

Emir Kaan’dan...
Sırf İklim korktuğu için evden çıkamazken, telefonda sesi titremesin diye dişimi sıka sıka Yiğit Alper’i aradım. Sağ olsun, kısa sürede kapının önündeydi.
Kapıyı açtığım gibi, bana değil, içerinin sessizliğine baktı önce. Sonra göz göze geldik.
Olanları anlatırken kelimeler ağzımdan dökülmedi, yığıldı resmen.
Yüzünün şekli değiştikçe, boğazımdaki yumru büyüdü. Sonunda alnını avucuna gömüp derin bir iç çekti.
“Baran'a hak vermek istemiyorum ama... bu işin sonu çok hayırlı gitmiyor Emir Kaan.”
Sesi kısılmıştı, endişesi gözlerindeydi.
Yutkundum. Sesim normal çıksın diye çenemi sıktım.
“Bari sen yapma Yiğit Alper... Zaten canım burnumda...”
Bir sessizlik oldu. O da ne diyeceğini bilemedi bir an.
“İklim Yenge nerede?”
Gözünü odalara kaydırdı.
“İlaç verdim... Uyudu biraz. Zor da olsa.”
Başını eğdi. Dizinin üzerine dirseğini koyup, kısık sesle:
“O kıza da yazık ama... Tüm tim diken üstündeyiz, sana bir şey olacak diye be oğlum.”
Gözlerimi kapattım. Şakaklarım zonkluyordu.
“Bir de Azra tutturdu yengemle tanışacağım diye! Bu tehlikenin ortasında o da gelirse ben kimi kimden koruyacağım oğlum o zaman?!”
Sinirimle değil, çaresizliğimle söyledim.
Yiğit dudaklarını büzdü. Omzuma vurdu yavaşça.
“Oğlum... Sen zaten herkesi koruyorsun. Bi’ kendini düşün artık.”
Bir şey diyemedim. Sanki her şey içime sıkışmıştı.
Arka odadan İklim’in hafif öksürüğü duyulunca, hemen dönüp baktım.
“Hadi git bak ona. Ben dışarıdayım, tetikteyim.”
Kapıya yönelirken mırıldandı: “Bu kız için ölmeye değil, yaşamaya çalış Emir Kaan...”
Başımı sallarken bu defa Baran’ın aradığı ekranımda belirdi. Hemen yanımda oturan Yiğit Alper’e baktım.
“Sen mi söyledin?” dedim sessiz ama suçlayıcı bir sesle.
“Yok, hayır. Vallahi ben söylemedim Emir’im...” dedi kaşlarını çatarak.
“Allah Allah... Bir şey mi oldu acaba?” diyerek telefonu açtım.
“Efendim kardeşim?” dedim, sesimi olabildiğince sakin tutarak.
“Evini basanın adı neydi senin?” dedi Baran, lafı dolandırmadan.
“Ne ara haberin oldu senin?!” diye çıkıştım sinirle.
“Bana isim ver dedim Emir Kaan!”
“Vermiyorum! Sen önce kendine gel, iyileşmene bak!”
“Tamam. O zaman Perşembe görüşürüz!” dedi ve telefona tek kelime daha etmeden kapattı.
“Baran...” dememle birlikte kesildi hat. Cevap gelmedi.
Derin bir nefes verdim. “Haberi olmuş...” dedim başımı Yiğit Alper’e çevirerek.
“Allah Allah, ben de bir şey demedim. Kimden duydu bu şimdi?” dedi Yiğit şaşkınlıkla.
Daha onun cümlesi bitmeden telefonum tekrar çalmaya başladı. Bu defa ekranda Azra’nın ismi vardı.
“Offf... şimdi de Azra arıyor,” dedim telefonu göstererek.
Yiğit ayağa kalktı. “Sen aç, ben Alpaslan Üsteğmen’le konuşup seni lojmana aldırmaya çalışacağım.”
Başımı sallayıp telefonu açtım. Parmaklarımın hafif titrediğini hissediyordum.
“Efendim, güzelim?” dedim, sesimi sakin tutmaya çalışarak.
“Ağabey... Ben yarın yanına geliyorum,” dedi Azra. Sesi yorgundu, ama kararlılığı kelimelerinin arasından taşmıştı.
“Azra, gelme demedim mi sana?” dedim, sabırlı olmaya çalışsam da içimde artan huzursuzluk sesime yansımıştı.
“Ne olur ağabey, ne olur yanına gelsem? Kafamı dağıtmak istiyorum. Annem, babam, kardeşim... Hepsi üstüme üstüme geliyor. Nefes alamıyorum. Sadece senin yanında biraz rahatlıyorum, biliyorsun...”
Derin bir nefes aldım. “Biletini aldın mı?” dedim, aslında cevabını tahmin ederek.
“Aldım ağabey...” dedi tereddütsüz.
“Annem ne diyor bu işe?” diye sordum, annemizin tepkisini merak ederek.
“‘Gözüm görmesin’ dedi. Her zamanki gibi, annemin klasik tavırları işte...” dedi alaycı ama kırgın bir sesle.
“Yerinde dursan demezdi öyle bir şey. Ama sen de onu çıldırttın güzelim...” dedim hafifçe başımı sağa sola sallayarak.
Birden sesi sertleşti. “Tamam, gelmiyorum! Ne yaparsanız yapın, umurumda değil artık!” dedi, sesi titriyordu.
“Azra...” dedim yumuşak ama çaresiz bir tonda.
“Beni sen anlardın... Ama artık sen de anlamıyorsun beni!” dedi, sesinde hem öfke hem hüzün vardı.
“Güzelim, burada ne çektiğimi biliyor musun?” dedim, sesim titrek bir sabırla doluydu.
“Özledim ağabey... Annem nefes aldırmıyor bana burada. Ne olur, geleyim ya. Söz veriyorum, evden dışarı çıkmam, masrafa da sokmam seni…” dedi, sesi umutla dolu ama kırılgandı.
“Güzelim, ben masrafında değilim ki...” dedim iç çekerek.
“Ağabey, lütfen… Sınavlarım da bitti. Yemin ederim hepsi yüksek. Sözümü tuttum, şimdi sıra sende… Hadi ağabey…” dedi, kelimeleri yalvarırcasına.
Bir süre sessizlik oldu; kalbim sıkıştı, nefesim ağırlaştı. İç çekip sesimi yumuşattım, kelimelerimi dikkatle seçtim. “Tamam, gel… İklim’e de yoldaş olursun birkaç gün. Hadi gel…” dedim, boyun eğmiş bir teslimiyetle.
“Ağabey, çok teşekkür ederim!” dedi, sesi bir anda canlanmıştı.
“Kaçta otobüsün, güzelim?” diye sordum.
“Otobüs yarın sabah yedide orada olur. Al beni oradan,” dedi, biraz rahatlamış ama hâlâ tedirgindi.
“Araba mı var bende Azra?!” dedim, hem gergin hem şakayla karışık bir tonla.
“Tabanlarına kuvvet, yakışıklı ağabeyim,” dedi şımarık haliyle...
“Off Azra'm... Offf…” dedim, alnımı elimle ovalayarak. “Neyse… Anneme selam söyle, tamam mı?”
“Söylerim ağabey! Seni seviyorum!”
“Ben de seni seviyorum, güzelim.”
Telefonu gülümseyerek kapattım. Elimde hâlâ sıcağı duran cihazla başımı kaldırdığımda, İklim’i karşımda buldum. Sessizce kapıya yaslanmış, beni izliyordu.
Bir adım yaklaştım, bakışlarımıza hafif bir mahcubiyet sindi.
“Uyandırdım mı?” dedim alçak bir sesle.
“Uyanmıştım zaten…” dedi, sesi yumuşak, gözlerinde ince bir merak vardı.
“Sen nasıl oldun? İyi misin?” diye sordum, gözlerimle yüzünü yoklayarak.
“İyiyim... Sayende...” dedi. Hafifçe başını eğdi. Gözlerinde ilk kez böylesine bir şükranla bakıyordu bana.
“Sevindim…” diyerek gülümsedim, bakışlarımı gözlerine sabitledim.
“Bu arada İklim, Yiğit Alper komutanımla konuşacak. Belki lojmana geçebiliriz,” dedim, sesime umut katmaya çalışarak.
“Benim yüzümden yine düzenin bozulacak Emir…” dedi, suçluluk dolu bir sesle.
“İklim, kendini suçlamaktan vazgeç artık. Bunlar senin suçun değil. Onların kötülüğü…” dedim, sesimi yumuşatıp ama kararlılığımı hissettirerek.
“Özür dilerim… yine de…” dedi, gözlerini kaçırarak.
“Üzülme, sorun yok. Sen iyi ol yeter,” dedim, elimi hafifçe omzuna koyarak rahatlatmak ister gibi.
Tam o sırada kapı açıldı ve Yiğit Alper içeri girdi. Yüzünde ciddiyet vardı; adımlarında acele yoktu ama sözleri hızlıydı.
“Emir’im!” dedi net bir sesle.
“Efendim kardeşim?” dedim ona dönerek.
“Alparslan Üsteğmen, ‘yarın sabah 7-8 gibi yanıma uğrasın’ dedi,” diye aktardı.
“Tamamdır kardeşim… Ama Azra da yarın geliyor. Onu ne yapacağım?” dedim, kaşlarımı çatıp düşünceli bir ifadeyle.
“Ben alayım istersen. Eve bırakırım. Hem için rahat olur,” dedi Yiğit, kararlı bir bakışla.
“Olur kardeşim… Teşekkür ederim,” dedim derin bir nefes alarak.
“Bizim ekipten arkadaşlar da devriyeye aldılar mahalleyi. Rahatça uyuyun kardeşim,” dedi Yiğit Alper, gözleri ciddiyetle parlıyordu.
“Eyvallah Alper’im,” dedim, minnetle başımı sallayarak.
“Ne demek kardeşim. Ben araçla kapıdayım. Siz yatın, uyuyun artık,” dedi, sesinde güven veren bir ton vardı.
“Hayır diyemem… çünkü bittim kardeşim,” diyerek omzuna hafifçe vurup yorgun bir kahkaha attım.
“Hadi ben kaçtım o zaman,” dedi Yiğit, gülümseyerek kapıyı kapatırken.
Kapı kapandıktan sonra bakışlarımı İklim’e çevirdim; hâlâ bana bakıyordu, gözlerinde tereddüt vardı.
“Sen de uyu, dinlen. Korkulacak bir şey kalmadı,” dedim, sesimi olabildiğince yumuşak tutarak.
Başını sallayıp odasına doğru yürüdü. Arkasından bir süre baktım; sonra ne olur ne olmaz diyerek salondaki kanepeden battaniyemi ve yastığımı aldım, koltuğa geçip yerleştim. İçim biraz daha rahattı ama gözlerimi kapatırken kulağım hâlâ en ufak seste tetikteydi.
☆☆☆
En az 10 oy ve bolca yorum bekliyorum yeni bölüm daha uzun ve keyifli olacak 🫠
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |