

İklim’den…
Yataktan doğrulup kalktığımda, çoktan akşam olmuştu. Boğazım kurumuş, damağım yanıyordu. Üzerime bir hırka alıp yavaş adımlarla mutfağa doğru yürüdüm. Mutfak kapısından içeri girdiğimde, masa başında derin bir uykuya dalmış Emir Kaan’ı görünce yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
Ona doğru yaklaştığımda, önündeki kağıtlar dikkatimi çekti. Borç hesaplarıyla uğraşırken yorgunluktan uyuya kalmış olmalıydı. Kül tablasındaki yarım kalmış sigarası ise uykusunun tazeliğini ele veriyordu; belli ki henüz yeni dalmıştı.
Sessizce karşısındaki sandalyeye oturdum. Kollarımı masada onun gibi birleştirip başımı masaya koyarak yüzünü izlemeye başladım. Göz kapaklarının arasından dalgalanan nefesi, yüzüne huzurlu ama kırgın bir ifade bırakıyordu.
Çok masum ve temiz bir yüzü vardı. Ama başının sağ tarafındaki ince dikiş izine gözüm takıldı. Kim bilir nelerle mücadele ederken almıştı o yarayı… Kim bilir neler saklıydı bu sessiz uykunun ardında… İçimde tarif edemediğim bir sızı hissettim...
Saçlarının ucuna hafifçe dokunduğumda, kaşlarını çatmasıyla başımı oynatıp elimi hızla çektim ve gözlerimi kapattım. Hafif mırıldanma sesleri acaba uyandı mı diye düşündürdü. Tam o sırada, kısık bir sesle “İklim…” dedi; yine de gözlerimi açmadım.
“Sen ne zaman gelip burada uyuya kaldın ki?” diye oflayarak söylendi. Ardından sandalyenin geri çekilme sesi geldi.
“İklim…” diye bu kez daha yumuşak bir sesle seslendi. Gözlerimi hâlâ bilerek açmadım, uyuyormuş gibi yaparak tepkisini ölçmek istiyordum.
“Yarına okulun var, belin tutulacak. Nasıl öğretmen yapacağız biz böyle seni ?” dedi sitemli ama içten bir gülme sesiyle. Sonra kolunu belimin arkasına yerleştirip nazikçe beni kucağına aldı. Başım göğsüne yaslanınca derin nefes alışverişini, göğsünün ritmik yükselip inişini hissettim; sanki yorgun ama güven veren bir dalga gibiydi.
Ama kokusu huzurun tam kendisiydi...
Kucağında adımları ile azar azar sarılırken bir kapı açılma sesi gelince odama geldiğimizi anlamıştım. Yavaşça bedenimin yatakla buluşması ile örtümü üzerime çekti. Ardından saçlarımı okşayıp saçlarımın üstüne uzun, şefkat dolu bir öpücük kondurdu.
“Uykunun bu kadar ağır olduğunu da öğrenmiş olduk, öğretmen hanım…” dedi; dudaklarının kıyısından belli belirsiz bir gülme sesi yükseldi.
Bir an sessizlik oldu. Sesi bu kez içli ve kırgın bir tonda geldi: “Hayatındaki en büyük bahtsızlık… benimle evlenmen olmuştur kesin…”
Kapının hafif gıcırtısıyla kalktığını duydum. “İyi uykular, öğretmen hanım…” dedi; ardından kapı kapandı ve oda sessizliğe gömüldü.
____
Emir Kaan’dan…
İklim’in odasından çıktıktan sonra gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Her şey öyle üst üste geliyordu ki… İçim sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyordum.
“Hangi birine yeteceksin bakalım, Emir Kaan efendi…” diye kısık bir sesle söylenerek Azra’nın odasına yöneldim. Kapıyı hafifçe araladığımda, yatağında mışıl mışıl uyuyan kardeşimi görünce içeri girdim. Üzerine açılmış yorganı nazikçe düzelttim, saçlarına uzun bir öpücük bıraktım.
“Güzelim benim… Seni de benim gibi soldurmayacağım Azra’m… Az kaldı, sabret güzel gözlüm benim…” diye fısıldadım. Saçlarını bir kez daha öpüp odadan sessizce çıktım.
Kendi odama yürüdüğümde ellerimi saçlarıma daldırdım, yorgunluktan başımı duvara yasladım. Babam, hastane masrafları için iki kere para istemişti; ama lanet maaşım hâlâ yatmamıştı. Başımı ellerimin arasına alarak çaresizlikle mırıldandım:
“Daha ne kadar dayanacaksın Emir...”
Ek iş yapacak hâlim kalmamıştı. Kimseden para isteyecek yüzüm de… gücüm de tükenmişti. Ellerimi yumruk yapıp saçlarımın arasına gömdüm; nefesim göğsüme sığmıyor, kalbim sanki göğüs kafesimi delip çıkmak istiyordu.
Ayağa kalkıp dolabıma yöneldim. Pantolonumu çıkarıp rahat bir eşofman altı giydim. Üzerimdeki gömleği ise çıkarıp yatağın üstüne bıraktım. Tam o sırada telefonum çalmaya başladı. Kendimi toparlamaya çalışarak ekrana baktım ve aramayı açtım.
“Emir’im?” diye neşeyle seslendi Baran’ın sesi.
“Efendim kardeşim,” dedim, sesimi olabildiğince sağlam tutmaya çalışarak.
“Kredi borcunu ödedin mi diye aradım seni, ne yaptın onu?” diye sordu, sesindeki endişeyi gizlemeye çalışarak.
“Ödedim kardeşim,” dedim, kelimeleri boğazıma düğümlenen gerçeğe rağmen sakince söylemeye çalıştım. Oysa henüz ödeyememiştim.
“Maaşın yattı mı ki?”
“Yok kardeşim, bir iş yerinden beklediğim para geldi, onunla hallettim.” Yalan mideme oturmuştu ama gerçeği söyleyecek hâlim yoktu.
“Tamam kardeşim… Ama yarın bunları konuşacağız, anlaştık mı?”
“Tamamdır kardeşim…”
“İyi geceler gülüm…” dedi, sesine sıcak bir gülümseme yayılmıştı.
“İyi geceler kardeşim…” dedim; telefonu kapatınca o an odamda kalan sessizlik, omuzlarıma çöken çaresizliği daha da ağır hissettirdi.
Kendimi yatağa bıraktım, üzerime tişört bile giymeye halim kalmamıştı. Sadece yorganı çekip gözlerimi kapattım. Vücudumun her köşesi yorgunluktan sızlıyordu; tek isteğim, düşünmeden derin bir uykuya dalmaktı.Ama gözlerimi kapatsam da zihnim durmuyordu. Düşünceler beynimde uğuldayıp duruyordu; İklim’in endişeli bakışları, Azra’nın masum uykusu, babamın hastane masrafları… Her biri ayrı bir yük gibi sırtıma biniyordu.
Yorganın altında kaslarım iyice gevşemişti ama kalbim durmadan çarpıyordu. Karanlık odada, duvardaki loş ışık süzmesi tavana vuruyor, sanki her yansıma kafamın içindeki karmaşayı yüzüme vuruyordu.
“Dayan Emir… sabah olacak…” diye kendi kendime mırıldandım; boğazımdaki düğüm büyüdü, kelimeler içimde yankılanıp sustu. Sessizlik ağırlaştı, uykuyla uyanıklık arasındaki ince çizgide kalakaldım.
___
Sabah, evin içini dolduran hafif seslerle uyandım. Gözlerimi ovuşturup yataktan kalktım, üzerime aceleyle bir tişört geçirip mutfağa yöneldim. Kapıya yaklaştıkça kahvaltı hazırlayanların hareketli sesleri kulağıma geliyordu.
“Günaydın…” dedim mutfağın kapısından içeri adım atarken.
Sözlerimle birlikte ikisi de aynı anda başlarını çevirip koro halinde, “Günaydın!” dediler. Seslerindeki neşe ve yüzlerindeki sıcak gülümseme, içimdeki sıkışıklığı bir anlığına da olsa hafifletti.
Azra, kahvaltı masasının etrafında telaşla ekmekleri dizerken, İklim ise çay bardaklarını yerleştiriyordu. Azra göz ucuyla bana bakıp muzurca sırıttı. “Uyuyan güzel uyanmış!” dedi, sesi sabah neşesiyle doluydu.
“Dün çok geç yattın, çok mu yorgundun?” diye sordu İklim, yüzüme dikkatle bakarak. Gözlerindeki endişe, hâlâ geceyi düşündüğünü belli ediyordu.
“Biraz… Ama şimdi daha iyiyim,” dedim, masaya otururken ikisine de gülümsemeye çalıştım.
İklim, elindeki demlikten bardağıma çay doldurdu. Buhar yükselirken ince bir koku mutfağı sardı. “Daha iyisin diye sevindim…” dedi yumuşak bir sesle. O an göz göze geldiğimizde bakışlarıyla içimdeki kırıklara dokunduğunu hissettim.
Azra hemen araya girip ortamı neşelendirdi: “Hadi hadi, bugün senin kahvaltı yaparken asık suratını izlemek istemiyoruz! Gül biraz ağabey, gül!”
İstemeden de olsa dudaklarım kıyısından bir tebessüm sızdı. Uzun zaman sonra, masadaki bu küçük aile sıcaklığı yüreğime iyi gelmişti.
Azra, peynir tabağını masanın ortasına koyarken İklim’e döndü:
“Yenge, senin ödev neydi tam olarak? Dün tam anlatamadın.”
“Benim yarına yetiştirmem gereken bir ödevim var,” dedi İklim, çayından küçük bir yudum alarak. “Bugün okuldan biraz erken çıkarım…”
Azra hemen merakla atıldı: “Ne ödevi yenge?!”
“Staj defterimle ilgili bir sunum projem var. Türk edebiyatına dokunan şairlerin şiirleriyle ilgili, güzel bir konuşma hazırlayacağız. Hayatta iz bırakan şairleri tanıtarak bizim okulun anayasasında paylaşacağız ki üniversite öğrencilerine motivasyon olsun…” dedi İklim heyecanla, gözleri parlayarak.
Azra gülümseyip bana dönerek lafı patlattı: “Ağabeyimin alanı bu; iz bırakma konusunda üstüne yok!”
Kaşlarımı hafifçe çatarak Azra’ya baktım: “Ne alakası var Azra?”
Azra kıkırdayarak yanıt verdi: “Ama ciddiyim! Edebiyatın çok iyiydi… Lisedeki şiir yarışmasını kazanmıştın hatırlasana!”
İklim şaşkın ama gülümseyerek bana baktı. O an, Azra’nın lafı yıllar önceki bir anıyı masaya sererken, içimde nostaljik bir sızı hissettim.
“Sınava çalışmamda da çok yardımcı olmuştu Emir Kaan…” dedi İklim, çekingen bir sesle.
Azra hemen atıldı: “Yine yardım eder ki ağabeyim, değil mi ağabey?”
Gözlerimi ondan ayırmadan sakince cevap verdim: “Karakola uğramam lazım. Nöbet devri yenilenecek. Eğer nöbetim denk gelirse zor…”
Azra çabucak, “Alparslan ağabey, arazi görevine Emir çıkmayacak demişti…” diye lafa girdi.
Kaşlarımı kaldırıp sertçe baktım: “Hayırdır? Karakola asker olarak girdin de haberim mi yok Azra Hanım?”
Azra omzunu düşürüp mırıldandı: “Ağabey, dün sormuştum ki siz varken…”
“Sorma. İnsanları darlama Azra! Ne duyacaksan benden duy.” Sesim, kendimi frenlesem de sert çıkmıştı.
Azra hemen savunmaya geçti: “Ağabey, darlamıyorum ki… Dün eve sizin için geçmiş olsun demeye geldiğinde söylemişti…”
Sakinleşmek için derin bir nefes aldım ama zihnim bulanıktı. “Neyse, benim çıkmam lazım. İşe gideceğim hazırlanıp.”
Azra kaşlarını çatarak itiraz etti: “İzinliydin hani ağabey?”
“Değilim demek ki Azra, sabah sabah sorgu memuru kesildin başıma! Yormayın beni, kafam zaten dolu…” dedim, öfke değil ama yorgunlukla dolu bir ses tonuyla.
Bu defa sessizliğini koruyan İklim araya girdi; sesi yumuşaktı ama taşıdığı kaygıyı gizleyemiyordu: “Emir… Bir şey mi oldu?”
Kısa bir sessizlikte bakıştık. “Olmadı…” dedim kuru bir sesle.
İklim toparlanıp hafifçe gülümsedi: “Dersim erkendi bugün. Ben de seninle gelsem olur mu?”
“Arabam ama yo—” demeye kalmadan, İklim sözümü kesti: “Araban yok biliyorum. Yürürüz, olmaz mı?” dedi, gözleri kararlı ama bir o kadar da yumuşak bakıyordu.
Derin bir nefes aldım; içimde, onun inadına bile şefkat katan o ısrarıyla boğuşurken başımı usulca salladım. O an dudaklarına buruk bir gülümseme yayıldı.
“Tamam…” dedim kısık bir sesle.
“Hırkamı ve çantamı alıp hemen geliyorum…” diyerek odasına yöneldi. Peşinden bakarken kalbim, içimde saklamaya çalıştığım her şeyin ağırlığıyla bir an titredi.
“Ağabey, sen bana hiç kızmazdın… Ne oldu?” dedi Azra, sesi titrek ve kırgın bir merakla.
Başımı öne eğip derin bir nefes aldım.
“Canım sıkkın… Yorgunum, Azra.” dedim, kelimeler ağzımdan çıkarken bile yük gibi ağır geliyordu.
Azra’nın gözleri doldu; sesi kısık bir fısıltıya dönüştü:
“Özür dilerim… Seni kızdırmak istememiştim…”
O an yüreğim burkuldu. Elimi uzatıp yanağını okşadım, sesi daha da yumuşak bir tonla:
“Azra’m… Beni biraz kendime bırakın güzelim. İstemeden kırıyorum sizi, bak…” dedim, sözlerim kırılgan bir itiraf gibiydi.
Sözümü bitirir bitirmez Azra sandalyeden fırlayıp boynuma sarıldı. Kollarında çocukluğundan beri taşıdığım koruma isteğini hissettim.
“Biliyorum bu hallerini, ağabey… Ama geçecek her şey, inanıyorum ben…” dedi, sesi hem umut dolu hem de ağlamaklıydı.
Başını saçlarından koklayarak usulca öptüm.
“İnşallah, cimcimem… İnşallah…” dedim, kelimeler dudaklarımdan dökülürken içimde yanan umut ateşi hâlâ sönmemişti.
“Ben de destek olacağım sana, söz… Başaracağım!” dedi Azra, gözleri kararlı bir parıltıyla ışıldıyordu.
Başını okşayarak derin bir nefes aldım.
“Sen kendini kurtar bu hayattan… Başka bir isteğim yok, güzelim. Ben alıştım bu hayata…” dedim, sesim buruk ama kararlıydı.
Azra başını inatla iki yana salladı, kollarını daha sıkı sardı boynuma.
“Seni de kurtaracağım, ağabey. Ne olursa olsun!” dedi, sesi çatallaşmıştı.
Kalbim sıkıştı; kelimeler boğazımda düğümlendi.
“Kurban olurum seni verene…” diyebildim güçlükle.
Azra, yüzünü kaldırıp gözlerime bakarken dudaklarında titrek bir gülümseme belirdi:
“İyi ol, ağabey… Sana gülmek daha çok yakışıyor.”
Derin bir nefes alıp yüzüme zorlama bir tebessüm yerleştirdim.
“Deniyorum, güzelim… Deniyorum…” dedim; ama içimde hâlâ fırtınalar dinmek bilmiyordu.
Geri çekilip odama girer girmez dolabın kapağını açtım. Karşıma çıkan dağınık giysilere bakarken başımı yana eğip derin bir iç çektim. Gömleğimi ve pantolonumu çıkarıp hızla giyinirken aynanın karşısına geçip saçlarımı aceleyle düzelttim.
Hızla ceketimi alıp odadan çıktım. Kapıya yöneldiğimde İklim orada bekliyordu; gözleri sabırsız ama ürkek bir merakla üzerimdeydi.
“Hazır mısın?” dedi çekingen bir sesle.
Başımı hafifçe salladım, dudaklarımda belli belirsiz bir ciddiyet vardı.
“Çıkalım mı?” dedim; kelimeler dudaklarımdan dökülürken kapı kolunu çevirdim.
“Olur…” diye onayladı İklim, sesi kısık ama kararlıydı.
Kapıya yönelirken Azra’ya dönüp şefkatli bir ifadeyle seslendim:
“Azra’m, bir ihtiyacın olursa çaldır beni güzelim...”
“Tamam ağabey…” dedi Azra, sesi hafif titriyordu gülümserken ama gözleri güven doluydu.
Başını usulca öne eğip alnına bir öpücük kondurdum:
“Allah’a emanetsin güzelim benim.”
Ayakkabılarımı giyip doğrulurken Azra, mutfağın kapısında el sallayarak “Allah'a emanetsiniz ağabey… Yenge dikkat et kendine…” dedi.
İklim, Azra’ya dönüp ufak bir gülümsemeyle karşılık verdi:
“Sen de dikkat et kendine, görüşürüz…”
Kapıyı kapatıp apartmandan çıkarken, ardımızda küçük bir sessizlik kaldı; sokakta, yavaş ama kararlı adımlarla yan yana yürümeye başladık.
Beraber yola çıktığımızda İklim başını gökyüzüne kaldırıp gri bulutları inceledi. Aklıma gelen anıyla hafifçe güldüm:
“Yağmurlu değilmiş hava, korkma…” dedim, şakayla karışık.
İklim adımlarını aniden durdurup kaşlarını çattı:
“Emir!” dedi, hem ciddi hem de sevimli bir tonla.
Ellerimi cebime sokup omuz silktim:
“Vallahi Allah’ın bileceği iş. Ama bu defa şemsiye yok yanımda, benden söylemesi!”
İklim kollarını göğsünde kavuşturup hafifçe suratını astı:
“Dün gece yağmıştı zaten… Sanmıyorum tekrar yağacağını.”
Göz ucuyla ona bakıp hafifçe başımı yana eğdim:
“İster misin şu an yağmur yağmasını?” dedim, sesime hafif bir meydan okuma katmaya çalışarak.
Hemen yüzünü buruşturup elleriyle elbisesini işaret etti:
“Ya hayır! Elbisemi giydim o kadar…”
Gülmemi tutamayarak başımı salladım:
“Ha maksat elbise yani?”
“Tabii ki!” diye çıkıştı; ama gözleri gülüyordu.
“İyi bakalım, yağmur yağmazsa iyi günündesindir…” dedim hafifçe gülerek.
İklim bir an sessiz kaldı, sonra çantasının askısını düzeltti:
“Bu arada… Okul çıkışı arkadaşlarımla kafeye geçeceğiz. Grup ödevi için… Haber vermek istedim.”
Bakışlarımı ona çevirdim:
“Konumun açık mı?”
“Açık…” diye başını salladı.
Gözlerimi ufka çevirip derin bir nefes aldım:
“Yanlış anlama. Bu olaylar yüzünden istiyorum konumunu. Sana karışmak değil niyetim. Ama dün eve giren adamların ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsun.”
“Açıklamana gerek bile yoktu… Biliyorum. Ama yine de teşekkür ederim.”
Kaşlarımı hafifçe kaldırarak alaycı bir ifadeyle baktım:
“Teşekkür meselesinde cezan var mıydı senin?”
“Ya uğraşma!” dedi gülümseyerek.
“Uğraştırma o zaman…” diye karşılık verdim, sesimde ufak bir şefkat saklıydı.
Yolumuza birkaç adım daha devam ettik, İklim tekrar bana dönüp alçak bir sesle sordu:
“Gelecek misin bu gün eve?”
Omuz silkip, “Belli değil…” dedim; ama bakışlarımda net bir şey söyleyememenin huzursuzluğu vardı.
“Gelirsen… Ödevi beraber yapalım mı? Tabii ki eğer istersen…” diye ekledi, sesi utangaçtı.
Kafamı hafifçe yana eğip tebessüm ettim:
“Yani… Çok anladığım söylenemez ama denerim yardım etmeyi.”
Gözleri parladı, “Anlamadığın halin buysa Emir…” diye mırıldandı.
“Silah edebiyatı şuan revanşta…” dedim hafif bir kahkahayla.
“Ya Emir…” dedi, sesinde hem sitem hem de sıcacık bir yakınlık vardı.
İklim, hafifçe başını yana çevirip kaşlarını çatarken dudaklarının kenarında istemsiz bir gülümseme belirdi:
“Sabah sirke satıyordun, benim babet giymemi bekliyordun herhalde gülmek için!” dedi, sesi kızgın ama alttan alta şakacıydı.
Ellerimi cebime sokmuş, adımlarımı ona uyduruyordum; bakışlarımı kısmışken ağzımdan alaycı bir kahkaha kaçtı:
“Sen gökyüzüne bakana kadar aklımda yoktu vallahi…”
İklim kaşlarını iyice çatarken, dudak kenarında belli belirsiz bir kahkaha patladı:
“Olsun… En azından sinir de etsen yüzün gülmüş oldu.”
Bir an duraksayıp ona doğru eğildim; bakışlarımı gözlerine sabitleyip sesimi alçalttım:
“Ben mi sinir ediyorum?”
“Yok, dedem sinir ediyor beni Emir Kaan…” dedi; sinirli ama utangaç bir tonda bakışlarını kaçırırken yanaklarına yayılan hafif pembe renk gözüme çarptı.
“Ona ne şüphe…” dedim kahkahamı tutamayarak; sesim sokakta yankılandı sanki.
“Emir Kaan…” dedi, sabrını zorlayan bir tebessümle.
“Adım da gittikçe uzuyor maşallah…” dedim, dudaklarım alaycı bir gülümsemeyle kıvrılırken.
İklim telaşla etrafına bakındı, kalabalıklaşan caddede birkaç insanın bakışını yakalayınca gözleri utançla büyüdü:
“Gülme artık… Bize bakıyorlar…” dedi alçak sesle; elleri kolları arasında sıkışmış, omuzları gergindi.
“Sinirlerim bozuldu…” dedim kahkahalar arasında nefes nefese kalarak, gözlerim yaşarmıştı.
“Gülme!” diye fısıldayarak kolumu dürttü, ama o da gülmekten kendini alamıyordu.
“Sen niye gülüyorsun peki?” dedim kahkahalar arasında soluklanmaya çalışarak.
“Sen gülüyorsun çünkü!”
“Ben gülüyorum diye sen de mi gülüyorsun?”
“Bulaştırdın… Ne yapayım!” dedi; gülmekten gözlerinden yaşlar süzülüyordu, nefesi kesik kesikti.
“Dur… Karnım ağrıdı…” dedim; kendimi tutamayarak kısa adımlarla elektrik direğine yaslandım, kahkahamı bastırmaya çalışıyordum.
İklim ellerini beline koyup söylenmeye başladı:
“Bir babet yüzünden diline düştüm ya!”
“Hatırlatma şunu…” dedim sırıtarak.
“Sanki ben açtım konuyu!” diye çıkıştı, sesi ince bir sitemle titriyordu.
“Bir de dün gece yağmur yağdığını bile bile giymişsin…” dedim, alayımı saklayamayarak.
“Islanırız, napalım!” dedi hırçınca.
“Görümcen de evde ne de olsa… Bakarsınız birbirinize!”
“Allah diline düşürmesin Emir Kaan ya!” dedi, ellerini iki yana açarak çaresizce güldü.
“Bir dahakine büyük numara al, sandal yaparız!”
“Konuşma benle!” dedi hışımla, ama gözleri hâlâ gülüyordu.
“Neyse, şaka bir yana…” dedim derin bir nefes alarak; okula giden yolun kıyısında durduk. Okulun demir kapısı önümüzde yükseliyor, içeri girip çıkan öğrencilerin sesleri sabah mahmurluğunu dağıtıyordu.
“Okuluna geldik zaten; ben buradan karakola geçeyim.” dedim, bakışlarımı İklim’in gözlerine sabitleyerek.
İklim dudaklarını kemirip başını hafifçe öne eğdi; yüzündeki endişeyi gizleyemiyordu.
“Kendini çok yorma…” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.
Omzumda ceketimi düzelttim; yüzümde ciddi ama yumuşak bir ifade vardı:
“Ona söz veremem… Benim görevim zaten vatana, millete hizmet etmek.” dedim; sesimdeki kararlılık kendimi bile şaşırttı.
İklim derin bir soluk aldı; gözlerindeki minnettarlık ışıldıyordu.
“Allah kolaylık versin o zaman…”
“Teşekkür ederim… Sana da iyi dersler.” dedim; başımla hafifçe selam verir gibi yaptım.
"Teşekkür-" bir anda sözünü kesip gülerek "sağ ol…" dedi.
"Teşekkür yasaktı unutma!"diyerek göz kırptım.
İklim elini alnına götürüp gülerek başını iki yana salladı:
“Unutuyordum az kalsın! Neyse ben kaçtım…” diyerek adımlarını hızlandırdı; çantası omzunda sekiyor, saçları omuzlarında salınıyordu.
“İyi dersler !” diye seslendim arkasından; kalbimde hafif bir sızı hissettim.
“Sağ ol!” diye seslendi dönüp el sallayarak; sesi koridorlardan yankılanır gibi kulağımda kaldı.
☆☆☆☆
Bölümler 10 oylamanın altına düşerse bölüm atmayi durdurur, sınır koyarım ona göre. Geçen bölüm 15 oylama dahi olmamış 

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |