

Emir Kaan’dan…
Çatışmanın yoğunluğu nefesimi kesiyordu. Kurşun sesleri kulaklarımı sağır etmişti, patlamaların ardından yükselen duman göz gözü görmez hale getiriyordu. Kaburgamdaki sert ağrıyla yere çöktüm. Nefesim düzensizdi, siperin arkasına çekilip gözlerimi sıktım.
Telsizden Alparslan Üsteğmen’in sesi yankılandı:
“Emir, iyi misin koçum?!”
Telsizi zorlayarak elime aldım, sesim çatallıydı:
“İyiyim Komutanım… Basit bir ağrı sadece. Devam edebilirim.”
“Dikkatli olun! Sağ kanatta hareketlenme var!”
Bu kez Yiğit Alper’in sesi patladı telsizde. Hemen sağa döndüm. Bakışlarım dondu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Gözlerim doldu.
“Komutanım… Baran’ın timinin olduğu yere yoğunlaşıyorlar…”
Hemen ardından Göktürk’ün sesi panikle karıştı:
“Komutanım, hedefe odaklanamıyorum… Roketi atamam...!”
“Göktürk, hallet şunları artık!”
Üsteğmen’in sesi tok ve gergindi.
“Tansu, çekil oradan! Geri!”
Telsiz anonsları art arda biterken silah sesleri de yavaş yavaş kesiliyordu. Kulağımda sadece kalp atışlarım ve hâlâ süren birkaç patlama sesi vardı. Ellerim titriyordu. Tüfeğimi sıkıca kavrayıp yavaşça doğruldum. Zırhlı araçlardan biri devrilmişti, üzerinden dumanlar yükseliyordu. Yanına koştum.
Ambulans ve destek ekibi yaralıları çıkarıyordu, ama biz... Bizim gözümüz birini arıyordu: Baran.
Adımlarım ağırlaştı. Gözlerim her yana bakarken dudağımın arasından bir fısıltı döküldü:
“Baran... kardeşim... neredesin sen?”
Bir asker sedyede taşınırken yüzünü görmek istedim, ama o değildi. Sonra bir başkası… yine değil. Göktürk yanımda dua etmeye başlamıştı. Yiğit sessizce dizlerinin üzerine çökmüş, başını ellerinin arasına almıştı. Hepimiz sustuk. İçimizdeki o derin korkuyla sessiz bir çöküş yaşanıyordu.
Tam o sırada, yardım ekibinden biri bağırdı:
“Yaşıyor! Nabız zayıf ama var! Çabuk, buraya destek!”
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Koştum.
“BARAN!”
Sedyede yatan adam… evet. Yüzü kan içindeydi ama... o! O bizim Baran’dı.
___
Emir Kaan’dan...
Hastane koridorları birbirine karışmıştı. Herkes bir yerlere koşturuyordu ama zaman sanki aynı noktada donmuş gibiydi. Tüm tim oradaydık. Sessizce... Baran ise ameliyathanedeydi. Dualarımız, yüreğimiz, nefesimiz onunlaydı.
İsmail Ağabey usulca yanıma yaklaştı.
“Emel yengeye haber vermişler. Geliyormuş...” dedi kısık sesle.
Başımı salladım, gözlerimi silerken cebimden telefonumu çıkardım. Ekranda İklim'den gelen mesaj duruyordu:
> “Dünkü sınavım çok güzel geçti, sayende! Bugünkünü de verdim. Seni merak ettim... Döndün mü görevden?”
Mesajı okurken boğazım düğümlendi. Yazmakla anlatamazdım. O yüzden aradım... Sessiz bir köşeye geçip telefonun çalmasını bekledim. Açtığında sesi yumuşaktı.
“Alo?”
“İklim...”
“İyi misin? Sesin kötü geliyor.”
Derin bir nefes aldım. Sözler boğazıma diziliyordu.
“İklim ben... hastanedeyim. Baran ağır yaralı. Şehitlerimiz, yaralılarımız var...”
Bir sessizlik oldu. Sonra sesi titreyerek geldi:
“Sen nasılsın? Sana bir şey oldu mu?”
“Ben iyiyim. Bende bir şey yok... Ama Baran...”
Sözlerim yarım kaldı. Yutkundum. O anda sadece birinin “iyi olacak” demesine ihtiyacım vardı.
“Geleyim mi?” dedi, hiç düşünmeden.
“Hayır... Çok karışık burası. Kaldıramazsın. Ağır gelir sana...”
Telefonun diğer ucunda bir nefes duyuldu. Sonra sakin ama kararlı bir sesle söyledi:
“Baran da diğerleri de iyi olacak. Lütfen... İnancını yitirme, olur mu?”
Telefonu sıkıca tutuyordum. Elim titriyordu belki ama sesim titrememeliydi. O an birinin güçlü olmasına ihtiyacım vardı. O kişi ben olamazdım, en azından şu an değil...
"İnşallah İklim..." dedim, sesi zor çıkarak.
Sesi bu kez daha yumuşak geldi, daha yakın...
"Ben dua edeceğim, korkma. Sen de et olur mu? İyi olacaklar. Kalbime öyle doğuyor."
Yutkundum. Gözlerim doluydu ama o bunu görmüyordu. Belki de bu yüzden bu kadar rahat döküldü kelimeler.
"İnşallah... Kapatmam gerek benim." dedim fısıltıya yakın bir sesle.
"Tamam. Ama sen de dikkat et kendine... Ne olur dikkat et..."
Kısa bir duraksamadan sonra sadece fısıldadım:
"Sen de... Allah’a emanet ol."
Telefon kapanırken içimde bir sıcaklık kaldı. Koridorun buz gibi havasına rağmen, içimde bir yer hâlâ tutunuyordu. Belki de sadece o sesin verdiği güvene...
Ameliyathanenin kapısı ağır ağır açıldığında, saatlerdir tuttuğumuz nefesler boğazımıza düğümlendi. Alparslan Üsteğmen önde, biz ardında, doktorun etrafında çember olmuş gibiydik. Herkes aynı cümleyi duymak istiyordu: “İyi, kurtuldu.”
Doktor yüzünde yorgun ama ciddi bir ifadeyle konuştu:
“İç kanamayı şu anlık durdurduk. Ama bundan sonraki süreci zaman gösterecek.”
Sabrım taşmıştı. Ne demekti zaman gösterecek? Öne atıldım:
“İyi mi? Nasıl durumu? Lütfen daha açık olun Allah aşkına ya…”
Doktor başını hafifçe eğerek devam etti:
“İyi demek isterdim ama hastamızın durumu kritik. Organ hasarları var ve vücut büyük bir travma yaşadı. Bu yüzden önümüzdeki ilk 24 saat çok önemli.”
Baturay Yarbay’ın yanında duran Tansu, eliyle yüzünü kapattı. Sesi titreyerek sordum:
“Yaşayacak ama değil mi?..”
Doktor bu kez gözlerimin içine bakarak cevap verdi:
“Hastamızın yaşayıp yaşamaması, tamamen vücut direncine bağlı… Çok üzgünüm. Elimizden geleni yapıyoruz. Geçmiş olsun.”
Bu cümleyle birlikte içime bir boşluk çöktü. Sesler uzaklaştı, koridor gözümde silikleşti. Baran’ın kahkahası kulaklarımda çınladı, gözümün önüne siperden bana dönüp "Dayan gülüm, ağabeyin arkanda. Bir keskin nişancı kolay yetişmez oğlum!" diyen hali geldi.
Alparslan Üsteğmen hiç konuşmadı. Omzuma dokundu. Bu dokunuş, bin kelimeye bedeldi.
Bir savaş daha bitmemişti. Baran hâlâ cephedeydi. Ama bu kez mermiler değil, zamana karşı savaşıyordu.
Sırtımı duvara yasladım, soğuk fayans omuzlarıma kadar ürperti verdi. Başımı dizlerimin arasına aldım… Nefes almaya çalıştım ama sanki göğsümün ortasında bir taş vardı, ne kadar zorlarsam zorlayayım inmiyordu o nefes ciğerlerime.
Ayak seslerini, koridorda yankılanan doktor konuşmalarını, arada ağlayan birinin boğuk sesini duyuyordum ama hiçbiri net değildi. Sanki her şey suyun altından geliyordu kulağıma. Zaman ağırlaşmıştı, dakikalar değil, ömür geçiyordu üstümüzden.
"Baran, kardeşim..." diye fısıldadım, sadece kendi içime duyurabildiğim bir sesle. Gözlerimi kapattım. Siperde, birlikte çatıştığımız günler geldi gözümün önüne. Gülüşünü düşündüm, "düğünümde oynamayana küserim bak,” diyen halini. Şimdi ölümle yaşamın arasında bir yerdeydi. Biz hiçbir şey yapamıyorduk.
Bir çift bot yaklaşınca başımı kaldırmadım. Omzuma konan el tanıdıktı.
“Ayağa kalk koçum,” dedi Üsteğmen. “Daha savaş bitmedi.”
Ama ben o an sadece dua etmeyi biliyordum. Bir tek ona tutunabiliyordum.
Gözlerim ameliyathanenin kapısına kaydığında içimde bir şey koptu. Ayağa kalkmaya yeltendim ama Baran’ı sedyenin üzerinde, solgun ve hareketsiz hâliyle görmemle dizlerimin üstüne çöküşüm bir oldu. Ayaklarım beni taşımadı. Yüreğim yerinden sökülmüş gibiydi.
İsmail ağabey bir anda kollarımı tutarken Alparslan Üsteğmen de hemen yanımdaydı. Yüzümdeki rengi görmüş olmalıydılar.
"Aslanım, iyi misin?" dedi İsmail ağabey, sesi çatallıydı, belli ki o da zar zor dik duruyordu.
Söylediklerini duyuyordum ama zihnim anlamayı reddediyordu. O an yalnızca derin bir nefes almak istedim. Ciğerlerime dolmayan havayı içime çekmeye çalışırken, birden Alparslan Üsteğmen’in kolları sarıldı bedenime. Sımsıkı.
"Bırakma kendini Emir, iyi olacak Baran," dedi. Sesi, komutan sesi değildi o an. Bir ağabeyin, bir kardeşine sarılırken fısıldadığı bir temenniden ibaretti.
O sarıldıkça içimdeki duvarlar yıkıldı. Sırtımı okşayan eli, yıllardır yükü omuzlamış birinin tesellisi gibiydi. Artık tutamıyordum. Gözyaşlarım sessizce ama kuvvetle süzüldü yanaklarımdan. Baran’ı, kardeşimi kaybetme korkusu içimi delik deşik ediyordu.
"Yalan söyledim ben yengeme..." dedim titrek bir sesle, kelimeler dudaklarımdan dökülürken gözlerimi yerden kaldıramıyordum. "Bir şeyi yok dedim... Nasıl bakacağım yüzüne ben yengemin... Nasıl anlatacağım ona sevdiği adamı, kardeşimi böyle sedyede de gördüğümü?"
Alparslan Üsteğmen bir an duraksadı. Gözleri doluydu, ama sesi netti.
"Suçu bana atacaksın. Komutan öyle emretti diyeceksin."
"Komutanım..." dedim. Sesim yarım kaldı. Boğazıma düğümlenen acıdan, içimde biriken ağırlıktan cümle tamamlanamadı.
Ama o izin verdi, sözümü kesmeden omzuma dokundu.
"Dök içini Emir," dedi sessizce ama kararlı bir tonla. "İçine akacağına, dışarıyı yaksın! İçindekini bastırırsan, o seni yakar."
O anda içimde biriktirdiklerim taştı. Bastıramadım artık. Gözyaşlarım sessiz değil, hoyratça döküldü. Nefesim kesilecek gibiydi. Göğsüm daraldı, ellerim titredi.
Ağladım... Tüm kalbimle, tüm korkumla, tüm çaresizliğimle.
Sesi yumuşaktı, ama içinde taşıdığı ağırlık belli oluyordu.
"Hadi kalk Emir... Biraz hava alalım. Kendine gelmen lazım, Baran seni görünce kuvvet bulacak."
Gözyaşlarımı sildim. Nefes almak, yürümek, hatta başımı kaldırmak bile zor geliyordu. Ama o el omzumdan hiç çekilmedi. Destekti. Komut değil, kardeşlikti.
İsmail Ağabey bana bakınca, derin bir nefes alıp time ve ona döndüm.
"Annesine direk söylemesin kimse... Kalbi var o kadının."
Kafamı hafifçe kaldırıp baktım ona. Gözleri kıpkırmızıydı ama sesi netti.
"Tamam kardeşim, o iş bizde. Baran uyanana kadar kimseye tek kelime etmeyiz. Hele ki annesine..."
Cevabı ile derin bir iç çektim. Ayaklarımı yere bastım, zor da olsa kalktım. Ayakta durmak bile savaştı şu an.
"Hadi Emir’im, gidelim hava almaya." dedi Alparslan Üsteğmen. Kolunu sırtıma doladı. O anda sadece dışarıdaki hava değil, içimizdeki fırtına da biraz olsun diner gibi oldu.
Ve biz o ağır hastane koridorundan yavaş adımlarla çıktık. Ardımızda ameliyathane kapısı, önümüzde bilinmez bir sabah vardı.
__
Alparslan Üsteğmen'den...
Ayaklarım karakolun taş zeminine her değdiğinde içimdeki öfke biraz daha büyüyordu. Duvarlar, merdivenler, koridorlar… Her yer Baran’ın sessiz çığlığını yankılıyordu sanki.
"Yaktım lan seni İzmarit Hasan!"
Dişlerimi sıkarak ilerledim. Yumruklarım cebimdeydi ama parmaklarım kanıyordu tırnaklarımın avuç içlerime battığından.
Birliğin içinde Hasan’ı bulmak için her yere baktım. İçimde sadece öfke yoktu; hüzün de vardı, vicdan da... Bir tim komutanı olarak canlarımın bu hale gelmesine göz yumamam. Bu tim benim ailem, her biri kardeşim.
“Neredesin lan nerde?!”
İç sesim bile susmazken, sesim tüm karakolu inletiyordu. O an karşıma Baturay Yarbay çıktı. Soğukkanlıydı her zamanki gibi ama gözlerinde benzer bir yangın vardı. Yalnızca tecrübeyle perdelenmişti.
"Ne oluyor Alparslan?!"
"Hasan Yüzbaşı ile görüşmem vardı Komutanım!”
"Boşuna arama! Burada değil."
Bir an nefesim kesildi. Gözlerimi kısarak sordum:
“Neden Komutanım? Nerede?!”
“İpini kestim de ondan!”
Sözleri bir yumruk gibi çarptı göğsüme.
"Ama siz de soruşturmaya alınmıştınız Komutanım?"
Baturay Yarbay bir adım yaklaştı. Sesi daha da ciddileşti.
“Öyleydi ve bunun sayesinde açığını yakalamam zor olmadı. Koltuğuma göz diken tilkinin postunu yere serip paspas yapmamak ayıp olurdu. Bu yüzden gecelerce uykusuz kalsamda 89 ayrı suçtan içeriye alındı sonunda İzmarit. Sorgusuna bizzat ben girdim. Elim uzun aslanım. Dağdaki geçmişimi iki çapulcuya kaptıracak değilim.”
Bir an göz göze geldik. Gözlerinde bir savaş vardı. Sessiz ama bitmemiş bir savaş.
“Şehitlerimiz, yaralılarımız… Hepimizin içi yanıyor. Ama dimdik duracağız. Timin başındasın Alparslan. Dağ gibi olacaksın. Anladın mı?”
Yutkundum.
“Anladım Komutanım.”
“Şehitlerimizle ve aileleriyle Karaca, Gölge ve Kasırga Timi ilgilenecek. Siz... siz toparlanın. Yakında operasyon çıkacak. Üstlerin eli kulağında.”
Derin bir nefes aldım. Gözüm hâlâ Hasan’ı arıyor gibiydi. Ama artık hedefim o değildi. Hedefim; timimi yeniden bir araya getirmek, Baran’ı hayatta tutmak, Emir Kaan’ı yıkılmadan taşımaktı.
“Baran… iyi değil Komutanım. Emir Kaan da…”
“Biliyorum. Ama unutma: Sırtını sana yaslayanlar var. Önce sen ayakta kalmalısın ki diğerleri de kalabilsin.”
Omuzlarımı dikleştirip selam verdim.
“Emredersiniz Komutanım.”
__
_Günler Sonra_
İklim'den...
Günler geçtikçe her şey birbirine karışmıştı. Ben sınavlarımı yetiştirmeye çalışırken, o durmaksızın hastane ile karakol arasında mekik dokur hale gelmişti. Uykusuzluğun izleri göz altlarına kazınmıştı ama yorgunluğunu hiç dile getirmiyordu. Her sabah aynı saatlerde gelip yine aynı sessizlikle çıkıp gidiyordu.
Mutfağa adım atarken onun omzunun biraz daha düşük olduğunu fark ettim. Yavaşça yaklaştım.
"Günaydın..." dedim kısık bir sesle.
"Günaydın." diye yanıtladı, sesi yorgundu ama tebessüm etmeye çalıştı.
"Bir şeyler hazırlayayım mı sana? Kahvaltı etmeden çıkma."
"Gerek yok, hastanede bir şeyler atıştırırım. Emel yengeme de destek lazım. Bu gün biraz daha zor geçecek."
Bir an duraksadım. İçimde ona yardım etme isteği vardı ama üzerine fazla da gitmek istemiyordum.
"Bugün okuldan sonra boşum. İstersen ben de geleyim seninle. Saat dokuzda son sınavım."
Gözlerini bana çevirdi, hafifçe başını salladı.
"Olur da... benim arabam felan yok biliyorsun. Yürüyerek almaya gelsem seni?"
"Hiç sorun değil... Ama istersen yorulma, o kadar yolu yürümene gerek yok."
Başını hafifçe iki yana salladı. Kararlıydı.
"Yok yok, hava da güzel olur belki. Hem yürümek iyi gelir."
Biraz sessizlik oldu. Sonra ben sordum:
"Pars, hâlâ dedesinde mi kalıyor?"
"Evet. Babasıyla vakit geçirmek istemiş bu aralar. Bende birkaç günlüğüne izin verdim. Ama sorun olmaz değil mi?"
"Yok, hayır. Aksine... belki bu ona da iyi gelir. Herkes bir şekilde toparlamaya çalışıyor zaten."
Baktım, yüzü gölgelenmişti. Ona destek olmak isterdim ama bazen bazı acılar sadece orada, yüreğin içinde susarak yaşanıyordu.
Sonra aniden "İklim..." dedi.
Sesindeki titreme, günlerdir bastırdığı korkunun artık kabına sığmadığını gösteriyordu.
"Efendim?" dedim, yavaşça başımı ona çevirerek.
Gözlerini kaçırdı. Elleri birbirine kenetlenmişti, sesi neredeyse fısıltıydı:
"Baran'ın ameliyatının iyi geçmesi için dua et olur mu?"
Bir an sessizlik oldu. Gözlerim doldu ama belli etmemeye çalıştım.
"Ediyorum..." dedim.
"Her gece... Her sabah. Sessizce, içimden. Hem onun için, hem senin için."
O an boğazıma bir yumru oturdu. Yalnız olmadığını bilmeye ihtiyacı vardı, bunu anlamasına ihtiyacım vardı.
"Yarına ameliyatı..." dedi sonra, kelimeleri tutunamıyordu neredeyse.
Bir adım yaklaştım, elini tuttum.
"Korkma... Hepsi geçecek."
"Baran güçlü biri. Sen de öylesin. Her şey iyi olacak, inanalım buna birlikte."
O an hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerini kapattı. Belki içinde kopan fırtınaları biraz olsun dindirebilmek için... Belki de birinin ‘yanındayım’ demesi, sandığımızdan çok daha büyük bir teselliydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |