yarım kaldı. Bir an nefesim kesildi.
Göktürk hızla diğer yanımda belirdi.
"Emir Kaan... iyi misin ?!"
Baran’ın sesi panikle titriyordu:
“Tamam… tamam, zorlama. Kasma kendini, hadi…”
Onların kollarına yüklenerek zor bela odama attım kendimi. Yatağın kenarına oturur oturmaz dünyam karardı; başım yastığa değer değmez göz kapaklarım ağırlaştı.
“Emir’im…” diye fısıldayan o naif, o kırılgan sesi duymak için gözlerimi açmama gerek yoktu. Parmaklarımın arasına giren parmakları tanımak için bakmam gereksizdi.
İklim…
Diğer sesleri seçemiyordum artık. İlacı getirenin kim olduğunu, başımın altındaki yastığı düzelten eli… hiçbirini ayırt edemedim. Her şey bir uğultuya karıştı zihnimde...
İçimde bir anlık dalga gibi yükselen acı, sonra yumuşayan bir sıcaklık…
Biri başımı tutup su içirdi. Biri sırtımı yasladı. Biri battaniyeyi düzeltti.
Hepsi bir bir oluyorken, kimin ne yaptığını dahi fark edemiyordum.
Sonunda bedenim yorgunluğa teslim olurken gözlerimi kapattım. O karanlığın içindeki tek net şey, hâlâ elimi bırakmayan o küçücük, titreşen parmaklardı.
___
İklim Yılmaz’dan…
Baran ve Göktürk’ün yardımıyla üzerindeki kanlı gömleği çıkardık.
Üstünü düzgünce örtmeye çalışırken ellerim durmadan titriyordu. Emir’in solgun yüzüne her baktığımda içimdeki korku biraz daha büyüyor, nefesi ağırlaştıkça içimdeki dünya daralıyordu. Her hareketi, sanki biraz daha güç kaybediyormuş gibi geliyordu bana.
Gözyaşlarıma, "dur" diye yalvarmama rağmen akmaya devam ediyordu.
Battaniyeyi omzuna çekerken saçlarına ve alnına uzun birer buse bıraktım; hâlâ ateşi vardı… içim ürperdi.
“Benim gitmem lazım…” dedi Göktürk ağabey, telefonunu cebine koyarken.
“Her şey için teşekkür ederim ağabey…” dedim, sesim titreyerek.
Burukça tebessüm etti.
“Siz iyi olun… bize yeter kardeşim. Allah’a emanetsiniz.”
O çıkarken gözlerim birden Emir’in ellerine takıldı.
Damarları belirginleşmişti. Renkleri… morla siyahın arasında, neredeyse korkutucu bir tona dönmüş gibiydi.
Yutkundum.
Boğazımdaki düğüm acı veriyordu.
“Ağabey…” dedim, çıkabildiği kadar kısık bir sesle.
Baran ağabey konuşmadı önce.
Bakışları Emir’in ellerine kilitlendi.
Sonra derin bir nefes aldı.
“Kriz sonrası böyle oluyor genellikle… geçiyor sonra.”
Hıçkırığım boğazımdan yükseldi; hemen elimle ağzımı kapattım. Uyanmasından korktum… ya da belki gerçeklerle yüzleşmekten.
Dayanamadım.
Gömleğini elime alıp odadan hızla çıktım.
Kan, kumaşın içine çoktan işlemişti… ama kumaş hâlâ sıcaktı.
Bu sıcaklık bile kalbimi parçaladı.
Koridorda birkaç adım atmıştım ki Alper ile Azra çıktılar karşımıza.
Azra’nın bakışları yüzümden, kollarımdaki gömleğe indi.
Bir anda rengi soldu.
“Yenge?” diye fısıldadı, sesi titreyerek.
Azra, nefesi kesiliyormuş gibi zorlanarak Baran ağabeye döndü:
“Ağabey… ağabeyim?”
Sesindeki titreme, içimde yankılandı.
Baran ağabeyin, yüzünde sakin görünmeye çalışan ama içten içe yanan bir ifade vardı.
“İyi. Dinleniyor, yeni uyudu… Korkmayın...”
Azra’nın gözleri doldu.
Bakışları, istemsizce elimde tuttuğum gömleğe kaydı;
kan lekesinin kararmış hâline…
ağabeyinin acısına…
ve söyleyemediğimiz bütün ihtimallere.
Derin bir nefes aldı, titreyerek.
“Azra’m… gel, bahçeye çıkalım biz de…” dedi Yiğit Alper, nazikçe koluna destek olarak.
Azra sadece başını sallayabildi; nefesi bile yarım çıkıyordu.
Onları izlerken, bir anda kolumda Baran ağabeyin dokunuşunu hissettim.
“İklim, gel balkona çıkalım kardeşim... Biraz hava alalım, sende iyi değilsin...”
Gözlerimi kapatıp iç çektim.
Ağlamaktan yorulmuş, korkudan tükenmiştim sadece.
Başımı hafifçe sallayınca, Baran ağabey kolunu bana doğru uzattı.
“Destek alabilirsin benden…Çekinme tamam mı, Emir ve Azra neyse benim için, sende öylesin...” dedi.
O an, güçlü durmaya çalışmaktan yorgun düşmüş yüreğim, o cümlenin ardındaki gerçek şefkati hissedince bir kez daha sızladı. Koluna girerken, bedenim güçlükle ayakta duruyordu...
Baran ağabey beni mutfak balkonuna çıkardı. Sandalyeyi çekip oturmama yardım etti. Dizlerim titriyordu hala...
“Dikkat et. Yavaşça otur...”
Ellerimi dizlerimin üzerinde kenetledim gömleği sıkarken... Hâlâ Emir’in kokusu üzerimdeydi ama cennet kokusuna karışan o kokuda hala benimleydi; kanın metalik kokusu ciğerlerimde bir yerlerde takılı kalmış gibiydi. Dayanamadım, gözyaşlarım yeniden aktı.
“Ben nasıl fark etmedim?” dedim güçlükle.
“Sen defalarca uyardın beni. Ben nasıl anlamadım ağabey? Sizin hayatınızı—”
Baran ağabey sözümü kesti tamamlama fırsat vermeden.
“Senin hiçbir suçun yok, İklim...konuştuk bunları kardeşim.”
Başımı kaldırdım. Onun gözlerinde yorgunluğun yanı sıra koruyan bir sıcaklık vardı.
“Başlarda seni suçladım, doğru,” dedi. “Emir’i senden uzak tutmak istedim. Çünkü kendi geçmişim yüzünden her şeyden korkuyordum.”
Nefesim kesik kesikti. Konuşurken ellerim titremeye devam ediyordu.
“Bilseydim…” dedim, dudaklarım titreyerek.
“Onun yanına yaklaşmazdım ağabey. Benim canım giderdi, yine de yaklaşmazdım.”
“Biliyorum.” dedi Baran ağabey yumuşak bir sesle.
“Sen hep kendinden ödün verdin Emir için... Bunu inkâr edemez kimse. Hadi derin nefes al. İki canlısın sen. Bebeğin için bu stres, zararlı...”
Başımı eğdim. Gözyaşlarım avuçlarıma doğru aktı.
“Niye beni suçlamıyorsun ki şimdi?” dedim kısık bir sesle.
“Niye kızmıyorsunuz? Hüda anne gibi… sadece bebeğim için mi? Onun bebeğini taşıyorum diye mi?”
Baran ağabey, sorduğum sorunun ağırlığını hemen anladı. Sanki içimde açılan o yarayı elini uzatıp kapatmak ister gibi bir bakış attı bana.
“Öyle şey olur mu kardeşim,” dedi net bir sesle. “Sırf Emir’in bebeğini taşıyorsun diye değil.”dedi, derin bir nefes alarak.
“Bak kardeşim benim,” diye devam etti. Sandalye çekip otururken, “Biz senin ne olduğunu geç dahi olsa gördük. Emir de gördü. Sen saklamaya çalışsan da o anlamıştı çoğu şeyi seni ilk gördüğünde...”
Gözlerimi kırpıp nefesimi tuttum. “Neyi?”
“İyi bir insan olduğunu, sadece sesini duyurmak istediğini,” dedi. “Korkmuş, yalnız, geçmişinden yaralı, ablasını için adalet arayan ama yine de kötü olmayı seçmemiş bir insan olduğunu… Emir bunu hep söyledi. ‘İklim kötü biri değil’ dedi. ‘Sadece çok yaralı. Hayatta kalmaya çalışan bir kadına, yaşadıkları yüzünden kötü diyemezsiniz. İklim yerinde sizin ailenizden, annenizden veya kardeşinizden biri olsaydı...Yine mi sırtınızı dönerdiniz?’ dedi, hep bize...Onun gözüyle senin çaresizliğini, başlattığın o sessiz savaşı fark etmemiz zaman aldı. Ama sen hep, hepimizden güçlü olandın İklim. Emir gibiydin, yalnız savaşçıydın...”
Ellerimi daha sıkı sardım kucağımda ki Emir’in gömleğine...İçimdeki acı kabuk bağlamadan tekrar kanıyordu...
Baran ağabey derin bir nefes aldı. “Kızamıyorum sana artık İklim...Nedeni çok bariz! Senden değil, senin de canını yakan ailenden gördük bu kötülükleri İklim... Ailenin bize yaşattıklarında tek bir günahın bile yoktu. Çok laf ettim sana, pişmanım hepsinden...affeder misin, bilemem onca şeyden sonra... Ama şunu bil ki;
Anneni ve ablanı senden alan kader, benden de babamı aldı. Ben senelerce kaçtım, adil olmayan intikamdan. Gerçek adalet, yıllar sonra dahi olsa, tecelli etti de... Babamın katillerini içeriye tıkmam benim 10 senemi aldı...
Sırf bu yüzden asker oldum ben, biliyor musun? Başka çocukların babaları veya anneleri elinden alınmasın diye... Ama ben dahi göremedim aynı kader için savaştığımızı kardeşim. Sen buna rağmen...Hata yaptın mı? Hayır. Ama sana karşı...Hepimiz yaptık. Sen eşinin, ablanın ve annenin intikamını hep güçlü durup sesini adalete sağır kesilenlere, duyurmaya çalışarak hep aldın. Emir için dahi, kendi aşiretine diklendin sen...Emir ile yüzleş, vaktiniz henüz varken...”dedi, derin bir nefes alıp başını yere eğerek.
“Ama başlattığı savaşı sadece senden değil, bizden de gizledi...Bizde öğreneli çok olmadı...”
Sesi gittikçe güçsüzleşirken o hala dik durmaya çalışıyordu karşımda. Gözlerimi kapatıp başımı eğdim. Kucağımda ki kanlı gömleğini okşadım eşimin...öteki yarımın...
“Ben…” dedim, boğazım düğümlenerek, “Ben yine de onu, onun gibi koruyamadım...”
Baran ağabey başını iki yana salladı. “Bunda da suçun yok ki güzel kardeşim benim...biz bile koruyamadık İklim. Emir bile kendini koruyamadı. Bu… kimsenin öngöremeyeceği bir şeydi. Senin üzerine yük değil bu, anlıyor musun kardeşim? Kendini bunlar için suçlama...”
Dudaklarımı ısırdım, çünkü içimden hâlâ “Keşke”lerle dolu bir çığlık yükseliyordu.
“Hüda anneye gelince...O kadın kızdı çünkü acısı büyüktü,” dedi yumuşayarak. “Ama, sana yaptıklarında zerre haklı bir yanı yoktu… Senin suçlu olduğuna inandığı için değil. Oğlunun acısından başka gerçek göremediği içindi o öfkesi...Ve Emir Kaan, sayende ilk defa içini bu kadar net döktü herkese...İyi oldu bir yandan da. Kimsenin seni suçlamaya hakkı yok. Herkes eşini seçebilir ama ailesini seçemez kardeşim. Emir’i yıpratan zehirden çok, içine attıkları oldu...Özellikle de ailesi yüzünden.”
Gözlerim yeniden doldu.
Baran ağabey o an yüzüme öyle baktı ki, yıllardır tanıdığım biri gibi; beni baştan sona okumuş, bütün yanlarımı görmüş gibiydi.
“Emir’in sana can suyu olduğu gibi, sen de ona oldun...Birbirinizin yanında çocuk gibiydiniz zaten. O seni, sen onu iyileştirdin. Sayende, birkaç daha fazla onunla vakit geçirdik...Yoksa zehiri, kurtuluş olarak görürdü Emir Kaan. Senin için direndi, sana ne kadar teşekkür etsek az bu yüzden.…”
Gözyaşlarım yanaklarıma doğru süzüldü birkez daha...
“Ve şunu unutma ki…” Baran hafifçe başını yana eğdi, sesini yumuşattı. “Bu hikayedeki en masum 3 kişi var... Sen, Emir’in ve doğmamış olan minik bebeğiniz Leyla Nur...”
Durdum. İçimde bir yerlerde saatler sonra ilk kez hafifleyen bir düğüm hissettim.
Ama sesim hâlâ çok kısık çıktı:
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun ağabey?”
Baran ağabey gülümsedi; acının içinden çıkan, çok küçük ama çok samimi bir tebessümle:
“Gerçekten böyle düşünüyorum kardeşim,” dedi. “Biraz geç farkına vardım, geçmişteki her şeyi sana unutturamam. Bu yüzden beni affeder misin, bilmiyorum... Ama şunu bil ki;
Kötü biri böyle bir yükü bu kadar yürekten taşıyamazdı.”
Öyle derinden konuşmuştu ki...iç çekerek başımı sallayabildim sadece...
Çok şey konuşmak istedim o an onunla ama zamanı değildi. İçeriden gelen seslere bir anda kulak kesilmiştim, Baran ağabey gibi...
Kapı aralandığında başımı kaldırdım. Mutfak ışığı kapının kenarından içeri süzüldü ve küçük bir gölge belirdi. Ardından o tanıdık, ince ve telaşlı ses duyuldu.
“Teyzee?”
Yaman Pars’ın sesiyle irkildim. Elimdeki gömleği fark etmesin diye hemen arkama sakladım. Birkaç saniye sonra mutfak kapısından hem Cüneyt ağabey hem de Yaman Pars göründü.
“Cüneyt?!” dedi Baran ağabey şaşkınlıkla.
Ben ise küçük yeğenim bana doğru koşunca refleksle kollarımı açtım. O minicik kollar bana sarılınca içimdeki fırtına bir anlığına durdu. Yaman Pars’ın sıcaklığı… o masum kokusu… sanki içimdeki yaraya bir anlık su serpildi.
“Teyzem… mis kokulum,” dedi ve yanağıma birkaç öpücük kondurdu.
İstemeden de olsa hafifçe gülümsedim. O küçücük an, acımızı biraz hafifletti.
Baran ağabey hâlâ şaşkın bakışlarla Cüneyt’e döndü. “Sen şehir dışında değil miydin?”
Cüneyt ağabey bir adım yaklaşıp Baran’a sarıldı. “İklim’in öğrendiğini duyunca duramadım. Koşa koşa geldim,” dedi. Sonra geri çekilip ikimize baktı.
“Acılı insanın ne kadar acımasızlaşabileceğini iyi bilirim. İklim’in arkasında biri olduğunu unutmayın diye bir görünmek istedim.”
“ Ağabey…” dedim ona minnetle bakarken.
Baran ağabey de yumuşak bir sesle ekledi: “Eski kırgınlıklar çoktan geride kaldı. İklim hem kardeşim hem gelinimdir, Cüneyt. İçini ferah tut.”
“Öyle mi?” diye sordu Cüneyt ağabey bana dönerek, sanki onayımı bekler gibi. Burnumu çekip başımı sallayınca hafifçe gülümsedi.
“Yaman Pars da özlemiş sizi,” dedi konuyu aniden değiştirerek.
Baran ağabey gülerek başıyla onayladı. Sonra eğilip Yaman Pars’ı kucağımdan nazikçe aldı.
“Özlenmez mi bu minik adam ya?” diyerek öptü onu. Yaman Pars kahkaha atıp başını geriye çekti.
“Naber yavru kartalım?”
“İyi…” dedi gülerek Yaman Pars.
Baran ağabey yanağını sıktı.
“İyi diyişini yesin senin Baran ağabeyin!”
Yaman Pars başını kaldırdı.
“Emir ağabey nerede, Baran ağabey?”
Cüneyt ağabey hemen, “Oğlum…” diyerek omzuna hafifçe dokundu.
Ama o minicik sorunun ağırlığını içimizden biri bile taşıyabilecek durumda değildi. Boğazlarımız düğümlendi.
Sonunda konuşmayı ben başardım.
“Emir ağabeyin uyuyor, birtanem… çok yorulmuş.”
Yaman Pars dudaklarını büzdü; gözlerinde minik bir hayal kırıklığı oluştu. “Ben onunla top oynayacaktım ama…”
Baran ağabey hemen eğildi. “Benimle oynasan olmaz mı?”
Cüneyt ağabey de oğlunun dikkatini dağıtmak istercesine araya girdi. “Olur tabii ki Baran amcanla oyna babam. Hem Baran amcana da göster yeni öğrendiğin çalımı.”
Yaman Pars’ın gözleri heyecanla parladı. “Olur! Trivela biliyor musun sen Baran ağabey?!”
Baran ağabey acı bir kahkaha attı. “Sen bayağı koyu Quaresmacısın anlaşılan!”
“Emir ağabey öğretti bana! Göstereyim mi sana da?!”
O an bakışlarımı acıyla başka yöne çevirdim.
'Herkesin hayatına nasıl bu kadar güzel dokunmayı başarmıştı ki Emir?'dedi aklım, hala Emir’e kırgın olan yüreğime...
“İnelim bahçeye… bakalım paşam, ne kadar iddialısın.”dedi, Baran ağabey.
Onlar mutfaktan çıkınca derin bir nefes aldım...
“Kardeşim…” dedi Cüneyt ağabey ama sesi o kadar kırılgandı ki, başımı kaldırıp gözlerinin içine bakmadan edemedim.
“Ağabey… sarılabilir miyim sana” diye fısıldadım yalnızca.
O an düşünmedi bile.
Bir anda sarıldı.
Göğsüne çekti başımı; kalbinin hızlı atışını hissettim yanaklarımda.
“Sarıl kardeşim...sormana dahi gerek yok Leyla'mın emaneti..."
“Emir’imi de aldılar benden, ağabey...”
“Keşke engel olabilseydim ama olmuyor kardeşim…” dedi titreyen bir nefesle. “Çok uğraştım… yarım kalmayın diye. Bizim gibi olmayın, yarım kalmayın diye… ama gelmedi elimden, İklim. Her şeye o kadar geç kaldım ki…”
Dudaklarım titredi, gözlerim yeniden doldu. İçimdeki suç, korku, acı… hepsi birden kabardı.
“Nasıl dayanacağım ağabey…?” dedim onun göğsüne kapanmış halde.
“Benim haberim olmadan, kocamın kanını girdirmişler… ruhum duymamış… ben nasıl dayanacağım? Kocamın kanını nasıl temizleyeceğim ellerimden...”
Cüneyt ağabeyin eli saçlarımın arkasında gezindi, avuç içiyle sırtımı sıvazladı.
“Ağla…” dedi sessizce.
“Ağla, dök içini kardeşim. İçinde bir şey bırakma.”
Titreyerek nefes aldım. Boğazım sızladı.
“Yüzleşmek istiyorum onunla… çok istiyorum…canımı yaktığını yüzüne vurmak istiyorum...” dedim soluğum yarım kesilerek.
“Ama… adım atacak hâli yok ağabey. Kanlar içinde geldi eve… nefes alamıyordu...gözlerinin feri gitmişti ağabey...”
Cüneyt ağır bir iç çekti, alnını başımın üzerine yasladı.
“Yüzleşeceksiniz…” dedi.
“Ama önce kendini toplamaya ihtiyacı var. Kimsenin kanına felan girdiğin de yok kardeşim. Kocan… sandığın kadar güçlü değil artık, İklim. Herkesin taşıyabileceği yük var… onunki ise kendi yüklerini bile aştı...Toparlanmaya ihtiyacı var.”
Yutkundum. Açıklayamadığım bir sızı kabardı içimde.
“İlk defa bugün yorgundu bana…” dedim, gözlerim boşluğa dikilmiş halde.
“Bana hep ‘seninle dinleniyorum’ diyen adam… ilk defa yorgundu bana. Bir görsen ağabey… kanlar içindeydi… elleri titriyordu… rengi yoktu. Konuşmaya dermanı yoktu Emir’imin...”
Cüneyt ağabey bir an durdu.
Sözlerim, benim ki gibi onun da boğazında düğümlenmiş gibiydi.
“Ben onu hiç böyle görmedim…” dedim hıçkırığımı tutmaya çalışarak.
“Sanki… sanki bizi bırakmamak için son nefesiyle gelmiş gibiydi eve…Kanlar içinde kalmıştı her yeri...”
Bu kez sarılışı daha sıkılaştı.
“Kardeşim…” dedi, sesi kırılmış.
“Kendine gelmen gerek canım benim. Emir bitmiş gibi konuşmak yakışmaz sana, eşin hala direniyor senin için... Göğsünde ne varsa, sonuna kadar taşıyıp hep gelmiş sana. Senin gücüne ihtiyacı var eşinin, onun gücü sen olacaksın… o da toparlanınca sizin gücünüz olacak. Ama şimdi ikiniz de yorgunsunuz, dinlenmeye ihtiyacınız var İklim...”
Bir an sessizlik oldu.
Cüneyt ağabeyin yüzündeki çizgiler bir an derinleşti.
Gözlerini kaçırdı önce… sonra yavaşça bana baktı.
O acının içinde hem kendi yangını hem bana tutmaya çalıştığı bir ışık vardı. Beni teselli etmeye çalışırken bile hala geçmişi yenmeye çalışıyor gibiydi ama tutamadım içimdekileri...
“Nasıl dayandın ağabey… nasıl dayanılır bu acıya?”
dedim, sesim kırılıp titrerken.
O an… hiç cevap vermek istemiyormuş gibi bir nefes aldı.
Yutkunma sesi o kadar belirgindi ki, koca mutfak sessizliğinde bir çığlık gibiydi.
Geri çekildi.
Ellerini yüzüne götürüp silerken dudakları titredi.
“Açma o konuları İklim…” dedi boğuk bir sesle.
“O yara hiçbir zaman kapanmadı bende… kardeşim.”
İçimi çeken bir sızıyla fısıldadım:
“Ben nasıl dayanacağım…? Onunla nefes almışken, onsuzluğa nasıl dayanırım ağabey ona bir şey olursa…”
Başını eğdi. Avuç içiyle gözlerini bir kez daha sildi. Sonra ağır ağır konuştu:
“Sana öyle bir emanet bırakıyor ki… istemesen de dayanmak zorunda kalıyorsun, İklim.
Sen o gün… Yaman Pars’ı benim kucağıma vermeseydin…
Ben çoktan o mezarın başında çürür giderdim.”
Cüneyt ağabeyin gözleri doldu. Boğazındaki yutkunma, sessiz bir fırtınaydı.
“Ben oğlumu her kokladığımda… Leyla’m kokuyor, İklim.
Cennet kokuyor benim oğlum.
Çünkü Leyla’mın emaneti o bana.
Sen de… Emir’i kaybetsen de kaybetmesen de…
Evladını her kokladığında… Emir kokacak sana.”
Elim istemsizce karnıma gitti. Güç alabilir miydim, gerçekten kızımdan ?
“Acını hafifletemeyecek belki…
Hatta bazen daha çok yakacak canını, çünkü yaşamayı zorunlu hale getirecek.
Ama şükür sebebin de olacak hep…
Tıpkı Emir gibi.”
"Bu yüzden… zamanınız varken anne baba olun dedin, değil mi ağabey?
Bildiğin için…
Ona yaklaşmamı istedin… sevgiden kaçmamamı bu yüzden istedin benden…"
"Çünkü… öteki türlü daha çok acı çekecektiniz…
Emir… benim için en az senin kadar değerli, İklim.
Sana anlattığım ne varsa, onunla da konuştum…"
"İstememişti… hep korkuyordu… baba olmaktan, babasız bırakmaktan…"
"Ama haberi alınca… en çok sevinen oydu, değil mi?"
Başımı salladım, burnumu çekerek, boğazımda düğümlenen hıçkırıkları bastırmaya çalışarak.
"Birbirimizi hayatta tutmaya ihtiyacımız var demiştim ona…
Ben annesiz bırakmaktan korkarak o cümleyi kurdum halbuki…
Meğerse… beni hayata bağlayacak bir emaneti asıl o bana bırakıyormuş…Ben fark edemedim…"
Cüneyt ağabeyin sesi titredi, gözleri doldu:
"Pişman olmamıştır asla… emin ol."
Gözlerimden sıcak yaşlar süzüldü.
"Havalara uçtu sevinçten… pişmanlık be kelime, ağabey…
Her defasında soruyordu bana…
‘Bebeğimiz iyi mi?’ diye.
Benden daha çok düşünüyor ikimizi de…"
Bakışları acıyla derinleşirken, dudakları aynü acıyla kıvrılmıştı:
"Babalar hep öyledir…
Anne sevgisiyle, baba düşünceleriyle şekillendirir yuvayı… Bir kadının sevgisi olmazsa, o yuva hiç yuva olmamış, çürümeye mahkum bırakılmış bir beton yığınıdır. Ama bir kadının sevgisi değmişse o yuvaya, adam zaten cenneti yaşıyordur. Kadınına ve gelecekte ki çocuklarına yatırım yapacak düşünceleri birer birer yapıyordur."
"Öyle yapıyor gerçekten..."
"Dahasını da yapıyordur..."dedi, Cüneyt ağabey emin bir tonda.
Derin bir nefes aldım.
"Ben ona bakayım, onu görmeden kendime gelemeyeceğim yoksa…" dedim, gözlerimi silip toparlanmaya çalışarak.
"Git bak hadi… Ben de oğluma bakayım. Baran yorgundur…"
"Sağ ol, ağabey… Her şey için…"
Gözlerim dolu dolu, minnetle ona baktım; içimde hem rahatlama hem de derin bir şükran vardı.
Cüneyt ağabey hafifçe başını salladı, sesi yumuşaktı:
"Siz sağ olun kardeşim… siz sağ olun…"
___
Sizce gelecek bölümde neler olacak?
Emir ile İklim yüzleşecek mi ?
Cüneyt'i özlediniz mi ?
Oy sınırı dolmadı ama atmak istedim.
Sizleri seviyorum... gelecek bolumlerin hangisinde olur bilemem ama travması olan okurlarım için başına ve sonuna ⚠️ koyacagim. Rahat okumanız acisindan. Sizleri seviyorum, kendinize iyi bakın. Bolca oy ve yorum bekliyorum...
Oy sınırı 45
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |