

Emir Kaan Yılmaz’dan…
Yeni bir güne başlamıştım sözde…
Ama içimde, bambaşka bir acı uyanmıştı benimle birlikte.
Kollarımın arasında huzurla uyuyan İklim’i incitmeden, nefesini bile bozmamaya çalışarak yastığa bırakmaya çalıştım. Tam doğrulurken, ağzıma doğru aniden yayılan o metalik, keskin acı tadı hissettim.
Bir anda göğsüme saplanan sancıyla nefesim yarım kaldı.
Öksürüğümü tutamadım… göğsüm adeta içten bir yumruk yemiş gibi sarsıldı.
Banyoya koşup kapıyı kitlememle, klozete çöküp öğürmem bir oldu.
Mideme giren kasılmalar, her saniye daha da sıkı bir düğüm hâline geliyordu.
Ve ciğerlerim…
Sanki görünmez bir el, içimdeki son nefesi bile zorla söküp almaya çalışıyordu.
İklim kapıyı yeniden çalmaya başlamıştı.
Ama benim tek yapabildiğim… öğürmekti.
“Emir… Emir iyi misin?!”
Kapı kolunu hırsla çevirmesiyle kilidi fark ettiğini anladım.
Sesi bir anda titredi; korkusu, kapının aralığından içeri sızıp boğazıma düğümlendi sanki.
“Yapma bunu… yapma Emir! Niye kilitliyorsun? İyi misin canımın içi?! Bir şey söyle bana…”
Ağzıma dolan kanın tadı keskinleşiyordu.
Midem, her kasılmada beni içten içe parçalarken nefesimi bile düzene sokamaz hâle gelmiştim.
Sifona defalarca basıp klozetten tutunarak doğruldum.
Lavaboya yaslanıp elimi, yüzümü, ağzımın içini alelacele yıkarken ellerim titremekten suyu bile doğru tutamıyordu.
Aynaya baktığımda…
Gözlerimin bile kan kırmızısına döndüğünü gördüm.
Ve tüm direncim bir anda çöktü; gözlerimden yaşlar usulca yanaklarıma aktı.
Kendimi toparlamaya çalışarak kapıyı açtığımda İklim hiç tereddüt etmeden koluma girdi.
“Canım… iyi misin Emir'im?”
Sadece başımı sallayabildim.
Beni yatağa oturtmasıyla beraber sinirlerim birer birer çekilmeye başladı.
Kriz… hızla yaklaşıyordu.
Ve şimdi gelemezdi. Şimdi zamanı değildi, onunlayken olamazdı...İçimden dualar geçerken, onun telaşlı haliyle titrek bir nefes aldım.
İklim hızla ilaçlarımı avucuna aldı, bir bardak suyu getirirken elleri telaştan titriyordu.
Benim parmaklarım suyu kavrayamayınca kendi elleriyle destek oldu.
“Üşüyor musun Emir’im? Söyle bana… lütfen.”
Bir kez daha başımı salladım.
Bardağı komodine bıraktı.
Sonra alnıma dudaklarını değdirdi; nefesi bile ateşimi fark edecek kadar yakındı.
Parmakları saçlarımda dolaştığında içimdeki bütün direnç eridi.
“Emir’im… tişörtünü çıkarmamız lazım birtanem. Ateşin çok yükselmiş.”
Derin bir nefes alıp doğruldum.
İklim titreyen elleriyle üzerimdeki tişörtü çıkardı, sonra dikkatlice beni yatağa yasladı.
Yanaklarımı avuçladı.
“Ben sirkeli su hazırlayıp geleceğim birtanem… sakın yorma kendini Emir’im, tamam mı?”
“Özür… dilerim…” diyebildim güçlükle.
Başı öne düştü; masum, ince bir kırılganlıkla…
Sonra gözlerime baktı. Saçlarımı okşayarak hafifçe öpüp parmakları yüzüme doğru indi.
“Özür dileme ömrüm, senin bir suçun yok ki Emir’im…”
Göğsüme eğilip kalbimin üzerine bir buse kondurdu.
“Geçecek her şey hem… yenersin. Ben inanıyorum sana. Yeneriz bunları da...”
Gözlerimden yaşlar süzülürken, titreyen parmaklarımla silmeye çalıştım. O ise elimi nazikçe tutup yanağımdan uzaklaştırdı… ve sol gözümün kenarına yumuşacık bir öpücük bıraktı.
“Bekle beni… geliyorum tamam mı? Üzülme. Ben üzülmüyorum ki…Varlığın yeter bana birtanem.”
Sözleri sakin, sesi kırılgan bir şefkatle doluydu. Ama o son cümlesi içime öyle derin oturmuştu ki...
Başımı yalnızca hafifçe sallayabildim.
Saçlarımı okşadı; parmakları titrememe rağmen sakinleştiren bir sıcaklık taşıyordu. Alnıma bir öpücük daha kondurdu, sonra derin bir nefes alıp güçlükle de olsa kapıya yöneldi.
Odadan çıkarken son kez bana baktı… o bakış hala bana “dayanırsın” diyordu.
Kapı kapanır kapanmaz yorganı sıkıca göğsüme çektim.
Titreyen bedenim, ateşle üşümenin o tuhaf birleşiminde küçücük kalmıştı.
Bir an gözlerimi kapattım… nefesim, kendi göğsümde yankı bulan kısa ve kesik hırıltılara karıştı.
Kapının dışından su sesi, ardından dolap kapağının hızla açılıp kapanması geldi.
İklim’in panik halinin bile sesine yansıyışını duyabiliyordum.
Bir süre sonra kapı yeniden açılma sesi geldi.
O an tenime değen ıslak bezlerin serinliğiyle inleyerek titrerken, saçlarımı nazikçe okşayan eli beni hayata bağlıyordu. Parmakları, her dalgalanan nefesimde şefkatle geziniyor, içimdeki fırtınayı dindirmeye çalışıyordu.
“Emir’im benim…” diye fısıldadı, sesi hem korkuyla hem sevgiyle kırılmıştı.
Gözlerimi araladığım anda yüzünü gördüm.
Bana bakan o gözler… kaygıyla büyümüş, ama beni ayakta tutmak için direniyordu.
Elimi daha sıkı tuttu, sanki bilinç kaybımın beni çekip götürmesinden korkar gibi.
“Buradayım… tamam mı?” dedi nefes nefese.
“Hiçbir yere gitmiyorum. Sen de gitme… benimle kal Emir’im…”
Titreyen dudaklarımı aralamaya çalıştım ama kelime çıkmadı.
O da bunu fark edip hemen eğildi, alnımdaki bezi nazikçe düzeltti.
“Merhamet kokulum benim... birtanem…”
Saçlarımı nazikçe okşadı tekrar.
“Hem kızımızın odasına daha girmedim, beraber düzenleyeceğiz orayı. Babamızın ateşi düşünce değil mi?”
Serinliğin, onun dokunuşunun ve sesinin arasında gözlerim yeniden kapanmaya meylettiğinde, parmakları yanağımda dolaşıp hafifçe beni dürttü.
“Emir… gözlerini aç bana güzel gözlüm. Emir’im…uyanık kalmamız lazım.”
Zorla göz kırptım.
“İklim'im…” diye fısıldadım güçlükle.
O an yüzü dağıldı; hem rahatlamıştı hem de yeniden ağlamamak için kendini zorluyordu.
“Geçti ki...düşecek ateşimiz...benim güzel yüreklim, az daha dayan,” dedi, alnıma hafifçe bir öpücük bırakıp elimi avuçlarına daha da sıkı çekerek.
Elimi dudaklarına götürüp öptüğünde gözlerim istemsizce doldu; o an içimdeki tüm acı, tüm korku sanki onun avuçlarında yumuşuyordu.
“Kurban olurum…” dedim kısık ve titrek bir sesle.
Gülümsedi… o tanıdık, içimi ferahlatan gülümsemesiyle.
“Ben de sana kurban olurum, gamzesi güzelim…” dedi, gözlerimin içine baka baka.
Ateşimi düşürmek için bezi yeniden ıslatıp alnıma yerleştirdi. Serinlik anında yayılırken o, aynı anda avucumu hiç bırakmadı.
“Biraz daha uyanık kal birtanem… bizim için… Ateşin düşüyor Emir’im. Baran ağabeye de haber vermiştim. Düşmezse başka bir çözüm yolu buluruz, olur mu?”
Sesi titriyordu… hem korkuyu bastırmaya çalışıyor hem beni ayakta tutuyordu.
Başımı sallayıp derin bir nefes aldım.
Ciğerlerim sızladı, midem hâlâ kasılıyordu ama onun sesi, nefes almam için bir sebep gibiydi.
Göz kapaklarım yeniden ağırlaşırken İklim parmaklarıyla yanağımı okşadı.
“Buradayım Emir’im… hiçbir yere gitmiyorum. Sen de gitme, tamam mı?”
O an sadece ona bakabildim.
Sanki bütün savaşımı onun gözlerinde verdim.
___
İklim Yılmaz’dan…
Ev kalabalıktı yine; hepsi itirazsız gelmişti. Emir’in ateşi düşene kadar, Baran ağabey de benimle beklemişti başında, gelir gelmez. Ama en sonunda normale dönen ateşiyle de bizi baş başa bırakıp çıkmıştı.
Uyuyan ve nefesi düzene giren eşimin saçlarını okşayarak hafifçe öptüm. Derin bir nefes alıp başımı yana eğip en sonunda karnımı okşayarak bebeğimizden güç alarak kalktım yanı başından...
Odasından çıkıp salona yöneldiğimde gözlerim istemsizce yine doldu.
Emel abla beni görür görmez, tebessüm ederek kollarını açtı ve sıcacık bir sarılışla sardı etrafımı.
“Ablasının kuşu…”
Saçlarımı okşayışı, yanağıma kondurduğu küçük öpücük…
Biliyorum, bir saniye daha kalsa ağlamaya başlayacaktım.
Nazikçe geri çekildim, ellerini tuttum.
“Teşekkür ederim… geldiğiniz için hepinize…” dedim titrek bir sesle.
“Ne demek güzelim… biz artık senin aileniz.” dedi Emel abla, bakışlarıyla bile sarılıyordu sanki.
Gözlerim Azra’ya kaydı.
Hâlâ konuşmamıştık…
Başını Yiğit Alper’in göğsüne yaslamış, sessizce yere bakıyordu.
Utanmış, kırılmış, mahcup… her şey vardı bakışlarında ama söyleyecek gücü kalmamış gibiydi benim gibi...
O an Alparslan ağabey ayağa kalktı; sesi ciddiydi yine ama içi titriyordu onun da askerlerine baktığında...
“Beyler… biz müsaade isteyelim artık.” dedi, gözlerini sırayla hepimizde gezdirerek.
“Gördük, şükür ki şimdilik durumu iyi kardeşimiz. İklim de yorgun… dinlensin biraz.”
Sonra Baran ve Göktürk’e döndü, komutan ciddiyetiyle:
“Baran ve Gök… siz kapıda kalın. Bundan sonraki göreviniz;
Gazi Uzman Çavuş Emir Kaan ve ailesinin güvenlikleri ve sağlık durumları...”
Yutkundum… o cümle, kalbimin ortasına işledi.
“Diğerleri benimle…” diye devam etti.
“Asayiş bekliyor. Bir sürü vaka vardı. Vatandaşımızı da mağdur etmeyelim...Hadi, toparlanın. Eşini, kardeşini evine bırakan karakolda olacak.”
Baran ağabey gibi diğerleri de ses etmeden sadece başlarını sallayarak ayaklandı.
İsmail ağabey derin bir nefes alıp, montunu giyerkenen Şeyma’ya döndü.
“Şeyma’m… Azra ve Meltem’i de biz bırakalım, sonra geçerim karakola.”
“Ben gitmiyorum ağabey.” dedi aniden başını kaldırıp Azra, sözleriyle salon bir anda sessizliğe büründü. Sesinde ki keskin ve titrek ton ile gözlerimi başka yöne çevirdim. O ses tonu dahi kalbimi titretmeye fazlasıyla yetmişti; gözlerim istemsizce dolarken alt dudağımı ısırıp derin bir nefes aldım. Kimseyle yüzleşecek hâlim kalmamıştı çünkü. Ne mecalim vardı artık biriyle yüzleşmeye, ne de kendimi anlatacak derman...
“Güzelim…” dedi, Yiğit Alper çaktırmadan, ikaz eden yumuşak bir sesle...
Alparslan ağabey, Azra’ya yan gözle keskin bir bakış attı. Gözlerinde bir komutan değilde, kardeşini sorgulayan bir ağabey ifadesi vardı.
Azra ona bakarak, gözlerini kapatıp tekrar açarak başını usulca salladı; sanki o an konuşmadan bir antlaşma imzalayan iki insan gibiydiler.
Alparslan ağabey buruk bir tebessüm ederek derin bir nefes aldı.
Ardından bize döndü.
“Sıkıntı yok, Azra kalsın… Geri kalan hanımlar ve beyler… Hadi!” deyince Alparslan ağabey, Azra’nın bakışlarıyla denk düşmemek için derin bir nefes alıp başımı başka bir yöne çevirdim tekrar. Oysa Azra’nın yeri çok başkaydı bende hala ama, annesiyle olanlardan sonra ikimizinde konuşmaya dermanı kalmamış ve yüz yüze bile gelmemiştik...
Ama o an ortamın enerjisini bozan yine o çift olmuştu...
Meltem abla karnını tutarak ayağa kalkmaya çalıştı, ama kalkamayınca bir anda:
“Göktürk… Göktürk yetiş!” diye panikle seslendi.
Ortamdaki ciddiyet bir anda dağıldı; herkes gülmeye başlamıştı istemsizce Göktürk ağabeyin tepkisine...
“Geliyorlar mııı kız? Ben ama hazır değilim ki!”
Göktürk ağabey panikle koştu, eşinin kolunu tutup kaldırmaya çalışırken söyledikleri o kadar acil ve telaşlıydı ki hepimizi acıyla dahi olsa kahkahaya boğdu.
“Kalkamıyorum Göktürk, ne gelmesi ya!” diye çıkıştı Meltem abla, nefesi kesilmiş hâlde.
“Kesin miyiz peki?! Bak aşkım, görev başındayken doğum yapamazsın. Yetişemem, felan! Gelmiyorlar, değil mi kesin?!”
“Göktürk, sana inat doğuracağım şimdi şuraya vallahi...Sus da, kaldır be adam! Tusbağa gibi sırt üstü kaldım!!”
Tansu ağabey başını iki yana sallayıp gülerek:
“Bizimkiler yine full kaos modunda…” dedi.
Meltem abla o an “Ah ağabey…birdi üç oldular. Bir de onu bana sorun.”diyerek Tansu ağabeye göz devirdi.
“Allah sabır versin be bacım.”dedi Tansu ağabey ise gülerek. Ama Göktürk ağabey, çoktan lafa girmişti bile Meltem’i kapıya yönlendirirken...
“Sağ olun Komutanım, sağ olun...İzninizle ben karımı bir götüreyim, zaten zor kalktık.”dedi Tansu ağabeye bakarak ama bir yandan da Meltem ablaya söylenmeden edemeden :
“Çocukların doğmadan psikolojisini bozacaksın Meltem’im ya. Birken üç demek nedir?”
“Ay Göktürk, yeter!”
Karısının bezmiş haline “Tamam aşkım, kızma ya...yavaş yavaş hadi...”diyen Göktürk ağabey ve Meltem abla da bize veda ederken...
Bu kez Baran ağabey derin bir nefes alıp İsmail ağabeye döndü alaycı bir ciddiyetle.
“Sarı saçlı isotum… arabayı düzgün kullanıyorsun bebeğim. Karım ve çocuğum sarsılırsa… seni sarsarım yoksa, biliyorsun ?”
Hepimizin yüzünde yeniden yorgun ama içten bir tebessüm yayıldı.
İsmail ağabeyden ise yanıt gecikmemişti.
“Anladık tamam, araba da hamile kadın olduğunu bizde görüyoruz. Kör değiliz. Bıktırdınız beni tembihlerinizle ! Ne kıymetli karılarınız varmış be…”
Emirhan ağabeyin cevabı ise kahkahaları yükseltti:
“Dediii Light İsmail yürek yakaaan!”
Kahkahalar solanda yükselirken “Kocama yüklenmeyin ama,” dedi Şeyma abla bu defa. İsmail ağabey göz devirdi.
“Yürü güzelim, uyma şunlara. Kendisi bıraksın karısını bu defa,” diyerek söylenen İsmail ağabey ve Şeyma abla hızla kapıdan çıkarken.
“Bırakırım lan, sana mı kaldı benim neşteri belalımın şoförlüğü” dedi Baran ağabey gülerek.
“Bizde gidelim canım, benı bırakıp dönersin sende,” dedi Emel abla ise ikilinin çekişmelerine gülerek.
Baran ağabey ise derin bir nefes alıp bana yaklaştı.
“Emel ablanı bırakıp geleyim, bahçe kapısında olacağız, tamam mı kardeşim?” dedi, sesi ciddi ama güven vericiydi.
“Teşekkür ederim ağabey,” dedim, omzumu sıvazlamasıyla içimdeki yalnızlık korkusu bir nebze olsun hafiflemişti.
Ardından burukça tebessüm etti.
“Öz kardeşimden ötesin, Emir’den ve Azra'dan farksızsın yanımda. Bunu bil, kardeşim. Bir ihtiyacın olduğu an bir telefon uzağındayım,” dedi.
Başımı salladım, gözlerim dolsa da güçlü görünmeye çalıştım. Onun omzumdaki elini geri çekmesiyle Emel abla bana sıkıca sarıldı bu defa...
“Ne zaman istersen ara, birtanem, tamam mı? Kendini asla kasma… Bebeğin sağlıklı, ama annemizin de sağlıklı olması gerek, anlaşıldı mı?” dedi; sarılışındaki koruyucu sıcaklık içimi ısıttı.
“İyi ki varsın abla… Annem gibi iyi geliyorsun bana,” dedim, sesim titreyerek.
Geri çekilip yüzümü avuçlarının arasına aldı. O kadar şirin ve tatlıydı ki o an sözleriyle...
“Manevi annen benim artık. Tek bir saç teline zarar gelse… Emir’e bırakmadan ben yakarım ortalığı, güzelim benim,” diyerek başımdan öptü, tekrar sarıldı.
Onları da en sonunda yolcu ettikten sonra kapıyı kapatınca dudaklarım istemsizce büzüldü, kalbimde bir boşluk hissettim. Biri dokunsa, hıçkıra hıçkıra ağlayacak hale gelmiştim yine...Derin bir nefes alıp koltuğa uzanarak yastığa sarılan Azra’ya baktım...
Bir an konuşmak istedim ama içimde onunla konuşacak hala derman olmadığını anlayınca hızlıca odamıza çekildim. Uyuyan kocamın yanına sokuldum minik bir çocuk gibi. Yine sessiz limanımın yanı başına sığındım dünyadan kaçarak. Yatağın kenarına geçerek yaklaştım sessizce...Dudaklarım titreyerek bir öpücük kondurdum saçlarına. Derin bir nefes alınca yavaşça okşadım saçlarını...
Saniyeler geçtikçe minik minik uyanma mırıltılarını duyunca; başımı onun başına yasladım. Kolları haraketlenip beni belimden sarmaya başlayınca titredim o an ağlamamak için kendimi kasarak.
Göz kapakları ağır ağır haraketlendi.
“Güzelim…” dediğinde boğazıma kadar gelen hıçkırığı bastırıp derin bir nefes aldım ve başımı yavaşça kaldırdım.
“Buradayım…” dedim fısıltıyla.
Hareleri ile göz göze geldiğimiz an başını hafifçe geriye çekip yüzüme baktı. Yavaşça, büyük bir özenle, yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına itti… O dokunuşla içimde bir şeyler çözülür gibi oldu. Göğsüne küçük bir çocuk gibi sokulunca alnıma uzun, içimi delip geçen bir buse bıraktı.
“İklim'im...İyi misin bebeğim? Bir şey mi oldu, nefesin niye bu kadar düzensiz kurban olduğum?” diye fısıldadı. Sesindeki endişe, yüzümü okşayan parmağının titremesi… dayanamadım; gözlerim anında boşaldı. Göğsüne daha çok saklandım.
Yanağımı okşayan parmağı bir anda durdu. Derin bir nefes alışından anlamıştım gördüğünü.
Çenemi kavrayan parmakları, yüzümü yukarı kaldırdı. Gözlerimin içine baktı… Ve tek tek, bir özenle, bir sahiplenişle öptü iki gözümü de.
“Gözlerin kurban olduğum...Kim akıttı incilerini, benim güzelimin?” dediğinde başımı eğmek istedim. Ama bırakmadı. Parmaklarını çenemde sabitledi.
“İklim’im…ilk ve son baharım, nefesim… Bana mı üzüldün yine sen? Benim yüzümden mi bu dökülenler, gül bakışlım?”
Başımı iki yana salladım sadece. Onun yanında ağlamak bile, kendimden utandırırken... Onu kaybetme korkusu ile yine bu hale geldiğimi diyemezdim ki...
O an dudaklarıma eğildi. Kısa bir an. Ama beni susturmaya, dinlendirmeye, nefesimi toplamaya yeten bir an… Geri çekildiğinde yüzümü minik minik santim santim öpmeye devam etti.
“İklim’im...güzel eşim benim...güzeller güzelim...yüreğimin cennetti...”dedi, fısıldayarak öpmeye devam ederken. Sıcak nefesi ve dudakları yüzümde dolaşırken dudaklarım titredi istemsizce.
“Emir'im…” diye fısıldadığımda bir kez daha dudaklarıma kapandı. Susturdu beni.
Kalbim paramparça olurken, yine o topladı beni bir anda. Merhamet kokulu adam… yaşadıklarını hak etmeyen, ama yine de benim için, bizim için dimdik duran adam…
İçim kan ağlarken yüreğim yine sessizce kanayarak onun kalp atışlarına tutundu.
Geri çekildiğinde alnını benim alnıma dayadı. Nefeslerimiz birbirine karışırken yanağından süzülen yaş dudak kenarıma düştü, köz gibi yaktı bedenimi...
“Nefesim benim...Keşke elimden gelse ama giden zamanı sana geri getiremem… bu saaten sonra zamanımızı da durduramam. Ama şunu biliyorum ki… benim karım çok güçlü... Nelere göğüs gerdi çünkü benim eşim. Nelerle mücadele edip buralara geldi. Bu yüzden bende eşim kadar güçlüyüm, kurban olduğum. Sen gücümü benden alırsan… nefessiz kalırım, İklim’im…Güçlü durmazsan, Emir'i kim tutacak ayakta...”
O an tutamadığım hıçkırık dudaklarımdan kopup çıktı.
Hiç düşünmeden, bir refleks gibi, beni göğsüne sardı.
“Atma içine inci gözüm, ağlamak istiyorsan ağla tabii ki... Ağlamak güçsüz kılmaz bizi...Dök zehrini güzelim, dök içini boncuk gözlüm… Henüz yanındayken dök ki sileyim incilerini iki gözüm... İçine de atma, ne varsa dök içini, Emir'in gibi dertle çürütmesinler içini. Ne varsa yanacağın, beraber yanarız… ama benim gibi içine atıp çürümene izin vermem nefesim. Dünyayı yakarım ama senin saç teline dokundurtmam güzeller güzelim benim...”
“Üşüyorum, Emir…” dedim titreyen bir nefesle. “Nefesinden uzak kaldıkça donuyorum… çürüyorum…”
Kollarını daha da sıkı sardı. Başını boynumun girintisine gömüp kokumu derince çekti içine. Boynuma bir öpücük kondurdu.
“Benim nefesim hep burada olacak… hep kokunda…”
“Emir’im…” dedim tekrar, boğazım düğümlenerek.
Bu kez gözleri doldu.
“Şu Emir demelerine… her saniye açım biliyor musun? Adımı ben yapan… senin o naif sesin, kurban olduğum...şu dünyanın her şeyine doydum ama bir sana bir de şu Emir deyişlerine doyamıyorum...”
O an tekrar kapandım göğsüne ağlayarak. Bir müddet öylece kaldık. Gözlerini silip alnıma bastırdı dudaklarını.
“Cennet kokulu sevdiğim benim,” dedi titreyen sesini toparlamaya çalışarak.
“Hadi söyle güzelim artık...gözlerini niye doldurdun İklim’im? Biri mi incitti yüreğini sevdiğim?”
“Gazi dediler sana…”dedim, en sonunda.
“Ne...Ne dediler?” diye sordu, kaşları anında çatılarak yatakta hafifçe doğrulurken.
“Sana gazi dediler Emir, gazi uzman dediler… ya ötekini de derlerse bir gün…”dedim hıçkırarak.
“İklim’im…”dedi, bir an bile tereddüt etmeden yüzümü avuçlarının arasına alarak.
“Emir’im deyince hep uyanıyorsun ya… O zaman da ‘Emir’im’ desem Emir… uyanır mısın?”
Başını alnıma yasladı… gözleri buğulandı… sesi kısıldı:
“Bedenen uyanmasam da… ebedi olarak uyanırım, nefesim.”
“Bunu deme işte… lütfen deme şunları…” dedim, gözyaşlarım tekrar akarken.
O ise yanaklarımdan akan yaşları başparmağıyla sildi, alnıma dudaklarını bastırdı.
“Demek zorundayı. Benim içinde kolay değil kurban olduğum. Biliyorum zor… çok zor,” dedi Emir, sesi o kadar sakindi ki, kalbimin atışı bile onun tonuna uymak istedi. “O acının tarifi olmadığını biliyorum. Ama demek zorundayım bebeğim...”
“Emir...” dedim, devam etmesini istemeyerek. Ama o derin bir nefes alarak devam etti sesinin titremesine aldırış etmeden.
“Özür dilerim ama bunların daha kötüsünü de duyacaksın belki güzelim. Lakin gözüm asla arkada değil. Çünkü benim karımın benimle her zaman gurur ve onur duyduğunu biliyorum. Beni çok sevdiğini biliyorum. Bana kızgın olsa bile… üstüme toz kondurmayacağını da biliyorum. Ve en önemlisi…” Parmakları yanaklarıma doğru kaydı, gözleri gözlerime kenetlendi. “Benim karım çok güçlü bir kadın. Kim nasıl bakarsa baksın, o kendi hikayesinin kahramanı. Bu yüzden güçlü duracaksın her zamanki gibi anlaştık mı kurban olduğum? Gözümü arkada bırakmayacaksın, düşmanlarımızı güldürmeyeceksin inci gözlüm...tamam mı?”
“Emir…” dedim, adı dudaklarımdan ince bir titremeyle döküldü.
“Emir’in kurban olsun yoluna, kurban olduğum…” diye fısıldadı. Kabul etmiş sayarak alnımdan öpünce, o an içimdeki tüm duvarlar yıkıldı.
“Çok seviyorum seni… çok seviyorum Emir…” dedim, sesim titreyerek.
Emir’in yüzünde o yumuşak, içimi sıcak bir battaniye gibi saran gülümseme belirdi. Saçlarımı nazikçe okşadı, ardından usulca öptü.
“Ben de seni çok seviyorum, güzelim benim…” dedi.
Ardından parmakları yavaşça karnıma indi. O dokunuş… içimde hem huzur hem sızı bırakan o dokunuş…
“Bebeğimiz nasıl bakalım?” dedi konuyu değiştirerek. “O da annesi gibi çok uykucu mu… yoksa annesi gibi babasıyla inatlaşacak, minik bir inatçı mı?”
“Off Emir ya…” dedim gözlerimi devirdim burukça tebessüm ederek.
Kaşlarını hafifçe kaldırıp, o tanıdık muzipliğini takındı ortamda ki havayı dağıtmak istercesine.
“Şunu demeni o kadar özledim ki…” dedi. “Biraz daha utandırsam mı seni güzeller güzeli?”
“Nasıl olacakmış o?” dedim, dudaklarımı büzüp burnumu çekerek.
Başını yana eğdi gülümseyerek, gözlerini gözlerime kilitlendi.
“Yağmurlu bir gün… desem öğretmen hanım? Sen ve ben desem...kucağımda bir sen desem...”
“Ya Emir ya…” dedim, utanarak gülerken. Her defasında düşüyordum bu haline...Yanaklarım alev gibi yanmaya başlayınca gözlerimi kaçırıp akan gözlerimi sildim.
Parmak uçlarıyla saçlarımı kulağımın arkasına iterek gözlerimi haps etti kahve harelerine.
“Gülünce o kadar güzelsin ki İklim’im…” dedi, sesi neredeyse nefesimle karışarak.
“Her hâline… o kadar fazla aşığım ki,” dedi, sesi içime işleyen bir sıcakla, “bin ömrüm olsa, binini de şu gülüşün için harcamaya varım…”
“Deme öyle…” dedim, kalbim göğsümün içinde ürkek bir kuş gibi titrerken.
“Dedim bile…” diye fısıldadı gülümseyerek. İşte o anda...o anda yanağında beliren o gamze… işte o gamze onun en geri çekilemez, en teslim alıcı yanıydı. Parmağım farkında bile olmadan gamzesine doğru kaydı. Gülüşü daha da büyüdü; sanki sadece benim için açan bir çiçek gibi.
“Seninki çıkınca,” dedi o kendine has alaycı şefkatiyle, “gözlerinin rotası nasıl hemen yanağıma kayıyor… bak yine öyle oldu.”
Sonra parmağımı kavradı parmakları, dudaklarına götürüp uzun bir buse kondurdu; o kısa dokunuş bile içimde yıldırımlar çaktırdı. Parmak ucumu nazikçe tekrar gamzesinin çukuruna yerleştirdiğinde yüzümün nasıl kızardığını hissedip başımı dayanamadım, göğsüne gömdüm.
Göğsünün altında atan kalbi, kendi kalbimi hizaya sokan bir ritim gibiydi.
O an attığı kahkaha… işte her şeye bedeldi. Dünyamı aydınlatan tek ışıkmış gibi yankılandı kalbimde o gülüşü...
“Şunu yapışına bitiyorum ya…” dedi, sarılışını sıklaştırarak. “Ben sana kurban olmayıp da ne yapayım, heh? Ne yapayım seni…”
"Emir…" dedim, utancım sesime sinerek. Sözümü duyar duymaz hafifçe geri çekildi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. Parmaklarının sıcaklığı bile kalbimi hızlandırmaya yetiyordu. Yanağıma doğru eğildi, önce bir buse bıraktı, sonra diğer yanağıma…
"Rabbim böyle bir güzelliği bana vermiş," dedi, her kelimeyi hayranlıkla yudumlayarak.
"Al bu kulu doya doya sev ki, bende seni seveyim demiş…" diye fısıldadı ikinci kez uzunca öpücüğünü kondururken.
“Yetmemiş o kuluna da, beni sevdirip cenneti hediye etmiş!”
Ben daha nefes bile alamadan, gülüşüme dayanamayıp bu kez burnuma bir öpücük bıraktı.
“Bu cennete doyulur mu, Yaradan'ına kurban olduğum?!”
O öpmelere ve iltifatlara devam ederken... Benim utancım tamamen ortaya saçılmıştı ama o bundan öylesine hoşnut, öylesine mutluydu ki…Ne benim bozasım vardı, ne de onun doyası...
"Sen söyle be cennet kokulum ?! Ben seni öpmeden, sevmeden, yemeden nasıl durayım heh?! Nasıl durayımmm?! Bir de utanıyor bebeğim benim ya!" dedi, gözleri kısılıp o çocukça, içten gülüşü yüzüne otururken üst üste öpmeye devam etti yüzümü.
"Ya Emir, huylanıyorum…" diyebildim, yüzümden huylanarak gülerken.
"Kurban olurum ben senin her zerrene, her kelimene… Şu tatlılığa bak!" diyerek tek eliyle yüzümu tutup öpmeye devam ederken, dudakları dokunmasa eksik kalacakmışım gibi gülmeye devam ettim onunla.
"Emir… yeter…" dedim, nefesim titrerken.
Başını iki yana salladı, gözleri parıldadı.
"Yetmez… yetmez! Doyamıyorum. Ben—" dedi, dudaklarını yanağıma, şakaklarıma yeniden kondururken,
"—ben karıma doyamıyorum! Ben cennet çiçeğime doyamıyorum!!"
O an içime işleyen şey sadece sözleri değildi… Sesindeki o sahipleniş, o hayranlık, o delicesine seviş… bütün bedenime sıcak bir ateş gibi yayılmıştı.
O an gülüşlerimiz yankılandı birkez daha odada. Ben onun her anını, her gülüşünü içim yana yana zihnime ve kalbime kazırken, o ise ilaçlarının verdiği mayışıklık ve rahat hisle hem benimle uğraşıyor hemde gözlerinde bir nebze dahi olsa eski ışıltısını saçıyordu gülerek. Doğmamış kızımıza ve bana gülümseyerek iltifatlar ederek, severek ve öperek geçirdik bir günü daha...odamızdan çıkmadan, tüm günümüzü birbirimize ve kızımıza hediye ederek...
____
Oy sınırı dolmadan attım, siz hakkimi vermesenizde ben artık sırf bana değer veren nadide insanlar için atıyorum artık. Diğerlerine de tek kelime edecek halim yok...
Yetti artık, vicdanınız nasılsa, öyle olun...
Oy ve yorum bekliyorum nadide okurlarım...💜
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |