

Azra Yılmaz’dan…
Başımı okşayan o tanıdık elin sıcaklığı, sanki karanlığın içinden çekip çıkaran bir ışık gibiydi. Gözkapaklarım ağır ağır aralandığında ağabeyimin yüzündeki o kocaman, yumuşak gülümseme ile karşılaştım. Başımı eğip kaçırmaya bile fırsat bulamadan, alnıma hafifçe bir öpücük kondurdu.
“Günaydın, cimcimem…” dedi, sesi her zamanki gibi güven veren, içimi toparlayan bir tondaydı.
Bir anda gözlerimin dolduğunu hissettim; boğazımdaki düğüm de güne uyanmıştı anlaşılan. Gülümsemeye çalıştım ama daha fazla tutamadım kendimi, doğrulup kollarıma ona sardığımda içimdeki özlem bir anlığına hafifledi.
“Ağabey…” dedim, sesim titreyerek.
“Prensesim benim...Burnumda tütüyordun günlerdir,” diye fısıldadı saçlarıma, beni daha sıkı sararak.
O an, onun kokusu, sesi, dokunuşu… hepsi birden yıllarca aradığım sığınağı yeniden bulmak gibiydi.
“Gelmen iyi oldu…Telefonda sesini duymak, yüzünü görmek kesmiyordu beni...” diye fısıldadı, başımdan bir kez daha öperken.
“Ben de çok özledim ağabey…” dedim, sesim titreyerek.
“Kurban olurum sana…” dedi o her zamanki şefkatiyle. Saçlarımı okşayarak. Başımı göğsüne yasladığımda, başını eğerek başıma yasladı.
“Yengem nerede ağabey?”
“Mutfakta… kahvaltı hazırladık birlikte. Seninkini buraya getirince, mutfağı toparlıyor o da...” Omzunun üzerinden mutfağa baktı, sessiz bir iç çekişle. “Biraz çekiniyor hâlâ sizden…”
“Ben ona karşı bir yanlış yapmadım ki ama…” dedim hemen, içimdeki kırgınlığın ona yönelmediğini bilsin istercesine.
Ağabeyim başını ağır ağır salladı.
“Biliyorum güzelim… biliyorum. Ama onun yaşadıkları da normal değildi ki hiç.” Derin bir nefes aldı, sesi boğuklaştı. “Anneme bu yüzden kızgınım zaten...”
“Hâlâ arıyorlar mı seni?” dedim çekinerek.
Sesim öyle kısık çıktı ki, sanki korkum boğazıma düğümlenmişti.
“Arıyorlar…” diye iç çekti.
“Egemen de Alparslan Üsteğmen ile kalmaya başladı ya… evlat korkusunu iyice yaşıyorlardır artık.”
Bir an sustum. Sonra derin bir nefes alarak ona döndüm.
“Affedecek misin peki…” dedim, “Derslerini aldıklarında?”
Bakışları o an değişti. Sertleşmedi… ama derinleşti. Acısı konuştu adeta, kelimelerini seçmeden.
“İklim’in affettiği gün…” dedi, sesi ağır ağır çıktı.
“O gün affederim onları. Ama… annemin o tokadını, İklim affetse bile ben affetmeyeceğim.”
Yutkundu. Parmakları dizinde yumruk oldu.
“Çünkü annemin attığı tokat sadece bir kadına değildi.”
Gözleri bir an boşluğa kaydı.
“Doğmamış bir bebeğe de atıldı, güzelim.”
Gözlerim bulanıklaşırken o gözlerini kaçırdı; belli ki yıllardır içine gömdüğü yer acıdı yeniden.
“Annem, benim karıma sadece el kaldırmadı o gün.”
Nefesi kırıldı, sesi çatladı.
“Aynı yerden yara almış bir hemcinsine… hem de hamile olmasına rağmen o eli kaldırdığı için bitti gözümde… her şeyi affederim ama bunu asla affetmem güzelim.”
Elini tutup avuçlarımın arasına aldım.
Parmaklarımın arasından süzülen o sıcaklık, içimde giderek büyüyen korkuyu bir anlığına olsun susturdu.
“Her kararına saygım sonsuz, ağabey…” dedim, sesim ince bir fısıltıya dönüşmüşken.
Ağabeyim başını yana eğdi, o yorgun ama hâlâ güçlü bakışlarıyla yüzüme baktı. Gözlerinin kenarındaki ince çizgiler bile hayatın ona neler yaptığını anlatıyordu.
“Biliyorum güzelim…” dedi. “İklim’e de darılma. O da en az senin kadar yorgun… her anlamda.”
“Darılmıyorum,” dedim hemen. “Hak veriyorum ona aslında. Ama konuşmamız lazım. İçine atıyor, belli.”
Ağabeyim iç çekti. Başını usulca salladı.
Sonra yüzüme daha dikkatli bakıp kaşlarını hafifçe çattı.
“Alper’le nasıl gidiyor? Üzüyor mu seni hiç?”
Başımı hızla iki yana salladım; burnumu çektim, gözlerim dolmadan önce kelimeleri yetiştirmek ister gibi…
“Aksine… elinden gelenin fazlasını yapıyor. Çok iyi davranıyor bana...Her kararıma saygı duyup destekliyor. Bu bile yetiyor...Ailesi sıkıntılı sadece, onlarla da ilgilenmiyorum.”
Ağabeyimin omuzları gevşedi, yüzünde kısa ama yerini çabuk kaybeden bir rahatlama belirdi.
“Alper iyi çocuk,” dedi. “İçini herkese açmaz o. Ama sana açtı. Bu yüzden içim rahat… seni ona emanet edebiliyorum.”
Dudaklarım titredi.
“Ağabey…” dedim zorla. “Vasiyetini… Alper de biliyor.”
Bir an durdu.
Nefesi göğsünde ağır bir taşa çarpıp geri döndü sanki.
“İlk vasiyetimi biliyordur,” dedi sessizce. “Ama ikincisini… hiçbiriniz okumadınız daha.”
Kalbim göğsümde tökezledi.
“Ağabey, niye böyle yapıyorsun?” dedim boğuk bir sesle. “Niye bu kadar umutsuzsun? Niye savaşmıyorsun artık?”
Gözyaşım aktı.
“Kızın olacak… değmez mi? Kurşuna yenilmeyen adam bir hastalığa mı yenilecek? Bu adil mi?”
Ağabeyimin gözleri birden doldu. Ama ağlamadı. Onun yerine acı bir tebessümle baktı.
“Savaşmadığım hâlim bu mu Azra’m?” dedi, gözlerini kırpmadan bana bakarak.
“Umutsuz hâlim bu mu? Eğer umutsuz olsaydım… sen bugün benim mezarımda bir taşı okşuyor olurdun. Bunu biliyorsun.”
Yutkunamadım bile.
“Bize hazırlık yaptırıyorsun ama…” dedim hıçkırığımı tutamayarak. “O sona hazırlıyorsun hepimizi. Bu… bu çok haksızlık ağabey. Senin gibi biri böyle bir şeyi....Hak etmiyorsun böyle bir sonu işte ağabey. ”
Ağabeyim gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
“Bazı haklar ödenmez bu yüzden cimcimem,” dedi kısık bir sesle.
“Birçok insanın hayatına dokundum. Bu benim için en büyük şeref, gurur ve onur. Sırf bu yüzden bir asker olarak son nefesime kadar savaşacağım her şeye rağmen… bu yorgun bedenle, bu ağrılarla… Üniformam yok artık ama, ruhum hala o üniformaya sadık şekilde savaşıyor.”
Sonra yavaşça, neredeyse duyulur duyulmaz bir tonda ekledi:
“Yine de… ölüm bile bir yerde...benim için sessiz bir kurtuluş sokağı.”
O cümle beni yerle bir etti. Dizlerimin bağı çözüldü.Gözlerimi kapattıp başımı başka yöne çevirdim.
“Ağabey, deme şunu ya!”
Ama o devam etti…
“Demek zorundayım. Dün aynı şeyi yengenle konuştum. Dayanamıyorum Azra. Her kriz, canımı o kadar çok yakıyor ki...”
Elimi avuçlarının içine daha da haps etti.
“Çektiğim acılar… günden güne çoğalıyor. Dışarıdan dağ gibi görünüyorum ya hani… içimde her saniye başka bir organım iflasa hazırlanıyor.”
Kısa bir an sustu. Gözleri karardı.
“Kızımla koşmayı ben de istiyorum… saçlarını koklamayı, ilk adımını görmeyi… ama her saniye ömrümden ömür gidiyor.”
Kazağını sıyırdı.
Damarlarını gösterdi.
Rengi… gerçekten olması gereken renkten çok uzaktaydı.
“Bak,” dedi. “Yeşil olması gereken damarlar siyaha dönüyor. Sence ben direnmesem… çoktan ölmez miydim, güzelim bunlarla?”
Gözlerimden yaş akarken başımı eğmişim farkında olmadan.
“Ağabey…” dedim, sesi çıkmayan bir çığlık gibi.
Parmaklarıyla çenemi tutup başımı kaldırdı.
“Şşt! Baş eğmek yok,” dedi yumuşak ama buyurgan bir sesle.
“Daha ağabeyin direniyor minik avukatım benim. Hem sen hayallerimizi biliyorsun. Benim Azra’m… beni kaybetse dahi ağabeyi yanında gibi yaşamaya devam edecek. Ben bedenen göçeceğim bu dünyadan, ruhen yanınızda olmaya devam edeceğim ki cimcimem. Bu yüzden başınızı eğdiğinizi görmeyeceğim. Ben yokmuşum gibi değil… hâlâ sizinleymişim gibi yaşamaya devam edeceksiniz. Tamam mı?”
Gözyaşlarım durmuyordu ama başımı salladım.
O ise alnıma uzun bir öpücük bıraktı, beni kollarının arasına aldı.
“Aferin benim güzelime…” diye fısıldadı, sesi acı ve şefkatle karışık titrerken.
"Hadi yemeğini ye güzelim. Ben de bir sigara yakıp bahçeye çıkacağım. Baran ağabeyin gelmiştir, onunla konuşacaklarım vardı hem… Yemeğini bitireceksin, anlaştık mı?"
Başımı usulca sallayınca elini yüzümden çekti, gözlerimdeki yaşları başparmağıyla sildi.
"Afiyet olsun güzelime."diyerek alnıma uzun bir buse bırakıp saçlarımı geriye iterek kalktı.
"Sağ ol ağabey…"
"Bir şey olursa yengen mutfakta zaten. Biz de aşağıdayız, seslenirsin hemen."
"Tamam ağabey…" dedim kısık bir sesle.
Gülümseyerek yanağımı sıkıp tekrar başımı öptü. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yumdum ağlamamak için kendimi kasarak. O ise çoktan geri çekilmiş, portmantodan montunu almıştı. Askılıktan düşen kapüşonunu toplarken göz ucuyla bir kez daha bana baktı; içinde hem özlem, hem sevgi, hem de o tanıdık ağabey sıcaklığı vardı.
Hazırladığı tepsiyi görünce bir de ekmek dilimlerini, küçükken yaptığı gibi, kalp şeklinde kestiğini görünce gözlerim dolu dolu başımı yana eğip ona baktığımda...Gülümseyerek öpücük atıp kapıyı sessizce kapatarak çıkmıştı.
Nasıl yediğimi bilemeyerek, sırf üzülmesin diye... Zorla dahi olsa kahvaltımı bitirip tepsiyi mutfağa götürdüğümde, İklim masada oturuyordu. Beni görür görmez sanki sandalyenin kenarında değil de diken üstünde oturuyormuş gibi irkildi.
Tepsiyi tezgâha bıraktığım anda o da hızla ayağa kalktı; bakışlarını yere indirip ellerini birbirine kenetledi.
“Elinize sağlık yenge,” dedim yumuşak bir sesle.
Tedirgin bir gülümseme dudaklarının kıyısında belirdi. Bir an gerçekten gülümseyip gülümsemediğini bile anlayamazken başını hızla eğip kapıya yöneldi.
Ama artık benim kaybedecek sabrım ve zamanım yoktu. Tam kapı eşiğine geldiğinde bileğinden nazikçe tuttum. O an derin bir nefes aldı; soluğu göğsünde bir yerlere takıldı sanki.
“Yenge…” dedim kısık bir sesle.
Bakışlarını hemen kaçırdı. Dudaklarını sıkıp birbirine bastırdı; omuzları gerildi, nefesi hızlandı.
Bir şey söyleyecek gibi oldu bir an ama sonra bakışlarını kaçırıp titrek bir nefes alınca annemin günahında, bende yanmak istemeyerek aramızdaki duvarları yıkıp, ilk adımı atarak sarıldım ona. Düşünmeden, hesaplamadan, sadece özlediğim için...
Kollarımı beline doladığım anda bedeni titredi; şaşkınlık mıydı, korku mu, suçluluk mu, ayırt edemedim.
O titreyince ben daha sıkı sardım onu.
“Azra, lütfen…” dedi, sesi titreyerek…
Sanki yıllardır dokunulmamış bir yarasının üzerine el sürmüşüm gibi. Omuz silktim küçük bir çocuk gibi burnumu çekip.Daha da sıkı sarıldım. Başımı omzuna yasladım.
“Ben İklim ablamı özledim…” dedim sessizce.
“Kadın kadının yuvasıdır derler ya… ben yuvamı özledim yenge. Ben seni çok özledim.”
O cümle, sanki içindeki bütün o savunmayı yavaşça çözdü. Omuzları gevşedi. Elleri tereddütle belimde durdu önce. Sonra, yavaş yavaş… gerçekten sarıldı bana. Bu defa içten, temkinli ama sıcak bir şekilde.
“Azra…” dedi yeniden, bu kez sesinde titrek değildi, özlem doluydu sanki.
Titreyen nefesi yanağıma değdiğinde, aramızdaki o soğukluk da eriyip gitti.
Bir süre öylece sarılı kaldık. Sonra yavaşça geri çekildim.
“Ben de seni çok özledim cimcimem,” dedi İklim, gözlerimin yaşlarını görünce.
Ben ise gülerek gözlerimi sildim.
“Ağabeyime benzemişsin iyice,” dedim.
Buruk bir tebessüm etti.
“Keşke onun gibi olabilsem… ama ondan bir tane daha yok maalesef,” diye fısıldadı.
Koluna girip başımı omzuna yasladım.
“Senden de bir tane daha yok ama… onu ne yapacağız?” deyince dudaklarını büzüp sandalyeleri işaret etti.
Beraber oturduk. Bu kez o, başını omzuma yasladı.
“Sen de suçlamıyor musun beni? Hüda Hanım gibi… beni ağabeyinin katili olarak görmüyor musun?” dedi, sesi çok kısık.
“ O nasıl söz yenge?” diyerek hızla doğruldum. Elleri elime düşünce sıkıca tuttum.
“Sen ağabeyimin nefesisin. Ben sana nasıl katil gözüyle bakayım?”
“Hayatınıza girmeseydim… Emir belki—”
“Olmazdı yenge.” dedim, keserek.
“Yaşamazdı ki ağabeyim sensiz. Senin sayende… nasıl tarif edilir bilmiyorum ama… birkaç ay dahi olsa ona gerçek bir nefes oldun. Ayakta tuttun. Herkes bunun farkında… annem bile. Onu ister affet ister affetme, inan hiç umurumda değil. Ağabeyimden hqk ettiği değeri görmüş oldu ilk kez, bu ona yeterli ders olarak kalacaktır...”
“Öyle deme… anneniz o sizin…” dedi yumuşak bir sesle.
“Annemiz…” dedim buruk bir tebessümle.
“Nasıl annemiz ama? Kimsesiz kalmamak için kendini bir adama mahkûm edip çocuklarının geleceğini hiçe sayan bir kadın…”
“Deme öyle… annene kinlenme. Kaybedince ‘Keşke böyle olsa da yine de başımda dursa’ dersin,” dedi usulca.
“Yenge o kadın sana tokat attı. Oğlunun gözünden sakındığı, uğruna bedeller ödediği karısına ve çocuğuna el kaldırdı… Her şeyi geçtim, ülkenin kadınları soktuğu zor durumlar yetmezmiş gibi bir kadın olarak, hamile bir kadına tokat attı. O tokat gelinine değil, tüm kadınlara atıldı benim gözümde...” dedim hafif sinirle.
“Daha önce de kovmuştu evden zaten cimcime,” dedi gülerek, burnunu çekip.
“Onu da yapmıştı, değil mi?” dedim aynı gülümsemeyle.
“Sonrası yok bende zaten… Ağabeyinin garip bir uzaklaştırma yöntemi var böyle şeylerde.”
“Ne yöntemiymiş o?” dedim, onun utangaç gülümsemesine karşılık vererek.
“Emir Kaan Nakliyecilik!” dedi küçük bir kahkaha atarak. Acıyla güldüğü belli olsa dahi, Ağabeyimin dediği gibi tebessümün yakıştığı nadir insanlardandı yengem.
“Direkt bebek gibi kucağına alıp uzaklaştırıyor işte… garip bir sakinliği var o anlarda...kıyamet kopuyor ama Emir garip bir şekilde ortamı toparlayıp cennete çeviriyor. Sanki yaşadıklarım kabusmuş da korkuyla uyanmışım gibi davranıyor. Ne yaşadığımı bile unutuyorum yanında…Yara almış olsam dahi, o kontrol edene kadar fark etmiyorum yanında...”
Başımı yana eğip gülümsedim.
“O da senin gibi düşünüyor, biliyor musun?” dedim, yavaşça. “Senin yanında huzur buluyor…”
“Peki sen Alper ile nasılsın?” deyince bu defa utanan ben oldum.
“Yiğit Alper...yaraya ilaç gibi derler ya. Öyle biri gibi...seviyor, iyileştiriyor...”
Gözlerini uzaklara dikti, elleri karnına doğru gitti, hafifçe okşadı.
“Aşk iyileştirir...”dedi fısıltıyla, sesi neredeyse kendi içinde kayboluyordu.
“ Öyle...” diyebildim sadece; kelimeler boğazımda düğümlenmiş, kalbim sımsıkı atıyordu.
___
Emir Kaan Yılmaz’dan…
Baran’la bir müddet benden sonrası için konuştuktan sonra iyice daraldığımı hissedip cebimden sigara paketini çıkarıp masaya attım.
“Sıkıldım, konu değiştir. Yak bir tane.”
Baran kaşlarını çatarak bana döndü.
“Allah Allah ya?! Ben ‘kapat’ dedikçe deşiyordun Emir efendi, ne oldu?”
Gülerek paketten bir dal sigara çekip dudaklarımın arasına yerleştirirken,
“Şimdi de beni alakadar etmiyor bu konu,” dedim. O da aynı anda gülerek göz devirdi.
“Deli edersin adamı…”
Çakmağı çakıp sigaramı yaktım, ilk nefesi ciğerlerimde gezdirirken hafifçe salarken bir yandan da güldüm.
“Deliliğimden şüphen mi vardır Baran ağam?” diye teatral bir sesle takılmamla onun da sinirleri çözülüp benimle birlikte gülmeye başladı.
“Allah’ım sabır…” diye fısıldadı, hâlâ gülerek.
“Amin amin,” dedim umursamaz bir edayla. Sigaramın külünü silkeleyip bir nefes daha çektim.
“Şu kafadan ben de istiyorum,” dedi paketime uzanırken.
“Ee İklim’e söyleyeyim, benim ilaçlardan bir kutu da sana versin,” dedim gülerek. Bir yandan da telefondan bir türkü açıp masaya bıraktım.
“Ben sana şimdi onu mu kastettim be gülüm…” dedi Baran, sigarayı dudaklarından çekip yakmaktan vazgeçer gibi bir bakış attı.
Tekrar kahkaha attım.
“Ama kafam nasıl güzel be cano…” diyerek başımı omzuna yaslamam ile göz devirip gülmeye başladı.
“Sanki ilaçsız da bu kafayı bulmuyoruz gibi Emir’im ya,” diyerek sonunda sigarasını yaktı. Benim bakışlarım ise o sırada arabasını park edip bize doğru yaklaşan Göktürk’e kaydı.
“Gökoşumm!” diye gülerek seslenmem ile, o da gülerek başını kaldırdı.
“Ooo, keyifler yerinde.”dedi, telefonunu arka cebine sokup.
“Hoş geldin,” diyerek ayağa kalkıp ona sarılmam ile aynı şekilde karşılık verip ardından, karşımda duran sandalyeyi çekip oturdu.
“Hoş buldum…” dedi, eli hemen masadaki sigara paketine giderken.
“Baran ağayla bir de ben yakayım.”
Baran tek kaşını kaldırıp Göktürk’e bakınca, gülümseyerek telefondan türküyü değiştirdim.
“Şöyle güzel bir türkü söyler miyiz?”dedi, Göktürk keyifle ben türkü ararken.
Baran, Göktürk’e bir kez daha ters ters baktı.
“Ciğerimi yak yaka bırakmadı zaten… Biraz daha yaksın, Nemrud’un oğlu değil mi? Köz basacak yer kalmadı!” diye söylenince başımı iki yana sallayıp güldüm.
“Nemrud’un kızını bilmem ama Nemrud’un oğlu olmayı sevdim,” dedim arkama yaslanıp.
“Al bir de ne açmış…” dedi Baran, ciğerine çektiği dumanı sinirle üfleyip.
“Eşlik etmezsen çok kırılırım,” dememle göz devirip derin bir nefes verdi.
“Oğlum… göz devirip durma, bana karım gibi başladın sen de,” diye homurdandım bu defa.
“Eh be Emir… eh be gülüm…” dedi bu defa, sigarasını söndürerek.
Ona ters bakışı atan bu defa ben oldum. Sigaradan son nefesi çekip kül tabağına bastırdım.
“İyi… Ben de söylemekten vazgeçtim zaten,” dedim omuz silkip.
Baran’ın kaşları bir anda havalandı, hızla bana döndü.
“Emir’im…”
“Bakma öyle,” dedim gözümü kaçırmadan. “Hevesim kalmadı. Hem yapacağım çok işim var. Kızımla ilgileneceğim daha...”
Göktürk hemen araya girdi, bu defa:
“İlgilenirsin yine kardeşim, şaka yaptık… alınma.”
“Cık.” Başımı geriye atıp arkama yaslandım. “Alınmadım. Ama kızımla ilgileneceğim biraz. Hem onunla yapacağım işler varken, onunla yapar söylerim ben.”
Baran’ın yüzü bir anda çöktü, omuzları düştü. Sanki biri içinden minik bir parçayı çekip almış gibi…
“Emir…” dedi kısık bir sesle. “İçime dert mi olsun istiyorsun gülüm?”
Gözlerimizi birkaç saniye birbirimize kilitledik; masadaki hava bir anda değişti. Göktürk bile kıpırdamadı, sadece bakışını bize çevirdi.
Baran hafifçe öne eğildi, sanki lafı kaçırsa ben tamamen kaybolacakmışım gibi.
“Emir'im, yapma gülüm ya...Gel, söyleyelim ne söylemek istersen?”
Ben dudaklarımın kenarını kıpırdatıp derin bir nefes verdim.
“İlk sen gir bari, hevesleneyim biraz,” dememle Baran gülerek başını salladı. Yeni bir sigara yaktı; çakmak tıkırtısı masanın üzerinde yankılandı. Ben de paketten bir dal çekip dudaklarıma yerleştirip ateşledim.
“Ohohooo! Siz biri bitmeden ötekini yakıyorsunuz hacı,” dedi Göktürk kahkahasını zor tutarak.
“Sigara olmadan frekansa giremiyor bizim Urfalı,” dedim gözlerimi kısarak.
Baran tek kaşını kaldırıp bana döndü.
“Hele bana diyene bak hele… Sen farklı mısın manisalı?” dedi, sesi hem alaycı hem samimiydi.
Göktürk gülerek geriye yaslandı.
Baran sigarasının külünü hafif bir bilek hareketiyle silkerek kül tablasına bıraktı. Ciğerine derin bir nefes çekti, dumanı ağır ağır gökyüzüne doğru verirken; artık türküye girmek için nefesini hazırlıyordu.
Göktürk başını sallayıp yanıma doğru eğildi.
“Telefonu kurdum, çekeceğim sizi. Çaktırma,” diye fısıldadı gülerek.
Ben sırıtıp arkama yaslandım.
“İyi olur, uzun zamandır duymadık yanık ağa türküsü...”
“Hazır mısın gülüm?” dedi Baran, gülerek bana bakarak.
Ben başımı hafifçe eğip gülümsedim.
“Bakacağız bakalım...”
“İzle, lal edeceğim seni...”dedi, gülerek.
“Göreceğiz...”dedim, kendimden emin muzip bir gülüşle.
Baran bana yandan bir bakış attıktan sonra ciğerine çektiği sigara dumanını ağır ağır verip türküye başladı.
“Emirdağı birbirine ulalı…
Emirdağı birbirine ulalı…”
Kolay kolay söylemezdi bu türküyü; ama her hecesi yüreğinden gelirdi.
“Altın yüzük parmağında dolalı, gelin dolalı…
Altın yüzük parmağında dolalı, gelin dolalı…”
Öyle bir nağme yapıyordu ki, gururla bakıp gülümsedim ona.
“Burnun mu böyüdü gelin olalı?
Burnun mu böyüdü gelin olalı?”
Göktürk arkasına yaslanıp Baran’ı iç çekerek dinlemeye başladı; dudaklarında hafif bir tebessüm vardı.
“Ben seni kız iken seven oğlanım da…
Saran oğlanım…
Ben seni kız iken saran oğlanım da…
Seven oğlanım…”
Sigaramın külünü silkeleyip derin bir nefes çekmemle ona bir bakış fırlattım. Gülümseyerek arkama yaslanıp dumanı ağır ağır verdim. Gözlerini kapatıp türküye girmesiyle içimde yeniden filizlenen o hafif ağrıları içime gömüp onu dinledim:
“Emirdağ’ına da kara gidelim…
Emirdağ’ına da kara gidelim…”
“Allah bee, nağmelerine kurban!” diyerek Göktürk desteklerken, Baran bozmadan türküye devam etti:
“Ayvadan usandık, nara gidelim de…
Gelinim gidelim…
Ayvadan usandık, nara gidelim de…
Gelinim gidelim…”
Gözlerimi açtığımda, istemsizce Baran’a kaydı. Az önce benim ona baktığım gibi, o da bana bakıyordu:
“Buranın güzeli gönül eğlemez…
Buranın güzeli gönül eğlemez…”
Türkünün sonlarına gelirken sesi istemsizce titremeye başladı ama o, kararlılıkla bitirdi:
“Gönül eyleyecek yere gidelim de…
Gelinim gidelim…
Gönül eyleyecek yere gidelim de…
Gelinim gidelim…”
Ben ve Göktürk onu alkışlarken, Baran bakışlarını farklı yöne çevirdi.
“Yanlışlıkla sen lal oldun sanırım,” dedi Göktürk, kahkahasını zor tutarak.
“Cık,” dedi Baran, gözünden düşen bir damlayı çaktırmadan silerken.
“Lal olan bana melül melül bakıyor zaten,” diyerek beni işaret edince kahkaha attım.
“Ee, hadi sende Manisalı, babamın türküsünü okuttun bana beş yıl sonra,” dedi ardından.
“Ağlayacaksan oynamayalım ama,” dememle Baran gülerek gözlerini devirdi.
“Sen oku da kim ağlayacak, görürüz,” dedi kahkaha karışık bir sesle.
O an gözüm istemsizce balkonumuza kaydı. İklim ve Azra bizi izliyordu. Onlara göz kırptım, ardından bakışlarımı önümdeki telefona çevirdim.
Bir Neşet Ertaş türküsü açmamla Baran’ın yüz ifadesi anında değişti.
“Al açtığına bak! Böyle olmuyor Emir’im ya… Sök şu ciğerimi de ben de kurtulayım sende, be gülüm,” diye söylenip yerinde huzursuzca kıpırdanmasına gülümledim.
“Okumayayım mı türküyü?” diye sordum.
“Ben dahi buna hazır değilim,” dedi Göktürk, derin bir nefes alıp geriye yaslanırken.
“Okumayayım o zaman?” dedim, tek kaşımı kaldırıp onlara bakarken.
“Oku gülüm, oku…” dedi Baran, derin bir duman çekip gözlerindeki kararlılığı göstererek.
Sigaramın küllüğünü silkeleyip derin bir nefes çektim. Gözlerimi kapadım ve türküye yavaşça girdim. Her notada içimde biriken hüzün, özlem ve sessiz kırgınlık akıyordu. Dışarıdan bakan sadece melodiyi duyuyor gibi görünürdü; ama gözlerimin önünde başka bir dünya canlanıyordu. Kucağıma alamayacağım kızıma ve yüreğimin vatanına okudum türküyü her kelime kelimesine...
“Cahildim dünyanın rengine kandım…
Hayale aldandım, boşuna yandım…”
Sesim tahmin ettiğimden daha fazla yakıcı çıkarken, Baran’ın aldığı derin nefese rağmen başımı yana eğerek boşluğa bakıp devam ettim.
“Seni ilelebet benimsin sandım…
Ölürüm sevdiğim, zehirim sensin…”
Az önce balkonun diğer tarafında bizi izleyen İklim’e çevirdim dolu gözlerimi. Ona bakarken bir yandan bir hayale kapıldım. Yavaşça kızıma dokunduğumu, onu beraber kucağımıza aldığımızı... Kalbimde hem sıcak bir sevgi hem de keskin bir acı vardı. Sessizce bu duyguyu içimde taşıdım; kimse fark etmesin istedim ama hepsi farkındaydı...
“Evvelim sen oldun, ahirim sensin…”
Türkü akmaya devam etti, ben ise bakışlarımı yere indirip sigaramı yavaşça çektim.
“Evvelim sen oldun, ahirim sensin…”
Sigaradan son nefesi de çekip, dumanı ağır ağır bırakırken başımı Baran’ın omzuna yasladım. Bu hareketimle türküyü kapatmak için yönelmesi bir oldu.
“Yeter Emir’im… yeter!” dedi, sinirle gözlerini silerken. “Ne kendinde ciğer bıraktın ne bizde be kardeşim…”
Acı acı gülümsedim.
“Oğluna bu yüzden adımı koyma… bahtı bize çekmesin.”
Baran elini sırtıma koyup hafifçe sıvazladı, sesi yumuşadı.
“Düşünme bunları… hadi dinlen biraz.”
“Kızımın odasını düzenleyecektim ben…” dedim birden, içime çöken yorgunluğu kenara itip.
Göktürk buruk bir tebessüm edip ayağa kalktı.
“Hadi sen, çık yukarı kardeşim… Hem biraz dinlenirsin, hem biz de bakarız sen bitirince...” dedi. Derin bir nefes alıp başımı sallayabildim. Göğsüm yine o tanıdık ağırlıkla indi kalktı… içimde bir yerde, adını söylemeye cesaret edemediğim o acı kıpırdadı ama yüzüme yansıtmadım.
"Hatta ben de forma almıştım yeğenime... minicik böyle, pembe beyaz çubuklu forma. Bir görsen, bir karış bir şey! Onu getireyim, arabadaydı." dedi Baran, ortamı dağıtmak istercesine.
Gülümseyerek ona baktım, bir an gerçek bir mutluluk gibi görünmesi için çabayla dudaklarımı kıpırdattım. "Yarım saatlik işim var odada... yarım saat sonra getirsen olur mu?"
Başını hızla salladı.
"Olmaz olur mu gülüm, nasıl rahat edersen."
“Emir'im... Bu arada, Alper ile Azra resmi nikâh kıymışlar gizlice... Dediler mi sana?” dedi Göktürk, telefonuna gelen mesajdan başını kaldırıp.
Derin bir nefes verip başımı salladım.
“Haberim var. Gönül eğlendirip ahiretinizden etmeyin birbirinizi dedim. Ben kardeşimi üç günlük eşine değil, ömürlük eşine emanet etmek istiyorum dedim. Ayrılmak varken… evlenmeyi seçmişler. Mutlu oldum, gözüm arkada değil en azından. Bir sorun olursa ikisiyle de ilgilenirsiniz...” dedim, ayağa kalkarak.
Baran kaşlarını hafifçe çattı, sesi yumuşaktı ama düşünceliydi.
"Alper iyi çocuk da... Azra’nın hâlâ ilişkisi hakkında soruları var gibi. Alper ilişkinin çabalayanı daha çok. Bir salı tek taraf küreklerse, o sal bir yerden sonra kendi etrafında dönmekten batmaya mahkûm olur Emir’im… biliyorsun."
“Biliyorum...” dedim gülümseyerek. “Bu yüzden ailemi; önce Allah’a, sonra birbirlerine, en son da size emanet ediyorum ya...”
Göktürk, gülümseyerek elini omzuma koydu.
“Sen iyi ol da… emanetlerin bizim için candan öte. Ama önceliğimiz hep sensin, bunu da unutma...”
O an içimde bir şey, çok hafif bir yerinden oynadı… belki sızı, belki şükür. Tarifi olmayan bir histi...
“Eyvallah kardeşim. Hadi bana müsaade..." dedim, masadan sigara paketimi ve telefonumu alıp.
“Görüşürüz kardeşim.” dedi Göktürk.
“Biz buralardayız.” dedi Baran, her zamanki güven veren tonuyla.
Başımı sallayarak merdivenlere yöneldim. Onlara fark ettirmesemde, sinir sistemim yine germeye başlamıştı bedenimi...
___
Oylamaya yüklenin canlarım ve özür dilerim bölüm gecikti. Bazı sorunlar yaşadığım için 👉👈
Sizleri seviyorum, lütfen oy verin ve yorum yapın 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |