

Emir Kaan’dan...
İçinde bulunduğum ortam tam anlamıyla bir fiyaskoydu. Odaya sıkışmış dört duvar arasında derin nefesler alıyor, timin başına gelenleri düşündükçe boğazıma koca bir taş oturuyordu.
Baturay Komutan, Alparslan Üsteğmen… ve şimdi Baran.
Kafamda dönüp duran bu karmaşanın içinde boğulurken, kapıya tıklayan nazik ama kararlı vuruşla irkildim. Yatakta toparlandım, battaniyeyi üzerime çekip doğruldum.
"Buyurun, İklim Hanım," dedim. Bu defa sesim buz gibiydi.
Kapı açıldı, içeri girdi. Yüzünde üzgün, bir o kadar da yorgun bir ifade vardı.
"Başınıza gelenler için özür dilerim, Emir Bey..." dedi sessizce.
Kaşlarımı çatıp gözlerimi ona çevirdim. "Olanlardan haberiniz var sanırım."
"Var. Ve inanıyorum ki siz de bu evliliği istemiyorsunuz… ama bakın, sadece kâğıt üstünde olsun. Tehdit edilmesem sizden böyle bir şey istemezdim. Ama siz iyi bir insansınız… lütfen beni anlayın. Pars’ı benden alacaklar..."
Derin bir nefes alıp kafamı çevirdim. Gözlerim duvara takıldı.
"Özür dilerim ama..."
Sözümü kesti, sesi titriyordu artık. "Bakın, sizi suçlamıyorum. Hatta bana kalsa bu evliliğin lafı bile edilmezdi ama... mecburum. Sizin de ailenize zarar verecekler. Bunlar kansız insanlar, Emir Kaan Bey… gözlerini bile kırpmazlar."
Bir süre sessiz kaldım. Kalbimde garip bir sıkışma vardı. Ne öfke ne korku… Sadece ağır bir çaresizlik.
Başımı yavaşça öne eğdim.
"Ben… düşünmek istiyorum."
Başını salladı İklim. Gözlerinden yaşlar süzülmeden hemen önce kapıya yöneldi.
"Elbette. Ama çok vaktimiz yok. Lütfen…"
Kapı ardından usulca kapanırken, ben hâlâ aynı pozisyonda duruyordum. Koca bir savaşın ortasında, en çok kendi içime yeniliyordum belki de...
Gözlerim tavana kilitlenmişti. Beynimde dönüp duran düşünceler bir türlü susmuyordu ki… bu defa odanın kapısı yeniden aralandı. Alparslan Üsteğmen’in sesiyle irkildim ve doğruldum yatakta.
"Komutanım?!"
"Rahat ol paşam..." dedi içini çekerken. Yüzünde yorgun ama tanıdık bir ifadeyle yanıma, koltuğa oturdu.
"Nasıl hissediyorsun aslanım?"
Cevap veremedim. Sessizliğim her şeyin özeti gibiydi. Gözlerimi kaçırırken o da derin bir nefes aldı, sesini alçaltarak konuştu:
"Kafanın içi susmuyor, biliyorum. Ama şunu unutma Emir, hiçbir şeye mecbur değilsin. Evlilik... çözüm değil."
Başımı yana çevirdim, fısıltıyla konuştum:
"Evlenmemek de çözüm değil Komutanım. Yavru kartal ile tehdit ediyorlar…"
"Annenler ne diyor?"
"Tam bilmiyorlar durumu. Eski sevgilim olarak tanıtmış bizimkiler. Evlilik olursa sürpriz olmayacakmış…"
Alparslan yüzünü ellerine gömdü, iç geçirdi.
"Off aslanım off…"
"Komutanım, ben vallahi sadece iyi bir şey yapmak istedim… İklim’e ve Pars’a bir çıkış kapısı olmak istedim."
"Biliyorum kardeşim. Suç senin değil, senin niyetin kötü değildi."
Bir an sustum, boğazıma düğümlenen kelimeleri yutkunarak geri gönderdim.
"Ama..."
"Takma şimdi bunları," dedi omzuma dokunarak. "Cevabını iyi düşün. Gerekirse sadece süreç bitene kadar geçici bir sözleşme yaparsın. Ama önce kendi kalbine bir sor. Zorla hiçbir şey olmaz."
Başımı yavaşça salladım.
"Kafam çok karışık Komutanım…"
Alparslan ayağa kalktı, gözlerimin içine baktı.
"Sadece düşünmeye çalış. Yorma kendini aslanım... Ne karar verirsen ver, biz yanındayız. Tamam mı?"
"Tamam Komutanım… Sağ olun."
Alparslan Üsteğmen odadan çıkarken sessizce kapıyı kapattı. Ardında bıraktığı sessizlik, içimdeki fırtınayı daha da belirginleştirdi.
Yatağa geri uzandım. Tavana yeniden gözlerimi diktim. Düşünmemem gereken her şey, sıraya girmiş gibi zihnimi işgal ediyordu.
"Evlilik… Kağıt üstünde olsa bile adı evlilik. Altında ezilmekten korkuyorum. Birini korumak isterken kendi hayatımdan ne kadar vazgeçebilirim?"
İçimden geçen cümleler, sanki biri dışımdan fısıldıyor gibiydi. Gözlerimi kapattım. Ailem... Annem, babam. Onlara bir şey olursa… Eğer ben bu sözde evlilikten kaçarsam... Onlar tehdit altında kalırsa?
"Ya İklim yerinde kardeşim, Azra'm, olsaydı… O zaman ne yapardım? Yine de sırtımı dönemezdim ki. Ama şimdi… Yüreğimde olmayan birine sırtımı yaslamak, kendime haksızlık değil mi?"
Yastığın içine gömdüm yüzümü. Kendimle kavga ediyordum. Ne vicdanım rahattı ne de aklım. Gecenin sessizliği daha da baskınlaşıyor, her düşünce bir yumruk gibi beynime çarpıyordu.
Tam o sırada koridordan ayak sesleri duydum. Bir süre durdu. Sonra hafifçe kapı çalındı.
"Emir Kaan Bey... Uygun musunuz?"
İklim’di.
Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım.
"Bir karar vereceksen, kaçmamalısın," dedim kendi kendime. "Ama önce... kalbin ne diyor, onu duy…"
"Gelin İklim Hanım…" dedim sessizce, gözlerimi kapalı tutarak.
Kapı yavaşça açıldı. Odaya girerken ikimizin de yüzünde aynı şey vardı: Belirsizlik. Ama gözlerinde bir de umut vardı... Ve korku. Tıpkı benim gibi.
İklim içeri adım attığında odada hâlâ hayattan yorgun nefesi vardı. Elinde tuttuğu dosya gibi bir şey vardı ama belli ki formaliteydi, bir çeşit tutunma bahanesi.
" Öncelikle Resmiyeti kaldıralım aradan, çok dikkat çekiyoruz böyle..." dedim derin bir nefes verirken.
İklim ise başını salladı.
Sessizce ilerledi. Ayak sesleri bile çekinerek atılıyordu sanki. Yanımdaki sandalyeye oturdu, bir süre hiçbir şey demedi. Sadece baktı. Ben ise hâlâ tavanı izliyordum, yüzümde okunmayan duygularla.
"Korkuyorum," dedi aniden.
Başımı çevirdim. Gözleri dolmuştu. Elini yüzüne götürdü, toparlamak istedi kendini ama belli ki içindekiler fazla yüklenmişti.
"Sadece... Kâğıt üstü bir şeydi, öyle düşündüm. Ama bu kadar ağırlığı olacağını tahmin etmedim."
"Ben de korkuyorum," dedim açıkça. "Ne olacağını bilmemek... En çok bu yıpratıyor."
İklim başını eğdi. Elindeki dosyayı kucağına bıraktı. Bir süre parmaklarını dosyanın kenarlarında gezdirdi. Sonra başını kaldırdı.
"Bu evlilik meselesi... Eğer seni çaresiz bırakacaksa, vazgeçerim."
"Sen de çaresizsin, İklim. Vazgeçmek senin için de kolay değil, değil mi?"
"Değil. Ama... Ben bu yükü tek başıma taşıyamam. Sırtıma silah dayamışlar gibi hissediyorum."
Gözlerim gözlerine değdiğinde, ilk kez onu anlayabildiğimi hissettim. Bu sadece bir mecburiyet değildi; aynı zamanda iki kırık insanın kaderin oyununa karşı verdiği mücadeleydi.
"Sana bir söz veremem," dedim. "Ama bir şartım var."
"Dinliyorum..."
"Eğer bu evliliğe girersek... Her şey net olacak. Birbirimize yalan borcumuz olmayacak. Zaten ikimizin de hayatı risk taşıyacak. Ne bir umut, ne bir beklenti... Sadece hayatta kalmak için bir evlilik olacak."
İklim başını salladı. Gözleri doluydu ama bu kez ağlamadı.
"Kabul, bende öyle düşünüyorum. .." dedi kısık bir sesle.
İçimdeki sıkışıklık bir nebze olsun azalmıştı. Belki bu bir çıkış yolu değildi, ama en azından ikimiz de artık aynı yerdeydik: Belirsizliğin tam ortasında ama dürüstçe.
Kapıya yürüdü yavaşça. Elini kapının tokmağına uzatmadan önce döndü.
"Teşekkür ederim... Sadece dinlediğin için bile."
"İklim..." dedim o çıkmadan hemen önce.
Döndü.
"Bu evliliğe razı oluyorsam... Sadece seni korumak için değil. Bu düzenin ne kadar çürük olduğunu ortaya çıkarmak için de, bunu unutma..."
İklim hafifçe başını eğdi. Belki ilk kez bir güven kırıntısı yerleşmişti aramıza.
___
Yazar'dan...
İklim’in gözleri buğulanmaya başlamıştı. Dudakları titredi ama konuşmadı.
Emir derin bir nefes aldı.
"İklim bir de... toplu bir nikah töreni yapalım. Kimse anlamaz o zaman sahte ya da gerçek olduğunu..." Gözleri, karşısındaki genç kadınınkilerle kilitlendi. "Tehlike geçene kadar Pars’la yanımda olursunuz. Zaten ailemi Ankara’ya, kardeşimin yanına göndereceğim."
İklim’in içi çekildi, başını eğdi.
"Özür dilerim. Senin de hayatını mahvettim."
"Benim hayatım zaten darmadağınıktı, üzme kendini." dedi Emir Kaan, sesi kısık ama netti. "Sen de bir annenin evladısın. Bunları yaşamaya senin de hakkın yoktu..."
O cümle, odanın içinde yankılandı. Sessizlik bir süre bozulmadı.
"Teşekkür ederim." dedi İklim, gözlerinden bir damla yaş süzülürken.
İklim gözlerini kaçırarak dudaklarını ısırdı. Cümleleri boğazında düğümlenmiş gibiydi. Birkaç saniye sessiz kaldı, sonra başını öne eğerek zar zor konuştu:
"Beni bu kadar insan yerine koyan ilk kişi sensin... Bunu unutmayacağım."
Emir Kaan hafifçe başını salladı. Gözlerinde yorgun ama sağlam bir kararlılık vardı.
"Bu sadece senin için değil. Pars için de. Çocuk, senin gözünün içine bakarak büyüsün istiyorum. Bu çürük düzene kurban olmadan... Korkmadan, utanmadan."
"Sen gerçekten... bambaşka birisin."
"Ben sadece bir askerim. Yapmam gerekeni yapıyorum." dedi Emir Kaan, boğazı hafifçe düğümlenirken.
İklim yaklaştı. Aralarında bir metre ya vardı, ya yoktu. Gözlerinde minnet, ama altında kocaman bir yorgunluk vardı.
"Bir gün... bu bittiğinde... herkes unuturken, ben seni hep hatırlayacağım Emir Kaan ve sana hep minnet duyacağım."
"Bittiğinde," dedi Emir Kaan, gözlerini yere indirerek, "umarım hâlâ hayatta kalmış oluruz."
Odada sessizlik bir kez daha ağırlaştı. Ama bu defa, ikisinin de kalbinde küçük de olsa bir umut kıvılcımı vardı.
İklim yavaşça başını sallayarak odadan çıktı. Kapı kapanmadan önce Emir Kaan'ın gözleri ona takıldı; içinde garip bir boşluk, ama bir o kadar da koruma içgüdüsü vardı. Kendi hayatı zaten darmadağınıkken, şimdi bir çocuk ve bir kadın daha eklenmişti sorumluluğuna.
___
Ertesi sabah, tim binası hâlâ sessizdi. Nöbetçi asker, kapı önünde ayakta dikilirken, ayak sesleri duyuldu. Alparslan Üsteğmen erken gelmişti. İçeri girdiğinde salonda bekleyenleri görünce bir an durdu. Tansu, Göktürk, Alper, Yiğit ve İsmail koltuklara yayılmış, sessizce çaylarını içiyordu.
"Günaydın aslanlar."
Hepsi birden ayağa kalktı.
"Günaydın Komutanım."
"Baran hazır mı?"
"Hazırlandı bile Komutanım, mühimmat kontrolünü yapıyor." dedi Tansu.
Alparslan başını salladı.
"İyi. Sonra hepinizi tek tek göreceğim ama önce Baran'la konuşmam lazım."
Tam o sırada Baran, koridordan çıktı. Üzerinde görev kıyafeti, sırtında çantasıyla hazır bekliyordu. Gözleri biraz uykusuz, ama kararlıydı.
"Komutanım."
"Gel Baran, iki dakika." dedi Alparslan ve ikisi yan odaya geçti.
Kapı kapanınca odada kısa bir sessizlik oldu. Alparslan Baran’a döndü.
"Korkuyor musun?"
"Dürüst olacağım Komutanım. Evet... Az da olsa. Ama korkum ölüm değil. Geride kalanlar."
"Bunu en iyi ben anlarım. Ama şunu bil; senden şüphem yok. Sen bugün sadece göreve gitmiyorsun. Kendine bir söz verip dönüyorsun. Bu tim seni bekliyor, kardeşlerin seni bekliyor."
"Emel de..." dedi Baran sessizce. "Ama artık öyle bir şey söylenmiyor sanırım, dönemezsem..."
Alparslan, genç askerin omzuna elini koydu.
"Döneceksin, sevdiğin kadın için döneceksin! Osana hep dua ediyor. Sen de kendine dua etmeyi unutma."
Kapı aralandı, dışarıdan bir asker geldi:
"Görev aracı hazır Komutanım."
Baran başını eğerek selam verdi.
"İzin verirseniz çıkayım Komutanım."
"Sağ salim dön Baran. Unutma, kimse senden kahramanlık beklemiyor. Sadece dön."
Baran bir kere daha başını eğdi, ardından odadan çıktı.
Tim, ayakta bekliyordu. Onlar da son bir kez kardeşlerine sarılmak, omuzuna dokunmak için sıraya dizildi. Gözlerinde gurur, kalplerinde dua vardı.
Araca doğru yürürken hepsi arkasından baktı. Tansu mırıldandı:
"İnşallah yazılmamış bir veda olur bu..."
☆☆☆
En az 30 okunma 15 oy olursa yeni bölüm gelecek
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |