

İklim'den...
Emir Kaan çok geçmeden koridorun ucunda belirmişti.Elinde beyaz bir poşet vardı, yürüyüşü yine kendinden emin, ama gözleri beni arıyordu sanki. Bankta oturmuş beklerken göz göze geldik. Yanıma yaklaşınca başımı hafifçe eğip sordum:
“Bu ne?”
Poşeti önüme uzattı, sesi alçak ama netti.
“Sana çorapla ayakkabı aldım.”
Gözlerimi poşete kaydırdım, sonra tekrar ona. Kalbim bir an durdu sanki. Küçücük bir şeydi belki… Ama bu, beni düşündüğünü gösteriyordu. Daha doğrusu… hissettiğini.
“Islak ayaklarla dolaşılmaz. Hastanede saatlerce kalacağız, üşütürsün.” dedi kısaca, gözlerimi fazla uzun süre tutamayarak.
“Teşekkür ederim...” dedim fısıltıya yakın bir sesle. Daha fazlasını söylemeye cesaret edemedim. Çünkü içimde büyüyen o sıcaklık, kelimelere sığacak gibi değildi.
“Giy onları. Bekliyorum ben.”
Başını yana çevirip kapının kenarına yöneldi. Sırtını dönerken bile gözleri aklımdaydı. Ayakkabıları çıkardım, poşetin içinden sıcacık bir çift çorap ve sade bir spor ayakkabı çıktı. Renklerini bile sade ve benim tarzımda seçmişti. Özensiz değil, fazlasıyla düşünülmüş bir şeydi bu.
Giyerken dudaklarımda fark etmeden bir tebessüm belirdi. İçimdeki çekingen sevincin adı yoktu belki ama o an artık bir şeyin başladığını biliyordum.
“Teşekkür ederim tekrardan Emir Kaan.”
Sesim yumuşaktı ama içinde çok şey vardı. Hem çorap, hem ayakkabı, hem şemsiye... hem de o yanımda duruşu için.
Bana döndü, gözlerinde alışık olduğum o dingin ifade vardı.
“Rica ederim...” dedi sadece.
Ama bu sade kelime bile içimde bir şeyleri hafifçe yerinden oynattı.
Bir an durduktan sonra ben devam ettim:
“Hadi gidelim, Emel abla ve Baran ağabey bekliyordur.”
Başını hafifçe eğdi.
“Gidelim.”
Yan yana yürümeye başladık. Hastane koridorlarının loş ışıkları altında, ayak seslerimiz birbirine karışıyordu.
Konuşmadan da anlaşabiliyorduk bazen. Bazen bir “rica ederim”... bazen sadece yan yana yürümek yetiyordu.
Birlikte ilerlerken, içimde onun adını tam koyamadığım varlığı ağır ağır yer ediniyordu.
Belki ben daha hazırdım bazı şeyleri fark etmeye.
O ise... sadece sessizce eşlik ediyordu yoluma. Ama bu bile azımsanmayacak kadar çoktu.
___
Emir Kaan'dan...
Baran’ın odasının önüne geldiğimizde, içeriden gelen boğuk sesleri duyabiliyordum. İçimde hafif bir sıkışma… Emel’in sesiydi bu, belli ki moral vermeye çalışıyordu. Kapıya yaklaştım ve kibarca iki kez vurdum.
“Müsait misiniz?” dedim, sesimi alçak ama duyulur tutmaya çalışarak.
Baran’ın sesi içeriden yükseldi hemen,
“Emir’im?!”
Tanıdık, güven dolu bir ses. Yatağında ameliyat kıyafetleriyle oturuyordu. Yanında Emel vardı.
Gözleri kapıya çevrilmiş, bana odaklanmıştı. Üzerinde o mavi hastane önlüğüyle, yüzünde hem yorgunluk hem dirayet izleri vardı .
Yanına birkaç adımda vardım. Göz göze geldiğimizde gülümsedim ve eğilip sarıldım.
“Son maça çıkıyorsun ha!” dedim hafifçe.
Yüzüme bakıp kıkırdadı.
“Ya o böbrek beni, ya ben o böbreği Emir'im!..”
Kahkahalarımız odanın soğuk havasını biraz olsun dağıttı. Emel gülümsemeye çalıştı ama gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Gözlerini sildi ve ayağa kalktı.
“Görevden uzak kalacak diye benimle inatlaşıp duruyor Emir Kaan. Allah aşkına Baran’a bir şey söyle, artık senin sözün geçiyor.”
Gözleri biraz çaresiz, biraz da umut doluydu.
Omuzlarımı silkeleyip hafifçe gülümsedim.
“Bir ameliyatını olsun da… Sonrasında istese de biz onu göreve almayız artık yenge.”
Bir nebze olsun rahatladı Emel, yüzü gevşedi. Baran ise küçük bir homurtuyla arkasını yasladı, ama gözleri hâlâ hafif gülüyordu.
İşte tam o anda İklim konuştu. Nazikçe, alçak bir sesle.
“Çok geçmiş olsun tekrar.”
Sesi yürekten bir dilek taşıyordu...
Baran’ın gözleri ona döndü. Ve bir anda yüz ifadesi buz gibi soğumuştu.
“Gerek yoktu gelmene ama sağ ol.”
Cümle odaya bir bıçak gibi saplandı. Emel başını çevirip Baran’a dik dik baktı.
“Baran?!”
Sesi hem şaşkın hem sitemkârdı.
Benimse yüzümdeki gülümseme silindi. Göz ucuyla İklim’e baktım. Başını hafifçe eğmişti, ayakta kalmaya çalışıyor gibiydi. Omuzları düşüktü.
Baran’a döndüm, kaşlarımı hafif çattım.
“Anlamadım kardeşim?”
Sesim sakindi ama içinde buz gibi bir katılık vardı.
Baran kısa bir nefes aldı.
“Yani... zahmet etmiş... buraya kadar yorulmasına gerek yoktu, onu demek istedim.”
Ses tonunu yumuşatmaya çalışsa da, kelimeler çoktan yerini bulmuştu.
İklim'in elleri ince montunun cebinde kenetlenmişti. Sessizce başını salladı.
Baran’a gözlerimi kısarak birkaç saniye öylece baktım.
“Neyse, sonra konuşuruz. Sen önce bir ameliyatını ol da...”dedim kısa bir tonla, daha fazlasını uzatmadım.
O anda kapı aralandı, bir hemşire içeri girdi.
“Hastamızı alalım, hazırsa.”
Baran derin bir nefes alarak doğruldu. Son kez etrafına baktı.
“Hazırım, hazırım... Emir, Emel sana emanet.”
Yanına eğildim, omzuna bir elimi koydum.
“Sen de önce Allah’a, sonra doktorlarına emanetsin kardeşim. Güçlü dur.”
Onu götürürlerken bakışlarımız kesişti.
Gözlerinde korku yoktu. Sadece geride bıraktıklarına dair kısa bir tedirginlik.
Baran ameliyathaneye girerken Emel başını hafifçe eğip el salladı. Gözlerinin dolduğunu fark ettim ama güçlü durmaya çalışıyordu.
“Yenge, şöyle geç otur istersen...” dedim, ona yaklaşıp nazikçe koluna dokunarak.
“Bir şey olmaz değil mi, Emir?”
Sesi titriyordu.
“Onca görevi sağ salim atlattı. Bir böbrek naklinden mi korkacak, yenge?” dedim gülümseyerek, içimdeki endişeyi gizlemeye çalışarak.
“Niye bilmiyorum... içime bir korku oturdu.”
Sözleriyle başını önüne eğdi.
“Korkma... Allah’ın izniyle hiçbir şey olmayacak. Baran güçlüdür, sen de öyle.”
Göz göze geldik. Bu defa sadece bana değil, kendine de inanmak ister gibiydi.
Tam o sırada İklim yerinden kalktı.
“Emir, ben biraz hava alayım.”
“İyi misin İklim?” diye sordum, kaşlarım hafifçe çatılmıştı.
“İyiyim... Sadece biraz nefes almak istiyorum.”
Emel, İklim’e anlayışla baktı. İklim ise uzaklaşmaya başlamıştı çoktan...
“Ben buradayım, Alper de buralarda. Tuvalete gitmişti, gelir şimdi. Emir, sen İklim’in yanında dur istersen.”
“Sağ ol yenge...” dedim, başımla onaylayarak. Ardından ise İklim'e yetişmeye çalıştım.
“İklim… bekle!”
Koridorda hızlı adımlarla uzaklaşan İklim’e seslendim. Durdu ve arkasını döndü.
“Gelmene gerek yoktu. Emel ablanın yanında kalsaydın.”
“Baran adına özür dilerim, İklim…”
Sözlerim titrek çıkmıştı, içimde taşıdığım ağırlığı onunla paylaşmak ister gibi.
“Senin bir suçun yok ki... Niye özür diliyorsun?”
Sesi yumuşaktı ama yorgundu. Gözlerinde hem kırgınlık hem de alışkın bir kabulleniş vardı.
“Senin de bir suçun yok, İklim...”
Bakışlarımı kaçırmadan söyledim. Yalnızlığın onun değil, hepimizin sırtında ağırlaştığını bilerek.
Bir adım geriledi. Kollarını sardı kendine.
“Arkadaşların mesafeli davranmakta haklı... Hayatını mahvettim, Emir.”
O cümle içime oturdu.
“Yapma böyle... Hayatımı mahvetmedin, İklim. Lütfen kendini suçlayıp durma. Baran ile özel olarak konuşacağım zaten.”
Kısa bir sessizlik oldu. Sonra gözlerini yere indirip sessizce konuştu:
“Taksi çağırır mısın? Eve gitmek istiyorum.”
“Ben de geleyim, tek gitme...”
Ama hemen başını salladı, hafifçe geri çekildi.
“Tek başıma gitmek istiyorum Emir. Lütfen...”
O “lütfen”de bir kapı kapanıyordu. Zorla yanında olmanın hiçbir şeyi iyileştirmeyeceğini de biliyordum.
Başımı eğdim.
“Peki… evde konuşuruz o zaman.”
"Olur...Dikkat et kendine..."
"Sende...Allah'a emanetsin..."
O uzaklaşırken içimde bir şey sessizce yer değiştirdi. Kırgınlık mıydı, çaresizlik mi, yoksa hâlâ bir umut mu… bilmiyordum.
☆☆☆
En az 10 oy olsun bari lütfen oy verin❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |